
Elini kaldırarak saçlarımın uçlarına, eşarptan görünen kısmın üzerine değdirdiğinde gözlerinin içine baktım. Parmak uçları ile eşarptan firar etmiş saçlarımı hafifçe eşarbın arasına ittiğinde o an arkamdaki dolabın boşluğu ile bedenim kaydı.
Dudaklarımdan çıkan küçük çığlık ile geriye doğru düşecekken uzanıp, ince belimi kavradı kolu ile. Bedenimi o anki iç güdü ile kendi bedenine doğru çektiğinde istemsizce ellerimi çıplak göğsünün üzerine yasladım.
Düşmenin korkusu ile ona resmen yapıştım. Göğsüm gövdesi ile bir olurken, avuçlarımın içi çıplak tenine temas ediyordu. Sanki parmaklarımın ucuna bir şey batmıştı, aramızdaki bu küçük temas öylesine içime işledi ki geri çekilmek istedim.
Kalbim az daha duracaktı.
Beni sertçe kendisine çekmesi ile aramızda mesafe diye bir şey kalmamıştı. Adeta ona bal gibi yapışmıştım. Nefesim kesilmiş, kalbim duracak raddeye gelmişti.
Hangi ara adamın kucağına düşüvermiştim ben?
“Şey, ben...”
Başımı kaldırıp, gözlerine bakmak istedim ancak başımı kaldırdığımda kaşım çenesine sürtündü. Kolu, sanki hiç ağır değilmişim gibi beni yukarıya doğru çekmişti. Sert soluğu saçlarıma doğru vurduğunda yutkundum.
Yutkundu.
Dudaklarının arasından çıkan nefesi bedenim sanki cehennem ateşinde yanmıyormuşçasına tuz biber oluyordu bana. Aramızdaki bu yokuş aşağı giden heyecan ve çarpıntı günah kokuyordu adeta.
“Saçların...”
Tek bir söz düştü dudaklarından. Önce anlamadım ancak boşta kalan elini uzattı boynuma. Boynumu tüy gibi hafif bir dokunuşla ezip geçen parmakları göğsümün kabarmasına sebep oldu.
Parmakları usulca eşarba dolandı, bunu hissettim. Hafifçe aşağı çekilen eşarbın dokusunu, saçlarımın üzerinden kayışını hissettiğimde karnım burkuldu, bir zelzele almıştı bedenimi.
Sırtıma doğru düşen eşarbı parmaklarının arasına aldı. Ne yapmaya çalıştığını önce anlayamadım, eşarbı neden saçlarımdan çekip aldığını düşündüm ancak bir sonuca da varamadım.
O değil miydi saçlarını ört diyen?
“Siz ne yapıyorsunuz?” dedim, aklımın içinde dönüp duran sorulardan birini dile getirerek.
Parmaklarımı sıcak, esmer kavruk teninden çeksem de avuçlarım hala gömleği ile çıplak teni arasına temas ediyordu.
Soruma cevap vermeye tenezzül etmeden saçlarıma doğru eğilmesi ile gözlerim irileşti. Burnunun ucunu hafifçe saçlarımın arasına sızdırdı, bedenime yayılan ılık his ile parmak uçlarım titredi.
İçine çektiği derin nefesi hissettim, sanki alabileceği son nefemişcesine içine çekmişti saçlarımın kokusunu. O an aklım darmaduman oldu, ciğerlerine çektiği kokumu daha fazla almak istermişçesine üzerime eğildiğinde kollarının arasında donup kalmıştım.
Ne yapıyordu bu adam?
Görmüyor muydu kollarının arasında eriyip kül olacağımı?
Yanlış, diye fısıldadı iç sesim.
Her ne kadar onu sevsem de bana hem kızıp, azarlarcasına konuşup şimdi de bir şey demeden kollarının arasına alamazdı.
Bu çok yanlıştı.
Günahtı.
“Kokun...”
Devam etmedi, bu beni harekete geçiren şey oldu. Avuçlarımı bastırarak onu hafifçe itmek istediğimde bedeninin iriliğini aklımdan kaçırmıştım. O, çok ağırdı.
“Çekilir misiniz?” dediğimde bedeninin kasıldığını hissettim.
O an ne yaptığını fark etmiş olmalıydı. Bana neredeyse sarılıyor oluşunu, kokumu içine çektiğini yeni fark ediyordu...Bir hülyadan uyanırcasına başını saçlarımın arasından çekerek bana baktı.
Göz göze geldik.
Mavileri, yeşillerime karışmak istercesine gözlerime dokundu. Sanki yıllardır kara bir toprak görmeyen ormanlarıma hasret bir denizin bakışı gibi...
“Bakma.”
“Ne?”
“Bana öyle bakma küçük nemrut.” dedi, hemen az önceki haline geri döndüğünde bakışlarımı aceleyle onan kaçırdım.

