Uzun zaman sonra ilk kez yataktan erken çıktım. Salonda uyuduğum deri koltuğun tenime yapışmış olması pek de keyifsiz bir sabaha uyanmama neden olmalıyken sadece bir kaç metre ileride Şirin'in var olduğunu bilmek bana keyif denen o kelime için kafiydi. Onun uzun uykuları sevmiyor olmasını bilerek halen yerinde durup durmadığını kontrol etmek için masanın üzerinde ki anahtarlarına baktım. Sonra ayaklarımın üzerinde pencereye doğru kaldırdım başımı arabası yerindeydi. Banyoya girip yüzümü yıkandıktan sonra mevcut ilham perilerini kendimden uzak tutmamak için şövalenin karşısına geçtim. Günlerdir tamamlayamadığım resim için boyalarımı karıştırırken ince ayaklarının çıkardığı sesi duymamış olduğumdan:
"Günaydın! " diyen sesi ile irkildim.
Hafif korkak tarafımı bulduğunda bununla saatlerce eğlenmeyi sevdiği için gene hoş kahkahalarla:
" Ne düşünüyordun bu kadar dalmışken? " dedi.
Hiç düşünmedim vereceğim cevabı:
" Seni..." dedim.
Umursamıyor gibi tepkisiz henüz kalktığım koltukta elinde tuttuğu sandaletleri giymeye başladı. O esnada Palet'i farketti.
"Gel sen buraya gel, çirkin maymun seni. "
Sanırım Palet onun sesini bile tanıdı. Ama o Palet'i ilk kez görüyormuş gibi abartılı sevgi gösterisinde bulunmaya devam etti.
Kedi, koca bedenini sürüye sürüye ayaklarına kadar gelip onun bacaklarına sırnaşırken, Şirin de bıraktı ayakkabı giyme işini. Elimde fırça, ne yaptığımı unutup bende karşısında onu izlerken, aldı kediyi kucağına:
" Ne yiyorsun sen acaba böyle şişko olmuşsun. Diyet yap biraz. "diyerek tüylerini karıştırdı. Gri tüylerini her tarafa biraz daha saçarken Palet tanıdık kucağın güveninde mırıldandı.
" Ne bu tombalak ihtiyarın adı? "
Elimdeki paleti gösterdim.
" Şaka yapıyorsun hayvana ilk bulduğun eşyanın adını mı verdin? "
Başımı olumlu manada salladığımda tekrar döndü kediye:
" Ah ihtiyar ziyan etmiş be senin adını. Palet diye isim mi olur? " deyince:
" Şirin diye oluyor ama. " dedim.
Kaşlarını çattı hemen.
" Benim adım çok güzel bir kere. "
" Çok şirin. " dedim sırıtarak.
Dudağını büzdü huysuz çocuklar gibi hayvanı mıncıklarken, Palet halinden son derece memnun bir kez daha mırladı. Yanına geçip oturdum, beni görür görmez kucağıma gelmeye çalışan kediyi sımsıkı tutup:
" Nereye gideceksin sen tombul? "diye sevmeye devam ediyordu. O abartılı mıncıklamalarla sevildiğim zamanlarımı hatırlayıp Palet'i kıskandım. Evet, bir kediyi kıskanacak kadar büyüttüm olayı.
" Kaç senedir sen bakıyorsun bu hayvana? "
" Bebekliğinden beri. "
" On yaşında var bu ihtiyar ama. "
" Sekiz. "
Palet'i bile hatırlamıyor olmasının kaç anlamı olabilirdi ki? Hayatına girdiğim dönemde benimle yaşadığı herşeyi silmek adına hafızasında tek bir tanığın bile kalmamış olması ve rol yapıyorsa bu kadar uzun süre sürdürüyor olabilmesi ne kadar mümkündü?
Bu konuda konuşmak yok, aklını karıştırmak yok...
"Demek sen sekiz yaşındasın? Nasıl bu babanın resimlerini beğeniyor musun? "
Palet'in kafasını avuçlarına alıp, onun ısrarlı mücadelesine rağmen bırakmamak için sımsıkı tutarak, duvarda asılı portresine çevirdi:
" Bak beni ne güzel çizmiş gördün mü, benden daha güzel. " dedi.
" Sen daha güzelsin. "
Başını benden tarafa çevirdi, yüzünde mutlu bir ifade vardı, sonra yeniden sohbet ettiği kişi kedimmiş gibi devam etti:
" Bir de biraz doğal bir adam galiba bu senin baban. Aklına eseni söylüyor. Mesela sana da koca popolu falan diyor olabilir ama önemseme. Gerçi bana dese önemserim ama sen gene de önemseme babalar her şeyi söyler çünkü. "
Aylardır bulmayı umut ettiğim her şey bir anda peydah olmuştu işte. Sadece insanları ayaklarından gördüğüm bodrum kat evime, atölyeme güneş girmişti mesela; aydınlık, ferah koca bir yer olmuş, davetkar bir genişliğe kucak açmıştı.
Arkama yaslanmış varlığının bana verdiği huzurla izliyordum onu.
"Mesela! " diye neşeyle devam etti konuşmaya:
" Hem sevgilisi var hemde baş ucunda benim fotoğrafım var. Sanırım çevresinde ki herkes, ölen karısını tanıyor bu yüzden onun bu saplantısına ses çıkarmıyor. Belki de kendisi de bunun farkında insanların ilgisini çekmek için büyütüyor mevzuyu, yoksa bir adam bir kadını böyle anormal sevemez ki. "
" Sever! "
Ciddi bir tavırla başını çevirdi:
" Ben inanmıyorum. "
" Neye? "
" Gerçek aşka... "
" Bir süredir inanıyordun! "
Geçmişten konuşmak yok.
" Hiç inanmadım. "
" Öyleyse yalancısın sen. "
Ayakkabılarını giymeye başladı, kediyi kucağından bırakıp :
" Senin gibi manyak olmaktan iyidir. " dedi.
Kızdırmıştım onu gene. Bunu ne çok yapıyordum ben böyle? Kendime verdiğim bütün telkinlere rağmen hem de.
Palet ısrarla benim ayaklarıma dolanmaya başladı bu defa. Şirin ayağa kalkınca bende kalktım:
"Değişik adamsın kabul et." dedi.
"Kabul etmiştim zaten. "
" Biraz da dengesiz."
Yatak odasına doğru giderken arkasından devam ettim.
"Dengesiz olduğum da doğru. "
" Ne söylesem kabul edecek misin sen? "
Yüzüme bakmadan çantasına doğru eğildi, o an biraz sonra çıkıp gidecek olmasına olan korkularım peydah olunca tuttum bileğinden:
" Giyineyim de çıkalım birlikte. "dediğimde yabancı bir adama tepki verircesine çatığı kaşları ile bileğini elimin arasından çekti.
" Bence sen benden uzak dur. "dedi.
Ciddiydi... Bunu gerçekten istediğini ilk kez hissediyordum. Yangın yerinde kalmış bir kazazede gibi son bir çırpınışla:
" Şirin, ben senden uzak duramam biliyorsun! "dedim. Başka bir şeyden bahsediyorum gibi elini açtı:
" Arabamın anahtarlarını alabilir miyim? " dedi.
" Gitme. "
" Yahu gitmeyeyim de ne yapayım nişanlıyım ben, sevdiğim bir adamla evlenmek üzereyim, bahsini ettiğin geçmişle ilgilenmiyorum umurumda bile değil. Rahat bırak beni. Çık hayatımdan! "
Avaz avaz bağırırken onu daha iyi anlayacağımı sandı; anlamadım.
" Şirin, başına gelenleri bilmeye hakkım var. Benden bir şeyler gizlediğin aşikar. Bu kadarlık geçmişimiz var seninle. "
Geçmişten bahsetmek yok!
Dudakları söyleyeceği sözlerin etkisi ile önce aralandı ama sonra vazgeçti. Hızla çıktı ordan her yerde yana yakıla araç anahtarlarını ararken yanından geçip gözünün önünde olduğu halde göremediği anahtarları uzattım. Anahtarları alırken sesi yumuşadı:
"Egemen, biz seninle başka hayatların insanlarıyız. Benim hayatım bu atölye ile ev bozması yerde geçemez, aşkından ölsem bile buna katlanamam. Zamanında ne yaşamış olursak olalım, rica ederim artık karşıma çıkma. Aklımı karıştırma!"dedi.
Sustum!
Cevabi nitelikte bir sürü cümlenin esiri olup, sustum. Bekledi, söylememi istediği şeyler olduğundan değil, en azından cevap verme hakkım olduğunu düşündüğü için. Sonra da çıkıp gitti.
O gün bir kez daha terkedildim!
Terkedilmelerin en tuhaf hallerini yaşarken anormal bir şekilde sakin kalabiliyordum. Tahammül gücümü büyütüyordu bu aşk benim.
Deri koltuğun kenar kollarından birine bırakılmış telefonumu aldım. Rehberimde kayıtlı o numarayı çevirdim. Gözde'nin sesi uykulu ve ağırdı:
"Yener'e gidiyorum gelir misin? " dedim.
Hayır demeyi bilmezdi Gözde, hayatımın sonuna kadar gel desem gelecek hiç sorgulamayacaktı.
Üzerimi değişip çıktım evden. Gene adımladığım her kare kaldırım taşını saydım. Güneş gözlüğümü çıkarıp güneşe gözlerimi kısarak baktım. Aldığım simitin tek lokmasından sonrasını sokak köpeklerinden birine armağan ettim. Kafenin bahçe masalarından birinde hesap yapan Yener'in karşısına oturdum. Tek kaşını kaldırıp bana baktı:
"Sabah şerifleriniz pek hayır olmamış anlaşılan. " dedi.
Kollarımı masaya dayayıp yaklaştım ona:
" Beni istemiyor abi. " dedim.
" Pes! " dedi ellerini kaldırıp,
" Manyak mısın oğlum sen, kız seni terketti istese terkeder miydi zaten? " diye devam etti.
Manyaktım herhalde ben, aynı gün içerisinde ısrarla bunu bana söyleyen ikinci kişi de Yener olduğuna gene...
Gene kendi içimde mücadele etmeye başlamıştım.
" Bıraktım zaten, aramayacağım artık. Gerçi arayamam bende numarası da yok, ev adresi de. Yüzme kursuna da gitmiyor artık bir tek dans kulübü var ancak orada bulabilirim onu. Yada o teknede! Belki koruda da koşmuyor halen."
Kendi kendime söylemelerimin tek neticesi Yener'in kaşlarını çatarak:
" Kes şunu sevgilin geliyor. " demesi oldu. Başımı çevirip ardıma baktım. Gelen Gözde idi.
Sevgilim!