Yaşamak ve sevmek için ardada,
Ömrüm oldukça peşinden geleceğim… *
Gözlerimi açtığımda her şeyden önce yaptığım şeyi yaparak Aylin’e ve Simge’ye bugün gelemeyeceğimi, kendimi aşırı halsiz hissettiğime dair beyaz yalanların kapladığı bir mesaj atarak, ben uyurken kıyamet kopmuşçasına beni aramış olan anneme geri döndüm. Birkaç saniye içinde açılan telefonda henüz doğru düzgün uyanamadığım için annemin çemkirmeleri bir İtalya’nın Ankara’nın Bağlarını İtalyanca söylemeye çalışması gibi hissettirdiği için yattığım yerde esnemeye başladım.
‘’Sana da günaydın anne!’’
‘’Ay dur ben sana çemkirmemeliydim, sen Karabulut şirketinin… Pardon ailesinin gelinisin, benim güzel paracığım… Pardon ya kızım, kızım…’’
‘’Anne parayı sevdiğin kadar babamı sevseydin benim bir kardeşim daha olabilirdi!’’ dedim banyoma doğru ağır adımlarla ilerlerken. Saçlarım birbirine girmiş ve gözaltlarımda dün gece izlediğim ve milyonlarca gözyaşı akıttığım filme yardımcı olmak için şişmiş bir durumda aynadaki yansımama tiksinerek bakındım.
‘’Bu Pazar seni istemeye gelecekler, Ateş’e sen mi söylersin yoksa ben mi arayayım; şu özel yapım böğürtlenli çikolatalar oluyor ya onlardan istiyorum da.’’
‘’Anne sen ciddi misin yoksa benimle dalga mı geçiyorsun?’’ dedim telefonu hoparlöre alıp yüz bakımımı yapmaya başlayarak. Yüzüme soğuk su çarptığında yüzlük votka içmişim de etkisi yeni geçmiş gibi bir hissiyat yaratmış olsa da cildimin hiçbir koşul altında dinlemediğini fark etmiştim.
‘’Ciddiyim. Neyse ben Ateş’i arar söylerim. Sen papatya mı seviyordun?’’
‘’Hayır, anne ben karanfil seviyorum.’’ Dedim gözaltlarımı nemlendirmesi için bir nemlendirici krem uygularken.
‘’Cenazeye mi geliyorlar akılsız kızım, seni istemeye geliyorlar. Onda da ben kendim için orkide aldırayım en iyi. Neyse babana laf yetiştirip tüm evi ona temizleteceğim. ‘’
Annem telefonu yüzüme kapatırken nem bombası maskelerimden birini yüzüme takarak evde hortlakmış gibi gezinmeye başlamıştım. Midemde bir Çin ordusu varmışçasına guruldamalar yükselirken mutfak dolaplarının hiçbirinde yiyebileceğim tek bir yemek tanesinin bile bulunmadığını fark etmiştim. Bardakları kemirmeye başlamadan önce odama geri dönüp eve bir şeyler almak için üzerimdeki pijamaları değiştirdim. Siyah bir şort giyerek üzerine de bana fazlaca bol gelen ve şortum ile aynı hizada olan tişörtümü geçirip üzerime tişörtüm kadar bol olan gri hırkamı aldım. Çanta almak yerine cüzdanımı, telefonumu ve anahtarlarımı hırkanın cebine sıkıştırdıktan sonra gri spor ayakkabılarımı giyerek sonunda kendimi hafif esen Ankara havasına bırakabilmiştim. Derin bir nefes alarak titreyen telefonuma küfür etsem de tanımadığım numara ile şaşkınca çevreye bakındım.
…
Kimden: 05** 403 ** *8
Arabaya bin!
…
Çalan korno sesi ile yerimde sıçrarken solumda bulunan arabanın son birkaç gündür sürekli içinde gezindiğim, sürücüm olarak da Ateş Karabulut’un bulunduğu araba olduğunu fark ederek derin bir nefes almıştım. Korno sesini duyuncaya kadar kırk tane saçma düşünce zihnimde belirip kendime panikatak krizleri geçirtmeye yemin etmiş gibi davranmaya başlamıştım. En kötü senaryo ise bir seri katilin beni bulduğu ve tüm insanlar hakkında söylediğim dedikodu geçmişimi bildiği için bana işkenceler çektirip, otuz iki yerimden bıçaklayarak, gelinlik giydirdikten sonra da ayaklarıma asfalt döküp bir diri diri okyanusa atacağı olmuş olsa da kendi başıma akıl edemediğim tek bir sorun daha vardı. Türkiye’de okyanus yoktu ve benim ölüm planımda okyanus bulunuyordu.
Kendi kendime küfürler savurarak Ateş’in yan koltuğuna bindiğimde neredeyse aynı giyindiğimizi fark ederek gözlerimi devirdim.
‘’Bu kıyafet ne?’’ dedi Ateş kaşlarını çatarak.
‘’Ne varmış?’’
‘’Fazla açık!’’
‘’Ha… Bende ozon suyu ile falan yıkandığını düşünüp eve geri dönecektim.’’ Dedim rahatlama hissi bedenimi sararken. Ateş bir kelime bile etmeden bana dik dik bakınmaya başladığında hırkanın uçları ile istemsizce bacaklarımı kapatmıştım. ‘’Bakıp durma!’’
‘’Nereye gidiyordun?’’
‘’Markete. Evde yiyecek bir şey kalmamıştı.’’ Dedim telefonumu arabaya bağlamak ile uğraşmaktansa rastgele bir frekans açarken. İbrahim Tatlıses’in Tombul Tombul şarkısı birden tüm arabaya dolduğunda psikolojik sıkıntıların başülkesi olduğuma kanaat getirerek yabancı şarkılarla dolu bir frekansta durarak dışarıdaki insanlara bakınmaya başladım. Herkes deli gibi bir oraya bir buraya koştururken ne kadar da fazla yoğun olduğumuzu tekrar fark edebilmiştim. Nefes almaya bile vakit ayırmaksızın hayatımızı mahvederken altmışlı yaşlara geldiğimiz zaman ise gençliğimizde hiçbir şey yapamadığımız için kendi kendimize torunlarımızın ya da çocuklarımızın başının etini yiyerek hayıflanıyorduk.
‘’Sende kalabilir miyim bugün?’’
‘’Ne?’’ dedim Ateş’i yanlış anladığıma inanmak istermişçesine ona bakınmaya başladım.
‘’Sende kalmak istiyorum.’’
‘’Neden?’’
‘’Evlendiğimiz zaman evde gezinen bir yer cücesine hazırlıklı olmak için!’’
‘’Ben ne yapacağım peki? Evde bir mağara adamı bulunacak!’’
‘’Kaşınıyorsun!’’
‘’Tamam sustum! ‘’ dedim ama hala evimde kalmasını kabul etmemiştim.
‘’Bana yemek yapacaksın demektir.’’
‘’Ben yemek yapamam.’’
‘’Ne alaka?’’
‘’Mağara adamlarının ne yediğini bilmiyorum.’’
‘’Sıray! Sus ve şarkı falan dinle. Yemeği de ben yaparım.’’
Sessizliğe bürünürken kulaklarımı dolduran şarkı ile dışarıya bakınmaya devam etmeye başlamıştım. Romantik bir şarkıydı ki şu anki durum için uygun olduğuna inanmasam da şarkıyı evde yalnız kaldığım dönemlerde de dinliyordum.
Bir şarkı söylemek istiyorum, sadece bizim olan,
Ama hepsini başka bir kalbe söyledim.
Ağlamak istiyorum, âşık olmak istiyorum,
Ama bütün gözyaşlarım tükendi.
Aslında aşk hem bir kadın için hem de bir erkek için omuzlara fazlaca yük binmesine neden olan bir duyguydu ama bazı insanlar için aşk sadece kedilerin oynadığı iplik yumağıydı. Onlar için aşk oyuncaktı; kadının ya da erkeğin kalbinin kırılması umurlarında dahi olmaz, sadece kendi istekleri ve arzuları doğrultusunda hayatlarına devam etmek onlar için normaldi. Ama bazıları da vardı ki; o kadar güzel severlerdi ki kimsenin sevdiği kişi için tek bir kötü kelime bile söylemesine müsaade etmez, öl dese ölürdü. Kalpleri de duyguları kadar temizdi onların ve kırılmaları da bir o kadar basitleşmiş bir döngüydü.
Geçmiş edebiyatımıza bakındığımda genel olarak erkeklerin aşk dolu şiirleri bizleri karşılasa da dönemin eşitsizliği doğrultusunda kadın şair ve yazarların azınlığı da göz önünde bulunuyordu. Lakin Milli Edebiyat dönemi geldikten sonra ve kadınlarımızın Kurtuluş Savaşında askerlerimize ve devletimize yardım etmesiyle kadınlarında gün yüzüne çıktığı bir döneme başlamıştık. O dönemden bu yana kadın için de erkek için de aşk kavramının acı ve sevgi karmaşası içinde bir bütünlük oluşturduğunu anlayabiliyordu.
Ateş Migros’un önünde durduğunda kafamın içindeki dolup taşan düşünceler bir süreliğine kendilerini bir yere kilitleyerek sessizliğe bürünmüşlerdi. Ateş arabasını park ettikten sonra arabadan inerek onu beklemeye başladım. Şimdiden bekâr kadınların gözdesi olurken o tereddüt bile etmeden ve beni olduğum yere çivileyerek elimi tuttuğunda onun üzerinde olan gözlerin bir kaçı azalmıştı.
‘’Neden elimi tutuyorsun?’’ dedim markete girdiğimiz anda.
‘’Bana ait olduğunu ve sana bakanı öldüreceğim için.’’
‘’Neden bu kadar sahiplendin ki?’’
‘’Evleniyoruz.’’
‘’Ne kadar da az yeterli bir sebep!’’
‘’Sus ve yanımdan ayrılma. Alınacak her şeyi alıp seninle gelinlik almaya gitmemiz lazım.’’
‘’Ne gelinliği? ‘’ duraksadım ve aklıma dank eden evlenecek olduğum gerçeğinden sonra Ateş’e bakındım. ‘’Siyah giyeceğim.’’
‘’Bende konuşmaya devam edersen seni burada öpeceğim.’’
‘’Mağara adamı.’’
‘’Baş belası.’’
‘’Aldıklarımın hepsini sen ödeyeceksin!’’ dedim ve ondan ayrılıp market arabasını sürmeye başladım. Ardımdan geldiğini ve çevreyi dikizleyip durduğunu biliyordum. Peynir reyonuna geldiğim anda ayaklarımın yerden kesildiğini ve alışveriş arabasının içinde oturduğumu hissettiğim anda çevredeki aşk koliklerin bizlere hayran hayran bakınmaya başlamıştı. Parmağımla gösterdiğim köy peynirini, zeytin, patates, domates, soğan, birkaç tane isimlerini karıştırdığım yeşillik, ketçap, mayonez, vişne reçeli, salatalık ve birkaç parça da çikolata alıp aklımdaki listeyi gözden geçirmeye başladım. Alacağım birkaç şey dışında her şeyi üzerime koymuştu. Arabanın yarısını kaplarken Ateş’e kollarımı uzatarak beni normal insan halime döndürmesine karşı teşekkür edermişçesine bakındım.
‘’Ateş… Ekmek alır mısın?’’ dedim en üst raftaki krem şantiye ulaşmaya çalışarak. Boyumun kısa olmasından dolayı ve her saniye kısa olduğum için topuklu ayakkabı giymediğim için krem şantiye uzanamıyordum. Ateş’in belime dokunduğunu hissettiğimde, krem şantiyi aldığını ve arabaya koyup bana karşı olan bakışlarıyla karşılaştım.
‘’Kısaymışsın!’’
‘’Zürafa!’’
‘’Seninle evlenecek olmam artık korkunç gelmiyor gözüme.’’ Dedi ve beni de peşinde sürükleyerek ekmek reyonuna soktu. Meyveli pasta istiyordum. Regl dönemine yaklaşıyordum ve aşerme, naz yapma duygularım tavan yapmıştı. Kendim ve Ateş için iki tane minik meyveli pastadan alıp, Ateş’e baktığımda kepekli ekmeklerden aldığını gördüm.
‘’Süt.’’ Dedim aniden aklıma gelen alacağım şeyden kaynaklı. ‘’Süt almalıyız ve biraz da çilek. Canım istedi.’’
‘’Başka alınacak var mı?’’
‘’Imm. Hayır.’’ Dedim ve gülümseyerek pastayı arabanın içine koydum. Kendimi babası ile alışverişe çıkan küçük kızlar gibi hissetmiştim. İki tane bir litrelik süt alıp çilek dışında kiraz, kivi ve kavun da alarak tüm alışverişi tamamlamıştım. Tüm yazlık meyvelerin sonu gelmişken benim aşermelerim bitmiyordu. Kasaya gittiğimizde Ateş benden önce davranarak cüzdanını çıkartmıştı. Onu adet gereği para ödememesi için ikna etmeye çalışsam da işime gelmişti bu durum. Poşetleri kollarıma takıp, bedeni tamamen kas olan, yakın bir süre zarfı içerisinde yürümekte sıkıntı çekip sallanarak yürüyen erkekler gibi yürümeye başladığımda Ateş’in ardımdan kahkaha attığını duymuştum. Ateş’in yanıma gelip her bir poşetin bagaja özenle yerleştirmesini bekledim. Kollarım tonlarca ağırlık kaldırmışçasına acırken Ateş bagajın kapısını sertçe vurduğunda yerimden sıçradım.
‘’Kısa! Bin hadi.’’ Dedi pis bir sırıtış göndererek. Göz devirerek ön koltuktaki yerimi aldım ve hiç vakit kaybetmeden radyoyu açtım, hastası olduğum Dust Till Dawn şarkısı kulaklarımı doldururken akşama kadar uyuduğum ve markette de neredeyse bir buçuk saat harcadığımız için gün batımının kutsal renk uyumu bizi selamlamıştı.
Ama bebeğim asla yalnız olmayacaksın
Alacakaranlıktan şafağa kadar seninle olacağım
Şarkı gün batımının tam zıttı bir ana uygun olsa da güneşin turuncularla doldurduğu gökyüzü, özgür bir kuşmuş gibi süzülmeme izin verecek kadar kusursuzdu. Ama artık bir kafese kapatılacak olan bir kuştum ve bu durumdan yavaş yavaş rahatsızlık duymamaya başlamıştım.
‘’Gelinlik almaya bugün gitmesek?’’ dedim şarkının büyüsünü bozmamak adına sakin bir ses tonuyla.
‘’Bana uyar.’’ Dedi ve evime doğru sürmeye koyuldu.
Ateş’e alışıyordum; onun bedenini yanımda görünce problem olmuyordu, insanlar onu yiyecekmiş gibi bakınca canım sıkılıyordu, sürekli bir yerlerden çıkıp beni bulduğunda ufak şok krizlerinden sonra mutlu oluyordum…
İkimizde de tonlarca sorun varken, karakterlerimizde kusurlar varken bir tarafın kusursuz olmasını sağlayamaz; birbirimizi kusurları ile kabul etmezsek de devamlılık sağlayacak bir yaşantı kuramazdı. Bu kuram evlilik, aile, arkadaşlık, iş hayatı ve tüm sosyal hayatta geçerli olan bir durumdu ve kusurlar insanları güzel yapardı. Kusurlarımızla insan olduğumuzu hatırlardık tekrar tekrar ve insan olduğumuz için de kusursuzluk duygusu ile kusurlarımızı bastırırdık. Basit, öz ve kötü özelliğimizdi bu durum.
**
Eve vardığımızda Ateş tüm aldıklarımı güzelce yerleştirmek için tüm yiyecekleri nereye koyacağına dair bana tonlarca soru sormuş, ben pilav yaparken kafayı yememek için de telefondan rastgele bir video açarak bir yandan da videoya odaklanmaya çalışmıştım.
Annemin geçen sene pişirip bana buzluktan çıkartırım diye hazırladığı kuru fasulye yemeğini de ocağa atıp Ateş’in salata yapmasına yardım etmeye koyulmuştum. O salatalık, domates gibi kolay salata malzemelerini doğrarken ben soğan ile tonlarca gözyaşı akıtmayı başarmış ve soğanlı ellerimi Ateş’in yanaklarına sürerek onu da ağlatabilmiştim. Yemeğe oturduğumuzda bedenlerimize çöken ani bir yorgunluk ile uyuşuk hayvanlar gibi yemeklerimizi yemiş, mutfağı birlikte topladıktan sonra salondaki televizyondan Netflix’i açarak Ateş kendi özel soslarıyla bize mısır patlatmıştı.
‘’Yemek yapabiliyormuşsun bak.’’ Dedi mısırlardan birkaç tane ağzına atmadan önce.
‘’Sende insan gibi yiyebiliyormuşsun.’’ Dedim koltukta kendime uygun bir yatma alanı yaratmaya çalışarak. Arada sırada Ateş’e tekmeler savursam da Netflix’ten hala bir film bulamamıştık.
‘’Ne izleyeceğiz?’’
‘’Zombili yeni filmler internete düştü diye biliyorum.’’
‘’Asla izlemem.’’
‘’Neden?’’
‘’Korkunçlar.’’ Dedim. Dünya Savaşı Z çıktıktan sonra Simge’nin beni zorla sinemaya götürmesi ve gözlerimi kapatmama bile izin vermeden delirmiş gibi izletmesinin ardından zombilerden korkmaya başlamıştım. İlk korktuğum dönemlerde evimi bir zombi baskınına göre planlayıp, krokisini çizmiş; durduk yere eve kuru bakla stoklamaya başlamıştım ve sonunda Simge bir ay boyunca bende kalarak zombilerin gerçek değil hayal ürünü olduğu konusunda milyonlarca cümle duymama neden olmuştu.
‘’Pekâlâ, macera izleyelim.’’ Dedi Ateş beni kendine sıkıca çekip ardımdan belime sarılırken. Olduğum yerde put gibi kesilirken ellerimin arasından kayan kumandayı fark etmem uzun bir süremi almıştı. Göğsü sırtıma sıkıca sarmış bir şekilde sıcaklık yayarken boynumun altındaki kolları, kaslarına rağmen yumuşacık bir hissiyata sahipti.
‘’İlla bir şey izlememiz mi lazım?’’
‘’Dizi de izleyebiliriz. Benim uykum yok.’’
‘’Kiralık Aşk izleyelim. İkinci sezonunu hala izlemedim.’’ Desem de Ateş’in burnu burnuma dokunduğu anda duraksamıştım. Dudağımın üstüne küçük bir buse kondurduğunda istemsizce kıkırdarken bulmuştum kendimi.
‘’Bence Rick ve Morty izleyebiliriz. Sabah da işe gitmeyeceksin bu arada, Simge’ye halsizliğinin devam ettiğini yarın her şeyin üstesinden tek başına gelebileceği hakkında uzun ve poposunu kaldıracak övgülerle dolu bir mesaj attım. Ayrıca o çok istediği bilmem ne markası tüm kıyafetlerden birer parça da alacağımı söyledim…’’
‘’Sen ciddi olamazsın? Simge peşini bırakmaz!’’
‘’Ona özel tasarım bir tulum yaptırmasını söyledim Tuna’ya.’’
‘’Tuna mı? Ateş benim çok uykum var da ben mi kelimeleri farklı yerlerimle algılıyorum?’’
‘’Hayır, çilli doğru anladın!’’
Birkaç cümle daha söylemek için bana bakınsa da, omuz silkip dudağımı tekrar öptükten sonra Rick ve Morty’nin birinci bölümünü açmıştı. Dizi o kadar sarmıştı ki zamanın nasıl geçtiğini anlamadan birinci sezonu bitirmiştik. Morty’nin sürekli ağlamalarına Ateş ile çemkirirken, Rick her geğirdiğinde Ateş arkamdan aynı sesi çıkarttığı için kahkahalar atmış sonra da zorla bana da denettirmeye çalışmıştı.
‘’Ay karnım ağrıdı gülmekten!’’ dedim ona doğru dönerek. Hala belime sarılmış bir şekilde yatıyorduk ve tenim onun tenine dokunduğu için rahatsızlık duymuyordum. Ateş saçlarıma ufak bir öpücük kondurduktan sonra üzerime doğru eğildi.
‘’Demek karnın ağrıdı öyle mi?’’ dedi tişörtümü hafif yukarı kaldırarak. Hangi ara yaptığını anlamadığım bir şekilde yanaklarının içini hava ile doldurup göbeğime bastırarak garip bir ses çıkarttığında şok ile ona bakmanın ardından tekrar kahkaha atmaya başlayınca karnıma sağlam bir ağrı girmeye başlamıştı. ‘’Gülmek sana çok yakışıyor.’’
Gözleri gözlerime birkaç saniyeliğine kilitlendiği zaman çoktan beni öpeceğini fark etmiş bir şekilde onun dudaklarına minik bir buse kondurarak altından kaçıp salonun en uzak köşesine doğru ilerledim. Ateş önce şok geçirmiş bir şekilde olduğu yerde duraksamış, ardından koltuktan kalkarak üzerime doğru gelmeye başlamıştı. Ayaklarım sanki yere sabitlenmiş gibi kaçma dürtüme ters hareket etmeye başlasa da bir süre sonra üzerime bir zombi geliyormuşçasına yatak odama kaçıp kapıyı kapattığımda istemsiz bir kıkırdama tüm benliğimi alt üst etmişti. Ateş ile oyun oynuyordum ve bu benim aşırı hoşuma gitmişti. Ateş kapıyı zorlamaya başladığında gücümün ona yetmeyeceğini anlayarak yatağımın üstüne çıkıp elime yastıklarımdan bir tanesini aldım.
‘’Sen beni mi öptün?’’ dedi yatağımın başına geldiğinde. Azgın bir gergedanmış gibi bana gözlerini dikerken kahkaha atmamak için kendimi tuttuğumu fark edebilmiştim.
‘’Bence bunu konuşabiliriz, hem o bir öpme değildi.’’
‘’Neydi peki?’’
‘’Buse?’’
Ateş yatağa çıktığı anda kafasına hızla geçirdiğim yastığı duvara vurmuşçasına bir etki yaratması üzerine kendimi yataktan aşağıya atacakken havada yakalanan bir tenis topu gibi yatağa geri yapışmıştım. Ateş ellerimi yukarıdan kenetleyerek üzerime çıktığında ölüm sözleşmesini imzalayan Persephone gibi hissetmeye başlamıştım. Dudaklarımızı birbiri ile kenetlediğinde bedenimdeki korku duygusu yok olmuş bir şekilde onun dudaklarının büyüsü ile kendimi Cennet’in en huzurlu köşelerinden birine yerleştirmiştim. Ellerimi bırakıp yavaşça yanağımı okşamaya başladığı anda kollarımı boynuna sararak, mağara adamı benzetmesini yaptığım ama bir pamuk kadar yumuşak olan saçlarının arasına parmaklarımı soktum. Dudaklarımız uyum ile dans ederken Ateş’in kucağına oturmuş bir şekilde kendimi bulduğumda eğer durmazsak tahmin etmek bile istemediğim şeyler ile karşılaşacağımı hissettiğim panik duygusu ile kendimi geri çektim.
‘’Canını mı yaktım?’’ dedi Ateş şok geçirmiş bir şekilde.
‘’Dursak iyi olur…’’ dedim fısıldarmışçasına.
Ateş’in yüzüne bakmadan babamın annemden kaçıp bende kaldığı zamanlardan kalma eşofmanlarından bir tanesini Ateş’e verip, pijamalarımı dolabımdan alarak banyoya geçtim. Yüz bakımımı tamamlamak birkaç dakikamı alsa da Ateş’in uyumasını bekliyormuşçasına banyoda oyalanmaya başlamıştım fakat dişlerimi de fırçalayarak Ateş için stokta olan dış fırçalarımdan birini çıkartıp yanına gittim.
‘’Al bakalım mağara adamı.’’ Dedim fırçayı ona uzatırken.
‘’Baban neden benim on katım gibi?’’
‘’Çünkü senin on katın ve onun vücudunda kastan ziyade yağ var. ‘’ dedim yatağımda kendi yerimi alırken. Telefonumu başucumda şarja bıraktıktan sonra tahmin ettiğimden de çok uykumun olduğunu fark edebilmiştim. Ateş’in banyodan çıkmasını beklemeden kendimi uykunun kollarına bırakarak, dış dünyadaki tüm kötülükleri bittiğine dair hayaller dünyasında kendimi kaybetmiştim.
**
Ateş
Banyodan çıktığım anda Sıray yatağında huzurla uyuyor, yavaş bir şekilde nefesi odasını süslüyor, göz kapakları kâbus görmediğini belli edermişçesine sakince titriyordu. Yanına sakince yaklaşarak saçlarına küçük bir buse bırakmanın ardında onun arkasındaki yastığa kafamı koyduktan sonra araya biraz mesafe bırakarak sabah benden ürkmemesini dilemeye başlamıştım. Huzurlu geçirdiğimiz bu günün ardından kavga etmediğimiz için mutlu bir şekilde gülümserken onunla iyi anlaşmaya başladığımızı dileyerek omzunun üstüne küçük bir buse kondurdum.
‘’Ah Sıray; keşke nasıl sevdiğimi görebilseydin…’’ diye fısıldadım. Onun huzur dolu diyarlarında buluşmak için kendimi uykunun derin kollarına bıraktım.
*Turgut Uyar – Göğe Bakma Durağı sayfa 15