9. Bölüm

1640 Kelimeler
Gözde'nin yanımda uyuduğu kaçıncı sabaha uyanıyordum bilmiyorum. Gözümü her açtığımda yanımda ki kadının, tuhaf unutabilmek uğruna bağlandığım Gözde olduğu gerçeği beni hiç şaşırtmazken hem de! Çünkü ihtiyacım vardı! Çünkü birileri ya da hayatta var olan bir şeyler bana onu Şirin'i artık unutturmalıydı? Unutabildim mi? Asla! *** Halk Eğitim de ki dersler dışında nerdeyse hiç çalışmıyordum. Yapmayı planladığım sergiye; yetişmesi gereken bir sürü resimden, sadece iki yada üç tanesini buna lâyık bulmuştum. Gene az yemek yiyip çok sigara içiyordum. Zayıflıyordum belki de... Şirin'i bir kez daha görmeyeli uzun zaman olmuştu. Çok uzun zaman... On gün, belki on beş! Benim için geçen on bir aydan bile daha uzun gelecek kadar fazlaydı o zamanlar. Onu ne kadar çok özlediğimi Gözde de gördüğüm Şirin ile daha çok anlayabiliyordum. Hele ki sarhoş isem o tamamen Şirin'di. Mor saçlarının detayı sarıydı, siyah olanlar kumral. Kokusu, teni, sarılışı, öpüşü benzemese bile birini hayal etmek isteyince ediyordun işte. Gözde, o hiç ihtiyaç duymadığım ev ile atölye bozması alanımın hanımı gibi olmuştu. Evet evimin hanıma ihtiyacı yoktu. Asıl ihtiyaç duyan, gönlümdü! Evde yapılacak her türlü işi bana sormadan yapıyor, etrafı derleyip toparlıyor; mümkün olduğu ölçüde bütün yükümü hafifletiyordu. Benim ne yüküm vardı ki? Bir kedi, bir ben, boyalarım, dağınık eşyalarım, tozlu evim, rutubete bağımlı burnumla mutluydum ben! Mutlu mu? Egemen sen sadece Şirin varken mutluydun! Şirin'den öncesinde belki mutluluk arayışına girmemiş olman seni böyle bol keseden konuşturuyordu hepsi bu! Evet, Gözde'den bahsediyordum gene dağıldım. Yener ile adeta benden bile daha iyi anlaşıyor, genel de gülen, neşeli etrafındaki insanları da kendi neşesiyle mutlu etme çabasında biriydi, o. Mükemmel mi? Hayır kimse Şirin kadar mükemmel olamazdı! O her türlü kaprislerine, o prenses edasında ki nazına rağmen istenilen kadındı! Benim istediğim kadın! Benim isteklerimin ne kadar amaçsız olduğu da şöylece kendini ispatlamış olmuyor mu? Şirin'e amaçsız diyemezsin! Şirin'e değil kendime dedim amaçsız diye! Şirin savunmaktan vazgeçmeyen tarafım umarım anlaşılmışımdır. Uzun zamandır yapamadığım işimi, şövale de yarım kalmış resmimi tamamlamak üzere içeri geçtiğimde Gözde de o pes sesiyle arkalarda şarkı söylüyordu. Sözleri hiç bilmediğim o aynı şarkıya çıkarken her seferinde bir yerden sonra hiç benim zevkimde olmayan o tuhaf müziğine de kulağım aşina olmuştu. Rahatsız olduğum halde söylediği şarkı konusunda onu uyarmamış olmam elimdeki fırçadan çıkan işleri bana beğendirmemeye başlamıştı. Evet ben yalnızken daha iyi işler çıkarırdım ve benim için yaptığım iş de kalbimdeki başka bir aşkın tamamlayıcısıydı ve Gözde o tuhaf şarkısı ile sanki bu aşka çamurlar atıyorcasına zorluyordu beni. Gene de onu kırmaktan korkan tarafım ile yaptığım işe adapte olmaya çalıştım. Tam o sırada hayatımdan çıkarmamın mümkün olmadığını bana hatırlatan portresi ile karşı karşıya geldim. Şirin! Gözlerimde duvardaki siyah beyaz tabloya bakarken, gözünün teki dalgalı saçının ihtişamı ile görünmeyen ama diğer kapalı gözünün hayallerimde can bulan haliyle elaya dönüşü, o bal renginin içime kazınışı ile karşı karşıya kaldım. Nihayet istediğim olmuş ve duvardaki tablo canlanmıştı. Hastaydım ben... Adı Şirin olan henüz tedavülde olmayan tek bir ilaçtan başka da tedavisi olmayan bir hastalığın pençesindeydim. Yüzüm belli belirsiz gülümserken Gözde'nin sesi ardımda duyuldu... "Egemen bu kirli mi?" Bütün büyüyü bozmuş karşımda ki ela gözleri yeniden soğuk, siyah, beyaz, kapalı göz kapağına dönüştürmüştü. Hastalığımın yan etkilerinden birinin avucunda arkamı döndüm, elinde tuttuğu koyu bir tişörtü kirli olup olmadığını kontrol etmek için kokluyordu. "Kirli miymiş?" dedim. Sesim biraz öfkeli hatta epey öfkeli çıkmıştı. Gözde çok anlamamış gibi yineledi: "Anlamadım ama dolaba katlamadan koymuşsun." "Koyarım ben Gözde, bir çok kıyafetimi katlamadan koyarım şimdi sen o katlamadan koyduklarıma kadar düzenlemeye kalkarsan gecen gündüzüne karışır bu genç yaşında dağınıklarıma bulanma, sen!" Ağırdı bence sözlerim... Gereksiz ve fazla da kaba! Onu kırmaktan korkmam gerekirdi oysa çünkü o beni hiç kırmıyordu. Cevap vermedi, zaten öyle yerli yersiz konuşan, inatla cevap veren bir kız değildi Gözde. Daha çok kabullenişe dönüşürdü ona söylenen sözler onda. Şirin inatla cevap verir, en son konuşan o olsun diye inatla tekrar ederdi söylediklerini. Sessizce çıktı salondan, biliyordum ki o Gözde değil de Şirin olsaydı ardından gider, sarılır, özür diler, kalbini kırdığım için belki de yalvarırdım. Yaptığım haksızlığı görmezden gelip yeniden döndüm şövaleye. Halen kendi kendime söyleniyordum: "Berbat şarkın da kesilmiş oldu böylece." İnsan neden sadece kendini bilir ki, ardındakini, yanındakini görmez, ısrarcı bir saçmalıkla kırar döker her şeyi. İyi değildim hepsi ondandı! Gözde'nin çıktığını anladığım dış kapı sesiyle gözlerimi yukarı doğru pencereye diktim, az sonra kısa eteğinden görünen ince bacakları hızla uzaklaştı görüş alanımdan... Belki akşama doğru arayıp telafi etmeye uğraşacağımı düşündüm. Hafif hafif vicdan azabına dönerken az evvel yaptığım kabalık, çalan telefonumla paleti bıraktım elimden. İş yapmam mümkün değil gibiydi, ne zaman elime iş alsam bir aksilik çıkıyordu. Bu konuda neredeyse efsunlu olduğuma inanmaya başlamıştım! Efsunlu da nedir Egemen, efsun nedir? Arayan Yener'di! Gözde'nin beni ona şikayet etmiş olabileceğini düşündüm sonra saçmaladığımı farkettim, Gözde öyle biri değildi. İnsanlar hakkında kısa sürede oluşan yargılarımla ben hiç değişmeyecektim! "Evet Yener." Telefonu tahammülsüzlüğümü gösterir şekilde böyle açarken Yener'in sesi duyuldu. "Burada biri var." "Kim?" "Şirin!" Evden nasıl çıktığımın tarifi yok bende. Hızlı, sakar ve mümkün olamayacak kadar heyecanlı! İlk defa mesafenin ne kadar önemli olduğunu düşünerek bir taksiye binip, kafenin önünde indiğimde bahçe masalarından birinde, kısa eteğinin açıkta bıraktığı bacaklarını üst üste atmış, kahve içerek karşısında oturan genç bir kadınla sohbet ediyordu. Kadını tanımıyordum... Ben Şirin'in arkadaşlarını tanımazdım ki zaten! Beni farkettiğinde sadece bir an baktı yüzüme, sonra sırf onunla konuşmayayım diye bakışlarını yeniden arkadaşına çevirdi. Kapı aralığında dikilen Yener eliyle yanına yaklaşmamı işaret ederken, arkasından geçip gittim. "Ne olmuş ulan bu kıza?" Gözlerim arkasından gördüğüm Şirin deydi halen. "Ne olmuş ki?" "Hiç tanımamış gibi davrandı, hal hatır falan sordum. Nerden tanışıyoruz dedi. Ne geçti oğlum sizin aranızda bana anlatmadığın." Ona anlatmadığım şeyleri ya benim hafızam reddettiği için bende bilmiyordum ya da yaşadığım her şey koskoca bir yalandan daha öte değildi. Başımı iki yana salladım: "Beni de hatırlamıyor." dedim. Koca alaycı bir kahkaha attı Yener. Hatta öyle ki, bir an Şirin ile arkadaşı bile dönüp bizden tarafa baktı. Onun böyle abartılı tepkilerine alışkın olduğum için ve de Şirin'in yeniden bize bakmasını sağladığı için halimden gayet memnundum. "Kandırmış oğlum seni, yalanın böylesi." dedi Yener. Aynı şeyleri aklımdan geçirmiş olduğum için sözüne hiç içerlemedim. Ancak, Yener aynı şekilde devam ediyordu: "Arkasından sessizce yanaşıp kafasına bir tava ile vuralım. Böyle yapıldığında filmlerde hep yeniden hatırlar oluyor bunlar. İlahi Şirin daha üstruplu bir yalan bulamadın mı?" Ve üstelik gülüyordu da Yener! Şirin, adının aramızda geçiyor oluşundan rahatsız bir bakış daha gönderdi bize doğru. "Bakıyor biraz yavaş konuş." dedim. "Bakarsa baksın, hatta mümkünse duysun kendi saçmalığına alet edip durmasın seni." Yener'in beni koruma iç güdüsü aynı kasabanın çocukları olan bizi birbirimize daha çok bağlayan nedenlerden gelir aslında. Kaç yaşına gelmiş olursak olalım, onun sahip olamadığı o kardeşlerinden biriyimdir ben. Tıpkı onun da bende olduğu gibi kardeşten daha öte olduğumuz zamanlarda olmuştur. "Yener!" Şirin'i kırmasından ne çok korktum? Sözlerinin onu üzmesinden, tuttum kolundan: "Hadi!" dedim. "Hadi içeri geçelim." Yener'i zorlukla içeri çekerken Şirin'in gözlerinin üzerimizde olduğunun da farkındaydım. Yener'i zorlukla mutfağa doğru çekerken: "Tamam bırak bir şey demedik Şirin'ine." diyerek elimi üzerinden çekmem için uzaklaştı benden. Mutfağın orta yerinde ona nasıl karşılaştığımızı anlatmaya başlayacakken: "Pardon?" dedi Şirin. Hangi ara arkamızdan gelip de bizi bulmuştu bulmuyorum. Son zamanlarda ayrıntılara hiç takılmayan dikkatsiz tavrım bunu da böylece gözünden kaçırmıştı. Yener ile ikimiz aynı anda ablak bir suratla ona dönerken: "Acaba seninle de mi sevgiliydik?" dedi Yener'i işaret ederken. Onun o saf hallerini çok iyi bilen tarafım o hiç gitmek bilmeyen anılarımı bana taşıdı. Gülümsedim... Ancak Yener bu mevzuda benim kadar duygusal değildi: "Ha bacım biyeyle de sevgiliydin sen!" diye çıkıştı. Kızdığında ya da neşeli olduğu zamanlarda Urfalı olan hali hemen ortaya çıkan Yener'i elimle işaret ederek durdurdum ancak Şirin inanmış bir halde: "Gerçekten mi?" dedi. Yener, gözlerime özür diler gibi bakarken: "Kızım sen kafayı mı yedin? Hadi diyelim benimle de sevgiliydin biz bu adamla..." Edeceği küfürden benim gazabım korkusu ile vazgeçerken: "Ama diyeceğim yani Egemen kusura kalma." dedi. "Hayır!" dedim. Hırsından kalın sesi ile: "Aah, yav biz godoş muyuz kanka olalım?" dedi. Biraz daha ucuz yırtmış bir küfürle durumu toparlarken aslında şuan bakıyorum da bayağı bayağı küfür etmesine izin vermişim Yener'in. Şirin yüzünü buruşturdu: "Bilmem öyle misiniz?" dedi. Yener büsbütün öfkelenince: "Tamam." dedim: "Sen karışma!" Yahu karışsa Yener, ortalık büsbütün savaş alanına dönecekti. Sonra da döndüm Şirin'e: "Yener benim arkadaşım." dedim. Kaşlarını kaldırdı: "Anladım." dedi. Anlamış gibi görünmüyor olsa da üstelemedim. Mutfaktan çıkacak oldu hemen sonra ama geri dönüp bana baktı: "Sana bir şey söyleyebilir miyim?" diye sordu. Ne söyleyeceğinin merakında başımı salladım. Yener'i kastederek işaret etti: "Özel biraz." Aramızda halen özel bir şeylerin var olmasına sevindim bir an. Küçük sevinçlere kucak açıp buna amade olacak kadar tutsaktım o kız çocuğuna... Yener, halen ona kızgın olan tarafına yenikti ve sessizce çıktı mutfaktan. Yener çıkarken etrafımızda çalışanlardan kimse olmamasına rağmen yaklaştı bana söylediklerinin duyulmasını istemez gibi. Sonra tebessüm ederek: "Geleceğini biliyordum." dedi. "Nereye geleceğimi?" Dışarıyı işaret etti: "Ben galiba burayı tanıdım." "Nasıl?" "Nasıl bilmiyorum, arkadaşımla yani Seda ile dolaşırken kapının önündeki sandalyeler, işte varenda falan tanıdık geldi, sonra kafenin adı ne bileyim işte tanıdık yani. Hani önceki hayatımda gelmişim sanki ben buraya." "Önceki hayatında?" "Dejavu gibi." "Orasını anladım ama sadece o kadarlık bir şey. Yani buranın kime ait olduğunu falan hatırlamadın, öyle mi?" Başını daha fazlasını isteyecek kadar karamsar bir halde salladı: "Şey..." diye başladığı sözünü önce derin bir nefes alıp, sonra da gülerek tamamlarken: "Söyle!" dedim heyecanla. "Yani, benim en yakın arkadaşım Seda. Dışarıdaki kız. Ona senden hiç bahsetmemişim ben. Acaba gerçekten başka türlü doğa üstü bir şey mi bu?" Güldüm... Onun hep bu tarz şeylere inanan hafif hayalperest hallerini düşününce çok da garipsememem gerekir diye düşündüm. "Doğa üstü bir şey evet aşk denen şey epeyce doğa üstü bir şey." Gözlerini benden kaçırdı, aşktan utanır mıydı Şirin? Belki zamanla utanmaktan vazgeçmişti ancak Şirin aşktan utanmazdı. "Özledim seni Şirin." Sözlerim bu defa korku dolu çıkmıştı, ne söyleyeceğinin merakında! "Akşam görüşelim mi?" dedi. Pat diye! "Biz mi?" Hayatımda ilk defa özgüven problemi yaşıyordum. "Akşam on nasıl?" "Öyleyse planı ben yaparım." Kendimi çabuk toparladım. Gülümsedi, o koca dudakları yayıldı yüzüne sonra bakışlarını kaçırıp: "Umarım hep iyi planlar yapıyorsundur!" dedi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE