Bütün şehirleri terk etmek istiyorum. Yaşadığım ya da yaşamadığım bütün şehirleri hem de. İliklerime kadar soğuğu hissedip yarı çıplak terk etmek istiyorum bütün şehirleri.
Kaçmanın birçok soruya cevap olması gerektiğini düşünüyorum. Söylemediğin her sözün yerini alabileceğine bile inanıyorum çoğu zaman.
Ama bu sefer kaçacak hiçbir yer bulamıyorum kendime. Kıpırdamaktan bile acizim çünkü. Ne ayaklarım ne de beynim beni anlamamakta sözleşmiş gibi istediğim hiçbir şeyi yapmıyorlar.
Tek yapabildiğim burada oturup Kerem’e bakmak. Cevap vermem lazım ona. Hiç iyi hissettirmeyeceğini söylemem lazım ama yapamıyorum. Öyle güzel bakıyor ki yüzüme yılların tozu pası kalkıyor sanki üstümden. Onun gibi bakamam ben ona.
İnatçı bir çamur gibiyim ben, bana dokunan herkesi kirleten. Kerem dokunsa onu da kirletecek çamurum biliyorum. Kerem’in tüm hayatını kaplayacak. En az benim kadar suçlu hissedecek kendini. İstemiyorum onun benim gibi hissetmesini.
-Kolay olur. Bırak yaklaşsın sana. Senin için de kolaylaşmaz mı her şey? Diyen iç sesime öfkeli bir küfür savurmamak için zor tutuyorum kendimi.
İç sesimle kendime gelip kalkıyorum oturduğum yerden.
-Üşüdüm ben. İçeriye giriyorum. Diyorum yarım yamalak bir sesle.
-Hissetmek girdi ya işin içine kaç tabi. Diyor Kerem fısıltıyla arkamdan.
Kerem’in bakışlarını sırtımda hissetsem de dönmüyorum arkamı. Hızlı adımlarımı merdivene yönlendiriyorum. Dönersem kontrolümü kaybedeceğim biliyorum. Ve bundan zerre kadar pişmanlık duymayacağımı söyleyen iç sesime hak veriyorum ilk kez.
Odaya girer girmez kendimi koltuğa atıyorum. Şakaklarımı ovup kafamı koltuğa yaslıyorum. Gözlerimi kapatıp düşünmek istiyorum. Ama sanki tüm duvarlar zümrüt yeşili olmuş beni izliyorlar.
-Neden bu kadar düşünüyorsun ki? Bu işin sonunu daha çabuk görmek istemez misin? Diyen iç sesime:
-Kerem bu oyunun içinde değil. Hiçbir zaman da olmayacak. Diyorum kendi kendime.
Montumu üzerime çekip erken çıkıyorum bugün şirketten. Eve varır varmaz ilk yaptığım üstümü bile değiştirmeden annemin odasına gitmek. Annemin sandalyesinin dibine oturup başımı dizlerine yaslıyorum. Derin bir nefes alıp huzurun kokusunu çekiyorum içime. Bütün hücrelerime işlesin, içime yerleşsin bu koku diye nefesimi tutuyorum birkaç saniye.
Düşünmem gereken her şeyden uzaklaşabiliyorum birkaç dakikalığına da olsa annemin yanındayken. Boşluğa bakan yüzüne bakıyorum uzun bir süre. Parmağım annemin yüzüne uzanırken gülümsemeden de edemiyorum. Bir konuşsa annem. O dudaklarından tek bir harf düşse kulaklarıma usulca. Gözümü bile kırpmam bozarım tüm yeminlerimi.
Elim yüzünü okşarken küçük bir damla değiyor parmak uçlarıma. O kadar küçük ki bu damla parmak uçlarım hızla emiyor onu. Zannedersin annemin gözyaşına aç bütün hücrelerim.
Gözlerim annemin yüzünü izlemeye devam ederken gözyaşının bıraktığı izlere bakıyorum yüzünde. Gerçekten annemin o donuk gözlerinden bir damla benim elime mi değdi az önce?
Annem gözleri camdan dışarıyı izlemeye devam etse de benim varlığımın farkında olması delice bir sevinç dolduruyor içime. Boynuna doluyorum kollarımı sıkıca. Yanağına sayısız öpücük konduruyorum. İçimde bir taraf bunun bile bir başlangıç olduğunu söylese de diğer bir tarafım ise daha fazlasını istiyor. Onun da dolansın elleri mesela bana. Fısıltıyla da olsa kızım desin. Ve ilk kez haklı olduğuna adım gibi emin olduğum tarafa sarılıp yetinmeye çalışıyorum.
Annemin yatağına geçmesine yardım edince çıkıyorum odadan. Mutfağa girip teyzemi görünce şaşırıyorum.
-Teyze?
-Canım?
-Ne yapıyorsun sen?
-Kahve yapıyorum canım ister misin?
-Olur da. Sen geç gelmeyecek miydin işten? Yani öyle geliyorsun da hep. Diyorum kadının evinde onu görmemden doğal ne olabileceğini düşünerek.
-Erken çıktım ben bugün de sen neden benden daha erken bir saatte buradasın?
Ne demeliyim şimdi? Ben kaçtım teyze desem? Ya da Cevap vermek çok zordu soruları duymazdan geldim desem?
-Erken bitti işim. Diyebiliyorum sadece.
Teyzem gülümseyip kahvesine dönünce bende mutfaktan çıkıp kendimi salondaki kanepeye bırakıyorum. Gelen kahvelerle birlikte zihnim açılsa da hala düşünme yetimi geri kazanabilmiş değilim.
-Niye dalgınsın sen? Diyen teyzeme dönüp kafamdakilere inat başka bir soru soruyorum.
-Annem neden sustu teyze?
Bu soru neden dilime geldi en ufak bir fikrim bile yok ama teyzemin yüzünde donan gülümsemesine bakınca bunun cevabını bana veremeyecek gibi hissediyorum.
-Bunları biliyorsun ya Zeynep. Diyor neredeyse kekeleyerek. Sağ gözünün ufak seyrimesi zihnime yerleşirken:
“Bilmediğin bir şey var. Senden saklanan bir şey” diyen iç sesim kulaklarımda uğuldarken teyzeme bakmaya devam ediyorum.
İkimiz de sessizliği tercih ederken değişen yüz ifadesine bakıyorum teyzemin. Benden gözlerini kaçırması sorularımı arttırsa da sabretmem gerektiğini söyleyen bir ses var içimde. Aynı ses bu sorunun cevabını da bizzat benim bulacağımı söylüyor.
Yemek saatinin hemen sonunda odaya çıkıyorum. Kafamı düşüncelerden uzaklaştırmak için dosyalara gömülüyorum. Organik tarım ve bunun Sayer Holding’e getirilerinin yanı sıra doğru şirketle yapılan anlaşmalarının ne kadar önemli olduğunu küçük notlarla mantar panoma asıyorum.
Uykuya dalmam ise her zamankinden daha zor oluyor. Beynimin her bir hücresini zorluyorum ama gözlerim kapanmamak için benimle savaşmaktan vazgeçmiyor.
Kendimi huzursuz bir uykuya teslim ettiğimde saatin kaç olduğunu fark edemiyorum. Beynim o kadar meşgul ki her şeyle saat kavramı çok uzaklarda kalıyor.
Ertesi sabah şirkete girerken garip bir isteksizlik hissediyorum üzerimde. Odaya girmesem diyorum. O zümrüt yeşili gözler benim gözlerimi sarmalamasa. Garip bir korkaklık yapışıyor bedenime. Ne yapacağımı bilemeyecek durumda olduğumdan asansöre değil de merdivenlere yöneliyorum zaman kazanmak için.
Basamakları çıkarken ne kadar yorulsam da yapmam gerekenin işime odaklanmak olduğunu söylüyor mantığım. Haklı da. Ama nedense artık mantığımı da kaybedeceğimi hissediyorum.
Odaya yavaşça girdiğimde masanın boş olduğunu fark ediyorum. Ama bu duruma sevinmem kısa sürüyor. Odanın diğer tarafına dönüp baktığımda Kerem’i koltukta uyurken buluyorum.
Tanıştığımızdan beri ilk kez tşört ve kotla görüyorum onu. Sanki evindeymiş gibi bir görüntüsü var. Koyu renk kotu ve açık renk tşörtü olduğundan daha farklı gösteriyor onu.
Çantamı ve montumu asıp koltuğun yanındaki sehpanın üzerine oturuyorum oldukça sessiz bir halde. Kerem’in yüzünü inceliyorum. Göz kapakları farkında mı acaba ne kadar güzel iki şeyi koruduğunun? İçimden yüzüne dokunmak gibi delice bir istek geçiyor. Öyle yakıcı bir istek ki bu elimi sıkıp tırnağımı elime geçirmek zorunda kalıyorum.
Saçma düşüncelerime son vermek için masadan kalkarken montuma takılıyor gözüm. Derin bir nefes alıp “Sadece bir kere Zeynep” diye fısıldayarak alıyorum onu askıdan. Koltuğa yaklaşıp Kerem’in üstüne örtüyorum. Ben tam geri çekilecekken bileğime yapışan Kerem’in eliyle olduğum yerde kalıyorum. Hem şaşkınlık hem de korkuyla bakıyorum gözlerine.
-Korkuttun beni. Diyorum gözlerimi kaçırarak.
-E sende beni şaşırttın. Ödeştik bence. Diyor gülerek. Uyku sersemi bir havası yok. Uyumuyor muydu acaba?
-Elimi bırakırsan? Diye soruyorum onu izlediğimi fark etmemesini umarak.
-Hayır. Bırakmam.
-Kerem lütfen? Diyorum gözlerimi hala ondan uzak tutmaya çalışarak.
-Sen yüzüme bakarsan ben de elini bırakırım. Deyince derin bir nefes alıp yüzüne bakıyorum.
Gözlerinin içi gülüyor derler ya öyle işte. Bayram yeri gibi sanki. Bütün çocuklar sokağa dökülmüşte ortalık cıvıl cıvıl. Öyle bakıyor zümrüt yeşili gözleri gözlerime.
Elimi bıraksa da kıpırdamıyoruz ikimizde.
-Sarhoş falan değilsin değil mi? diyor Kerem ciddi bir ifadeyle.
-Ne saçmalıyorsun sen?
-Yani farkındaysan biraz önce üstümü örttün hem de kendi montunla.
Derken sözünü kesiyorum hemen:
-Senin montunu bulamadım.
Gözleriyle kanepenin diğer başlığını işaret edince söylediğimin ne kadar saçma olduğunun farkına varıyorum.
-Bunu hür iradenle yaptın yani? Cidden sarhoş değilsin? Diye soruyor emin olmak isteyen bir ses tonuyla.
-Bunu bu kadar büyütmesene sen.
-Neredeyse bir buçuk ay olacak Zeynep. Ve sen bana bir insanlık gösterdin. Bence bunu bir yere yazıp her sene bayram olarak kutlamalıyız. Diyor hem gülüp hem de ayaklarını kanepeden indirirken.
-Abartıyorsun şu an.
-Hala sarhoş olduğunu düşünüyorum. Diyor ayakkabılarını giyip masaya yaklaşırken.
-Ben sen miyim iki kadeh içince sarhoş olayım?
-Sen o zaman sarhoş olmuyorsun yani? Soruma soruyla cevap vermişti.
Ama şu an nasıl bir cevap vereceğimi bilmiyordum çünkü ben daha önce içki içmemiştim ki hiç. Sadece o kadar sarhoş etmez herhalde diye düşünüyordum. Yurt dışındayken insanlar koca şişeleri içip sallanmazlardı bile.
-Olmam tabi. Diyorum bu söylediğimin saçmalığına ben bile inanamazken.
- Hiç inandırıcı değil. Diyor Kerem bana gülerken.
-Var mısın iddiasına? Deyip serçe parmağımı uzatıyorum. Kerem de bana parmağını uzatınca:
-Nesine peki? Diyerek de mantıksız davranışımı bir üst tura çıkarıyorum.
İçimdeki aptal kısım tamamen kontrolü ele geçirmişti şu an. Yoksa bu yaptığımın başka hiçbir açıklaması olamazdı.
Kerem biraz düşünüp birleşen serçe parmaklarımıza bakıyor önce. Sonrada küçük bir gülümsemeyle:
-Kaybeden kazanana yemek yapar. Diyor.
-Umarım mutfakta iyisindir.
Sanırım sadece aptal kısım değil ne dediğini bilmeyen bir tarafımda bana hükmediyor olmalıydı.
-Umarım sen içmekte iyisindir. Diyor Kerem gülerek.
Birleşen serçe parmaklarımız ayrılırken bu yaptığımın hata olduğunu düşünüyorum ama vazgeçmek gibi bir niyetim de yok bundan. Ne kadar kötü olabilir, alt tarafı iki kadeh diyorum kendi kendime.
Kerem tekrar bana dönüp içten bir gülümsemeyle:
-O zaman seninle ben bu gece içmeye gidiyoruz.