Vezirin Sırrı(İsfehan, 6 Ay önce)

655 Kelimeler
İsfahan Sarayı, Selçuklu Devleti’nin nabzının attığı yerdi. Duvarları Farsça ve Arapça hatlarla süslü bu görkemli yapının gölgesinde, devletin geleceğiyle ilgili en hayati kararlar alınırdı. Yusuf, altı ay önce, bu sarayın koridorlarının bile bilmediği, taş merdivenlerin derinliklerindeki küçük, loş bir odaya çağrılmıştı. ​Odanın tek aydınlatma kaynağı, pencerenin dar aralığından süzülen solgun öğle güneşiydi. Yusuf, askeri üniforması yerine üzerine geçirdiği sade, koyu renk cübbesi içinde, odanın ortasında duruyordu. Karşısında oturan kişi, gölgesi duvara devasa bir dağ gibi yansıyan adamdı: Vezir Nizamülmülk, Selçuklu İmparatorluğu’nun fiili yöneticisi, bilginlerin ve istihbaratın koruyucusu. ​“Otur, Yusuf,” dedi Vezir. Sesi yaşlı ve yorgun, ama her hecesi keskin bir kılıç gibiydi. “Hizmetini biliyorum. On yıldır bu devlete sessizce hizmet ediyorsun. Medreselerdeki tartışmalarından, çarşıdaki dedikodulara kadar getirdiğin her haber, devletin damarlarında dolaşan kan gibidir.” ​Yusuf, saygıyla eğildi. “Hizmetim Selçuklu’nun nizamınadır, Vezirim.” ​🧠 Tehdidin Kalbi ​Nizamülmülk, sedef kakmalı masanın üzerindeki bir parşömene elini koydu. Parşömen, Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’ni ele geçirişinin ve bölgedeki isyanları örgütleyişinin haritasıydı. ​“Bu devleti sadece düşman orduları yıkmaz, Yusuf,” diye başladı Vezir, gözleri haritadaki Alamut noktasına kilitlenmişti. “En yıkıcı olanı içeriden gelen zehirdir. Hasan Sabbah ve onun Bâtınîleri… Onlar sadece bir mezhep değil, kalpleri devletimize ve Sünni inancımıza kinle dolu bir terör ağıdır.” ​Nizamülmülk derin bir nefes aldı. “Onlar kaleler ele geçiriyor, şehirleri karıştırıyor. Ama en tehlikelisi, Fedaileri. Bunlar ne pahasına olursa olsun emirlerini yerine getiren, ölüme bile sevinçle giden gölgeler. Benim, Selçuklu Sultanının, hatta sıradan bir kadının bile hayatı onların hedefi olabilir. Bu zehri, kökünden kazımak zorundayız.” ​Vezir, gözlerini Yusuf’a dikti. Bu bakış, yalnızca bir komutanın değil, aynı zamanda bir öğretmenin de bakışıydı. “Seni, bu göreve hazırladım. Sen, diğer casuslarımdan farklısın. Sen bir medrese talebesi gibi düşünebilir, bir kervanbaşı gibi pazarlık edebilirsin ve bir Türkmen atlısı gibi dövüşebilirsin. Ama senden istediğim görev, tüm bu yeteneklerinin ötesinde bir fedakarlık istiyor.” ​📜 Gizli Talimat: Sancak'ın Yemini ​“Alamut'a sızacaksın. Hasan Sabbah’ın içine gireceksin,” dedi Nizamülmülk, sesini daha da alçaltarak. “Kendini bir Bâtınî adayı, bir Mülhid gibi göstereceksin. Bu, sadece bir görev değil, bir kimlik değişimi. Sen artık Yusuf bin Abdullah değilsin. Sen, devlete sızan tehlikeyi işaret edecek olan Sancak’sın.” ​Yusuf’un boğazı kurudu. Bâtınîler arasında yaşamak, onların inançlarını kabul etmiş gibi yapmak, namazı bırakmak, belki de... Vezir sanki zihnini okumuş gibi devam etti: ​“Bu görevde, Selçuklu’nun kılıcının menzili dışına çıkacaksın. Ahlaki sınırların zorlanacak. Günah işlemek zorunda kalacaksın, hatta… masumların kanını dökmek zorunda kalabilirsin. Unutma Sancak: Senin yaptığın her şey, binlerce masumun geleceği içindir. Sen, bir gölgesin. Yaptığın kötülükler, Selçuklu nizamının nurunu korumak içindir.” ​Vezir, masadan ağır bir mühür yüzüğünü aldı. Üzerinde Selçuklu’nun çift başlı kartalının değil, sadece sade bir ay ve yıldızın kabartması vardı. ​“Bu, senin Sancak olduğunu kanıtlayan mühürdür. Görev tamamlanana kadar, gerçek adını kimseye, hatta kendine bile söylemeyeceksin. Oradan bize bilgi sızdırmayacaksın. Sadece üç şey için bu mühürü kullanacaksın:” ​Hasan Sabbah’ın askeri gücünün tam haritasını çıkarmak. ​Fedai yetiştirme yöntemlerini ve suikast planlarının lojistiğini öğrenmek. ​En önemlisi: İçeride, gelecekte Selçuklu ordusu Alamut’a saldırdığında bize yardım edecek küçük bir casusluk ağı kurmak. ​“Bu, bir ya da iki yıllık bir görev değil. Bu, Alamut’tan sana çıkış yolu kalmayana kadar sürecek bir yemin, Sancak. Geri dönüşün ya zaferle olur, ya da asla.” ​Nizamülmülk, mühürü Yusuf’un avucuna bıraktı. Mühür soğuktu ama Yusuf’un avucunu yakıyordu. ​“Git şimdi. Hayatını sil baştan yaz. Bir Müslüman olarak değil, bir Mülhid adayı olarak yola çık. Kazvin'e git. Kendine kanlı bir geçmiş yarat. Onların dikkatini çekecek kadar radikal ol. Ve unutma, Sancak: Selçuklu’nun gözleri her zaman üzerindedir, gölgeler içinde bile.” ​Yusuf, o gün İsfahan’dan yola çıktı. Üniformasını, kitaplarını, hatta adını geride bıraktı. Altı ay süren yolculuk boyunca, Selçuklu nizamını yeren, Bâtınî doktrinlerini yücelten biri gibi davrandı. Kavgalar çıkardı, medrese hocalarıyla tartıştı. Nizamülmülk’ün kehaneti gerçekleşmiş, Kazvin’deki kanlı eylemle, Yusuf’un ilk günahı işlenmiş ve Sancak’ın Alamut’a giden yolu açılmıştı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE