Fazla oyalanmadan, tekneden çıktık… İnsan kalabalığı caddede biraz azalmış gibi görünse de yine de hatırı sayılır kalabalık vardı… “ Lamia, Jack sizi buldu mu?”
Dövmeci Halil’in sözleri meraklandırmıştı “Beni mi aradı?”
“Sen çay bahçesine, belki bara gideceğim deyince ne olur ne olmaz diyerek bakmaya gitti, bulamayınca endişelenmiş. Eve bile gitti”
“Of şimdi babamlarda meraklanmıştır”
“Ev karanlıkmış, bir şey demeden geri gelmiş, sahile bakayım bulamazsam Hakkı reisi kaldırırım dedi”
“Buldu teknedeydik Halil siz nasıl anlaşıyorsunuz? Hiç konuşmuyor”
“Ben az biraz İngilizce biliyorum, Jack çok az Türkçe biliyor eh anlaşıp gidiyoruz”
“Kimin nesi sana anlattı mı?”
“Hiç konuşmuyor, baban sordurmuştu yeni geldiği zamanlar. Anlatmadı bir daha da sormadım, iyi arkadaş, yardım sever. O geldi geleli işlerim çoğaldı”
“Belli kızlar, kadınlar tezgahının çevresinde koloni halindelerdi”
“Eh gelene gelme denmez, ama Jack şilenin kızlarına hiç pas vermedi bizim gözümüze girdi… Artık bizden biridir”
“İyi geceler Halil, kesin babam kapılara çıkmıştır”
“Ben Hakkı reisi biraz tanıyorsam çıkmıştır”
Hemen vedalaşarak hızlı adımlarla yürümeye başladık, yollarda ayrılarak bizim sokağa geldiğimiz de Selin’le ben kaldık… “Lamia yarın sabahtan denize gidelim”
“Olur telefonlaşırız, babamın huyunu bilmeyen yok, yine kapıya çıkmış”
Babam bahçe kapısının önünde dikilmişti beni görünce arkasını dönerek içeri girdi. Parmağının ucuyla saatini gösterdi bir şey demesine gerek yoktu. Anlamı bu saate kadar nerede kaldın… “Baba büyüdüğümün farkına var lütfen, beş sene üniversite okudum iki seneye yakındır tek başıma yaşıyor sayılırım. Çocukluk zamanlarım çoktan geçti”
“Değil yirmi dört, elli dört yaşına da gelsen benim gözümde büyümeyeceksin.” Son sözünü söyledi evin kapısından içeri girdi… Peşinden girip kapıyı kilitledim “Bak kızım, bir zamanlar kapımızı kilitlemeden yatardık insanlar birbirlerini tanır, güvenir kimseden kötülük gelmeyeceğini bilirdik. Ya şimdi tanımadığımız bir sürü insan geldi yerleşti, mala cana tamah çoğaldı bu yüzden kapımızı kilitler olduk. Niye merak ettiğimi anladın herhalde”
Ne diyebilirdim, haklıydı “Baba yarın sabahtan Selin’le birlikte denize gitmek istiyorum”
“Turist sizi açığa götürür, kumsalda denize girilecek gibi değil”
“Çok fazla kalabalık var, teknede oturduk zaten”
“İyi yapmışınız, hadi yat sabah ola hayrola”
Üzerimi değişir değişmez yattım, gözlerim daha yastığı görmeden kapanmaya başlamıştı.
*******
Sabah telefonumun sesiyle uyandığımda saat daha altıydı. “Selin daha çok erken”
“Erken değil, çabuk kalk sabah erken saatlerde deniz çok güzel olur” Telefonu kapattı, kalkmaktan başka çarem yoktu. Siyah mayomu giyip üzerine şortumu geçirdim, odamdan dışarı çıktım. Babam çoktan kalkmış annemin hazırladığı sabah kahvesini içiyordu… “Günaydın” İkisinin de yanağından öptüm, babam koluma astığım plaj çantama baktı… “Sabahın köründe bu aceleniz niye”
“Baba, denize girmek için en güzel zaman sabahın erken saatleri olur diyen sensin”
“Bende ne çok şey demişim, kimlerle gidiyorsun?”
“Selin, Emine belki bir kişi daha gelir”
“Turist götürsün”
Ben babamla konuşurken annem yiyecek bir şeyler hazırlamış olmalıydı… Poşeti elime tutuşturdu “Buzlu su koydum, şimdi hava iyi birkaç saat sonra sıcaktan pişeceksiniz. Şapkanı al”
Tanrım hala beş yaşında çocuk gibi muamele görüyordum… Bahçeden çıktım, iki dakika sonra Selin babasının arabasını almış olarak geldi… İyi akıl etmişti annemin verdiği erzak poşeti oldukça ağırdı… Yoldan Emine’yi aldık onunda eli kolu doluydu, Sanki denize değil pikniğe gidiyorduk…
Liman girişinde arabayı park edecek yer bulmak mucizeydi. Zar zor yer bulduk… Tam ters yönden koşarak gelen Mete’yi gördüm… Selin’e baktım, hafiften yüzü kızarmıştı “Ay bu çocukta bir âlem, nereye gidersem peşimde dolaşıyor”
Güldüm “Tabii canım rüyasında bu saatte senin denize gireceğini gördü ondan gelmiştir. Siz poşetleri alın ben turist nerede bakayım”
Limanda hızlı adamlarla yürümeye başladım, koskoca sahilde millet yer bulamamış olacak insan yoğunluğu azalmamış, aksine daha çok artmıştı. Tekneye çıktım arkasında bağlı olan ufak kayığa baktım imkânsız bizi almazdı. “Jack” Neredeydi bu adam, içeri girdim topu topu bir yatacak yer vardı. Kapısını vurdum “Jack” Ses yoktu, uyuyor olmalıydı, içeride kadın olabileceği ihtimali bir an için aklımdan geçti, kapının kolunu çevirdim. Ya yatakta kadın varsa ne yapacaktım, varsa kapıyı kapatır görmemezliğe gelirdim ama babam teknesinde böyle şeylere izin vermezdi. Kapıyı ittim, kapalı küçücük oda çok güzel kokuyordu. Tahmin ettiğim gibi yataktaydı, yarı beline kadar çıplak altında kısa şort yüz üstü yatıyordu… “Jack” yine seslendim, adam sanki ölüm uykusuna yatmış gibiydi. Birkaç adım attım dokunsa mıydım? Parmağımın ucuyla omzuna dokundum sıcacıktı… Biraz eğildim hafifçe sarstım beyimizin uykusu epeyce ağır olmalıydı… “JACK” diye kulağının dibinde bağırdım, “ f**k you ” demesiyle yatakta öyle bir dikildi ki son anda geri kaçtım… Ağzından çıkan söz hiç yabancı gelmiyordu neyse sonra sözlüğe bakardım… Beni görünce şaşırdı, kenarda duran çarşafı önüne çekti… “Çık” dedi… Tamam çık sözünün anlamayacak bir tarafı yoktu da durumu anlatmak zorundaydım…
“Jack arkadaşlarım dışarıda bekliyor, açıkta denize gireceğiz. Babam sen olmadan gitmeme izin vermiyor ve dört kişiyiz seninle beş kişi olacağımızdan kayığa sığmamız imkânsız… Tekneyi kullanmalıyız, anahtarı bana verirsen sen uyumana devam edebilirsin” Çarşafı önünde tutarak ayağa kalktı, zaten ufacık olan kamara Jack ayağa kalkınca iyice küçülmüştü, nerdeyse göğüs göğse duruyor gibiydik. Baharatsı koku teninden geliyordu, ben nefes almaya çalışırken. Biraz eğildi, gözlerimin içine baktı “ You should go”
“Ne?”
Parmaklarını saçlarının arasından geçirdi, zaten dağınıktı iyice darmadağın etmişti. Derin bir nefes aldı “Git, çık, terk et… “
Eh şimdi çok daha iyi anlamıştım, dedikleri yetmiyormuş gibi birde parmağıyla kapıyı gösteriyordu. “Karşında anlama özürlü yok, gidiyorum” Dememe kalmadan kolumdan tutup kapının önüne çıkarttı bir de kapıyı yüzüme kapattı. Kolumu tuttuğu yer sanki alev almıştı ovuşturdum bu adamın ateşimi vardı… Tenim yanıyordu…
Sinir şey “Burası benim babamın teknesi, üstelik kızı olarak benimde sayılır” Kapıya tekme attım, of çok canım yanmıştı tokyo giydiğimi unutmuştum. Daha merdivenleri çıkmadan kapısı açıldı. Hiç arkama bakmadım güverteye çıktım, arkadaşlarım teknenin dışında oturmuşlar beni bekliyorlardı “Yukarı çıkın, kaptanımız anca uyandı”
Arkadaşlarım biner binmez hareket ettik, ağlayan kaya civarında demir attı. Kaptanımız koya çok girmedi ağlayan kayanın çevresi çok yüksek olsa da yukarıdan bakanlar tekneyi rahatça seyredebilirlerdi. Üzerimde ki penyeyi çıkarttım, sanki bana bakıyormuş gibi gizlice Jack’a baktım… Görünmüyordu, sersem şey yine uykuya yatmış olmalıydı. Denize atladım, su çok güzeldi… Bu kadar açıkta yüzmek hele Karadeniz’de çok iyi yüzme bilmeyi gerektiriyordu. Yüzmekten yana hiçbir sorunum yoktu, babamın sayesinde çok iyi yüzmeyi öğrenmiştim, hatta midye toplamak için derin suya dalabilirdim.
Güneş dik olarak vurmadığından deniz suyu henüz oldukça serindi, sırt üstü yattım teknedekiler, denize değil yemek yemeğe gelmiş gibilerdi. Emine kaptan köşküne mi çıkıyordu? Dün halinden belliydi, denize zar zor giren kızın bizimle ısrarla gelmek istemesinden, niyetinin Jack olduğu çabuk meydana çıkmıştı. Aman bana neydi, biri genç bir adam, diğeri genç bir kız… Tekrar yüz üstü döndüm güçlü kulaçlarla yüzmeye başladım, kışın hamlığı kollarımın yanmasından belli oluyordu. Geriye dönmenin tam zamanıydı, tekneye baktım Çok uzak olsa da biri denize atlamak üzereydi. Mete bu kadar yüksekten atlayamayacağına göre evet balıklama atlayan Jack’tı… Ben tekneye o açığa yüzmeye başladık yarı yolda karşılaştık duraksamadı yüzmesine devam etti. Ağır kulaçlarla tekneye geldim… Karnım iyice acıkmıştı, kızlar yiyecek torbasını çoktan boşaltmış olmalılardı. “Selin annem ne koymuş”
“Köfte Allah’tan akıl ettim de torbana baktım yoksa bozulacaktı, bende köy peyniri var. Hey senin Jack’a Emine sandviç yer misin diye sordu adam suya atladı”
Emine kızgınlıkla merdivenden güverteye indi “Bu ne biçim adam, yüzüme bile bakmadı. Arkasını döndü denize atladı, birde yabancı erkeklere kibar olur derler bizim Türk erkeklerinin gözünü seveyim”
Emine oldukça kızmıştı, içimizde ki en rahat ve en güzel kızdı… Şimdiye kadar isteyip, elde edemediği bir erkek olmamıştı. Ailesinden dolayı buralarda herhangi bir erkekle görüşmez yapacaksa Şilenin dışında yapardı. Bilmediği bir şekilde erkeklerle olan maceralarının buralara kadar duyulduğuydu. Emine’nin özel yaşamı bizi ilgilendirmiyordu, çocukluk arkadaşımızdı.
Jack uzunca süredir denizdeydi, teknenin kenarına gittim. Oldukça uzakta olsa da geri dönüyordu. Kendime ekmek arası hazırladım, acaba Jack ister miydi? Emine’nin teklifini geri çevirmişti, ya benimkini de çevirirse rezil olurdum. Patron olarak çalışanımı düşünmek zorunluluğum vardı değil mi?
Emine tekneye yaklaşmak üzere olan Jack’ı görünce birden yerinden kalkıp içeri geçti, tekrar dışarı çıktığında üzerinde ki oldukça açık bikiniye Mete dâhil olmak üzere ağzımız açık bakakaldık. Selin öfkeyle yerinden kalktı “Emine güneşin başına vurduğu belli” der demez ne yapmak üzere olduğunu anladım… Bu kızın ateşinin sönmesi gerekiyordu. Ben Emine’nin bacaklarından, Selin kollarından tuttu “Yapmayın” diye çırpınsa da kurtuluşu yoktu suya fırlattık. Emine suda batıp çıkarken umursamadık, balık gibi yüzdüğünü hepimiz biliyorduk. Arkasından bakıyordum, Jack benim yanımdan geçtiği gibi Emine’nin yanından da geçti hatta o kadar umursamazdı ki kızın yalandan boğulma numaralarına bile kanmadı. Kız gerçekten boğuluyor olsaydı kurtuluşu olmazdı.
Jack denizden çıkarken geriye çekildim onu gözetlediğimi sanmasını istemiyordum, mutfak kısmına geçtim sandviçimi hazırlamaya devam ettim. Ne olur ne olmaz diyerek birini daha büyük hazırladım… Yanıma geldi ekmeğe uzandı, hazırladığım yarım ekmeği gösterdim. Mini buzdolabını açtı, içinden iki meyve suyu çıkardı birini bana uzatıp ekmeği alıp yanımdan çıktı… Almıştı, kabul etmişti, niye bu kadar sevinmiştim bende anlamamıştım. Elimdekilerle dışarı çıkıp yere serdiğim havlumun üzerine oturdum Mete meyve suyuna uzanınca eline vurdum “Benim o kimseye vermem, içeride var”
****
Mia… Lamia ismi gibi kendi de güzeldi. Aylardır birçok defa Lamia’nın adını işitmiş, methini duymuştum… Öğretmen Lamia.
Hakkı reis konuştuklarını anlamadığımı düşünerek her sıkıldığında, sevindiğinde kızını anlatır onunla ne kadar gurur duyduğunu gözünün bebeği olduğunu söylerdi… Dediği kadar vardı, cıvıl cıvıldı… Konuşuyor, çoğunu anlamadığım şakalar yapıyor beden dilini kullanarak arkadaşlarını güldürüyordu.
Türkçeyi zaman içinde öğrenmiştim, şileye gelmeden evvel uzun süre İstanbul’da kalmış, yaşamıştım… Büyük şehir beni boğuyordu, Bu küçük beldeye gelmeden bir gece önce çevremi saran adamlar tarafından zorla üzerimde olan para gasp edilmiş beş kuruşsuz kalmıştım. Paramı aldıkları yetmiyormuş gibi ellerinde ki sopalarla iyice hırpalamışlar, birkaç yumruk atabilsem de dört kişiye karşı duramamıştım. Üsküdar’da bir köşede otururken önüme atılan birkaç kuruş ve o anda önümden geçen üzerinde şile yazan otobüs kurtuluşum olmuş neresi olursa olsun diyerek cebimdeki parayı son kuruşuna kadar vermiştim. Belki de hayatımda aldığım en güzel karar olmuştu. Kırk dakikalık bir yolculuktan sonra terminale vardığımızda geldiğime çok sevinmiştim. Büyük şehre oldukça yakın bir o kadar da ayrıydı… Terminalin çevresinde olan lokantalardan mis gibi kokular yükseldikçe midem gittikçe daha fazla guruldamaya başlamıştı. Kısa sürede iş bulmalıyım diye düşünmüştüm, koskoca şehirde birkaç lirayı zor kazanırken burada ne iş bulabileceğim tartışılırdı. Hiç düşünmeden hareket etmiştim. Geldiğim yeri dolaşmaya çevremi tanımaya çalışmıştım, denizin hırçın dalgaları hoşuma gitmiş bir zamanlar sörf yaptığım ülkemin denizini hatırlatmıştı. Hava oldukça soğuktu, limana teknelerin olduğu yere doğru yürümeye başlayıp denize yaklaştıkça hava çok daha fazla soğuyor gibiydi. Bu yetmemiş gibi birden bire sağanak şeklinde yağmur yağmaya başlamıştı. Belki aşağıda boş bir tekne bulur içinde korunabilirim diye düşünmüştüm. Sahile yaklaştığım anda yağmur başladığı gibi bitmişti. Açlık bir taraftan soğuk bir taraftan dün gece yediğim dayağın ağrıları bir taraftan iyice halsiz düşmüştüm. Limana geldiğim de bacaklarım titriyordu. Birkaç balıkçı bana bakıp tekrar ağlarını örmeye devam etmişlerdi. Beni yadırgamamalarından yabancılara alışık olduklarını düşünmüştüm. Limanın ucuna kadar gittim, her teknede mutlaka birileri vardı. Duvar dibine oturup, denizi seyretmeye başlamıştım. Bunca senedir çektiklerim, ailemin özellikle babamın beni reddetmesinin üzüntüsü hala içimi kor gibi yakıyordu. İşlemediğim suçu üzerime yıkmışlar, hizmetçi kıza tecavüze yeltenmekle suçlamışlar bir türlü masum olduğumu ispat edemediğimden senelerce hapiste kalmama neden olmuşlardı. Babaannemin evine gitmiş güneş çarpması sonucu yarı baygın halde uyurken ne ara kalkıp kızı bayıltıp tecavüze yeltendiğimi anlayamamıştım. Böyle aşağılık bir durumu asla yapmayacağımı defalarca söylesem de kimse bana inanmamış delilerin benim yaptığımı gösterdiğini söylemişlerdi. Kız da baygın halde bulunduğundan kimin yaptığını bilmediğini söyleyince utanç ve öfke içinde kalmış ne yapacağımı şaşırmıştım. Hayatımın en kötü günleriydi, deliller kesin diye hemen yargılanmış mahkûm edilmiştim. Babam bir kez bile gelmemiş aramamıştı, ablam birkaç kez gelip dolaşmış bir süre sonra o da gelmez olmuştu. Zaten gelmesini de istememiştim gözlerinde ki suçlayan ifade hiç değişmemişti. Çocukluğumdan beri beni tanıyan bilen aşçımız onlardan daha çok gelip ziyaret eder olanlara asla inanmadığını söylerdi. Kendi kanımdan olanların bana inanmayıp yabancı birinin inanması beni daha çok üzmüştü. Hapishane de çok fazla boş zaman vardı. Cezam sonuçlandığında bu ülkede kalmak, istenmediğim eve geri dönmeyi düşünmüyordum. Yardımcımızdan pasaportumu isteyince telaşlanmış getiremeyeceğini söylemişti. Durumumu hissettiklerimi anlatınca kadıncağız yerini söylediğim pasaportumu bir sonra ki görüşte getirince içim rahatlamıştı. Hapisten birkaç gün evvel salınmam aklıma geleni yapmam için güzel fırsat olmuştu. Hapse girerken teslim ettiğim eşyalarımın arasında iyi para vardı. Serseri mayın gibi dolaşmaya başlamıştım, o ülkeden öbür ülkeye geçiş yaptım. Elimde ki para çoktan tükenmişti. Çiftliklerde, teknelerde akla gelecek gelmeyecek yerlerde çalıştım. İnsanlar birkaç gün birliktelikten sonra çok fazla soru soruyorlar bu merakları beni deli ediyordu. Ona gezgin, buna başıboş biri söylemek zorunda kaldığımda bana şüpheyle yaklaşıyorlar belalı olduğumu düşünüyorlardı. İnsanlar bana ne kadar güvenmiyorsa bende insanlara o kadar güvenmiyordum. En yakınlarından kazık yemiş biri olarak insanları çoktan hayatımdan çıkarmıştım. Ta ki buraya gelip Hakkı reisi tanıyana kadar… Bir zamanlar arkadaş grubunun arasında gittiğimiz ülkelerden bahsederken ben yaşlarda bir adamın sözleri dikkatimi çekmişti, ülkesini öve öve bitiremiyordu. Alex’in arkadaşlarından biriydi… Sıcakkanlı olması hoşuma gitmiş ülkesini anlatırken yüzünde beliren gurur ifadesinin etkisinde kalmış şimdilik son durak olarak İstanbul’u seçmiştim… Kozmopolit bir şehirdi aşırı kalabalık ve değişik etnik kökenlilerin birlikte yaşadığını gördüğümde çok fazla şaşırmamıştım benim ülkemde ayni bu şehir gibiydi. İstanbul’da barlarda, lokantalarda, sebze halinde çalıştım insanlar ne zaman soru sormaya başlasalar o iş yerinden uzaklaştım. Yabancı olmam ilk ilgi çekse de sonra insanlar beni daha fazla kullanmaya başlıyorlardı. Türkçeyi oldukça iyi öğrenmeme rağmen bilmiyormuş gibi hareket etmek çok daha işime geliyor böylece insanların sorularını cevaplamaktan kurtuluyordum. Hakkı reiste ilk sorgulamış ben konuşmayınca üstelemediğinden burada rahat etmiştim. Daha çok o konuşur ben dinlerdim, anlamadığımı sandığından çok fazla anlatırdı. En fazla da kızını anlatmayı severdi… Lamia gelmeden onu tanımış huyunu suyunu öğrenmiştim. Hakkı reis eski mahkûm olduğumu hele ki tecavüz suçlamasıyla mahkûmiyet cezası aldığımı öğrenseydi asla beni kızının yanına yanaştırmaz teknesinde barındırmayacağı gibi Şile de bile kalmama izin vermezdi. Öğretmenin kahkahaları kulağıma geldi, bir zamanlar bende onu gibi gülerdim, uzun süredir gülmeyi unutmuştum.
Hakkı reisin en fazla anlattığı namuslarına ne kadar düşkün oldukları, Şile kızlarına her hangi ters hareketimin başına dert açacağı anında şileden sürgün edileceğimdi. Dövmeci adam çok fazla olmasa da dilimi konuşuyordu. Bu sözlerini ona tekrarlatmış iyice anlamamı garanti altına almaya çalışmıştı. Anlamıştım hem de çok iyi anlamıştım…
“Jack biraz dolaşmak istiyoruz, demir al” diyen Lamia’nın sesi kulağıma gelince biraz bocaladım hemen tekneyi çalıştırsam Türkçe bildiğimi anlayacaktı. Duymamış gibi yapmak en güzeliydi. Sözlerini birkaç kez daha bağırarak tekrarladı anlamadığımı sandığından yanıma çıkmaya karar verdiğini merdivendeki ayak seslerinden anladım. Hemen gözlerimi kapattım… “Jack” dedi ben gözlerimi açmayınca parmağının ucuyla omzumu dürtükledi. “Jack gidelim, dolaşalım, go. Ya ben seninle ne yapacağım üç ay boyunca Tarzancılık oynayamayız ki. Yok ben karar verdim sen Türkçe öğreneceksin ben İngilizce öğreneceğim bunun başka yolu yok.” Tekneyi çalıştırdı çapayı çektirmeye başladı… Eh daha fazla anlamamış gibi yapamazdım. Yerimden kalkıp dümene geçtim “Ooo beyimiz nihayet anladı” diyerek ayaklarını sertçe vurarak aşağı indi. Babası gibi sert adımları vardı, kızgın güneşe bakarken bandanamı başıma sardım gülümsediğimi fark edince şaşırdım uzun süredir gülmeyi unutmuştum…