5. Bölüm

1364 Kelimeler
Dokunmaya kıyamamak lazım demiş bir yazar. Bazen sadece bakarak sevmeyi öğrenmek gerek. Nasıl olacak o? Annem bana sarılmıyor diye bende ona mı sarılmayayım? İnsan gözleriyle sarılamaz ki hem. Mesela gözler benim saçlarımı okşayabilir mi uzaktan?  Ya da alnıma öpücüğü bir göz koyabilir mi?   Yapamaz. Sen istersen yıllarca uzaktan izle dokunmadan. Sadece gözlerin istediğin hiçbir şeyi yapamaz. Dudakların katılmalı ona,  parmak uçların yoldaş olmalı. Ancak o zaman bakarak sevmenin bir anlamı olur.   Tam da böyle düşündüğüm için anneme yemek yedirirken bir yandan da öpüyorum onu. Sık sık elini tutuyorum. Konuşmuyor olabilir annem. Ama hala hissedebiliyor.   Hissedebilmek…   Ne büyük bir nimet aslında. Kalbinizin çalışmasından bahsetmiyorum. Bütün kalpler çalışır ama pek azı atar. İşte bu yüzden gözümüzden akan yaşın bile kıymetini bilmemiz gerekir. Siz duymasanız da kalbinizin en büyük haykırışıdır gözyaşı. Sen istediğin kadar yok say ama ben buradayım ve atıyorum deyişidir.   Benim kalbim sadece çalışıyor mu artık? Atmayı bıraktı mı? Neden gözyaşının değerli olduğunu bile bile hırsla siliyorum onları annemin karşısında? -Hissedemiyorsun Zeynep. Kabul et bedenin gibi kalbin de taşlaşmak üzere. Diyen içimin benimle konuşan tarafını duymak istemiyorum.   Elimdeki tepsiyle annemin odasından çıkıyorum. Teyzem de benim arkamdan annemin ilaçlarını verip onu yatırmak için odaya giriyor. Tepsiyi mutfağa koyar koymaz duşa atıyorum kendimi. Sıcak su bugün gerilen vücudumu açmak için hiç çabalamıyor sanki. Aksine bugünkü Kerem’e olan tavrımın mantığa sığar tek bir yanı olmadığını hatırlatıyor sürekli. Haksız olmadığının farkındayım ama yine de yediremiyorum kendime pişman olmayı. O odada attığım kahkahalardan sonra birden buzdan heykele dönen beni Kerem’de anlamamasına rağmen çok da üstünde durmuyor. Belki de birazcık da bu yüzden pişman olmaya yanaşmıyorum.   Duştan çıkar çıkmaz kendi haline dönen kıvırcık saçlarıma bakıyorum. Parmağıma küçük bir buklemi alırken onların bu halini ne kadar da çok özlediğimi fark ediyorum. Ama yine de onları düzleştirmekten de geri durmuyorum. Yatağa geçmeden önce annemi kontrol ediyorum ama bu aralar kazandığım yeni alışkanlığımla odadan çıkmak yerine yanına sokuluyorum. Ve usulca kapatıyorum gözlerimi. …   Şirkete girdiğim de ilk fark ettiğim havanın aslında çok soğuk olduğu. Bunu yüzüme çarpan sıcak havadan anlıyorum tabi.  Baş selamlaşmaları ve yapay gülümsemeler eşliğinde odaya giriyorum. Kerem gelmemiş henüz. Montumu çıkarıp asarken oda giriyor odaya. -Günaydın. Diyor asık bir suratla.   Cevap vermek yerine başımı sallıyorum. Kerem de üstünde durmayıp sandalyesine kuruluyor hemen. Garip bir sessizlik var üstünde. Kafasını bilgisayarından kaldırdığı sayılı saniyelerde sanki özellikle kaçırıyor gözlerini benden.  Ne olduğunu sormamdan korkuyor belli ki. Saklamak istediği bir şeyler var. Ben yemeğe çıkarken bile sandalyesinden kıpırdamıyor. Şikâyetçi değilim bu durumdan. Severim sessizliği. Hele ki sessiz olan Keremse bu daha bir paha biçilemez oluyor.   Odaya geri döndüğümde Kerem’i koltukta gözlerini kapatmış halde buluyorum. Uyumuyor ama gözlerini açmıyor da. Yanına yaklaşıp: -Hastaysan kalk eve git. Kuru kalabalığa ihtiyacım yok benim. Diyorum duygusuz bir ses tonuyla.   Gözlerini açmadan sadece sesli bir nefes alıp vermekle yetiniyor. Ne yani ukala bir cevap yok muydu ya da beni sinirlendirecek başka bir şey? Neredeyse gülecektim bu duruma. -Ciddiyim Kerem. Burada boş boş yatmana izin vermem. Kerem gözlerini açıp hızla ayağa kalkıyor. Neredeyse tıslayarak: -Senden izin aldığımı hatırlamıyorum zaten. Bilmem farkında mısın? Patron olan benim. Yok, işime gelmez diyorsan işte kapı. Diyor parmağıyla kapıyı gösterirken.   Hangisine şaşırsam bilemiyorum. Kerem’in öfkesine mi, yoksa benim ona cevap verecek tek kelime bulamayışıma mı? -Bakma hiç bana öyle. Ciddiyim. Hadi çık git. Sadece babam istiyor diye bana bakıcılık yapamazsın. Ben istediğim için çalışıyorum. Yoksa istemesem beni oraya bağlasan çalışmam. Babam da farkında bunun. -Ben sana bakıcılık falan yapmıyorum. Diyorum onunkine göre sakin çıkan ses tonumla. Şaşkınlığım giderek artarken yüzüne bakıyorum sadece. -Öyle mi? -Öyle. -Aptal. Diyor Kerem fısıldayarak. -Derdin ne senin? Git kime kızdıysan ondan çıkar acısını. -Senden çıkarmak istiyorum oldu mu?   Kerem üzerime yürümeye başlayınca korkmasam da geri çekilme isteğimi bastıramıyorum. Kerem bu tavrıma sadece alaycı bir gülümsemeyle cevap veriyor. -Kendine gel. Diyorum bu sefer benim de sesime öfke bulaşmaya başlıyor. -Bana bak kızım. Seni bir daha uyarmayacağım. Bana emir vermekten vazgeç. -Vazgeçmezsem ne yaparsın? Sesimle ona meydan okuduğumu açıkça belli ediyorum. -Bunu bilmek isteyeceğini hiç sanmıyorum. Diyor bana bir adım daha yaklaşıp zümrüt yeşili gözlerini gözlerime dikerek. -Senden korktuğumu düşündüren ne varsa sil at kafandan. Çünkü neye kızgın olduğun da acısını benden çıkarman da zerre kadar umurumda değil.   Derdi ben değilim Kerem’in bu gayet aşikâr. Ama benim anlamadığım neden kum torbası görevini ben görüyorum. Neden kızdığı kişiye değil de bana bağırıp çağırıyor? İşte beynime bir türlü süzülemeyen bir cevap bu. -Hiç şaşırmadım. Diyor Kerem bu sefer.   Sadece kaşlarımı kaldırarak cevap veriyorum. Kerem bana doğru bir adım daha attığında öfkeli nefesinin yüzümü okşayıp geçtiğini hissediyorum. Bu yakınlık beni rahatsız ederken Kerem’in bunu çok da umursamadığını fark ediyorum. -Ama sana umurunda olacak bir şey söyleyeyim mi? eğer benden gerçek bir onay alamazsan o çok istediğin Sayerlerin başarılı avukatı kimliğine asla sahip olamayacaksın. Diyor fısıltıya yakın bir ses tonuyla. -Haklı. Diyor içimdeki ses. Patron olan o. Baştan beri yaptıkları da kendi istediği için. Sen sadece o istediği ölçüde onu zorlayabiliyorsun.   Attığı son adımla burnumun dibine girerken ben sadece gözlerine bakıyorum. Baştan beri fark etmediğim bir şey dikkatimi çekiyor. Kerem’in gözlerinin altındaki morlukları ilk kez görüyorum. Uykusuzluğunun göstergesi olan morlukları tamamlamak ister gibi de göz bebekleri kanlanmış.   Ama buna rağmen Kerem’in gözlerinde öfke yok. Kırgın sanki belki biraz da mahcup. Çözemiyorum bir türlü. Gözbebeklerine sis inmiş gibi, bu yüzden tek bir kırıntı anlam dökülmüyor gözlerinden. -Ne zamandır uyuyamıyorsun? Diyorum ağzımdan çıkan soruya ben bile inanamazken Kerem de afallayıp uzaklaşıyor benden.   Biraz önce öfkeyle kalktığı koltuğa yavaş ve sakin bir şekilde oturuyor şimdi. Başını ellerinin arasına alıp, dirseklerini de dizlerine dayıyor destek almak ister gibi. İki elinin de parmak uçları şakaklarına sert baskılar yaparken kafasını yerden kaldırmıyor.   İçimdeki koltuğun boş olan yanına oturmamı söyleyen sese kulak asmıyorum. Sadece birkaç adım daha atıp Kerem’i izlemeye devam ediyorum. -Çok uzun zamandır. Diyor aradaki uzun sessizlikten sonra. Sesine yine bir fısıltı hâkim ama bu sefer birini korkutmak için değil de kimsenin duymasını istemiyor gibi bir fısıltı bu. -İlaç kullandın mı daha önce? Kerem yüzüme bakıyor önce. Sanki anlam veremiyor bu tavrıma. -Defalarca. Hiçbir halta yaramıyor o ilaçlar. -Belki de iyi bir doktora gitmen gerekiyordur. Diyorum. -Kafama göre almıyorum bu ilaçları herhalde Zeynep. Diyor bıkkınlık kokan bir sesle. -Peki. Belki de psikoloğa ihtiyacın vardır. -Gerçekten mi? bu yaratıcı fikri ne zaman sunacaksın diye merak ediyordum bende. Ayrıca kendi kendine konuşan ben değilim. Çok istiyorsan git sen bir görün psikoloğa. Diyor beni açıkça dalgaya aldığını belli ederken. -Farkında mısın bilmiyorum ama sana yardımcı olmaya çalışıyorum. Ki bunu kolay kolay yapmam sana.   Benim de bir sabrımın olduğunu anlamasını umuyorum hatta sabrımın sınırının onun için daha da aşağılarda olduğunu fark etmesi için de elimden geleni yapıyorum. Ama Kerem bu söylediklerimle uzaktan yakından ilgilenmediğini koyuyor açıkça ortaya. -Çok yardımcı olmak istiyorsan, biraz sessiz olmakla buna başlayabilirsin. Kafasını geriye atıp koltuğa yaslıyor bu sefer. -İyi çıkıyorum o zaman ben. Deyip kapıya yöneliyorum. -Zeynep. Diyor sadece. -Ne? - Gitmen gerekmiyor. -Sessizlik istediğinizi söylemediniz mi siz? -Evet söyledim. Bunun için de gitmen gerekmiyor. Henüz mesai bitmediğine göre patron hala benim ve şimdi de kalmanı istiyorum. Diyor kafasını kanepeden kaldırmadan.   Derin bir nefes alıp sabrımın son kırıntılarını da kullanarak sandalyeme dönüp oturuyorum. Kerem ise gözlerini kapatıp koltuğa yayılıyor. Kafamı sallayıp dosyalara dönerken Kerem’in nefesinin düzene girdiğini duyuyorum.   İçimden bir ses üstünü örtmem gerektiğini söylese de bu günlük umursama kotamı yeterince zorladığımı düşünerek bundan hemen vazgeçiyorum.   Kafamı işe vermeye çalışsam da kendimi sürekli Kerem’in bu tavrını çözmeye çalışırken buluyorum. Derdi ne? Diye soramadan edemiyorum kendime. Benim bir hafta boyunca alıştığım hatta kendimi hazırladığım ukala tavırlarından çok uzak olması şaşırtıyor beni. Ama bunların ne onun ne de benim tavırlarım da bir farklılığa neden olmayacağını da biliyorum.   Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmesem de kendimi işe verip bilgisayar ekranına odaklanıyorum. Bilgisayarın ekranına küçük bir not düşüyorum en kısa zamanda arazi incelemesi başlığı altında. Ve bir şekilde bu arazi konusunda uzlaşabileceğimizi düşünüyorum Kerem ile. En azından öyle umuyorum diyelim. -Kâbuslar görüyorum. Diyor aniden. Yerimden sıçrarken onun da gözlerinin açık olduğunu fark ediyorum. -Ne zamandır uyanıksın sen? Kerem cevap vermiyor önce. Ya da zaten bu soruya cevap vermek gibi bir niyeti yok. O yüzden daha alçak bir sesle devam ediyor. -Kendimi suçlu hissediyorum. -Neden? Bunu gerçekten merak ettiğim için soruyorum.   Kerem ise cevap vermek yerine kalkıp astığı ceketi giyiyor üstüne. Kapıyı açınca bana cevap vermeden gideceğini düşünüyorum ama öyle olmuyor. Kerem kapıyı kapatmadan önce yüzüme bakıp en sakin haliyle tek bir cümle söylüyor. -Çünkü suçluyum.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE