7. Bölüm

963 Kelimeler
Uzattığım çiçekleri alırken, o hırçın tavrıyla yanaklarını sildi: "Özür dilerim." dedi. Oysa ne kadar zor özür dilerdi Şirin. Hep kendini haklı bulan tuhaf tarafları vardı onun. Hiç kırmam ben kimseyi derdi, kırmazdı da sahiden... Hiç kırmadı beni, hep yüzümün güldüğü zamanlarım oldu onunla. Ta ki bir sabah hiçbir şekilde ona ulaşamadığım o an gelene kadar. Kırıldım! Kırgınlığım iki üç kelimeye sığamayacak kadar büyüktü. "Ağlama." dedim. Parmaklarım kendinden emin olamayan tavırlarla göz yaşlarını silerken: "Ben senin ağlamana dayanamam." dedim. Gülümser gibi oldu önce ama sonra bir anda sağanak inen yağmur gibi, daha şiddetli ağlamaya başladı. Beni orda bırakıp gidecekken kolundan tekrar yakaladım: "Dur Şirin dur, gitme dur! Söz veriyorum bir daha geçmişe dair konuşmayacağım gitme, dur!" diyerek adeta yalvardım. Hiç gururu olmayan bir erkektim o an ben. Aşkta gurur olmadığını söyleyen herkesin sözlerine sadık o gururu hiçe saydım ona yalvarırken. Pişman değilim! Gözlerime ıslanmış bir kedi yavrusu gibi bakarken: "Ben seni seviyorum." dedim. Bu defa gerçekten güldü: "Deli misin sen, ben nişanlıyım?" dedi. Bu fikri kabul etmem imkansızdan bile daha öte bir şeydi. Bu uğurda önüme geçen her şeyi devirir gene de onu o adama yar etmezdim. Yapamazdım! Yanında görmeye bile tahammül edemezdim. Kıskanç bir adam değildim ben, kıskanmaz, sakınmazdım onu sevene kadar. Güçlükle yutkundum... "Şu puştu bırak yaa!" dedim. Evet dedim nişanlısına küfrettim. Küfretmeyi sevmeyen adamlardanım ben. Öyle adam mı olur? Olur işte sevmiyorum ben, küfür ile karşındakini aşağılamıyorsun ki kendi diline layık olmayan bir kelime ile öfke sunuyorsun. Küfretmeyi sevmiyor olsam da o Demir denen herife bildiğim ama söylemekten sakındığım her sözü söylemeyi istedim. Söylemedim. "Kendine gel!" Şirin'in tek bir sözü ile kendime gelirdim gelmesine de, mevzu başka bir adam olunca tahammül sınırlarım farklıydı işte. "Sen onu sevemezsin." "Sanane!" "Sevmiyorsun biliyorum." "Kendini kandırma." Kendimi kandırıyordum belki de, geçen aylar onu başkası yapmış üstüne üstlük beni de ona karşı daha başka türlü biri yapmıştı. Ellerimin kolu üzerindeki baskısı azalırken bir anda tamamiyle bıraktım tenini... "Gidebilirsin öyleyse, seviyorsan..." dedim. Kime içerliyorum acaba! Bir kaç saniye durakladıktan sonra arabasının şoför koltuğuna doğru döndü... Sonra döndü bana: "Ya ben içki içtim." dedi. Yeniden yanıma geldi, "Sen kullansana." uzattığı anahtarları elinden almadan az evvel: "Ev adresini bilmiyorum haberin olsun." dedim. Omzunu silkti: "Ben biliyorum merak etme." dedi. Mütemadiyen sakınırdı yaşadığı evden, ailesinden, çevresinden bahsetmekten. Birbirimizle yer değişirken şoför koltuğuna geçtim. Koltuğu olması gerekenden de daha öne çekmişti, geriye doğru ittim : "Ailenle yaşıyorsun değil mi halen?" diye sordum korkarak. Güldü: "Yok nişanlımla?" dedi. Onun o adamla aynı dört duvarda yaşamış yada yaşayacak olmasına tahammülüm ölçemeyeceğim kadar zayıftı. Hiç bir el değemezdi onun tenine, hiç kimse koklayamazdı onu, kimse benim kadar yakın olamaz, dokunamazdı. Abartılı tepkiler veriyordum, kendim olmaktan uzak saçma sapan bir hâl alıyordum resmen. Anahtarları çevirmeden evvel döndüm ona, sanırım biraz haksız bir kıskançlık taşıdığımı farketmiş ve gene benimle oynuyordu. Güldü, "Tamam ya sende amma maço çıktın, babamla yaşıyorum süreceksen sür, sürmeyeceksen taksiye bineyim." dedi... Unuttum öfkemin bendeki tesirlerini, kontağı çevirip arabanın motorunu çalıştırdım. Ve park yerinden geri geri çıkıp yola koyuldum. Nereye gideceğini yarım yamalak söyleyip sonrada oturduğu koltukta sızdığı için onu evine bırakmakta ısrarcı tavrım yüzünden arabayı epey bir çabadan sonra sağa çektim. Sarsıyor olmama, sürekli ismi ile seslenmeme rağmen uyanmadı. Yapmak istediğimi yaptım ve onu bana götürdüm. Aslında biliyordum ki, Şirin çok çabuk sarhoş olur çok kolay sızar ama imkânsız bir şekilde ayılmak bilmezdi. Onu kucağımda bodrum kattaki daireme taşıdığım her gün ki gibi gene aynısını yaptım. Sokağımızın görmeye alışkın olmadığı cinsten bir marka arabayı kaldırıma epeyce yakın bir şekilde park edip o koca bebeği kucakladım. Bunu yapmayı özlemiştim! Hayır tek derdim ona daha yakın olma arzum değildi. Çiçek kokulu parfümü ciğerlerime dolarken kapalı gözlerine baktım, masum bir bebek kadar güzel, eşsiz ve ulaşılmazdı, ve ben ondaki bu ulaşılmazlıkla ona hep daha çok bağlanıyordum. Başını iyice göğsüme yasladığında bir kaç saniye de olsa gözlerini açıp hemen kapadı ve fısıldadı: "Sakın düşürme! " Daha sıkı kavradım bedenini ve daha çok sokuldu bana. Dalgın bir adam oldum o an, sarhoş olmama imkan vermeyecek kadar az içmiş olmama rağmen sarhoştum. Ayılmam için ardı ardına varillerle kahve bile içsem geçmeyecek türden bir sarhoşluktu. Dairenin önüne geldiğimden güçlükle cebimden çıkardığım anahtarlarımla açtım kapıyı. Yatak odasına doğru götürürken onu yeniden fısıldadı: "Bana dokunma lütfen! " Kucağımda küçücük bedeni insiyatifime kalmış birinden çok öte kendini bana teslim etmişken söylediği söze öylece tebessüm ettim. Yatağın kapalı örtüsünün üzerine bıraktım onu. En son Gözde'yi sarmalamış yatağımın ihanet kokan tarafından ürperdim önce, sonra bunun bir ihanet olmadığına ikna etmeye çalıştım kendimi. Başka türlü bir şeydi bu; ihanetten öte! Bir ilişkiye ait olmanın verdiği sorumluluk duygusu değildi adı, kalbimin seçtiğini aldatmaktı yaptığım. Bir daha Gözde'yi hiç bir surette evime almamaya, yüzünü görmemeye hatta telefonlarına bile cevap vermemeye karar verdim. Ancak sadece kararımı bir gece uyguladım! Düşüncelerimin hepsini uzaklaştırırken aklımdan, yatağın üzerine hemen yanına yüz üstü uzandım. Yanına geldiğimi farketmiş gibi bana doğru yan dönüp bacaklarını karnına doğru çekti. Şirin hep böyle uyurdu. Gözleri kapalı bir kez daha fısıldadı : "Tiner kokuyorsun! " Başka türlü bir söz etse böylesi iltifata eş olmazdı benim lugatımda. Kokumdan memnun: " Boya kokarım. " dedim. Burnunu büzdü dudakları yukarı doğru kırılırken bir kez daha konuştu. " Üzerimi ört üşürüm ben. " Çok üşürdü Şirin, yaz mevsiminde bile örtsün onu bir şeyler isterdi. Kollarını kendi bedenine doladı. Üşümesinden ne çok korkardım, grip olurda canı yanar diye. Kalktım yerimden hızla üzerine temiz bir pike bulup örttüm. Gözde den onun teninden uzak. Huzurla gömüldü örtünün altına ve sabahlara kadar uyusa dinlenilecek bir huzurda uyumaya devam etti. Ayakta hemen karşısında onu orda ne kadar süre izledim bilmiyorum. Belki epeyce uzun belki de bir kaç dakika; ancak eşsiz bir manzara gibi karşımda uyuyan kadın uğruna ölebilecek kadar hayrandım ben ona. Bunun adı da asla tek başına hayranlık değildi. Onu anlatmak için kullanılan kelimelerin hiç biri tek başına kafi gelmezdi ki zaten. Usulca çıktım odadan ardından kapıyı kapatırken evimin içindeki huzuru aylar sonra yeniden hissettim.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE