Karanlık

1353 Kelimeler
“Ne dövmesi doktor? Sen işine bak! Merdivenlerden yuvarlandı bu salak,” dedi adamlardan biri, sesi kaba ve küçümseyiciydi. “Merdivenlerden düşmeyle şiddeti ayırt edebiliyorum herhâlde,” dedim, gözlerimi kısmıştım. “Kes sesini! İşine bak doktor!” diye gürledi adam. Neredeyse dibime girmişti. Kolumu tuttu. Ama… ben hiç korkmadım. Normalde korkardım. Ama şu an Berfin için endişeliyim. Tam bir şey diyecektim ki Ahmet Bey içeri girdi. “Bir sorun mu var Efsun Hanım?” dedi, sesi dengeli ama tetikteydi. “Bu adamlar bu kızı dövmüşler,” dedim. Adam güldü, o sarı dişlerini göstererek. “Ne dövmesi doktor? Düştü dedik ya! İnanmazsanız sorun!” Kıza sorduğunuzda inkâr etti. Ne dediysek kabul etmedi. Yıllarca da bana yapmışlardı bu durumu. Şu an onları daha iyi anlıyorum. Ben de susmuştum. Şimdi de bu kız susuyordu. Başhekime kadar gittim ama bir şey yapamayacaklarını söylediler. Adam buranın büyük aşiretlerinden biriymiş. Kimse karşısına çıkmak istemedi. Kızın tedavisini yapıp yolladım ama… kendimi hiç iyi hissetmiyordum. * Mesai bitmişti. Ben de bitmiş bir şekilde hastaneden çıktım. Tam karşımda Ali’yi görmeyi hiç beklemiyordum. Kalçasını arabasına yaslamış, bana bakıyordu. Yanına gittim. “Yüzbaşı, ne arıyorsun burada?” “Eve geçecektim bugün. Seni de alayım dedim.” “Gerek yoktu. Ben giderim.” “Gerek var mı diye sormadım. Bin arabaya.” dedi bariton sesiyle. Kaşlarım çatıldı. Zaten sinirlerim tepemdeydi. “Ne diye emir veriyorsunuz Yüzbaşı? Beni timinizdeki bir asker sandınız herhâlde. Gelmiyorum,” deyip yürümeye başladım. “Efsun!” diye kükredi arkamdan. Dönüp baktım. “Kızım, sana iyilik yaramıyor mu?” “Ben senin kızın değilim. Doğru konuş. Emir kiplerinden hoşlanmam. Bak, evini açtın, yardım ettin. Sağ ol. Ama yeter. Senin de dediğin gibi işin bitti. Beni rahat bırak.” Tam arkamı dönecektim ki, “Efsun yenge!” diye biri bağırdı. “Off… Allah’ım…” dedim içimden. Bu Korkut’un sesiydi. Döndüğümde orada durmuştu. Ali de… Bir de bu var. Bana o günden beri “yenge” diyor. Ne yaptıysam durduramadım. Ali ona bakıyordu. “Senin ne işin var burada Korkut?” dedim. “İlk iş günündür. Seni alayım dedim. İti kopuğu olur diye…” “Gerek yok Korkut. Lütfen beni rahat bırak. Ve sakın bana bir daha ‘yenge’ deme. Nereden senin yengen oluyorum ben?” “Olur mu öyle şey yenge? Ali Komutanımın evindeydin. Numarasını bile biliyorsun. Bunun başka açıklaması olamaz.” “Korkut, yeter. Bak, yeterince zor bir gündü. Lütfen…” “Ne demek zor gündü? Bir şey mi oldu?” diye Ali buğulu sesiyle sordu. “Sadece yorucuydu.” “Tamam. Hadi gel, gidelim.” dedi “Hasbinallah…” dedim içimden. Sırf bu zulüm bitsin diye bindim arabasına. Korkut gitti. Biz de eve doğru gittik. “Teşekkürler Yüzbaşı.” “Efsun, tamam. Bana Yüzbaşı deyip durma. O gün öylesine söyledim ben,” dedi. “Gerek yok. Böyle iyi,” dedim. Arabadan inip eve çıktım. Arkamdan geliyordu. Aynı anda evlerin kapısını açtık. Hadi, ben bugün olanlara öfkeliydim. Sen niye öfkelisin yine? Ve yine… acaba? Burnundan soluyordu. İçeri geçince kapısını kırarcasına kapattı. Bir an sıçradım yerimden. “Yavaş ayı!” diye bağırdım birden. Duvarlar inceydi. Sesim gitti sanırım. “Beni getirme oraya! Düzgün konuş!” diye kükredi yine. Sesimi çıkarmadım. Zira onunla uğraşamayacaktım. * Eve geçtim. İştahtım yoktu. Bir şey yapamadım. Yemedim. Duşa girdim. Giyinip koltuğa kuruldum. Tam telefonumu arıyordum ki… Elektrikler gitti. Yok artık… Bugün ne kadar daha kaos dolu geçecek ki? Daha ne olacak? Ne olabilir ki? Telefonumu da bulamadım. Dizlerimi kendime çekip sakinleşmeye çalıştım. Derin derin nefesler aldım. Şu an çığlık çığlığa evden kaçmak istiyorum ama onu da yapamıyorum. Göremiyorum hiçbir şeyi. Dakikalar geçtikçe nefesim hızlandı. Alnımdan akan ter damlalarını hissettim. “Yok… Burası şu anda o bodrum değil. Efsun, sakin ol. Efsun, sakin ol…” Sesli düşündüm. Zihnim geçmişe inmesin diye direndim. Salak Efsun… Evin her yerine ışıklar koymalıydın. Pille çalışanlardan… Nasıl unutursun? Salak Efsun… kendi kendime saydırdım. Terlemem arttıkça nefesim de hızlandı. Ne kadar dirensem de düşüncelerim yavaş yavaş geçmişe inmeye başladı. Karanlık bodrumda farelerin sesleri var… Ve ben çok korkuyorum. Bazen üzerime çıkıyorlar. Sürekli farklı sesler geliyor. Ayırt edemiyorum. Başım ellerimin arasında, sallanıyordum. Çıkmak istiyorum ama cezam bitmedi ki… Çıkamam. Sesler yükselmeye devam ederken benim ağlamam şiddetlendi. “Abi… Çıkar beni buradan!” diye feryat etmeye başladım. Ama çıkarmadı… Kolumdan tutulup sarsılmamla birlikte boğuk bir çığlık döküldü dudaklarımdan. "Bırak beni! Bırak!" Gözlerim karanlığa alışamamıştı, hiçbir şey göremiyordum. Ama o anda tanıdık bir ses doldu kulaklarıma. "Efsun... sakin ol. Benim, Ali. Sakin." "Ali?" dedim, sesim titreyerek. "Evet, benim. Elektrikler gitti sadece. Sakin ol, buradayım." Eğildiğini hissettim. Telefonunu yerden aldı sanırım, loş bir ışık yayıldı. Yüzü göründü. Gözlerim doldu, bir anda sımsıkı sarıldım ona. O da beni kollarının arasına aldı. Tenine sinmiş kokusu doldu burnuma. Bu sıradan bir parfüm değildi; bir tutam huzur, bir tutam güven gibiydi. Derin derin soluyarak sakinleşmeye çalıştım. Ali’nin eli sırtımda geziniyordu, nazikçe okşuyordu. Ne kadar öyle kaldık bilmiyorum. Sonra sesi geldi. "Daha iyi misin?" "Hı hı... iyiyim," dedim, zor çıkan bir sesle. "Sen nasıl girdin içeri?" dedim, hâlâ ona sarılıyordum. "Kapıyı defalarca çaldım. Sen demiştin ya, karanlıktan korkarım diye. Yanına geleyim dedim. Açmadın... kırmak zorunda kaldım." Bir anda geri çekildim. "Ne? Kapımı mı kırdın?" Başını salladı. "Evet. Cevap vermedin. Sonra ağlama seslerin geldi. Duvarlar ince, sesin geliyordu." "Ben duymadım..." "İçeri girdim, sana seslendim. Yine duymadın, Efsun. Hatta sana dokununca beni ittin Elimdeki telefon düştü, ışık tutuyordum... onu bile görmedin." Ben... burada değildim çünkü... nasıl anlatırım... "Biraz fazla korkup tepki göstermiş olabilirim," dedim, başımı yere eğerek. "Sorun yok," dedi, yumuşakça. Tam o sırada Ali’nin telefonu kapandı. Bir anlık panikle geri yapıştım ona. "Sakin ol. Şarjım azdı. Biraz bekle. Senin telefonu alayım... ya da powerbank’imi evden getireyim." Kalkıyordu. Kolundan tutmak istedim ama eline denk geldim. Fısıldadım: "Şey... gitmesen?" Çok korkuyordum. Şu anda yalnız kalmak istemiyordum. Geri oturdu. Tam o anda üst kattan bir ses geldi. İrkildim. Ali’nin göğsüne sindim iyice. Normalde beni korkutan bu adam, şimdi sığındığım limandı. Duygularım gibi eylemlerim de değişilti. "Sakin ol. Biri üst kattan bir şey düşürdü sanırım." Başımı salladım. Tişörtünün ucunu tuttum. Ne düşündüğünü bilmiyordum ama şu an burayı bırakamazdım. "Sen neden bu kadar çok karanlıktan korkuyorsun?" "Konuşmasak bunları... herkes bir şeylerden korkar. Ben de karanlıktan korkuyorum işte." Derin bir nefes çekti. "Öyle olsun, Efsun." Ne kadar zaman geçti, elektrikler ne zaman geldi bilmiyorum. Gözümü açtığımda her yerim tutulmuştu. Ağzımdan bir inleme çıktı. Nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Gözlerimi ovuşturdum. Başım sert bir yerdeydi. Arka tarafıma çevirdiğimde Ali’yi gördüm. Bana bakıyordu. Onun dizinde uyumuşum. Ev buz gibiydi, donmuşum. Göz göze geldiğimiz an hızla ayağa kalktım ama dengemi koruyamayarak orta sehpaya çarptım. Bacağımdan acıyla inledim. Tek ayakla geri geri giderken bu defa tekli koltuğa çarptım. Tam yere düşecekken güçlü bir çift kol beni yakaladı. "Hâlâ sakarsın. Biliyordum. Dikkat et kendine kızım." "Ya ne sakarı! Uykuluyum diye... şey ettim ben... sonra... şoldu diye ayağım koltuğa değince..." "Ne diyorsun bücür sen?" dedi, sesi dün geceki gibi değildi. Gayet ciddi ve tok. Eski goril geri gelmişti. "Ya sabah sabah ne diyeyim sana be... bir şey demiyorum." Sonra durdum. "Şey... Yüzbaşı... dün için teşekkür ederim. Ama... dünü unutsak?" "Niye unutuyormuşuz bücür? Senin yüzünden uykusuz kaldım. Bir de uyuya kalmışım oturduğum yerde." Gözlerimi devirdim. "Bana bak dağ ayısı! Bana bücür deyip durma. Bir iyilik yaptın, hemen ardından böyle davranmak zorunda mısın? Teşekkür bile edemiyorum sana!" "Etme zaten. Işık falan... al. Kırk yılın başı kafa dinleyeyim diye geldim. Şu hale bak!" Dedi sertçe. "Lan manyak! Ben mi dedim gel diye? Bir de kapımı kırmışsın! Ev buz gibi! Gelmeseydin!" "Lan mı?" Evet! Takıldığı yer burasıydı. “İnsanda akıl mı bırakıyorsun sanki?" dedim. "Neyse ne... burada sık kesilir elektrik. Buna alışman lazım. Bir çözüm yolu bul. Her defasında gelemem." "İyi... tamam. Gelme sanki. Ben çağırdım. Ve lütfen... dün geceden bir daha bahsetmeyelim." "İyi," dedi. Tam gidecekti ki geri döndü. "Bana bak yer elması... sen beni telefonuna ne diye kaydettin?" Bu nereden çıktı şimdi? Tabii ya... Korkut! Hain Korkut yetiştirdi değil mi? "Size ne, Yüzbaşı? Size ne?" "Nasıl size ne? Benden bahsediyoruz." "Sen beni ne diye kaydettin?" dedim merakla. "Yer elması," dedi tek seferde söyledi. Utanmadı da. "Bana bak! Ben yer elması değilim!" Ona bakmaktan boynum kopacaktı ama... bence o iri. "Kapıyı ben tamir ederim. Bir daha kırdırtma bana. Yedek anahtar çıkartacağım. Acil bir şey olursa diye." Cevap bile beklemeden gitti. Ayı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE