bc

Ateş

book_age16+
914
TAKİP ET
4.0K
OKU
HE
love after marriage
arranged marriage
drama
enimies to lovers
first love
friendship
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Sıray Mert; yüzünde kendisine ayrı bir tarz katan çilleri ile simsiyah saçlarının harmanlanması sayesinde yaşıtlarına kıyasla güzel olan bir kadın. Kendisine açmış olduğu makyaj markası ile sektörün önde gelen isimleri arasında yer alırken hayatı dört dörtlük ilerlemektedir. Tabi ki kader denilen oyunbozan bazı iyilikleri daha iyi olması için birkaç kötülük tohumu her zaman serpiştirmektedir.

Ateş Karabulut; birçok erkeğe aykırı olaraktan yıllarca uzattığı uzun saçları ve kadınların rüyasına girebilecek düzeyde büyüleyici mavi gözleri olan bir adam. Karabulut şirketinin varisi olmasının yanı sıra şirkete yenilikler katarak da her geçen günde farklı bir alanda şirketlerini ön plana çıkartabilmektedir. Sıray’ın kaderine eklenilen kötülük tohumlarının tam zıttı ise Ateş’in kaderine eklenmiştir.

Bir akşam Mert ve Karabulut büyükleri akşam yemeğine çıkmışken kendi çocukları üzerinde planlar düşünmeye başlamıştı. İki yetişkin birey sırtlarını yasladıkları anne ve babaları onların arkasından planlar hazırlamaktan asla çekinmiyordu. Karabulut ailesinin babasından çıkan bir plan iki insanın kaderini ortak bir çizgide birleştirmişti.

Salih Karabulut hem Sıray’a hem de Ateş’e karşı farklı konuşarak iki bireyin aklını karıştırmakta ise büyük bir üstünlük sağlamıştı. Bu iki yetişkin Salih Karabulut’un içeriden olumlu ama dışarıdan olumsuz görünen planına kurban giderken sonunda evlilik onları bir bütün haline getirmişti. Beraber yeni bir hayatı keşfederken küçük pürüzler de onları bekliyor ve hiç tanımadıkları bir yolculuğa çıkacaklardı.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1
Bir insanı sevmek, onun hikâyesini sevmektir!* Eski yaşantıların geride kalmış olduğu büyük şehir Ankara’nın gökyüzüne kadar apartmanlarının arasında, sabahın erken saatlerinde o kutsal kuş cıvıltıları kulaklarımıza ve bedenimizde patlamaya saniyeler kalmış gibi negatiflik oluşturan tüm duyguları huzura buldururken topuklu ayakkabılarımın çıkarttığı ses, birbirlerini fark etmeden iş yerlerine yetişmek için yürüyen insanlardan bir farkımın olmadığını fark ettiriyordu. Küçükken topuklu ayakkabının ne olduğundan bir haber olduğum günleri özlemle anarken artık bir makyaj sektöründe isim yapmış olan Sıray Mert isminin ağırlığını omuzlarımda ölünceye kadar taşıyacaktım. Kendi küçük şirketimin kapısını bile açmadan erken saatlerde aldığım, küçüklüğümü hatırlatan bir sesin araması sonucunda yolumu kendi şirketimden uzaklarında olan şirkete çevirmek zorunda kalmıştım. Normalde bu denli duygusal ve düşünceli görünmesem de beni çağıran kişi hem ailem için hem de benim geçmişimin en büyük parçalarını kapladığı için çok büyük bir değere sahiplik yapıyordu. Omzuma çarparak geçen adam sayesinde tökezlediğimde adam ardına bile bakmadan sabahın dokuzunda telaşlarla konuştuğu telefonundan dolayı bana çarptığını bile fark etmeden yoluna devam etmişti. Ne zaman bu denli yoğun olmuş, insanlığımızı yok etmiş ve yanımızdan geçen insanları bile umursamaz olmuştuk? Ne zamandan beridir ki Dünya’nın en zengini olmak için hareket edermişçesine kendimizi unutmuştuk? Derin bir nefes alarak üzerime tam oturan siyah dar kot pantolonuma ve üzerimdeki derin V yakalı, omuzları düşük, geniş kollu, bej triko kazağımın önünde durduğum şirket için çok fazla klasik olduğunu bana belli edermişçesine gülümsüyordu. Ayaklarımı sarak siyah topuklularım ve omzumda asılı duran siyah çantam bir nebze beni iş kadını gibi gösterdiğini umut ediyordum. Karabulut şirketi… Gözlerimi Dünya’ya ilk açtığım andan beri komşum olan Karabulut ailesinin deli gibi emek harcayarak Türkiye’nin en büyük şirketi olacak konuma gelmiş olan, başlangıcım ve galiba da bitişim olan o şirket. Sahibi Salih amca küçükken bana bisiklet binmeyi öğreten, her Pazar günü alıştığımız o komşuluk kahvaltılarının neşesi ve üniversite sınavına gireceğim zaman stresten omzunda gözyaşı döktüğüm kalbi temiz olan geçmişimdi. Kendilerini fazlaca sevmemin yanı sıra babamın lise arkadaşı olması ve hiçbir şekilde arkadaşlık bağlarını kopartmayan sıkı komşuluk ve dostluk ilişkisini en güzel gösteren kişilerdi. Annem ve babam evlendikten sonra akrabalarımızın her birine yıllarca içlerinde biriktirdiklerini suratlarına çarparlarken Karabulut ailesi ile Mert ailesi ellerine mısır alarak kahkahalarla çıkan kıyametleri izlemişler geçmişlerinde. Şimdi ise iki aile de kendi çocukları için fazlaca çalıştıklarını belli eden yüzlerindeki kırışıkları ile onur dolu gülümsemeleri bizlere armağan edilmiş konuma gelmişlerdi. Gökyüzüne ulaşmak istermişçesine büyük olan şirketin dışarısına bir kere daha bakınarak küçük şirketimi ne kadar özlediğimi kendime hissettirmemeye çalışarak içeriye doğru yavaş adımlarla ilerledim. Sabahın erken saati olmasına rağmen Karabulut şirketinin tüm çalışanları çoktan içeride koşturmaya başlamışlardı. Girişin hemen ardında duran resepsiyonu andıran bir bölüm bana göz kırparken yıllar sonra ilk defa girdiğimi belli edermişçesine kendi küçük şirketimin dekorasyonu ile kıyaslamaya başlamıştım. Beyaz duvarlar içeriyi aydınlık gösterirken sekreterlerin girip çıktığı resepsiyon bölümü ve koltuklar şirketin dış camları gibi lacivert ile süslenmişti. Duvarlarında hiçbir tablo ya da raf gibi süslemelerin olmaması şirket için daha ferah bir ortam yaratmıştı. ‘’Kiminle görüşmek için gelmiştiniz?’’ dedi yaslanmış olduğum resepsiyon masasına yeni oturan kadın. Üzerindeki beyaz gömleğinden içine giymiş olduğu sutyeninin pembe renkli olmasını umursamamaya çalışarak suratına kendi tonundan iki ton açık fondöten sürmesi ve arşa kadar uzandığını belli eden yamuk göz kalemi ve hiç de bu şirket için uygun olmadığına inandığım şeker pembesi tonlarındaki ruj ile bana aşağılayıcı bir şekilde bakınan kadınla bakışmaya başlamıştım. ‘’Salih Karabulut.’’ Dedim kadın ile fazla dip dibe olmak istemediğimi hissederek. Bir kadının kendisini boya kovasına çevirmesini kabul etmiyordum hiçbir koşul altında kendi şirketimde ama Salih amca için bu durumun çok da umursanmadığı belli oluyordu. Küçüklüğümde yüzümden kazımak istediğim çillerimi artık benim kendi güzelliğimi oluşturduğuna inandığım için hiçbir özel toplantıda bile fondöten sürmeden gezinirdim. Bakıra çalan gözlerimi farklı tonlarda far karışımları ile yok etmemeye özen göstererek sadece klasiklerimden birisi olan ince eyeliner ve rimel ile genel görünümümü oluştururken özel davetlerimde birçok kadının yapmak için ders aldığı ama benim sadece üniversitede öylesine yapmaya başlayarak bir makyaj şirketi oluşturmama sebebiyet doğuran makyajlardan birini yapar ve o özel günde ismimin kusursuzluğunun konuşulmasına müsaade ederdim. ‘’Salih Bey’in odası en üst katta bulunuyor, sekreterine haber gönderiyorum.’’ Dedi kadın bana iğrenerek bakmaya devam ederken. ‘’Ve size önerim lütfen fondöten seçerken kolunuza değil boynunuza deneyerek seçin ve bir fırça yardımı ile suratınıza eşit bir şekilde dağıtın. Ellerinizle değil.’’ Dedim kendime engel olamayarak. Kadının ağzından tek bir kelime bile çıkmasına müsaade etmeden gelen asansöre kendimi atarak en üst kat olan dokuz numaraya bastım. Asansörün aynalı duvarından kendime son bir kez bakınarak açılan kapı ile alt kattakinden farkı olmayan alana adım attım. Asansörün hemen yanında bulunan sekreter masasındaki kadın yanındaki arkadaşı ile benim hakkımda yaptığını düşündüğüm dedikodularına son vererek bana dik dik bakınmaya başladılar. ‘’Kiminle görüşmek için gelmiştiniz?’’ dedi kadın dik dik bakınmaya devam ederek. Bu şirketteki tüm kadınların dışarıdan gelen tüm kadınlara karşı bir düşmanlığının olduğunu kanıtlayamazdım ama bundan adım kadar da emindim.   ‘’Salih Beyle.’’ Dedim soğuk bir ses tonuyla. Yanaklarına kontür yapmaya çalışarak fondöteni ile çamur yığını yarattığının belli olmasını umursamamaya çalışsam da Türkiye genelinde bu denli berbat makyajların bulunmasını kabullenemiyordum. ‘’İsminiz neydi acaba?’’ ‘’Sıray Mert.’’ Dedim yine soğuk sesimle. Kız telefonla Salih amcayı ararken, durduğum katı incelemeye başladım. Sekreterin ardında kalan ve Salih amcanın odasına açılan kapının bulunduğu duvarlar açık mavi duvar kâğıdı ile süslenirken kalan iki duvar tekrar en alt kattaki beyazlığına devam ediyordu. En alt kata kıyasla duvarlarda bulunan birkaç renkli tablolar iç açıcı dururken, sekreterin masasının ardında dosyalarla süslenmiş olan beyaz raflar bu katın havasını bir nebze olsun bozmaya devam ediyordu. ‘’Salih Bey sizi bekliyor.’’ Dedi sekreter kız. Kıza daha fazla bakınmamaya çalışarak Salih amcanın odasına doğru ilerledim. Odası dışarıdakine göre çok fazla bir şekilde kahverengiliklerle kaplıyken oturduğu masa Grinin Elli Tonundaki Grey’in masası gibi, cam önündeki büyük masasında dosyalara gömülmüş bir şekilde oturuyordu. Masasının hemen önündeki kırık beyaz rengindeki deri koltukları ve hemen hemen camlı duvara kadar olan tüm duvarlarını yerden tavana kadar süsleyen kitaplıklarla hayranlıkla bakınmaya başlamıştım. Salih amcanın masasının önündeki koltuklardan birisinin doluluğunu yeni fark etmiştim. Oturan yapıla ve uzun saçlı olan kişiyi önce bir kadın fakat daha dikkatli bakınınca ise bir erkek olduğunu fark edebilmiştim. Yüzünü göremediğim için kim olduğunu anlamazken Salih amca masasından kalkarak bana sıkıca sarıldı. Yaşına göre önden üç metre ilerleyen göbeği yerine kasları vardı, saçlarındaki beyazları her ay düzenli olarak gittiği bakımlarında boyatırdı. ‘’Sıray… Hay Allah’ım sen görmedikçe güzelleşiyorsun. Bu ne güzellik kızım? ’’ Dedi sıcacık ve sanırsam az da olsa kaslı kollarıyla beni sarmalarken. Gülümsememi yüzümden düşürmeden Salih amcaya kollarımı sarıp kendi kanımdan olan amcalarıma küfürler yağdırmamak için kendimi tutmaya başladım. Her ne kadar babam aile içini kaos ortamına çevirse de Salih amca dışında kimse bana amcalık yapmamıştı. Odunsu kokusu ciğerlerime dolarken gözlerim yaşarmıştı. ‘’Ne yalan söyleyeyim Salih amca; o gazete haberlerindeki fotoğraflardan daha yakışıklısın. Yaşlanmama iksiri falan mı buldun acaba?’’ dedim Salih amcanın kahkaha atmasına fırsat sunarak. Hatırladığım kadarıyla Salih amcanın kardeşleri bir trafik kazasında vefat etmişti ve bundan dolayı da babamı hep kardeşi olarak görmüştü. ‘’Hey güzel kızım. Yine aynı şakalarına devam ediyorsun. Yaşlandım yaşlanmasına da senin o göbekli, kılıbık baban gibi pinekleyip durmuyorum. Azıcık yürüyüş yapıyorum işte. ‘’ ‘’Azıcık yürüyüş mü? Özel spor hocanın olduğunu çok iyi biliyorum Salih amca. Babamın konusunu açmışken geçenlerde annem mantı yapmıştı. Babam o mantıdan tam dört tabak yedi ve üzerine bir de tatlı yemek istediğini söyleyip durdu.’’ Dedim uzun saçlı beyin karşısında ki koltuğa sakince otururken. ‘’Babanı arayıp iki saat öğüt versem neye yarar, beni dinlediği yok. Bu arada Ateş’i hatırlıyorsun değil mi?’’ ‘’Ateş mi?’’ dedim şaşırmış bir şekilde. Ateş… Lise yıllarımı berbat eden, sürekli bana laf sokmaya çalışarak günlerimi karartan, çelimsiz ve insan olduğuna dair kanıtı olmayan bir çocuktu. Salih amcanın ve Arzu teyzenin tek çocuğu, evin en sevileni ama piyasaya ben çıkınca köşeye atılan, ismimle dalga geçmek dışında bana fazla bir şey katamayan, her okul başlangıcında beni koruyacağını söyleyerek birçok kavgada paçasını kurtardığım Ateş… Ağzım açık bir şekilde karşımda oturan uzun koyu kahverengi saçlı, masmavi gözleri ve kirli sakalı ile yakışıklı görünen ama benim lisede hatırladığım çocuk ile uçurum kadar farkı olan insana bakınmaya devam ediyordum. Çelimsiz, sıska, beyninin boş olduğunu düşündüren ve kel olan çocuk kas yapmış, geniş bir vücuda sahip olmuş, saçları var ve hala beyinsiz gibi görünüyordu. ‘’Iyy mağara adamı.’’ Dedim Ateş’e bakınmaya devam ederken. Bana dik dik bakınmaya başlayan Ateş’e onun bana attığı bakışların aynısını ona göndermeye başladım. ‘’Bana mı dedin sen onu?’’ dedi sert bir ses tonuyla. Lisedeki ince, çelimsiz, kart sesi yok olmuş yerine kalın ve koruyucu hissiyat yaratan bir ses tonu geçmişti. Üniversiteye gittikten sonra Ateş’i hiçbir şekilde görmemiştim; o İstanbul’a gidip üniversiteden sonra da oradan yaşama kararı almıştı. ‘’Başka kime diyebilirim? Bu odada senden başka mağara adamı göremiyorum.’’ ‘’Aynaya bakmak istersin her halde sıska. ‘’ ‘’Salih amca bunun burada ne işi var?’’ ‘’Kızım o benim oğlum.’’ Dedi Salih amcam. ‘’Ateş Ankara’ya geri döndü temelli olarak.’’ ‘’Neden? Ona ihtiyacımızın olduğunu düşünmüyorum.’’ Dedim onu öldürmek istermişçesine bakınarak. ‘’Kızım ben artık yaşlandım, şirketin başına Ateş geçecek nasıl ona ihtiyacımız olmasın. ‘’ dedi Salih amca aramızdaki tartışmaya tuz biber olarak. Karabulut ailesine acı hissetmeye başlamıştım; evlerinde bir mağara adamı besliyorlardı. Ateş’in suyu, yemeği, kıyafeti, banyosu, saçı, sakalı ve bir sürü da masrafı vardı. Salih amcanın bu güne kadar nasıl batmadığı sorusu aklımı kurcalamaya başlamıştı. ‘’Evlatlıktan reddetmek için henüz geç değil bence.’’ ‘’Hala çokbilmiş bir salak olmayı nasıl başarıyorsun acaba?’’ dedi o sert ses. Lisedeki o cılız ses ile her zaman dalga geçmek istesem de konuyu oraya getirmeyi hiç istemiyordum. ‘’Salak mı? Güldürme beni Ateş, senin kadar salak olsam beni Türkiye sınırlarına almazlardı. Seni nasıl aldılar hayret ediyorum doğrusu.’’ ‘’Seni Türkiye’ye hayvan niyetine sokmuşlardır.’’ ‘’Seni bu dünyaya almamaları lazımdı ama işte kader. Arada sırada mağara adamlarını beslemek gerekiyor.’’ Dedim sertçe ve elimdeki telefonun titremesi ile birkaç saniyelik susmak zorunda kalmıştım.   ………………………………………………………………………………………………………………………………………………………… Kimden: Çorumluğ Kime: Sıray Mert Tuna Türkiye’ye gelmiş ve bil bakalım nerede? Beyinden özürlü sabahtan beri bana vişneçürüğü ile bordonun aynı renk olduğunu savunuyor.’ …………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….   Simge’ye dualarımı sessizce iletirken Salih amcaya bakınmaya başladım. . ‘’Evet, Salih amca ben neden buradayım? Beni mi çok özledin yoksa bu mağara adamının özlem gidermesi için mi çağırdın? ’’ Dedim gülümseyerek. ‘’Babam seni özlese kendini falan asar her halde.’’ Diye bir mırıldanma duydum. ‘’Ayrıca seni özleyecek kadar da beynimi kaybetmedim.’’ ‘’Ateş biraz sus lütfen. Sıray, güzelim. Biliyorsun ki fazlaca çok yönlü bir şirketim var; bir yayınevi buraya bağlı, iki ya da üç kıyafet markası, spor markaları falan derken sayamayacağım kadar çok fazla bölüme sahip bir şirketiz ve senin şirketini bu şirkete bağlamak istiyorum.’’ Dedi. ‘’Yani ortak olmak istiyorum güzellik seninle.‘’ Sessizliğin içine birkaç dakika gömülerek bu şirket ile kendi şirketimi birleştirmenin bana kazandıracaklarını düşünmeye başladım. Çok yönlü bir şirket olmasının bana sağlayacağı en büyük avantaj yeni çıkacak olan markanın çok hızlı bir şekilde duyurusunun yapılabilmesiydi. ‘’Salih amca bu hep burada mı olacak?’’ dedim parmağımla mağara adamını göstererek. ‘’Evet, kızım, Ateş burada çalışacak ve yakında tüm şirketin başına o geçecek. ‘’ dedi Salih amca gülücükler saçtığı suratıyla. ‘’Peki, ne üzerine çalışıyor? Nasıl mağara adamı olunur falan diye bir bölüm mü var?’’ ‘’Eğer sen böyle konuşmaya devam edersen; nasıl insan öldürülür diye bir bölümde çalışmaya başlayacağım.’’ ‘’O bölümde çalışabilmek için önce bir insan olman lazım.’’ Dedim kahkaha atarak. ‘’Salih amcacım sen gereken evrakları mail adresime atarsın olur mu? Benim şimdi şirkete dönüp bir toplantıya girmem gerekiyor.’’ Dedim ayağa kalkarak. ‘’Elbette canım kızım. Ateş seni şirkete kadar bıraksın.’’ Dedi iyi niyetli yaşlı ama genç görünümlü amcam. ‘’Yok, Salih amcam ben giderim bir taksi ile.’’ ‘’Olur, mu öyle şey kızım. Ateş kalk Sıray’ı şirkete bırak ve sonra da gelip sana anlattığım şeyleri yap.’’  ‘’Oldu o zaman baba benim cenazemi de erkenden kaldır. Beni kiminle gönderdiğinin farkında mısın?’’ dedi Ateş sinirimi bozarak. ‘’Asıl Salih amca beni kime emanet ediyor ona bak istersen mağara adamı. Taş devrine falan geri dönüp, yanarak ölebilir misin lütfen!’’ ‘’Sen gelmeden önce beynim yerindeydi ama senin yüzünden beynimin içi at ağızları tarafından tecavüze uğruyor. Farkında mısın?’’ ‘’Keşke beynin olsa da tecavüze uğrasa, gariban atçıklar boş tenekeye dokunuyorlar.’’ Dedim ve Salih amcaya veda ederek şirketten hızlı adımlarla uzaklaşmaya çalıştım. Ateş her zaman babasının sözüne yüzde yüz uyan bir çocukluk geçirmese de yirmi yedi yaşına gelmesinden dolayı artık babasının tek bir lafını bile esirgemeden yerine getirmeye özen gösterdiğini hissediyordum. ‘’Sıray!’’ dedi o sert ve özgüven ile dolmuş sesi ile. ‘’Ne var?’’ dedim topuklu ayakkabılarımın artık ayağımı acıttığını hissetmeye başlamıştım. ‘’Arabayı çıkartmam bekle.’’ ‘’Sana ihtiyacım olduğunu kim söyledi?’’ ‘’İnat etme de bekle diyorum.’’ ‘’Sen inat etme.’’ ‘’Çocuklaşma.’’ ‘’Sensin çocuk.’’ Ateş arabasını almak için yanımdan uzaklaştığı ilk saniye yoldan geçen ilk taksiyi müşterisinden alı koyarak Karabulut şirketinden kendi şirketime doğru yol almaya koyulmaya başladım. Karabulut şirketi ile ortak olmanın verdiği rahatlık ve yoğunluk daha şimdiden omuzlarıma binmişken yıllar sonra Ateş’i bir kere daha görmenin garipliği henüz atlatamamıştım. Onun çelimsiz hali ile şimdiki hali gözlerimin önüne gelirken burukça gülümseyerek mutlu olmak ve işlerime odaklanmak için kendimi toplamam gerektiğini bir kere daha hissetmiştim. Taksi tam şirketimin önünde durduğu anda dışarıda oluşmaya başlamış şaşkın suratları ile olayı izleyen kalabalığı fark etmem birkaç saniyemi almıştı. Simge’nin sesi tüm sokağı ayağa kaldırmışken Tuna’nın acımasızca ve ağza alınmayacak kadar kötü olan hakaretleri yerken bir de kafasına Hermes markasının bilmem kaç milyon dolarlık çantasını yiyor olmasına üzülerek bakınmaya başlamıştım. Kalabalığın arasından sıyrılarak yıllarca çaba göstererek açtığım şirketin önündeki kıyamet sahnesini izlemeye başladım. Saçları sıkı bir şekilde atkuyruğu olan ve üzerinde bulunan, ince askılı, mini siyah elbiseyi umursamadan yıllar önce alındığı belli olan ama hala yeni alınmış gibi parıldayan Hermes çantası acımasızca ne olduğunu bile anlamamış olan bir adamın kafasına inip duruyordu. Komedi dizisinden çıktığını hissettiren bu sahne günümün Ateş Karabulut’tan da berbat etmesine sebebiyet doğuracak kadar komikti. Tuna Ardınç… Ardınç ailesinin en saçma düşüncelere ve hareketlerine sahip olan, nazik ama Simge’ye karşı nefretten de beter duygular hisseden; beyaz ten rengi, yüzündeki birkaç beni birçok kızın geçmişte ve şimdide kalbini yok ettiğini belli eden gülümsemesi ile de Ardınç ailesinde kuzeni ile birlikte en yakışıklı sıralamasında taht kuran Ateş Karabulut ile ortak lise arkadaşımızdı. Lise yıllarımızda Ateş’in paçasını kurtarmaktan gına gelmesi ile bilinen, her olayımda Ateş yerine Tuna’nın abilik taslamalarından dolayı paçamın kurtarılması ve üniversite için Antalya’ya gittiğimde arada sırada beni ziyaret etmesi ile de hiçbir koşulda arkadaşlık bağımın yok olmamasına sebebiyet veren adam… Doldun dudakları ve Ateş’in gözleri ile yarışabilecek kadar kusursuz bir karizma ile parlayan mavi gözleri beni kalabalığın arasında fark ettiğinde gülerek Simge’yi ardında bırakıp bana sarıldı.   ‘’New York çocuğu Türkiye’ye geri döndü demek ki.’’ Dedim ince kollarımı ona sarıp, üniversitemin ikinci yılınca babasının zorla göndermesi üzerine Türkiye’den temelli giden arkadaşıma özlemle sıkıca sarıldım. ‘’Eh arada köye gitmek lazım değil mi? Nasıl gidiyor bakalım?’’ dedi müzikalite değerinde kusur bulunmayan, yarı kalın yarı ince sesi ile beni kendinden bir adım uzaklaştırarak baştan aşağıya yıllar boyunca geçen süredeki değişimimi izlemeye başlayarak. ‘’Vay canına, Sıray Mert ilik gibi olmuş be!’’ ‘’ İş, ev, iş ev… Klasik bizim hayatımız Ardınç! ‘’ ‘’Neden bu kadar sıkıcı hayatın var ki? Azıcık eğlenmeye hakkın var, git biraz barlarda takıl, kendine bir erkek arkadaş yap. Güzel kızsın o beyin yoksulu arkadaşına göre.’’ Dedi kapının ağzında dikilen ve Tuna’yı öldürmek istermişçesine bakınan Simge’yi kafasıyla göstererek. ‘’Belki bir ara. Bu sıralar sürekli olarak toplantılar ya da balolara katılıyorum ve bilmiyorsun ama şirketimin kendi adına yeni bir makyaj markası çıkartacak. Bu durumlar birazcık beni yoruyor.’’ ‘’Makyajı çok az yapan ama hemen hemen her makyaj malzemesinin ne olduğunu bilen güzellik, Ateş ibnesi arıyor. Sonra görüşürüz.’’ Dedi. Amerika’dan aldığı belli olan yine sayamayacağım kadar çok sıfırın bir arada bulundurduğunu anladığım, beyaz, üstü açık arabasına atlayarak evim olarak nitelendirdiğim caddeden birden yok oldu. Şirketimin kapısında zebani gibi dikilen ve hala Tuna’nın ardından öldürücü bakışlar ve içinden de tonlarca lanet gönderdiğini hissettiğim arkadaşıma doğru ilerlemeye başladım. Lise yıllarında fazla kiloları olduğu için hiçbir erkeğin kabul etmediği ama üniversiteye gittiği ilk yılda sadece on iki erkeğin kalbini ellerine verdikten sonra erkeklere karşı derin bir nefret besleyen Simge, lise yıllarımda en yakın arkadaşım olmayı başaran ve Türkiye genelinden çıkan rezil makyajlardan onda birini bile yapmayarak kalbimde taht kuran arkadaşımı kapının girişinde sarılarak selamladım. Şirketimin tamamen beyaz olması ve duvarlarında satmaktan zevk aldığım makyaj malzemelerinin bulunduğu stantların siyah geçişleri ile huzurla dolmuşum gibi derin bir nefes alabilmiştim. Beyaz rengi her renk ile yakışırken Karabulut şirketindeki fazla renk cümbüşü kafamı allak bullak etmiş olsa bile fıstık yeşili ile kırmızının yan yana çok da güzel olmadığını algılayacak kadar kendimdeydim. Holde bulunan hafif kalabalık ve özenle onlara yardımcı olan çalışanlarıma tek tek bakınırken iki katlı olan şirketimin ikinci katındaki odama doğru ağır adımlarla ilerlemeye başladım. ‘’Lütfen bana bir şey söyle Sıray, o Tuna denilen dengesiz neden buraya geri döndü?’’ dedi Simge ardımdan merdivenleri çıkarken. Simge ile odalarımız yan yana bulunuyordu fakat onun odası renk cümbüşü ile doluyken benim odam krem rengi ile soft bir hava yaratıyordu. ‘’Aylin bana bir bardak soğuk su getirir misin? ‘’ dedim bizi görünce gülümseyerek ayağa kalkan sekreterime gülümseyerek. ‘’Ve Simge, Tuna’nın ailesi de burada… Sence gelmesi normal değil mi?’’ ‘’Tamam ailesi burada ama neden senin şirketine geliyor?’’ ‘’Beni görmek için olmasın.’’ Dedim masama yavaşça oturup çantamı çekmecemin içine göndererek. Bilgisayarımın açılmasını beklerken Simge tam karşımda bulunan koltuğa yerleşerek Aylin’in getirdiği su bardağımdan bir yudum aldı. ‘’Tuna’dan nefret ediyorum!’’ dedi Simge tekrar eski öldürücü bakışlarını su bardağıma göndermeye başlayarak. ‘’Daha beteri de var, Ateş Karabulut geri dönmüş.’’ Dedim açılan bilgisayarımda maillerime girerek Salih amcanın göndermiş olduğu maili incelemeye koyulmadan önce. Simge’den duyduğum ve ağzıma almak istemeyeceğim kadar ağır bir küfrü kulaklarımdan silmeye çalışırken benden önce çoktan Simge’nin içmiş olduğu suyumdan bir yudum aldım. ‘’Salih amcanın şirketi ile ortak olma konusunda ne düşünüyorsun?’’ ‘’Ateş’i yedi yirmi dört göreceğinin farkında mısın Sıray?’’ dedi bana iğrenerek bakınarak. Simge haklıydı; Karabulut şirketi ile ortak olmanın en kötü yanı Ateş ile sürekli yüz göz olacağımdı ama bana katacağı en büyük faydası ise yeni çıkacak olan markanın isminin hızlı duyulmasına sebebiyet doğuracak ve ortak bir şirket olacağımız için çift taraflı ciro artışları gözlemleyecektim. Kabul etmeme durumumda ise iki farklı yol görünüyordu; birisi her şey eski düzeninde ve satış gücünde ilerlerken bir diğeri ise yeni markanın düşündüğümden de az talep görmesinden kaynaklı olarak cirolardaki hızlı düşüşleri engelleyemeyecektim. ‘’Konu Ateş değil, bu şirkette çalışan her insanın maaşında. Senin ve benim maaşım da dâhil!’’ dedim Simge’ye bakınarak. Maili incelemeyi bir kenara attıktan sonra suyumdan bir yudum daha alarak odamda sigara içmek istermişçesine bana bakınan Simge’ye anlamsızca bakındım. ‘’Hayır, tamam, Ateş iğrenç bir durum ama gerçekten Ateş’i önemsememe gerek kalacak kadar çok fazla Karabulut şirket sınırlarında bulunacağımı düşünmüyorum.’’ ‘’Ateş Karabulut’un bir sülük olduğunu ne zaman unuttun bakalım sevgili dostum?’’ ‘’Unutmadım, onun o aptal lise günlerinin her birinde burnun dibindeydim ve öğretmenlerimiz bizi onunla sevgili sanıyordu. Ah galiba midem bulanıyor.’’ Dedim su bardağıma bir kere daha uzanarak. ‘’Su iç su, iyi gelir. Şimdi kabul edilebilir gerçeklikler teorimin de… Neyse saçma sözcükleri bir araya getirerek konuşmayacağım ama bu Cuma günü ürünlerin ilk part çıkışları var ve bu kararı bir an önce düşünerek hareket etmek zorundayız.’’ ‘’Onaylayacağım elbette! Simge ortak bir şirket olacağız ve Karabulut şirketinin cirosu Ankara’daki tüm özel şirketlerin iki katı fazla, bu yeni ürün için efsane bir fırsat.’’ Dedim sakinleşmeye çalışarak. Maillerimin her birini akşam incelemek üzere geri kapatmamın ardından çantamı da alarak ayağa kalktım. ‘’Toplantı bitmiştir.’’ 

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

HÜKÜM

read
224.0K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.0K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
522.4K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook