39

1513 Kelimeler
Damlanın suratına baktım. O ise şaşkınlıkla bana bakıyordu. Bana yakalanmayı beklemiyormuş gibi duruyordu ama yakalanmıştı işte. Yüzünde kendini savunurcasına bir ifade belirmişti ama bunun ne anlama geldiğini henüz bilemiyordum. Çakır şu an için umurumda bile değildi ama bu yaptıkları nedeniyle içimde büyük bir şeylerin koptuğunu hissediyordum.  "Onu neden serbest bıraktın." Bir cevap gelmedi ama ben Damlanın gözlerine bakmaya devam ettim. O ise tek kelime bile etmeden beni izlemeye devam ediyordu. Pencereden giren hava soğuk olmamasına rağmen beni üşütüyordu ve nedense terlemeye başlamıştım. Dışarıda bir yerlerde birkaç kedi miyavlıyordu ve ben yine dikkatimi toplamakta oldukça zorlanıyordum. Bir cevap almamaya devam edince hızla gözlerimi kırpıştırdım. Eğer onu serbest bırakacaksa bunca şey niyeydi, neden yaklaşık bir aydır onu yakalamak için uğraşıyorduk. Bunları anlayamayacak kadar doluydu beynim ve zihnimdeki düşünceler taşıp bulunduğumuz evi dolduracakmış gibi hissediyordum. Bu his nefesimi kesiyordu ve bundan hiç hoşlanmıyordum.  "O gün." dedi Damla. Anlamlı bir şekilde gözlerini kırpıştırdı. Dudaklarını büzerek beni süzmüştü ve koluma dokunarak beni bir adım geriye çekti. Bana dokunması garip hissettirmişti, sanki Çakır bana dokunuyormuş gibi teninden tenime bir elektrik akımı hissediyordum. "O gün o ev yanarken ben uzaktan izliyordum." Sonra acı bir kahkaha attı ama hiç eğleniyormuş gibi hissettirmiyordu. Sanki daha çok içindeki acıyı bana kusuyormuş gibi hissediyordum ve bu ilk defa olmuyordu. Son defa olacağa da benzemiyordu.  "Biliyor musun bu ifaden, duyguların bana hiç yabancı gelmiyor!" Etrafımda dolanırken elimdeki poşetleri aniden yere bıraktım, sanki zaman ve mekan algımı yine ve yine yitirmiştim ama kalbimin acıdığı gerçeği halen benimle duruyordu. Damla gözlerinden süzülen yaşları elinin tersiyle sildi ama ağlıyormuş gibi durmuyordu. Benim aksime dimdik bir şekilde duruyor ve güçlü sesiyle bana bir şeyler anlatıyordu. Ben ise konuşamayacağımı biliyordum. Eğer tek kelime dahi edersem, sesim bin parçaya ayrılır, odanın duvarlarına çarparak zihnime geri döner ve her zerremi paramparça yapardı. "Bunu bana neden anlatıyorsun." dedim sesimin tek parça çıkmasına şaşırarak. Ellerimi sıkmaktan tırnaklarım avucumun içini parçalamıştı ama ben yeni yeni anlıyordum. Ellerimi açmaya çalıştım ama tüm sinir sistemim acı dolu bir kramp'ın etkisi altına girmiş gibiydi. Kasılıyor, kasılıyor ve bana acı vermekten başka hiçbir şey yapmıyordu. İhtiyaçla dudaklarımı ıslattım ve Damla'nın uysal bir şekilde bana bakışını seyrettim, sanki bir anda bana duyduğu tüm sinir, tüm öfke aniden yok olmuş gibiydi. "O gün orada bilincimi kaybetmeden hemen önce gördüğüm son şey neydi biliyor musun?"  Merak edercesine kafamı salladım ama bir saniye sonra yaptığım hareketin salaklığı karşısında kendimi yerlere atmamak için zor duruyordum. "Anneme götürmek için topladığım birkaç lanet papatya." Son birkaç kelimeyi bağırarak söylediği için içimde oluşan gerilimi yok etmeye çalıştım.  "Bana ne söyleyeceksin?" Çekingen sesime gülümsemek istiyor gibiydi ama çektiği acıları düşününce bunu yapamayacağını biliyordum. Elimi bıraktığında zorlanarak gülümsemeye çalıştı, konuşmuyordu. "Çok komik değil mi, neden gülmüyorsun? " "Güleceğim bir şey yok?" Kelimelerle beraber ağzımdan çıkan ihanet damlaları odadaki havayı biraz daha kirletti. Loş karanlığın içinde hiçbir ses dalgası konuşmamızı bölmüyor, hiçbir insan yoldan geçmiyordu. İçimde gereksizce yeşeriveren korkuya aldırmadan söyleyeceklerini dinlemek üzere etrafıma bakındım.  "Ama sen bunu anlayacak bir kafaya sahip değilsin." Ardından ekledi. "Ve biliyor musun bu yaptığım annemin ölmesiyle alakalı değil, bu yaptıklarım Rhapsodostaki bencillik ve acımasızlıkla alakalı." Hemen yanımda duran tezgahtaki bıçağa baktım. Deli düşünceler tüm beynimi kaplamış gibiydi ve bir virüs misali vücuduma yayılmaya devam ediyordu. Bıçağın soğuk metalden yapılma sapını parmaklarım arasına alarak kavradım ve hissettiğim bu delice şeyin nasıl mümkün olabileceğini tartıştım kendi içimde ama sadece birkaç saniye sürmüştü. Birkaç saniye sonunda yine ben ve etrafımda delice dönüp duran Damla kalmıştı, bunun aksine odadaki büyük sessizlik bir anda uçup gitmiş gibiydi. Damla tam olarak önüme geldiğinde arkasını dönüp ellerini kaldırdı, sanki tüm evreni kendi yaratmışçasına elleri titriyordu. "Bu Rhapsodosun yok oluşuna senin de tanık olmanı istiyorum." Bağırarak söylediği kelimeler üzerine gözlerimden akan yaşları yanaklarımda hissetmiştim ve elimdeki bıçağı hızlı bir şekilde Damla'nın sırtına saplamıştım. Zihnim yaptığım şeyden dolayı hızla tutulurken hislerim felç geçiriyor gibiydi. Ne hissedeceğimi ne yapacağımı veya neler olacağını kestiremiyordum artık. Damla yere yığılırken gözlerimi silerek ellerime baktım, kan kırmızısına bulanan ellerime ama onlar artık benim ellerim değildi. Şeytanın zihnime fısıldadığı talimatlara uyarak aslında kimin istediğini yapmıştım peki? Bu durumdan memnun olan veya yararlı çıkan kişi kimdi?  Ellerim acıyordu, irislerimi ellerime diktim. Parmaklarımın bazıları kızarmıştı ve kanıyordu, duvara sürtmüş olmalıyım diye düşündüm. Elimdeki bıçağı bir kenara fırlattım, şu anda hiçbir şey düşünecek durumda değildim. Geriye yaslanarak ne kadar yorgun olduğumu fark ettim. İnce bir rahatlama omuriliğimi fethederken gözlerimi kapattım. Evet çok korkuyordum ama neyden korktuğum hakkında pek bir fikrim yoktu. Ne yapacağımı düşünmeye devam ederken gözlerim duvardaki resme takıldı. "Hayır." diye fısıldadım. Bunlar en büyük korkularımı doğuran anılarımdı. "Hatırlamayacağım." Kendi sesimden başka bir ses duymazken bir şeyler düşünmeye devam ettim. Bu evde kalmak istemiyordum, kesin olan bir şey varsa o da gitmek istediğimdi. Yalnız kalmam kimse için iyi değildi, artık paranoyak düşüncelerden kurtulmak istiyordum. Ne kadar yalnızlığı sevsem de artık yalnız bir şekilde ölmek benim için çok korkutucuydu. Kulaklarımı saatin tik tak'ları doldururken etrafıma bakındım. Telefonumu ararken zihnimde birkaç yeni fikir meydana gelmişti. Ne kadar hoşnut olmasam da ondan başka kimsem yoktu. İlerideki çantama ulaştığımda elimi çantanın en küçük bölmesine soktum. Burnum tozlar yüzünden kaşınırken evin ne kadar kirlendiğini düşündüm ama temizlik yapmazdım. Bu evde temizlik yapmak demek tüm anıların silinmesi demekti ve o zamanda hissetmeyi istediğim gerçekten kaçmış olacaktım. Bilmek istediklerimden, damarlarımda dolaşan esas anılardan kaçmak istemiyordum. Ne kadar korksam da geçmişimle yüzleşmek istiyordum. Belki o zaman kabuslar görmez, daha rahat bir yaşam sürebilirdim. Geçmişimin üzerine gitmeye karar verdiğimde elime telefonun cam yüzeyi çarptı. Telefonu çekip çıkarttım. Saat yediye geliyordu. Hava yavaş yavaş kararmaya başlasa bile yardımcı olacağını biliyordum. Telefonun kilidini açarken parlaklık yüzünden gözlerim ağrıdı. Parmaklarımı ekranda hareket ettirirken ürperdim. Gece yavaş yavaş pusunu salmaya başlarken, hâlen aynı evde ve yalnızdım. Bir an önce yapmalıydım. Rehbere girerek onun numarasını aramaya koyuldum. Her geçen saniyenin sonrasında rahatsızlığım gitgide artıyordu. Daha on dakika önce burada gördüğüm, burada olduğunu hissettiğim Çakırı şimdi neden telefonla aramaya koyulmuştum? Gözlerimi kapayarak az önce arama tuşuna bastığım telefonu kulağıma koydum. Hava soğuyormuş gibi hissediyordum. Koltukta otururken perdelere baktım, birisi beni izliyorsa onu görmek için en uygun zaman olabilirdi. Tekrar ağrıyan belimi sakinleştirmek için geriye doğru yaslanırken telefonun çaldığını belli eden dıt sesi kulaklarımı doldurdu. Neyse ki henüz birkaç ay önce fakültede Çakır'ın telefon numarasını almayı akıl edebilmiştim. “Alo, Efendim İmral?” “Çakır, ben şey için aramıştım." Kısık çıkan sesime içten içe lanetler okurken derin bir nefes aldım. Güçsüz olmaktan nefret ederdim. Kolay kolay yıkılan biri değildim fakat son zamanlarda olan olaylar beni çokça yıpratmış, aşılmaz duvarlarımın çatlamasına neden olmuştu. “Hey, sen iyi misin? Sesin bir tuhaf geliyor.” Çakır'ın sesi ilk zamana göre biraz daha fazla çıkarken, arkadan birkaç hışırtı sesi geldi. Yattığım koltukta dikleşmiş, oturur vaziyete gelmiştim. “İyiyim, iyiyim merak etme. Sadece bugün için dışarıda yesek olur mu diye sormak için aramıştım.” Kurduğum anlamsız cümleyle sol elimi şakaklarıma bastırıp biraz olsun sakinleşmeye çalıştım. Olan olay beni altüst etmiş, dış dünyaya karşı takındığım maskemin aşınmasını sağlamıştı. Hızla ayağa kalktım, dışarıya çıkacak ve burayı hızlıca terkedecektim. Yağmur damlaları yavaş yavaş yeryüzüne düşmeye başladığında su damlacıkları evin kiremit çatısına vurarak rahatlatıcı bir ses çıkarıyordu. Dışarıda kuru bir rüzgar ağaçları sallayarak, yaprakların eceli oluyordu. Ben ise ruhuma gömdüğüm yaralarımı hatırlamaya başlamıştım. Bir damla yağmur burnumun ucuna damladığında derin bir iç çektim.  Damla'nın söyledikleri zihnimde yankılanırken geriye dönerek koşmaya başladım. Buradan hızlıca kaçacaktım, artık burası benim için kötü bir kabus niteliğindeydi. O arabadan hiç inmemeyi, o ışığı hiç görmemeyi diliyordum ama olmayacaktı. Yaşanan yaşanmıştı. Bunların hepsini keşfetmiş ve birkaçına da ben sebep olmuştum. Ormanın içinden çıktığımda ilerideki arabama baktım, fazlaca azalan sis işime gelirdi ama bu kafayla araba sürmenin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordum, sarhoş gibiydim. Yokuşu çıkarak arabanın içerisine girdim. Ellerime baktım, kan kırmızısına boyanmış parmaklarımı üzerime sildim hızla ama lekeler geçmek bilmiyordu. Marketten döndüğüm bu arabanın içinde bambaşka bir beden oturuyordu artık. Gözlerimi kırpıştırarak dikiz aynasından kendime baktım ama orada artık kendimi göremiyordum. Hissettiğim şey kendi benliğimden bambaşka bir şeydi. Masumluk değildi bu, suçlulukta değildi. Ne olduğunu tam olarak kestiremiyordum. Ellerimi direksiyondan ayırırken yolcu koltuğunda duran bir şişe suyu kavradım. Boğazım şiddetli sancılar içerisindeyken daha fazla ilerlemem aptallık olurdu. Bir yudumu boğazımdan aşağıya gönderirken etrafımı izlemeye devam ettim. Çaresizdim ve bana yardım edecek kimse yoktu. Sis, ormanın içerisinde dolaşmaya, süzülerek arabamın tenine işlemeye devam etti. Sessiz bir şekilde otururken neler yapacağımı düşünüyordum. Bu gece onun evine gitmek çok saçmaydı. Belki de hislerimi dinlemeli, oraya hiç gitmemeliydim ama bunların yaşanacağını hiçbir zaman bilemezdim. Bunu en başından beri biliyordum ama böyle olacağını bilemezdim. Arabanın ön camından dışarıyı izlemeye devam ederken onu düşünmeye başladım. Yerde yatan bedenini ve artık ruhsuz olan buz mavisine dönüşmüş gözlerini.  Koltuğuma yaslanarak rahatlamaya çalıştığımda, vücudumdaki tüm sinirlerin, tüm damarların gerildiğini hissedebiliyordum. Zihnimde halen dolanan o delice düşünceler yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı ama kanımda hissettiğim adrenalinin miktarı oldukça fazlaydı. Telefonum gelen mesaj sesiyle aydınlanırken kanlı ellerimi pantolonuma silmeye çalıştım, telefonumu alarak gelen mesaja girdim. "Neden halen eve gelmedin? Endişeleniyorum." Mesaj Çakırdandı ama anlamadığım bir şey vardı. Bu marketin hemen yanındaki yolun kenarında neden dikiz aynasından kendimi izliyordum yarım saattir? Hafızam neden kendini saçma sapan tekrar eden hayaller görüyordu ve neden eve gitmiyordum? Sağlığım iyi olmasına rağmen neden bu kadar garip hissediyordum anlamıyordum. Ellerimi hareket ettirerek motoru çalıştırdım ve yazdığım mesajı Çakır'a atarak eve doğru yola çıktım.  "Geliyorum. Malzemeleri aldım, yemek için sabırsızlanıyorum." 
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE