Yenge

1665 Kelimeler
“Ne demek evde biri var Efsun? Ne diyorsun sen, iyi misin?” dedim endişeyle. “I… iyiyim. Evine izinsiz girdiğimi iddia ediyor. Ne amaçla geldiğimi soruyor. Seni tanıdığıma inanmıyor,” dedi sesi titrek bir şekilde. Aklımda olana sevinsem mi, sinirlensem mi bilemedim. “Telefonu ver ona. Geliyorum ben,” dedim öfkeyle. Montumu aldığım gibi arabaya yürüdüm. “Alo, komutanım?” dedi. Duyduğum sesle sakinleşmek için kendimi zorladım. “Korkut!” “Buradayım komutanım.” Bir yandan arabaya binmiş gidiyordum, bir yandan da “Korkut,” diye rahatlamıştım. Tabi… Korkut adının hakkını vererek Efsun’un ödünü patlatmıştır. “Lan sen ne geziyorsun benim evimde!” diye bağırdım. “Komutanım, bu kadını evinize girerken gördüm. Sizi tanıdığını ima ediyor. Siz daha önce hiç eve kadın getirmediniz. Ajan mıdır, terörist midir, nereden bileyim ben?” “Bana bak, Efsun benim misafirim. Ben gelene kadar orada kal. Kızı daha fazla korkutma. Gelince soracağım hesabını sana.” “Emredersiniz komutanım,” diye kükredi. Korkut eski askerdi. Bir sene önce timi esir düşmüştü. Bizim tim kurtarmaya gitmiştik ama geç kalmıştık. Ortalık çok kötüydü. Oradaki herkesi geberttik ama Korkut’un timini çok kötü bir şekilde şehit etmişlerdi. Gözünün önünde… işkencelerle. Korkut orada bir ay esir kalmıştı. Türlü türlü işkenceler etmişlerdi. Hem fiziksel, hem psikolojik. Ayrıca ilaçlar da vermişlerdi. Yaklaşık üç ay hastanede yattı. İyi çocuktur. Aslan gibi delikanlıdır. Ama işte… o yaşadıklarından sonra… Bazen kafası gidiyor… Askerliği bırakmak zorunda kaldı. Tabi bazen kabullenemiyor. Bizim timden herkesi ayrı seviyor, özellikle bana ayrı düşkün. Arada bir bir yerlerden çıkıyor, sonra bir süre görünmüyor. Yaklaşık bir aydır da ortalarda yoktu. Evin önüne gelince arabadan inip hızla yukarı çıktım. Tam tahmin ettiğim gibi… Kapı kırılmış, öyle girmiş içeri. İçeri geçince Efsun’u gördüm. Koltuğun üstünde, ayaklarını kendine çekmiş, elleriyle bacaklarının etrafını sarmış oturuyordu. Gözlerinde hâlâ bir parça korku vardı. Korkut gerçekten çok iri yarı, neredeyse iki metre bir adam. Ayrıca düşmanı olarak gördüyse, bir bakışıyla öldürür. “Efsun?” dememle başını kaldırıp bana baktı. Karşısında Korkut oturuyordu, suçlu bir ifadeyle. Efsun bir anda kalkıp yanıma geldi. Korkut da ayağa kalkıp selam verdi. “Ali, bu adam inanmıyor bana! Kapıyı kırdı!” dedi öfkeyle. Ben konuşmadan Korkut atladı lafa. “Komutanım, ben nereden bileyim sizin evinizde hiç kız görmedim. Timdekiler de daha önce söylemişti, kaç yıllık arkadaşlarınız, onlar da görmemiş. Gizli girmiş sandım. Hem özür de diledim. Sen telefonda ‘misafirim’ deyince…” “Lan Korkut! Lan Korkut! Kapıyı kıracağına beni mi arasaydın acaba?” “Aklıma gelmedi komutanım…” Sinirle bakıp Efsun’a döndüm. Kazağının kolu yukarı sıyrılmış bileğinin kızarık olduğunu görünce neden korktuğunu daha iyi anladım. “Sen mi yaptın lan bunu?” diye kükredim Korkut’a. “Kaçıyordu… Ben gitmesin diye tuttum sadece komutanım. Zarar vermedim.” “Bu mu zarar vermemiş hâlin, Korkut?” diye bir kez daha kükredim. Bir an irkildi, sonra bileğine baktı. “Ben özür dilerim… Farkında değildim,” deyip Efsun’a adım attığında, Efsun bir adımda arkama geçti. Sığındı arkamda, bir şey demedi. Korktuğu belliydi. “Korkut, çık git şu evden! Elimden bir kaza çıkmadan çık!” “Emredersiniz komutanım,” deyip gitti. Onunla sonra konuşacaktım. Arkamı dönüp Efsun’a baktım. “İyi misin sen?” Başıyla onayladı. “Evet, iyiyim. Bir an korktum… Öyle kapıyı kırıp girince… Bir de çok bağırıyor.” “Tamam, sen otur,” dedim. Onu oturtup banyoya gittim. İlk yardım çantasından krem aldım, mutfağa gidip bir bardak su aldım, yanına oturdum. “Al, iç,” dedim. Hafif titreyen elleriyle içti. “Neden seni aramadı? Neden bu kadar fevri ve öfkeli davrandı, anlamadım,” dedi. Haklı bir isyandı. Ben de Korkut’un durumundan bahsettim. Olanları anlattım. Anlatmak zorundaydım. Çünkü Korkut benim hayatımda hep var olacak. Bu da demek oluyor ki Efsun’la da karşılaşacaklar. Efsun’un ondan korkmasına gerek yok. Zaten çok pişman olmuştur ve kendini affettirmek için çırpınıp durur. Efsun yan dairemde oturacağına göre bazen görürler birbirlerini, sonuçta. “Ben ne diyeceğimi bilmiyorum… Üzüldüm,” dedi. “Üzül diye söylemedim Efsun. Ondan korkma. İyi biridir,” dedim. Başını salladı. “Peki… Korkmam.” “Ben bir kapıya bakayım,” dedim. Tamir çantasını alıp geçtim başına. Kapıyla uğraşırken Efsun kahve yapıp getirdi. “Teşekkür ederim,” deyip aldım. Zaten işim az kalmıştı. Halledip odaya geçtim. Kremi getirmiştim ama kıza vermeyi unutmuştum. Görünce hatırladım. Elime aldım. “İzin verir misin? Süreyim bileğine,” dedim. “Gerek yok… Ben sürerim,” dedi. Elimi uzatmaya devam ettim. O da bileğini avucumun içine bıraktı. Kremi parmağıma sürüp narin bileğine yavaş yavaş sürdüm. Öküz gibi sıkmış… Kremi sürdükten sonra, “Neyse… Artık ben gideyim,” deyip ayrıldım oradan. Efsun Eren 1 saat önce Yalnız başıma biraz sıkılmaya başlamıştım. Telefonu elime alıp bizimkilere bir mesaj atayım dedim. Muhabbet Çetesi grubuna yazdım: “Ben, napıyorsunuz gençler? Bensiz hayat nasıl?” Deniz: “İyiyiz kuzum, sensiz eksik tabii ki. Buralar özlüyoruz seni. Sen nasılsın, neler yaptın?” Tuğba: “En son timle yemekten sonra Ali’yle mesafe koyacağım diyordun?” Gül: “Biz iyiyiz güzelim, esas sen nasılsın? Ne zaman geçiyorsun kendi evine?” Ben: “İyiyim iyiyim, bir sorun yok. Hastaneye geçeceğim, bir aksilik olmazsa,” dedim. Deniz: “Dikkat et kendine oralarda. Bak bir sıkıntı olursa ara.” Ben: “Deniz, bana abilik taslama :)” Gül: “Bak ben de ablalık taslarım sana. Bilmiyor muyuz seni? Sağlıksız besleneceksin. Kim sana doktor der, dikkat et işte.” Tuğba: “Bence de, bizi getirme oraya.” Ben: “Tamam tamam, teslim oluyorum. Deniz, sen ne yaptın? Ben gelirken bir kız arkadaş yapmışsın, tanışamadım bile.” Deniz: “Olmadı o iş…” Gül: “Beyimize kimse dayanamıyor.” Tuğba: “Dedi, hiçbir ilişkisi normal bitmeyen, kavga gürültüyle ayrılan.” Ben: “Anladım… Hayırlısı. Siz de bir kendinize çeki düzen verin arkadaş.” Deniz: “Gül, senin son ilişkindeki ayrılığı da hatırlatırım ki karakolda kalmıştın bir gece.” Tuğba: “Sonrasında hiçbir şey olmamış gibi yapmıştın.” Ben: :) Gül: “N’apayım? Bir kafede kızın biriyle yemek yerken bastım.” Deniz: “Kızım, manyak mısın? İş yemeğiymiş. Sen herkesin içinde önce adama saldırmışsın, adamın kafasını ısırmışsın, sonra kadına…” Gül: “Evet, öyle olmuştu. Sonra ‘senin gibi kıskançla uğraşamam’ demiş, ayrılmıştı.” Tuğba: “Gül, sana bir tek biz katlanıyoruz. Kıymetimizi bil.” Deniz: “Bence de.” Ben: “Ben katılıyorum.” Gül: “Biliyorum canlarım… Sizi seviyorum. Hepinizi kocaman.” Tam cevap yazacaktım ki kapı alacaklı gibi çalındı. Bir an irkildim, sonra toparlayıp kalktım. Kapının deliğinden bakınca iri yarı bir adam gördüm. Yüzü sertti. “Aç şu kapıyı!” diye bağırdı. Şansa bir komşunun düğünü varmış, üç katlı apartmanda bir ben vardım. “Kimsiniz?” dedim. “Asıl sen kimsin?” diye çıkıştı. “Eve gelen sizsiniz,” diye karşılık verdim. Tam içeri geçip Ali’yi arayacaktım ki kapı büyük bir gürültüyle kırıldı. Oda dalar gibi içeri girdi. “Ne yapıyorsun be manyak!” diye refleksle ağzımdan çıktı. Yoksa şu görüntüye kimse başka bir şey diyemezdi. “Kimsin sen? Ali Komutan’ın evinde ne işin var?” “Ben… Ali’nin arkadaşıyım.” “Ali Komutanımın arkadaşı yok. Söyle, kimsin?” “Niye yalan söyleyeyim size?” dedim. Artık feci halde korkuyordum. Gözüm kapıya takıldı. Koşarak çıksam belki kaçardım. Bu saçma planımla kendimi kapıya doğru attım, koşmaya başladım. Bileğimden yakalayıp sertçe çekti. Canım feci halde yandı. Resmen bileğimden tutup sürükler gibi oturma odasına getirdi. “Kim olduğunu söyle! Yoksa pişman olursun!” Gözüm telefonuma takıldı. “Ali’yi arayayım… Bekleyin,” dedim. “Bir de Ali Komutanımın numarası mı var sende?” Manyak, bunun blöfü mü olur? “Var arayayım.” dedim. “Tamam,” dedi. Numarayı kontrol edip bana baktı. Bir değişik baktı. Kaydetme biçimimi sevmemiş olabilir. Arayıp çağırdım. Karşımdaki korkunç adam Ali’yle konuşunca sakinleşti. Hatta sanırım biraz mahcup bile oldu. Ama ben ne yazık ki hâlâ korkuyordum. Ali’yi görünce biraz daha rahatladım. Korkut’un hikâyesini öğrendikten sonra ise… üzüldüm. Yine karmakarışık bir sürü duyguyu aynı anda hissediyordum. Ali gittikten sonra kendimi yatağa attım. --- Bir hafta geçti ve ben artık evime yerleşiyorum. Burası neredeyse Ali’nin evinin aynısı ama eşyalar daha ruha hitap ediyor. Ali’nin evinin mobilyaları şık olsa da biraz karanlıktı, koyu lacivert tonlarındaydı. Burası aydınlık… Bej tonlarında mobilyalar. Burası güzeldi. Çok güzeldi. Kendi evimde geçirdiğim ilk gecenin ardından, yarın ilk iş günümdü. Sabah alarmı tam dört kez erteledikten sonra artık mecbur kalkmam gerektiğini biliyordum. Oldum olası erken kalkarım ama bir türlü alışamadım erken kalkmaya. Oflaya puflaya banyoya girip işlerimi hallettim. Birkaç yerimi vurmayı ihmal etmedim. Aslında Ali doğru hatırlıyor… Ben biraz sakarım. Hemen üzerime bir kot pantolon, bir kazak geçirdim. Kendime bir sandviç yaptım. Az zamanım kalmıştı. Saçlarımı tepeden topladım, hafif bir makyaj yaptım, koşar adım çıktım evden. Hastaneye girince başhekimin yanına girdim. Kendimi tanıtıp tanıştıktan sonra bana verilen odaya geçtim. Küçük ama güzel bir odaydı. Bugünkü hastalara göz gezdirdim. Baya yorucu bir gün olacak gibiydi ama işimi yapmayı seviyorum. Sorun değil. Öğlene kadar bir sürü hasta baktım ve gerçekten yorulmuştum. Ayrıca acıkmıştım. Bir şeyler yemek için odamdan çıkacaktım ki bir adam girdi. Üzerinde doktor önlüğü vardı. “Merhaba Efsun Hanım, ben Ahmet Yalçın. Hemen yan odanızdayım. Bende hastalar çoktu, bir hoş geldin diyemedim,” dedi. Kırklı yaşlarda, benden büyük ama kibar bir adamdı. Elimi uzatınca ben de uzattım. “Memnun oldum Ahmet Bey.” “Eğer yemeğe gidecekseniz beraber çıkalım,” dedi. Başımı sallayıp onayladım. Çıkıp yemek yedik. Ahmet Bey gayet kibar birine benziyor. Bana hastaneyi gezdirdi, diğer doktorlarla tanıştırdı. Odama geçip akşama kadar diğer hastalarla ilgilendim. Son bir hastam kalmıştı. İçeriye yürüyüşlerinde bile öfke olan iki adam girdi. Önlerinde ise on üç yaşlarında bir kız… Yüzü yerde. “Buyurun,” deyip sedyeyi gösterdim. Hasta adı Berfin’di. Demek ki çocukta sıkıntı vardı. Kız sedyeye oturdu. “Şikayetiniz nedir?” dedim. Kız ağzını açmadı. Adam konuştu: “Belinde bir yarası var. Mikrop mudur nedir, ondan kaptı herhalde. Ara ara ateşi çıkıyor. Yarasından irin akıyor.” Başımı salladım. “Arkanı döner misin?” dedim Berfin’e. Döndü. Usulca kazağını sıyırdığımda ise gördüklerimle şok oldum. Yer yer morluklar vardı. Bazıları yeşermiş. Yarasına baktım. Çok kötü de pansuman yapılmıştı. Mikrop kapmış. “Bu kızın hâli ne böyle?” dedim bir anlık sinirle. “Dövdünüz mü?” Bu kaderi benim gibi başkaları da yaşasın istemiyorum. Daha küçücük kız…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE