Efsun Eren
Buraya geldiğimde çok heyecanlıydım. Yeni şehir, yeni insanlar… Zaten çok bir arkadaşım yoktu; iki, üç tane… Ama onlar da kardeşim gibi sevdiğim insanlardı. “Az insan, öz insan” mantığı.
Ali’yle aynı şehirde olacağımızı duyduğumda kalbim bir anlığına eskisi gibi atacak oldu. Ama hemen susturdum onu, durdurdum.
Hiç sevgilim olmadı. Abimden sonra hiçbir erkeğe güvenmedim, sevmedim de. Hepsi aynı değil mi zaten? Bizim mahallede bir Esma teyze vardı, onun da kocası o kadını çok döverdi. İşte, hep aynı… Ellerini sadece vurmak için kaldırırlar.
Sadece Ali’yi sevmiştim bir dönem. Çocukluk aşkımdı. Ben üniversiteye başlayana kadar ona ait gibiydim. O kibar biriydi; etrafındakileri kırıp incitmezdi. Sever, korur, sahip çıkardı. Belki de o yüzden sevmistim onu.
Bir gün bir yerde okumuştum: “Sevgisiz büyüyen kadınlar diğerlerinden farklı olurmuş. Mesela evlendiklerinde kocasından daha çok sevgi beklermiş. O, onun sevilmediği her yerinden sevilmek istermiş.”
Düşündüm… Belki de âşık olsam, o adamdan fazlaca sevgi bekleyeceğim. Bazen bir baba, bazen bir abi, bazen bir arkadaş, sonra bir eş…
Bu haksızlık değil mi? Kim bu kadar çok sevebilir ki birini? Ya sonra sevemezse?
Ben de evlenmemeye ve âşık olmamaya karar verdim. Şu an tek aşkım işim… İşime âşığım.
Ali’yi daha ilk gördüğümde eskisi gibi olmadığını anlamıştım. Bakışı, duruşu değişmişti. Öfkeli bakıyor, sert duruyordu. En korktuğum insan tipi işte. İlk an kalbim çarpsa da hemen susturdum onu. Ona karşı asla bir şey hissetmeyecektim. Selvi teyzenin zoruyla bir araya geldik zaten. Bana kalsa hiç karşısına çıkmazdım.
Dün akşamsa yemekte canımı sıkmış, kalbimi kırmıştı. Bana “Adımla hitap etme.” diyor, manyak! Ne diyeyim ben sana? Adınla hitap ediyordum ama görür, bundan sonra “Yüzbaşı” derim. Bitişik dairesini tutmam hiç iyi olmadı ama bu fiyata başka bir yer bulmak zor olacaktı. Üstelik de… Eşyalı. Bu zamana kadar aldığım maaşın genelde azıcığını alıp gerisini abime veriyordum. Annem yanında yine öyle olacak. Eşya almam zor olacaktı.
Annemi özlediğimi fark edip görüntülü aradım.
Telefon açılır açılmaz gülümsemeye çalıştım. “Annecim, nasılsın sultanım?”
Yine tadı tuzu yoktu ama gülmeye çalışıyordu.
“İyiyim can içim, seni özledim şimdiden. Sen nasılsın, ev bulabildiniz mi?”
“Evet annecim, bulduk. İyiyim ben de. Seni çok özledim. İyi misin? O manyak bir şey yapıyor mu hâlâ?”
“Yok kızım, iyiyim ben.”
Kaşlarımı çattım. “Annecim, bak artık ben de yokum. Bütün öfkesini sana kusacak. Şunu şu zamana kadar çektiğin yetmedi mi? Sen bana ‘Hakkımı helal etmem, o benim oğlum, kıyamam.’ demeseydin, çoktan şikâyet edip içeri attırmıştım o pisliği!”
“Yapma Efsun’um, göz bebeğim. Yapma… İyiyim ben. O da isteyerek yapmıyor, seviyor bizi, biliyorsun.”
Gözlerimi devirdim. “Hı hı, anne… Seviyor, bazı sevgiler de öldürür ya, onunkisi de o cinsten işte.” dedim.
“Neyse boşver sen bunları da… Ev Ali’ye, yakın mı? Sana sahip çıkıyor mu?”
“Anne ya! Ben çocuk muyum? Sürekli aynı laf… İlgilendi sağ olsun, evi de o buldu. Evet, ev yakın, hemen bitişiği.”
“Yaa, çok sevindim can içim, çok sevindim. Yine de kızım, uzaksın bana, aklım sende işte. Biliyorsun, Ali’nin olması içimi rahatlatıyor.”
Tam bir şey diyecektim ki kapı çaldı. “Bir saniye annecim.” dedim, elimde telefonla kapıya yöneldim.
“Kim o?”
“Biz, Efsun, biziz!” Aras’ın sesi…
Kapıyı açınca, komple timi karşımda görmeyi beklemiyordum. Bir an şaşırdım. “Buyurun, hoş geldiniz…” dedim, ne diyeceğimi bilemeden.
“Müsait mi içerisi?” dedi Bozkurt. Başımı onaylarcasına salladım. Onlar içeri geçti, ben de peşlerinden girdim.
“Kızım, kimmiş gelen?” diyen annemi unuttuğumu fark ettim.
“Ali’nin timi annecim, dün tanıştım hepsiyle…” dedim.
“Ya iyi, ne güzel kızım. Yalnız değilsin oralarda.” dedi, sesi iyice içine kaçmıştı.
Bir anda Aras dibimde bitip ekrana el salladı.
“Merhaba teyze! Bana dönüp ‘Annenin adı ne?’” diye sordu.
“Selma.” dedim.
Tekrar ekrana dönüp gülümsedi. “Selma teyze, merhaba. Ben Aras. Merak etme, aklın kalmasın. Efsun bizim de kardeşimiz. Ben onu gezdiririm, canı sıkılırsa arkadaşlık ederim, beraber yemek de yaparız, değil mi Efsun?” bana dönmüstü.
Daha ağzımı açmadan tekrar anneme dönüp konuştu: “Yok yok, ben yemek yapmam, Efsun yapar, ben yerim. Değil mi Efsun?” tekrar bana döndü.
Gülerek, “Yaparım tabii.” dedim.
Efe geldi, elini kaldırıp gülümseyerek, “Merhaba Selma teyze. Ben Bozkurt, şey yani Efe. Efsun bize emanet, merak etmeyin.” dedi.
Annem sanki konuşamıyordu, gözleri dolu doluydu. Timdeki herkes tek tek tanıştı, hepsi neredeyse aynı şeyleri söyledi ve gerçekten içtenlikle söylüyorlardı.
“Allah razı olsun oğlum, hepinizden. Maşallah, hepinizi de ne güzel yetiştirmiş anneniz…”
Kısa bir sohbetten sonra, “Ben hemen geliyorum.” deyip odama gittim.
Annemin gözünden iki damla yaş süzülürken, “Annecim, yapma ama ne olur, bak iyiyim ben.” dedim, sesim titreyen bir çocuk gibi.
“Biliyorum kızım,” dedi annem, yutkunarak. “O çocukların hepsi aslan parçası maşallah. Gözlerinden belli, ne güzel yetiştirmiş anaları… Ben beceremedim.”
Ah, anne… İçim sızladı. Elimi kalbime koyup kısık sesle, “Ah anne, kendini suçlama ne olur. Beni de sen yetiştirdin.” dedim.
“Neyse kızım,” dedi, burnunu çekip gülümsemeye çalışarak. “Sen iyisin ya, gerisi boş. Ama abin duymasın böyle timle arkadaş olduğunu, biliyorsun dellenir.”
“Biliyorum anne.” diye iç geçirdim. “Arkadaşlarımı da kaç kez dövdü, ‘Erkekten arkadaş mı olur!’ deyip… Ben de unutmadım.”
“Haberi olmaz, biliyorsun.” dedim gülümseyerek. “En yakın arkadaşım Denizde erkek.”
Annem de tebessüm etti. “O onu kız sanıyor kızım, ondan bir şey demiyor.”
Ben de hafifçe güldüm. “Tamam anne, ayıp olmasın, ben kapayayım, içeri geçeyim.”
“Tamam kızım, Ali oğluma selam söyle. Allah’a emanet olun.”
Telefonu kapatıp derin bir nefes aldım. Ardından salona geçtim.
“Tekrar hoş geldiniz. Size çay, kahve yapayım mı?” dedim, mahcup bir gülümsemeyle.
“Yok Efsun,” dedi Bozkurt, elini kaldırarak. “Biz bir seni görelim diye geldik.”
“Hafta sonu izinde seni gezdireyim istersen Efsun.” dedi Aras. “Merkeze ineriz, çarşısı güzeldir buranın.”
“Hiiç zahmet olmasın.” dedim utangaçça. “Ben sonra çıkarım kendim.”
Gülümsemeleri odayı ısıttı.
“Ne zahmeti?” dedi Aras. “Hem tek gitme sen çarşıya, pazara. Bizden biriyle gidersin hep, olur mu?”
“Uygun zamanlarda olabilir,” dedim, gözlerimi kaçırarak. “Ama sürekli benimle uğraşmayın lütfen, işinize bakın.”
Aras kıkırdadı. “Aslında Ali komutanım seni şimdiye kadar gezdirmeliydi. Biraz çıkmadınız mı hiç?”
“Yok,” dedim, dudaklarımda buruk bir tebessümle. “Ben iyiyim böyle. Onunla çıkmasam daha iyi.”
Efe gülümsedi. “Ali komutanım insanı öldürecek gibi bakıyor, değil mi?”
Başımı onaylarcasına salladım. “Evet…”
“Onun biraz öfke sorunu var ama kişisel değildir, üstüne alınma.” dedi.
“Hic önemli değil. Kişisel ya da değil, bir önemi yok. Bana yardım etti, sağ olsun. Eve geçince de bir daha görüşmeyiz zaten. Buraya bazen geliyormuş, öyle demişti.”
“Orası belli olmaz, kısmet.” dedi Aras gülerek. “Neyse, Ali komutan bizi bekler. Gidelim artık.”
Hepsi ayağa kalkıp vedalaştı. Kapı kapanınca bir sessizlik çöktü üzerime.
İçimde garip bir his vardı. Yani… Hem huzurluydum, hiç olmadığım kadar güvende hissediyordum; hem de aşırı derecede huzursuzdum.
Abim bir duysa… Eve bu kadar erkek geldiğini öğrense, mahvederdi beni. Sözde “namus meselesi” ederdi.
İki duyguyu da —huzur ve korkuyu— aynı anda, bu kadar yoğun nasıl yaşıyorum bilmiyorum. Ama yaşıyorum işte…
---
Ali Karayel
Yine telefonda sevgili anacığımla konuşuyordum.
“Evet anacım, evet. Ev işini de hallettik. Efsun gayet iyi. Timdekiler de sevdi onu zaten, hemen kabullendiler kardeşleri diye.”
“İyi iyi uşağum, işte ha, ne güzel işte da!” dedi annem Karadeniz şivesiyle. “Ama bak ha, kızı üzeyim deme! Malum sende var bi parça öküzlük. Bakışlarını da bi düzelt hele, bakarken korkutma kızı ha uşak!”
“Etme ana da,” dedim gülerek. “Niye üzeyim kızı? Şu kızdan ‘çocukmuş’ gibi bahsetmeyi de bıraksan mı artık? Koskoca kız… Gerçi pek ‘koskoca’ olduğu söylenemez, yer cücesi ya… Neysee—”
“Aliii!!”
“Tamam be ana, demedik bir şey. Kulağımı patlattın.”
“O kız yer cücesi değil Ali, sen biraz fazla gelişmişsin.”
“He ana, bir de göm beni bi kız için.”
“Ne yapayım, doğruyu söylüyorum.” dedi, sonra birden sustu. “Neyse hadi, sana iyi geceler.” deyip kapattı.
Yüzüme kapattı hem de. Şok içinde telefona bakarken, daha da şok olacağım bir şey oldu: Efsun aradı.
Geldiğinden beri bir kez bile aramamıştı.
Hemen açıp kulağıma götürdüm.
“Alo, Efsun? Bir sorun mu var?”
“A… alo Ali…”
Sesinde bir titreme vardı, nefesi hızlıydı. Neden kekeliyordu bu kız? Üstelik sesi… ağlamaklıydı.
“Ne oldu Efsun? Sen iyi misin?”
“Bu… burada bir adam var…”