Cevaplanmak kaçındığınız sorular vardır. Kulaklarınız bilerek duymaz hani onları. Sanki koca bir sessizlik sizi ele geçirmiş gibi davranır, boşluğa bakar gibi bakarsınız yanıt bekleyen surata. Ama karşınızdaki sizi tanıyorsa cevap vermeniz çok da gerekmez aslında. Sizin nefesinizi tutuşunuzdan, gözlerinizi kırpışınızdan o istediği cevabı alır zaten. İşte bu yüzden Jale teyzemin sorusuna tabağımdaki dolmayla oynayarak cevap veriyorum.
-Neden geldin Zeynep? Diye tekrarlıyor sorusunu.
Derin bir nefes alıp farklı bir yol deniyorum.
-Gideyim istersen.
- Ne demek istediğimi anladın sen. Deyince çatalı kenara bırakıp benden cevap bekleyen teyzemin güzel yüzüne bakıyorum. Eniştem ise yasaklı konuların geldiğini fark edip usulca çıkıyor mutfaktan.
-Hayır anlamadım. Sen değil miydin senin ailen burada diyen. Ne oldu şimdi? Diye soruyorum.
- Senin ailen hep buradaydı Zeynep. Kimseye danışmadan o adamın yanına gittiğinde bile buradaydı. Mesele ailenin yanına gelmen değil. Mesele senin artık annesini ağlayarak bırakan Zeynep olmaman. Deyince haklı diyor içimden bir ses. Değiştin. Başka biri oldun. Baksana deli gibi sevdiğin kıvırcık saçların bile yok artık.
- Yapma teyze. Büyüdüm sadece. Diyorum içimdeki sese inat.
-En son ne zaman aynada gözlerinin parladığını gördün?
Bu kadar zor sorular sorma bana teyze. Benim bile unuttuğum cevapları nasıl söyleyeyim sana. Nasıl derim aynada gördüğüm yüz bana ait değil artık diye? Senin gördüğün sadece bedenimdekiler bir de içime bak diye nasıl derim?
Cevap vermek yerine teyzeme bakmaya devam edince:
-Zeynepcim. Canım benim. Ne yapmaya çalıştığını görüyorum. Bazen hak bile veriyorum sana. Ama yapma. Bak çok pişman olacaksın sonra. Sen herkesten daha çok zarar göreceksin. Belki bilmediğin şeyler vardır. Hangimizin yok? Deyince neyi bilmiyor olabilirim ki diye düşünüyorum. Ama teyzeme verdiğim cevap bunu sorgular nitelikte olmuyor.
- Benim tek bildiğim annemin on beş yıldır bana kızım demediği, beni öpmediği, bana sarılmadığı… Sadece bu yüzden bile değişmeye hakkım var benim.
Teyzem buruk bir gülümsemeyle suratıma bakarken iyi geceler deyip odama çıkıyorum. Valizlerin başına geçerken odaya göz atıyorum yavaşça.
Yalnızlığın nişanesi gibi bembeyaz duvarlar. Sizi bilmem ama benim için yalnızlığı simgeler beyaz. Çünkü bütün duygulara yakışır. Hüznü tek başına yaşayabilirsin. Mutluluğu da. Bazen aşkı bile tek başına yaşarsın hiç şikâyet etmeden. Yalnızlığın bütün duygulara yakışması gibi beyazda bütün renklere yakışır. Hatta gelinlerin bazen yalnızlıklarına son armağanları olsun diye beyaz giydiklerini bile düşünürüm.
Duvarlardan aşağıya bakınca Gri deri başlıklı yatağımın iki tarafındaki komodinlerin birinde kuzenim Barış ile geçen yaz yanıma geldiğinde çekindiğimiz fotoğrafı görüyorum.. Pencerenin hemen önünde küçük tekli bir koltuk, Mavinin üstünde gri çiçekleri olan. Kapının yanında küçük bir çalışma masası ve yanındaki mini kitaplık ise krem. Yatağın tam karşısında ise eşyalarım için büyük bir dolap ise yatağımın başlığı gibi gri.
Eşyalarımı yavaşça yerleştirirken valizin en üstündeki fotoğrafı alıyorum elime. Hem babamın hem de annemin gülen yüzünü okşuyorum sağ işaret parmağımla. Nadir zamanlarda oluşan gülümsemem yerleşiyor hemen yüzüme. Boş olan ikinci komodinin üstüne de bu fotoğrafı koyuyorum. Yumuşak yatağa oturup tekrar bakıyorum odaya. Jale teyzemin her söylediği tekrar canlanıyor gözümün önünde. Söylediği her şey yaşadığım bütün hayatın özeti gibi aslında. Bu süre boyunca onu çok az görmeme rağmen iyi tanıyor beni. Cevaplamaktan kaçınacağım bütün soruları tek tek fırlatıyor yüzüme. Benim aksime cesurca yürüyor üstüme. Beni tamamen köşeye sıkıştırana kadar da vazgeçmeyecek biliyorum.
Başımı ellerimin arasına alıp dizlerimi kendime doğru çekiyorum.
-Ağlamayacaksın. Gözünden tek bir damla düşmeyecek. Kaldır kafanı dik dur. Diyen içimdeki sesi bastırmak için odadan çıkıp annemin odasına giriyorum hemen. Kapıyı arkamdan kapatarak annemin yattığı yatağına oturup, kapanmış göz kapaklarını öpüyorum.
- Bir şey söyle anne. Beni rahatlatacak herhangi bir şey. Boğuluyorum görmüyor musun? Yardım et bana ne olur. Diyerek yalvarıyorum anneme.
Sessizliğin önce duvarlara sonra şiddetle bana çarptığını hissediyorum. İçimi eziyor sanki bu sarsıntı. Boğazımda oluşan yumruyu geçirmek için seslice yutkunuyorum. Yataktan çıkacakken aklıma gelen fikirle boğazımdaki yumru dağılıyor. Yorganı açıp annemin yanına sokuluyorum hemen. Kafamı boynunun girintisine sokup kokusunu çekiyorum içime. Ve unuttuğum güven duygusunun beni sarmalayıp uykuya uğurlamasına izin veriyorum.
…
Saatin altıya geldiğini görünce kalkıp yürüyüşe çıkıyorum. Temiz havayı içime çekip adımlarımı fırına doğru yönlendiriyorum. Fırına girmeden hemen önce telefonum çalınca tanımadığım numarayı biraz bekletip öyle açıyorum.
-Efendim.
-Alo Zeynep. Benim Kerem. Telefonunu şirketten aldım. Deyince bu saatte niye aradı ki bu diyen merakıma inat umursamazca:
-Eee. Diyorum sadece.
-Yaa ben bugün geç gelsem sorun olur mu? Diyor neredeyse izin almaya varan bir ses tonuyla. Meselenin benle alakası olmadığını biliyorum. Babasından korkuyor mu çekiniyor mu anlayamıyorum bir türlü.
- Hiç sanmıyorum Kerem Bey. İlk günden çalışmaları ekmenize müsaade etmem. Ama illaki gelmek istemiyorsanız da babanıza söylersiniz. Deyip kapatıyorum telefonu hemen.
Yüksek bir ihtimalle gelmeyeceğini düşünerek omuzlarımı silkiyorum. Aldığım ekmeklerle beraber eve gidip, kahvaltıdan önce bir duş alıyorum. Yarım yamalak yaptığım kahvaltıdan sonra evden çıkıyorum hemen.
Şirkete girer girmez düne oranla bugünün sakinliği çekiyor ilk olarak dikkatimi. Bana günaydın diyen birkaç sese sadece kafa sallayarak cevap veriyorum. Yeni çalışma odasının önüne gelince kendimi yalnız çalışmaya motive ederek kapıyı açıyorum. Kaşlarım garip manzarayla çatılırken Kerem’in ne kadar zamandır o sandalyede uyuduğunu merak ediyorum. Önce kapıyı kapatıp sonra sandalyeye yaklaşıyorum. Kerem’in boşlukta sallanan kolunu dürtüp uyan diyorum sertçe. Göz kapaklarını sertçe kapatıp sonra açıyor gözlerini.
-Ne yapıyorsun sen ya. Uyuyoruz herhalde. Kolumda belediye çukuru açmana gerek yok hani. Diyor aksi bir sesle.
-Babandan izin alamadın herhalde? Diye soruyorum alayla.
-Sence bu konuyu seninle paylaşmak istiyor gibi görünüyor muyum? Diyor dünden beri alıştığım ukala tavrından oldukça uzak olan neredeyse öfkeli diyebileceğim bir yüz ifadesiyle.
Umursamazca omzumu silkip elimdeki dosyaların bir kısmını onun önüne bırakıyorum. Ve diğerlerini de kendime alıp boş olan sandalyeye geçiyorum. Şaşırtıcı bir sessizlikle inceliyor Kerem dosyaları. Bana dönüp ne yapmalıyız deyince olabilecek en mantıklı şeyi söylüyorum:
-Bence arazi için uzlaşmaya gitsek daha iyi olur. Dava açsak olmaz mı diyeceksin. Olur, ama bu bize zaman kaybettirir. Altı ay gi… sözümü tamamlayamadan kapı çalınınca Kerem hemen gel diyor.
Gelen elinde bir fincan kahveyle danışmadaki sekreter. Kıyafetine aldırmadan kaşlarımı çatıyorum sadece.
-Neredeyse on iki kat aşağıdan Kerem Bey’e kahve getirmek için mi geliyorsun? Diye soruyorum gerçekten cevabı merak ederek.
- Kerem Bey şirkette olduğu zamanlar benim kahvemi içer.
-E o zaman bende her sabah senin elinden içeyim kahveyi belli ki uyandırıcı bir etkisi var insanın üzerinde. Diyorum.
Sekreterimiz kafasını sallamakla yetiniyor sadece. Benden gözlerini kaçırması da cabası. Odadan çıkarken sesleniyorum tekrar.
-Yalnız. Benim kahvem sadece kahve olsun . Ne demek istediğimi anladın değil mi? kahve, su belki biraz şeker hani. Diyorum Kerem’in şaşkın bakışlarına aldırmadan.
-Öyle yapıyorum zaten Zeynep Hanım. Diyor yutkunarak.
-Hımm tabi. Ben sadece belki yanlışlıkla içine birazcık konyak karıştırma ihtimalini göze alamadım. Deyince sekreterimiz tekrar kafasını sallayarak çıkıyor odadan.
-Nasıl anladın sen bunu? Diye soruyor Kerem merakla.
-Salladım. Sadece kızın o kadar aşağıdan buraya gelme nedeni ne olabilir diye düşündüm ve izlediğim bir filmden aklıma bu geldi.
-Vay iyiymiş. İç istersen. Diyerek elindeki fincanı bana doğru uzatıyor.
Kafamı hayır anlamında hızla sallıyorum sağa sola ve o an çantamdaki Kerem’in tişörtü geliyor aklıma. Çantamdan çıkarıp masaya koyup Kerem’ e doğru uzatıyorum. Kerem tişörtü almak yerine kalsın diyor sadece. Teşekkür etmemi bekler gibi bakıyor yüzüme. Hiç kusura bakmasın paşamız keyfimden giymedim o tişörtü. Yalnız aklımı kurcalayan soruyu sormadan da edemiyorum.
-Koca şirkette neden bir tek senin tişörtün?
-Kaderin cilvesi. Diyor bugünkü ilk ukala gülümsemesiyle.
-Ciddiyim. Diyorum kaşlarımı çatarak.
-Hemen de bir asabiyet yani. Hani burası bir şirket ya normalde insanların buraya yedek kıyafetlerle gelmesini bekleyemezsin. Ama be… sözünü bu sefer ben kesiyorum keyifle:
-O zaman sen ya normal değilsin ya da insan değilsin.
- Yok canım bilemedin bu sefer. Sadece bazı geceler karşı odada uyuyorum. O zamanların birinden kalmış işte o da. Deyince sesinde yine garip bir tını seziyorum.
Ama öfke değil bu. En aşina olduğum duyguyu çok iyi tanırım. Sesiniz çatallaşmaz öfkelendiğinizde aksine oldukça net olur. Sanki bu mahcubiyet gibi. Ama kime karşı? Çözemediğim bir durum var ortada. Bütün sorularımı içime hapsederek işime konsantre oluyorum. Kerem ise vaktini çoğunlukla masanın üstüne kapanıp uyuyarak geçiriyor.
Akşama doğru şirketten çıktığımda ilk olarak bir telefon kulübesi buluyorum. Telefon kartımı kart haznesine yerleştirdikten sonra cüzdanımdan çıkardığım numarayı tuşluyorum hızla. İkinci çalıştan sonra açılan telefondan ses gelmesini beklemeden konuşmaya başlıyorum.
-Bana söylemediğin başka ne var?
-Sakinleş önce. Ve ne istediğini tekrar söyle. Diyor karşıdaki ses net bir ifadeyle.
Nedense derin bir nefes alma ihtiyacı duyuyorum. Boşta kalan elimle saçımı karıştırdıktan sonra yeni bir soru yöneltiyorum.
-Neden Ahmet Sayer’in bir oğlu olduğundan haberim yok?
-Bu önemli mi?
-Farkındasın değil mi senin planın zerre kadar umurumda değil. Senin aksine ben hissediyorum. Deyince kahkahasını duyuyorum alayla karışık.
-Biliyorum küçüğüm, biliyorum. Sen yalancı değilsin. Bunu en az bir milyon kere söyledin.
-Ve hala söylüyorum. Bu yüzden benden istediklerini yapmayacağım. Diyorum kendimden emin bir sesle.
Karşı taraftan önce bir iç çekme sesi geliyor daha sonra ise duymaktan nefret ettiğim ama söyleyeceğini adım gibi bildiğim cevabı.
-Daha kısa yoldan da istediğini alabilirsin. Böylelikle ikimizin istediği de gerçekleşmiş olur. Yapamayacağın bir şey değil. Hem yalancı olmadığını kanıtlamana bile gerek kalmaz.
-Bu cümleyi sana bir daha söylemeyeceğim. O yüzden beni iyi dinle. Ben katil değilim. Diyorum öfkenin içine işlediği sert sesimle. Ama neredeyse duyulmayacak şekilde minik bir kahkaha alıyorum bunun karşılığında. Ve içime işleyen en sakin sesiyle son bir cümle söyleyip telefonu suratıma kapatıyor:
-Şimdiye kadar katil olmaman, bundan sonra da olmayacağın anlamına gelmez küçüğüm…