40

1406 Kelimeler
"Geliyorum. Malzemeleri aldım, yemek için sabırsızlanıyorum."  Her şeyin iyi gittiğini gördüğümden beri göklerde süzülüyordum bir uçak misali ancak gördüğüm bu son kâbus… Göklerde süzülen uçağın arıza yapması sonucu yeryüzüne doğru yönde hızla çakılmaya gitmesine benziyordu. Geçmişte yaşadığım olayları önceden görüp daha sonrasında bu gördüğüm şeyler bir bir başıma geliyordu. Fakat bu bir istisna olamaz mıydı? Bu sefer bu gördüğüm kâbusun gerçeğe dönüşmesini hiç ama hiç istemiyordum. Damla’yı elimizin altına alıp ona hüküm etme fırsatı yakalamışken neden böyle bir şey ile karşılaştım ben? Çakır ile de kurduğum ilişkiyi düşününce hayatta ilk defa birisine bu denli güvendiğim aklıma geliyor. Peki, güvenmekte hata mı etmiştim? Eğer gördüğüm bu kâbus gerçek olacaksa ne gibi bir sonuç ile karşılaşacaktım? Çakır’ın beni Damla tarafından kaçırıldığım yeri bulması, daha sonrasında ise beni yangından kurtarması? Daha önce bana gösterdiği dostça tavır ve yaptığı iyilikler? Hepsi yalan mıydı? Kaderin çekilişine aldırmamam gerek. Çünkü o benim iç çekişlerime, kendimle çekişmelerime aldırmıyor. Yumuyor gözünü yakamı paçamı çekiştiriyor ben ise hâlâ kaderin çektirdiğine aldırıyorum. Bir dur demem, bu oyuna bir yön vermem gerek yaşadığım tüm bu olaylardan bunu çıkarıyordum. Peki, tüm bu yaşananlardan, en önemlisi de yaşanacaklardan sonra ne olacaktı? İşte bu konu hakkında en ufak bile bir fikrim yoktu. Arabayı sürüyordum fakat o kadar yavaş gidiyordum ki, birisi görse arabanın bozulduğunu ve benim arabanın içinde can çekiştiğimi sanırdı. Pek de haksız sayılmazdı aslında, şu an ki durumum can çekişmek değil de neydi?  İyisi mi ben geri çekileyim. Ya da savaşıp yara alayım. İki seçeneğim vardı fakat iki gram enerjim yoktu. Tüm bu yaşadıklarımın üstüne bir de güvendiğim insan tarafından ihanete uğramak benim için son nokta olabilirdi. Tüm bunları düşündükçe gözümün bebeği tuzlu gölde boğuluyor, düşüncesi nefesimi kesiyor ve kulaklarıma acı çeken bir ceylanın ürkek sesi geliyor. Tüm bunları yaşamam sadece üvey kardeşimin düşmanım olmasından dolayı değil, en yakın bir o kadar da güvendiğim dostum tarafından ihanete uğramaktan da değil. Bunların da bir payı vardı fakat benim bu kişilerle güzel sade bir hayat yaşamam gerekirken neden onlar ile mücadele ediyorum. Bu iki kişiye karşı yaşam savaşı vermek ne kadar da adildi? Benim gücüm kalmamıştı artık savaşmaya. Bu durumu Çakır da biliyordu, onun verdiği destek sayesinde ben ayakta duruyordum. Tüm bunları bilmesine rağmen Damla’ya yardım edecek olmasının neresi mantıklı? Aklımı kaçırmak üzereyim, ben çürük bir düzeneğin üzerindeyim. Neyin beni beklediğini bilmemekteyim ve her yerde bir bilinmezlik var. Telefonumu açtım, arama geçmişime girdim. Çakır ile altı dakika önce konuşmuştum. Eve ise yaklaşık on – on bir dakika vardı. Malzemeleri aldıktan sonra yola koyulmuştum. Fakat gerçeklerle yüzleşecek gücü ben kendimde bulamıyordum, bunu arabayı sürüş şeklimden anlamıştım. Uyumak. Sadece uyumak, zihnimi temizleyip temiz bir uykuya dalmak istiyordum. Gerçi bu sefer de başıma bela olacak kâbuslar peşimi bırakmıyordu. O yüzden savaşıp tüm gücümü kullanmam gerek bu savaşta. Bana bir yer bulmak gerek güneşi batmayan, bir dil bulmak gerek yalanı olmayan ve bir yoldayım artık asla dönüşü olmayan. Kendime