~1.Bölüm~
1.Bölüm
Gündüzü yok upuzun bir geceyim
Yitirdim umut kırıntılarımı; sevgimi, neşemi, bütün varımı
Çaresiz bir yokluğun içindeyim
Gömdüm içime yıkıntılarımı
Arıyor bir yanım öbür yanımı
~
O yılın kasım ayı diğer yıllara göre daha soğuktu.
Sonradan düşündüğümde kışı gözlerinde taşıyan bir adamın hayatıma getireceği soğuğun habercisi de olabilirdi, buzdan bir diyarın fısıltılarını taşıyormuş gibi esen keskin rüzgâr. Koyu renk saçlarımı yüzüme vuruyor, aralık dudaklarımdan sızıp omuzlarıma örtü olmuş geceyi daha da karartıyordu. Yürüdüğüm ıssız yolda tektim, bana eşlik etmelerine gerek olmadığını söyleyerek hata etmiştim ama yolumda caddeye ulaşmam içinden geçmem gereken parktan başka tenha yol da kalmamıştı. Onu da atlattığımda yurdumun yolunu tutabilecektim.
Yıllar boyu oradan oraya taşınmanın ardından pek bir arkadaşımı geleceğe taşıyamamış bir asker kızı olarak, İstanbul'a yerleşmemizin benim için son durak olacağında ısrar etmiş, gerekirse tek yaşayacağımı vurgulayarak kararımı kesinleştirmiştim. Taşınmaktan ve yeni bir şehirde yabancı olmaktan bıkmış biri için İstanbul en iyi şehirdi çünkü buradaki herkes başta kendisine yabancıydı. Kalabalığının insanın sesini yuttuğu, caddelerinin yalnızlığını silikleştirdiği bu diyar benim ait olduğum yerdi ve neyse ki bir daha taşınmamıza gerek kalmamıştı. Bunun nedeni restimin geçerli oluşu değildi tabii, bir sandığımız yolun birden fazla yöne ayrılmasıyla budaklanmış seçeneklerin ilkine sarılışımızdı. Hayat bizi birden fazla yere savurabilirdi ama bu şehir onunla tanışmam için yaşamam gereken şehirmiş gibi ayaklarıma beton dökmüş, beni kendisine çivilemişti. Derin bir tutku ile...
Parkın girişinde durup etrafıma bakındım. Tuhaf, pürüzlü bir şey boğazıma yavaş yavaş sürtünüyormuş ve bu içimi huylandırıyormuş gibi bir his beni sardığı için huzursuzlaşmıştım. Rüzgâr aynı keskinliğinde esmeye devam ediyordu ve gecenin de daha fazla karardığı yoktu. Her şey bir an önce nasılsa şimdi de öyleymiş gibiydi ama olmadığını biliyordum.
Okul çıkışı evinde toplandığımız Pelin'in evinden beri üzerimde olmayan huzursuzluk neden bu parka adım atar atmaz beni buldu bilmiyordum, oysa gelirken de bu parktan geçmiştim. Sağımda adım sesleri duyduğumda irkildim, hızla oraya baktım. Bir adam şapkasını eliyle tutup rüzgâra karşı uçmasını engelleyerek yanımdan yürüyüp geçti. Derin bir nefes aldım. Şimdi filizlenen bu tedirginliğin tohumlarını beraber otururken aklıma eken Oğuz'a hayıflanarak kendi kendime göz devirdim. "Kurtlar," demişti. "Yılın bu zamanı ortaya çıkarlar ve kutsal bakireyi bulana kadar tüm kızları avlarlar. Özellikle de gece tek başına gezen, uzun saçlı ve esmer olanları."
"Zombiler de bu saatte çıkarlar ama korkmana gerek yok, sen güvendesin," demiştim ondan ayrılırken. Rüzgârın dağıttığı yetmiyormuş gibi bir de o karıştırmıştı şu kurtların avlamasının nedeni olan uzun saçlarımı. Oğuz işte. Bizimle uğraşmak için her şeyi yapardı, hikâye uydurmak onun işiydi.
Beni bırakmayı teklif etmişti ama yeni yeni görüşmeye başladığı bir kızla buluşacağını bildiğim için istememiştim. Yürüyeceğim birkaç sokak ve bir parkın ardından otobüse binip gidecektim nasılsa. Hem kurtların olduğu bir diyarda yaşamıyordum, karşıma en fazla bir katil çıkardı ve cebimdeki spreyle canına okurdum.
Son zamanlarda keşfettiğim şarkının son melodileri rüzgârın hükmüyle silikleşirken parka adımımı attım. Öyle sert bir rüzgâr çarptı ki yüzüme bir adım gerileyecektim neredeyse ama sonra kesiliverdi. Hava yoğunlaştı, sessizleşti. Müzik daha baskındı ve her şey de olması gerekenin rengine bürünmüştü. Ellerimi montumun cebine sokup ağaçsız girişte ilerledim, birazdan parkın göbeğine varacaktım ve oradaki ağaçların kokusu burnuma çarpacaktı. Her zaman böyle olurdu.
Parkın ortasındaki yuvarlak havuza yaklaşırken, etrafımı saran ağaçların arasından gelen gülüşmeler ile kalbim hızlanırken tesadüfi bir şekilde başımı sola çevirdim. Kasım ayının soğuk havasında; başlarımıza çatı olmuş siyah göğün altında ömrüme kışı getirecek adamı işte tam da o anda gördüm.
Kadere haksızlık edeceğimi bile bile, ufak bir baş hareketiyle değişen her şeyi bir kelimeye sığdırdım: Tesadüf. Benim için orada ve o anda dünya durdu. Siyah gök gitti, buz mavisi geldi. Yaz gitti, kış geldi. Dünyadaki tüm sesler kalbimin atışına hapsolurken o gözler beni buldu, her şeyi kendi rengine buladı ve her hücremi bir mıknatıs gibi kendine çekti. Hissettim, tam kalbimin içinde. Gelecekte ve geçmişte; ait olduğum yere varmışım gibi hissettim. Aradığım buymuş, her şey bu an için oluşmuş ve varlığım bu anda anlam kazanmış gibi geldi. Haksız olmadığımı biliyordum.
Ayaklarım bastığım taşlara çivilenirken aralık dudaklarımdan içime akan rüzgârı unuttum. Bana her şeyi kapsıyormuş gibi gelen bir an boyunca, onun karşısında geçmişim ve geleceğimle dururken gözleri üzerimden ayrılmadı. Kalbim tüm seslerle ve bir o kadar da sessizlikle kulaklarımda çınlarken ağzımdan bir parça nefes döküldü. Yanaklarım rüzgâra tezat ısındı. Burada ne aradığımı ve neden durduğumu hatırlamaya çalıştım, başaramayınca yürümeye başladım.
Bir ağacın dibinde oturmuş, kollarını kendine çektiği bacaklarına yaslamıştı. Parmaklarının arasındaki yarısı bitmiş bir sigara ucundaki turunculukla kendini belli ediyordu. Gelişimi izlerken sigarasını dudaklarına götürüp bir nefes çekti. Yanakları içine gömülüp gözleri dumana karşı kısılırken hala bana bakıyordu. Nedenini bilmediğim şaşkın bir gülümseme yüzümde belirip geldiği hızla kayboldu. Üflediği duman havaya karışırken gözlerini toprağa indirdi, kaşlarını çattı ve katılaşan yüzünden hoşlanmadım. Bana ilk baktığı anda gözlerinde yakaladığım boş vermişlik ve umursamazlığın yerini bile arayabilirdim.
Parkın içindeki konuşmalar bir kez daha yükselirken arkama baktım, gördüğüm birkaç genç çocukla tedirgin oldum. Ağacın altında oturup dünya umurunda değilmiş gibi sigara içen adama baktığımda tedirginliğim gitti. Belki bilsem daha da artardı ama bilmiyordum. O anda istediğim tek şey onunla tanışmaktı. Adını öğrenmek, sesini duymak istiyordum. Yanından hiçbir şey olmamış gibi geçip gidemez, onu bu karanlığın içinde bir daha görmemek üzere terk edemezdim.
Neden öyle boş bakıyor ve bu saatte neden yalnız başına oturuyor bilmek istiyordum. Adımlarım taştan ayrılıp toprağa değdiğinde onun yanına gittiğimi anlayarak başını kaldırdı. Gözlerini iki kez kırptı. Sanırım o geçip gitmemi bekliyordu ama geldiğimi anlayınca şaşırmıştı. Kaşlarını çatışından utandım, beni istemiyor gibiydi. Yalnızlığını davetsizce bozuyordum, haklıydı ama umurumda değildi. Onunla tanışacaktım.
Yanına oturduğumda milim kıpırdamadı ve bir nefes daha çekti içine. Duman rüzgârla yüzüme çarptı ve onun nefesiyle kirlenen soluk ilk kez boğazımdan aşağı aktı. Ne söylemem gerektiğini bilemedim, düşünmeye çalıştım ama kalbim bu kadar hızlı çarpıp dikkatimi dağıtırken başaramıyordum. Düşünceler ıslanmış tuz gibi eriyor, onları bir araya getirmemi olanaksız kılıyordu. Ben sustum. O sigarasını içti.
O bana bakmasa da profiline bakarken gülümsemek utanmama neden oluyordu, yine de yüzümü onunki gibi katılaştıramıyordum. Kıpırdadığında rahatsız olduğu için kalkıp gidecek sandım ama onun yaptığı sigarayı toprağa bastırmak oldu. Şimdi burada oturmasının nedeni de bitmişti, artık gidebilirdi ama oturmaya ve onu izlediğim halde bir şey dememeye devam etti. Yine de iki kaşının ortasındaki çukur çakıldığı yerden kazınmadı, bizimle kaldı.
Kulağımdaki müziğin bir süredir sessiz olduğunu bir anda çalmaya başlayan gürültülü parça ile anlayarak sıçradım. Daldığım yüzden gözlerimi ayırmadan önce yarım ağız gülümsediğini gördüm. Alaycıydı. Sessizlikte müziğin sesini o da duymuştu ve bu yüzden korktuğumu anladığı için benimle alay ediyordu.
Hızlı bir hareketle elimi tuşa götürüp müziği durdurdum. Cebimden telefonu çıkarmak için başımı eğdiğimde saçım aramıza perde oldu ve bu yüzden uzun saçlarımdan nefret ettim. Telefonu çıkarıp müzik uygulamasına girerken sol kulağımdaki kulaklık çekildi, şaşırıp ona baktım. Alayın silindiği gözlerini karşıya; boş alanın ötesindeki ağaçlara çevirmişti. Kulaklığı sağ kulağına takıp bana bakınca kaşlarımı çattım. Tek kaşını kaldırıp başının ufak bir hareketiyle telefonumu gösterdi. Gözlerimi kırpıştırıp az önce saçma bir şey yapıp tanımadığı birinin yanına teklifsizce oturan benken, şimdi onun bir yabancının kulaklığını alıp ondan müzik açmasını istemesine şaşırarak isteğine uydum. Listemi baştan sonra taradım. Sanki tüm şarkılar zevksiz, hiçbiri ona dinleteceğim kadar iyi değilmiş gibi hissederken dudaklarımı büzmüştüm. Kimseyle paylaşmadığım ama o an bu tanımadığım adamdan daha önemsiz gelen en sevdiğim şarkının girişi kulaklarımıza ulaşırken yaşadığım anın tuhaflığı kafama bir balyoz gibi indi. Kalkıp gitmem gerekirdi, olması gereken buydu ama o anda olması gerekeni umursayan bir kişi bile yoktu.
Buraya gelirken hissettiğim huzursuzluk yerini güvene bırakırken gözlerimi kapattım, rüzgar onun bedenine çarpıp kokusunu ilk kez burnuma taşıdığında gözlerimi açtım. Yatıştığını düşündüğüm kalbim yeniden hızlanırken yanaklarım bir kez daha ısındı. Bu koku dünyanın en güzel kokusuydu, olduğum bu ağaç dibi dünyanın en güzel yeriydi. Rüzgar en güzel diyarın havasına taşıyor, toprak biz burada yan yana olalım diye duruyordu. Ellerini toprağa yaslayıp kaydı ve başını yavaşça toprağa bıraktı. Kulaklık çıkmasın diye ona doğru eğildim. Hayır, bu yanlış bir tabirdi. O hareket ettiği için onu takip ettim. Sadece ikimizi saran bir ağ varmış gibi o kolunu kaldırsa ben de kaldırır, onun nefes aldığı anda ben de alırdım. Aşağı kaydım ve başının hizasına başımı bıraktım. Sola döndürdüğüm yüzüme bakarken gözlerini yakından ilk kez görerek kalbime işlemesini hissettim. Bu gözler kasım ayının bana çağrıştırdığı buz maviliğinde, bakışları ise önümüzde uzanan kış kadar serinlikteydi. Elimi uzatıp kaşlarının arasındaki çizgiyi düzeltmek ve yüzünü hak ettiği kusursuzluğa geri getirmek istedim ama ona dokunamazdım. Yanlış veya doğru olduğundan değil, yaydığı hava yüzündendi. Gözlerini kapattı. Müzik bizi burada tutan bir halat gibi aramızda asılı kalırken yüzünü izledim.
Tablo gibiydi; her karesinde başka bir duygunun olduğu mükemmel bir tablo. Ressamının çizdikten sonra güzelliğine dayanamayıp intihar ettiği, insanı felakete sürükleyen bir tablo.
Elimi kaldırıp ona dokunmak istedim. Bu arzu öyle güçlüydü ki mani olamıyordum. Elim usulca koluna uzanırken gözlerini açtı, elimi yakaladı. İrkilerek ona baktım. Üşümüş elimi saran eli sıcacıktı, gözleri bir an önce orada olduğuna emin olduğum huzuru eritmiş yerine soğukluğu bırakmıştı. Çekingenleşerek elimi çekmek istedim ama onun yaptığı avucunu açmak olunca ben de açtım. Avucunu avucuma yasladı ve o anda yaptığım gibi birbirine yaslanmış ellerimize baktı. Parmakları benimkilerden daha uzun, avucu da daha büyüktü. Tenlerimiz güneş ve ay kadar zıt sıcaklıktalardı.
Karanlıkta siyah görünseler de daha açık olduklarını bildiğim saçlarının önü uzundu, hava kaldırılmıştı ama şimdi geriye doğru düşmüşlerdi. Gözlerinin buz mavisi olduğunu görür görmez anlamıştım. Şimdi bir ton koyu görünseler de asıl renginin daha açık olduğuna emindim. Teni krema gibiydi, dudakları kendiliğinden pembe ve dolgun, bakışları bir şeyi çözmeye çalışıyormuş gibi dalgınlaşmış. Gözleri yüzümde gezinirken bu sıradan yüzümde ne gördüğünü merak ettim. Toprağa yayılmış saçlarımın tonunu, uzunluğunu beğenmiş miydi? Onunki kadar güzel ve açık olmasa da, bulutlu bir havadaki deniz maviliğindeki gözlerimi? Hiçbir ilginç detayın olmadığı yüzümü sıkıcı buluyor muydu? Bu yanına gelmiş, davetsiz kız hakkında ne düşünüyordu? Belki bir kaçık olduğunu.
Elim hala eline yaslıyken gözlerini gökyüzüne çevirdi, bense görecek başka hiçbir şey1 yokmuş gibi onun üstündeki krem rengi monta bakıyordum. Bir şey gördüğüm yoktu, farkında olduğum tek şey elinin ne kadar sıcak olduğuydu. Gitmem gerektiği düşüncesi kafamın içine girmiş bir kurt gibi beni kemiriyor, yaptığım saçmalığı idrak etmem için mantığımı dürtüp duruyordu. Onu duymazdan gelmem için bir rüzgarın onun kokusunu yeniden bana taşıması yeterli oluyordu. Ona dokunuyor olmak, gözlerinin içine bakmak bana daha önce hiç yaşamadığım hisleri tattırıyor ve bununla yetinmeyip fazlasını vaadediyordu.
Bu yaptığım manasızdı, belki yanlıştı. Ama dünya üzerinde olmam gereken tek yer burasıymış gibi hissederken ilerlemem mümkün değildi. Gördüğüm andan beri girdabına kapıldığım bu yabancının kokusunu ciğerlerime doldurmak, şu zamana kadar hiç hissetmediğim kadar huzurlu hissettiriyordu.
Ne oluyordu bilmiyordum ancak hayatımı etkisi altına altına alan bu adamı bir daha bırakmaya hiç niyetim yoktu.
~