gaz verip güven aşılamak konusunda bir hiçtim. Bu görevi daha çok çevremdeki insanlar üstleniyordu fakat şimdi çevreme baktığımda yapayalnızdım. Şöyle bir düşünüyordum da acaba normal bir hayat yaşayan insanlar günlerini nasıl ve ne yaparak geçiriyorlardı? Sabah kalkıp evlerinde ya da kaldıkları yerde kahvaltılarını yapıyorlar. Daha sonrasında okul için çantalarını hazırlayıp okul kıyafetlerini giyinip servis ve otobüs bekliyorlar. Otobüste ya da serviste kitap okuyan da vardır müzik dinleyen de, arkadaşlarıyla konuşan da vardır, tek kalıp yolu izleyen de vardır. (Sanırım ben bu hayatı yaşasam tek başına kalıp yolu izleyen kişi olurdum.) Okula sıkıla söylene geldikten sonra öğlene kadar derse girip çıkarlar, arkadaşlarıyla sohbet ederler ve teneffüslerde güzel vakitler geçirirlerdi. Eğer âşık olduğu kişi varsa derslerde sevdiği kişiyi düşünür hayaller kurarlar. Öğle yemeğinde yemek yerler ve öğleden sonraki derslere de girerler. Okuldan sonra ise bazıları geldikleri servisle ve otobüs ile evlerine döner bazıları ise arkadaşları ile dışarıda takılmaya gider. Evde güzel bir akşam yemeği yendikten sonra ödev var ise ödev yapılır daha sonra ise televizyon izlenir, telefon ve aile ile vakit geçirilir. Şöyle bakıyorum da; normal bir hayat yaşayan bir gencin yaptığı şeylerin nerdeyse hiçbirini yapmıyorum. Ya da yapmıyorum demek değil de yapamıyorum demek daha mı doğru olurdu? Bana tüm bu imkânı verdiler de ben mi yapmadım. Şimdi ki hayatımda bu anlattıklarımdan resmen eser yoktu, bir muammanın içindeydim.  Ben hayatı terazimde tarttım, arazimde güneşe yüzümü dönüp yaktım. Oysa güneşi bile söndürürdü bu üzüntüler ve dertler. Ben ise “Neyse boş ver!” deyip arkama bakamdan sürdüm arabayı. Peki, ulaşılacak saadete kaç kapı daha var? Açtım ve açtım kapıları, girdim bomboş evlere vardım; yardım lazım bana şansım yaver sanma. Hiç hoş değil gördüklerim ama emin değilim her şey muamma. Durdukça soğur her şey, soğudukça ölür ateş. İçimdeki ateşi öldürmem gerekiyordu. Eğer içimdeki ateşi öldürürsem biliyorum ki bu savaşta kazanan Damla olacak. O yüzden durmamam lazım, ateşi harlamam lazım. Sanırım artık kendime güven verebiliyorum, kimseye ihtiyaç duymuyorum ve bunu fark etmiştim.  Bir şairin söylediği söz aklıma geldi şimdi; “Zamana göre değişir, değişmeyeceğini sandığın her şey.” Bu söz benim yaşadığım olaylar ile doğruluğunu kaybediyor. Ben Çakır’ı uzun süredir tanıyorum. Bu uzun süre de onun nelerden hoşlandığını ve nelerden hoşlanmadığını, iyi huylarını, kötü huylarını bunun gibi birçok şeyi biliyordum, zamanla öğrenmiştim. Aynı şekilde Çakır da benim düşüncelerimi ve tüm bu bahsettiğim şeyleri biliyordu. Birbirimiz hakkında bilmediğimiz çok ama çok az şey vardı. Söze geri gelecek olursam üstünde biraz düşündüm ve bu sözün doğruluğunu kavradım sanırım. Bir insan herhangi bir kişi ile ne kadar çok zaman geçirirse değişmeyeceğini sandığın her şey o geçirdiğin zaman kadar değişirdi. Gerçekten de öyle değil miydi? Başta yaşadığım olaylar ile doğruluğunu kaybediyor dedim fakat doğruluğunu kaybetmediğini biraz zihnimde kelimeler ile vakit geçirdikten sonra anlamıştım. Çakır ile o kadar vakit geçirmiştik ki ona verdiğim güven karşılığında onun da benim gibi güven vermesini beklemiştim ki beklediğimi de almıştım. Fakat işte nereden baktığına bağlı değil mi tüm olay. Ona gözüm kapalı güvenmem gözümün önüne bir perde çekmişti. Bu perde yüzünden onun zamanla değiştiğini bana karşı olan dostluk tavrının samimi olmadığını görememiştim. Başa gelen her şey çekilmek zorundaydı, elden gelen tek şey de başa gelenler ile kaçmayıp yüzleşmekti. Yalnızlıklara mahkûm kalmadan önce söyleyebileceğim tek cümle vardı. “İNCELDİĞİ YERDEN KOPSUN!” Eve çok yaklaşmıştım, tüm bu yaşanacaklara karşı hazırlıklıydım. Kendime de güveniyordum fakat eve yaklaşırken aklıma şöyle bir şey takıldı. Ben Damla’yı bıçaklayacak mıydım? Birkaç gün önce hiçbir şey yapmadan onu ölüme terk etme imkânım varken bunu yapmamıştım. Onu ölüme terk etmemiştim, şimdi ise onu kendi ellerimle bıçaklayacak mıydım? Cidden her şey sarpa sarmaya başlıyordu. Yangın esnasında Damla’yı yerde baygın bir şekilde gördüğümde de bunu ayrıntısına düşünmüştüm. Her şeye rağmen, tüm bu yaşananları bir kenara koymuştum ve sağ omzumun üstündeki meleği dinlemiştim. Damla’yı kurtarmıştım. Fakat bir hata mı yapmıştım? İşte bunu anlamak güçtü. Olaya bir de şöyle yaklaşmam gerektiğini fark ettim. Ben o gün Damla’yı kurtarmasaydım, bugün Çakır ile hangi durumda olacaktık. Birazdan bana ihanet edecek olan Çakır yangın günü ne yapardı Damla’yı kurtarmadığımı gördüğünde. Beni yangın içinde bırakıp yukarı çıkıp Damla’yı mı arayacaktı? Damla’yı aramaya çıksa bile onu bulması imkânsızdı çünkü ben onu kaldırıp sırtıma aldığımda bile alevler Damla’nın yanı başına kadar gelmişti. Beni kurtarmayıp alevler içinden Damla’nın yanına çıksa bile onun küllerini ancak bulabilirdi. Belki külleri bile yanardı. Peki, ben ne olurdum bayılmasam dışarı çıksam ve beni Çakır dışarıda bulsa? Bir güzel ahkâm keserdi bana belki de. Belki de beni yangını çıkartmak ile suçlardı, bana iftira atardı. Polise şikâyet edip tüm bu yangından ve yangında hayatını kaybeden Damla’dan beni sorumlu tutardı. Bunu yapmak hiç de zor olmazdı. O yüzden şimdi düşünüyorum da o gün iyi ki Damla’yı kurtarmışım. Eğer kurtarmasaydım Çakır’ın benim arkamdan bana karşı oyun oynadığını ve bana ihanet ettiğini asla göremeyecektim. Görsem bile yaptıklarının bedelini ona ödetmek imkânını bulamayacaktım. Şimdi herkese ders verip hakkım olanı alma vaktiydi. Arabayı sırf bunları düşünmek için kenara çekmiştim. Araba çalışıyordu, gaza yüklendim ve otuz-otuz beş saniye içinde eve geldim. Arabayı dışarı park ettim. Beni duymamaları için yavaş hareket edip fazla ses çıkarmamaya çalışıyordum. Poşetleri tek elimde tuttum ve evin ön giriş kapısına doğru yöneldim. Kapının önüne geldiğimde kapıyı birkaç kez tıklattım fakat açan olmadı. Gerçeklerle yüzleşmekte bu kadar aceleci olmamıştım hiçbir zaman. Kendimi tanıyamıyordum bazen. Ne duruma düştüğümü görüp vay ve demiyor değildim. Kapıyı açan yoktu ve ben anahtarı evde bıraktığım için arka kapıya yani bahçeyi gören mutfak kapısına doğru yöneldim. Yavaş adımlar ile arka kapıya doğru yürüdüm. Arka kapıya yürürken bir yandan da bir şey görme umuduyla camlardan içeriye bakıyordum fakat evin içinde perde çekik olduğu için bir şey görmek imkânsızdı. Bahçeye açılan mutfak kapısının önüne gelmiştim. İçeri girecektim ve tüm bunlar ile yüzleşecektim. Neler olacağını çok iyi biliyordum fakat bunları bilmek başka bunları gerçekten yaşamak çok başkaydı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE