İlk aşkım değildin belki
ama diğer bütün aşklarımı
hükümsüz kılandın. *
Akşam yatağıma kurulup günlerdir bitirmem için gözlerimin içine bakınan dizimi izleyeceğim sırada Salih amcanın beni özel olarak kahvaltıya davet etmek için araması ile tüm dizi izleme hevesim kursağımda kalarak Youtube sınırları içerisinde dolanıp kendimi uykunun kollarına teslim etmiştim. Bir gün önce duş aldığım için elimi ve yüzümü soğuk su ile birkaç saniyelik baş başa bırakmanın ardından giysi dolabımın önüne geçerek bakınmaya başladım. Kot eteğim bana el sallarken hiç tereddüt etmeden alıp giydim ve üzerine beyaz gömleğimi giyerek eteğim ile aynı tonda olan crop kot ceketimi üzerime alıp makyaj masamın karşısına geçtim. Hiçbir şekilde makyaj yapmak istemesem de elime yüzüme renk gelmesi gerektiğine inanarak sadece ince bir eyeliner, rimel ve ruj üçlemesi ile işimi bitirerek bilekten bağlamalı, dolgu topuklularımı da ayağıma geçirerek el çantamın içine cüzdanımı, telefonumu ve anahtarlarımı alarak sonunda istemeyerek evden ayrıldım.
Otobüs durağına doğru giderken Salih amcanın neden benimle buluşmak ve görüşmek istediğini düşünmeye başlamıştım. Gelen otobüs ile sadece iş hakkında konuşacağını düşünerek kendimi avuttuğumda kulaklığımdan gelmeye başlayan kusursuz şarkıların sesleri ile Kızılay’ın sokaklarına gelinceye kadar kendimi sessizleştirebilmiştim.
Gecikmeli bir şekilde girdiğim kafede Salih amcanın cam kenarına oturmuş, telefonundaki yazıları kendisinden uzaklaştırarak okumaya çalıştığını görünce trafikte otuz ile gezinen amcalara küfür etmemek için kendimi sıkmaya başladım. Klasik Ankara trafiği olarak sabahı öğrencilerin kaplaması gerekirken altmış yaş üstü tüm amcalar sokağa dökülmüş, öğrenciler ise okula yetişebilmek için her an birinin çiğneyecekmiş gibi çevreye bakınarak yürüyordu. Salih amcanın yanına gidip sıkıca sarıldıktan sonra garsona önceden sipariş verdiği serpme kahvaltı önümüze gelmeye başlamıştı. Salih amca hiç tereddüt etmeden benim tabağımı önümden alarak gelen kahvaltılıklardan doldurmaya başladı. Kendi amcalarımdan görmediğim sevgi ve ilgiyi Salih amcadan görmem kendi öz akrabalarıma küfür etmeme sebebiyet doğuruyordu.
‘’Sıray şimdi seninle önemli bir konu konuşmam gerekiyor.’’ Dedi Salih amca günlük konuşmaların ortasında. Kafamda soru işaretleri oluşmuşken tabağıma koyulmuş olan kahvaltılıklardan atıştırmaya başladım.
‘’Ne oldu Salih amca?’’
‘’Ateş ile dün yaşadığınız olay… Bak kızım; seni küçüklüğünden beri tanıyorum ve aileni de çok seviyorum. Ateş ile kardeş gibi büyüdünüz biliyorum ama bizler aranızdan çekildikten sonraki hayatınızda aranızda neler oldu bilmiyorum ama ikiniz de artık kaç yaşınıza geldiniz. Birbirinize bu denli kötü sözler söylemeniz doğru değil ve artık bizler aileleriniz olarak yaşlandık ve ne zaman öleceğimizi bilmiyoruz. Artık yaşınız da geldi…’’
Bir süre duraksayarak Salih amcaya boş boş bakınmaya başladım. Yediğim yemek boğazımda durmuşken çaydan bir yudum alarak önümdeki tabağa bakınmaya başladım.
‘’Salih amca… Ben anlamadım.’’ Dedim. Ne demek istediğini kabullenmek için tamamen açık açık konuşmasını beklemeye başladım. Yanaklarımın al al olduğunu fark ettiğimde bedenimi kaplayan soğukluk terlememe neden olurken Salih amcanın tüm konuşmalarını zihnimde bir tartı ile tartılırken konuşmanın sonunu düşünmek istemediğimi fark ettim.
‘’Yani kızım iki ailede sizleri kırk yaşından sonra evlendirmeyi düşünmüyor. Böyle bizlere nur topu gibi torunlar getirmeniz için artık geç olacak yaşlara girmek üzeresiniz.’’
Boğazıma takılan ikinci bir yumru ile yutkundum; aileler arasında ki tek sır benim kısır olmamdı ve bu durum en çok da beni etkiliyordu. Hiçbir zaman kendi çocuğumu kollarımın arasında koruyarak ve severek büyütemeyecek olmam, öğrendiğim ilk anda yıkılmama sebebiyet doğuran bir gerçeklik olmuştu. Ayrıca Salih amcanın bizi evlendirmek istemesi bir tık midemi bulandırmaya başlasa da o Ateş denen mağara adamı ile evleneceğime ölmeyi tercih ederdim.
‘’Ailem bu konu hakkında ne diyor? Yani evlenme yaşımın artık geldiği konusunda.’’
‘’Dün yemekte konuştuk. Onlarda artık ikinizin de evlenmesi gerektiğini onaylıyor Sıray.’’
‘’Anladım…’’ dedim uzun bir sessizliğe sebebiyet doğuracak bir şekilde elimdeki çatalı masaya sakince bıraktım. Doyduğumu hissediyordum ama hiçbir şey yememiş olmam da birkaç saat içerisinde kan şekerimin düşmesine ve bayılma eşiğine geleceğimi kabul kılmama sebep olmuştu. ‘’Salih amca ben kalksam iyi olacak. Bir toplantım vardı. ‘’
‘’Hesabı ben öderim sen git toplantına yetiş. Bu dediklerimi de bir düşünün.’’
Başım ile onayladıktan sonra çantamı alarak koşar adımlarla kafeden ayrıldım. Kendi ailem bile Karabulut ailesi ile aynı fikirdeydi ve ben Ateş gibi bir insan evladı ile evlenmek zorundaydım. Büyük ihtimalle babam Ateş ile evlendikten sonra daha uslu bir kadın olacağımın inancı ile Salih amcayı desteklemişti ve annem de damadından gelecek olan ekstra paralardan dolayı sevinç deposuna dönüşmüştü. Peki ya Arzu teyze, o da Ateş’in bana benim de Ateş’e sahip çıkacağıma inanıyordu ve Salih amcada onu onaylıyordu. Ateş onların her dediğini kabul eden ve ailesinin sözünün üstüne bir tane bile söz söylemeyen bir çocuk olarak yetiştirildiği için onların her dediğini onaylamış olması gerekiyordu. Titreyen ellerimle çantamdan telefonumu çıkartarak Tuna’nın numarasını hızla tuşladım. ‘’Sabahın köründe aramanı neye borçluyum?’’ dedi Tuna uykulu bir ses tonuyla. Telefonunun sesi ile uyandığını çok rahat bir şekilde anlarken derin bir nefes alıp çocukken dördümüzün de okuldan kaçıp ailelerimizden azar yemeden önce kahve içip sohbet ettiğimiz kafeye doğru yönümü çevirdim.
‘’Ateş’in numarasını bana atar mısın?’’ dedim sesimin titremesini engellemeye çalışarak.
‘’Sıray ya kafana bir şey düştü ya da birisi senin alnına silah tuttu ki sen Ateş’in numarasını istiyorsun benden. İyi misin ve benim gelmemi ister misin?’’
‘’Sadece… Ateş’i ara ve bu lisedeyken okuldan kaçıp geldiğimiz kafeye gelmesini söyle olur mu?’’ dedim telefonu kapatıp kafenin üst katındaki en sakin köşeye oturmadan önce. Tuna bir şeylerin ters gittiğini fark etmişti ve o beni her şeyden iyi anlayan belki de tek erkek arkadaşım olmuştu. Kendisi Ateş için benimle aynı sınıfa düşecek kadar salaklık yapıp daha sonralarında ise mahallemize gelerek kaldırma oturup yanımızdan geçen tüm kadınlara laf atma yarışına girecek kadar saçma bir şekilde samimi olmuştuk. Abisi olan tüm kızların abilerinden dayak yemiş de olsa lisedeki ilk aşkımın bir kız ile öpüştüğünü gördükten sonra onun omzunda saatlerce hıçkırarak ağlamış ve en sonunda sümüğümü koluna sürdüğüm için beni eve gelinceye kadar aralıksız bir şekilde kovalamıştı.
Üniversiteye ilk gittiğim yıl ise Tuna sürekli olarak yanıma gelip okulumda bulunan tüm kadınları tavlamı girişiminden sonra ikinci yılında sonunda kendi okulunun olduğunu fark ederek günlerini ve hareketlerini düzeltmişti. Üniversite üçe geçtiğimiz andan bu yana hiç görüşmemiştik ama artık eskisi kadar kadınlara asılacak vakti kalmadığı için değiştiğine inanıyordum.
Onunla ilgili en komik anım ise ailem ile tanışacağı gün ortaya çıkmıştı. Babamdan korktuğu için kendisini Simge ve benim sayemde kadın kılığına sokturtmuş ve Ateş’e aşkım falan demişti. Annem başlarda Ateş’in cinsel hayat tercihlerini sorgularken sonunda Tuna’nın erkek olduğunu anlamıştı ve hiçbir şekilde çaktırmadan birkaç yıl boyunca bu konu hakkında Tuna’yla dalga geçmişti. En büyük sıkıntı ise babam gerçekten de Tuna’nın bir kadın olduğuna inanmıştı ve Tuna ile birlikte ikinci en çok dalga geçtiğimiz kişi konumuna hızlıca yükselmişti. Aklıma gelen anılar ile burukça gülümserken üst katın kapısından kan ter içinde kalmış olan, nefes almak için birkaç saniye duraksayan Ateş’i görmem ile gerçeklik evrenine giriş yapabilmiştim. Siyah pantolonu bacaklarını sararken üzerine giymiş olduğu siyah atlet tişörtün üstündeki bej rengi hırkası ile gerçekten de ne giydiğini düşünemeyecek kadar hızlıca hazırlanıp geldiğini fark edebiliyordum. Saçları yeni uyandığını belli eden dağınıklığı ile benim masama doğru gelirken garson kadın çoktan Ateş’in ağzına düşmüş bir şekilde arkasından yürüyordu. Masa oturduktan sonra derin bir nefes alıp kendisi için bir su benim için ise orta şekerli bir Türk kahvesi söylemesinin ardından gerçekten de lise yıllarımızdaki kaçtığımız günleri özlediğimi bir kere daha hissettim.
‘’Seni bu kadar erken ve hızlı bir şekilde buraya çağırdığım için özür dilemek isterdim ama maalesef ki dilemeyeceğim. Konuşmamız gerek.’’ Dedim bana bakınan yarı öfkeli mavi gözlerine dik dik bakınarak.
‘’Düşündüğüm şeyi konuşacaksan önce sen başla Sıray.’’ Dedi.
‘’Salih amca bugün beni kahvaltıya çağırdı ve yemeğin ortasında artık evlenmemiz gerektiğini, yaşımızın iyice ilerlediğini ve iki ailenin de bu durum hakkında onayı olduğunu söyledi.’’
‘’Dün akşam da benimle bu konu hakkında konuştu ve artık bizler yaşlandık tarzında cümleler kurdu. Doğruyu söylemek gerekirse direk olarak evlenin dedi.’’
Ateş ile birbirimize boş boş bakınmaya başladığımızda garson çoktan Ateş’in verdiği siparişleri getirerek Ateş’in içine düşmeye devam etmişti. Kızın makyajı gözlerimi kör edecek kadar kalabalık ve yanlışken Ateş’in ağzına düşme hareketleri, suyunu koyarken göğüslerini ortaya çıkartması kadınlığımdan utanmama sebebiyet doğurmuştu.
‘’Evleneceğiz.’’ Dedi Ateş kızın göğüslerine bile bakınmamışken. Sakin olmaya çalışarak kahvemden bir yudum aldım ve Ateş’in birçok kızın kalbini yok ettiğine inandığım gözlerine bakınmaya başladım. O mavi gözlerin altındaki sorunların onda birini bile bilmezken ona bu denli kötü davrandığımdan dolayı kısa bir süreliğine üzüntü evrenine giriş yapmıştım. Sakinliğimi korumak isterken bedenimi kaplayan ağlama isteğini bastırmak için kahvemin hepsini tek bir yudumda içerek gözyaşlarım akmaması adına gözlerimi sıkıca kapattım. Bu ülkeyi terk etmek hatta kendi mezarımı kazarak oraya kendimi öldürüp atmak istiyordum ama bu durumda ilk defa aileme karşı gelmeden hareket etmek zorundaydım.
‘’Kalkalım.’’ Dedim titrediğini son anda fark ettiğim sesimle. Ateş gözlerime derin derin baktığında tem umut ettiğim şey ağlamamak için kendimi sıktığımdaki kırmızılıklarını fark etmemesiydi.
‘’Benimle gel.’’ Dedi masanın üstüne hesabı ile ödemeden normalde ödememiz gereken paranın neredeyse iki katını bırakıp kolumdan beni çekiştirmeye başlamadan birkaç saniye önce. Koca Kızılay’ın ortasında arabasını istediği yere park eden Ateş Bey’e özel ceza yazılı olan kâğıt camın önüne sıkıştırılmışken Ateş hala beni arabasına bindirmek için çabalıyordu.
‘’Ben senin olan hiçbir şeye binmem.’’ Dedim sert bir şekilde kolumu ondan kurtarmaya çalışarak.
‘’Benimle aynı evde kalacaksın bundan sonra farkında mısın? Bin şu arabaya!’’
‘’Valla bağırırım beni burada kaçırıyorlar diye, şu köşedeki taksici amcaların hepsi seni öldürür. Senin arabana binmem dedim ben!’’
‘’Sıray seni zorla bindirir o arabaya da seni bağlarım. Evleneceğimizin farkında mısın sen!’’
Suratıma kalıp gibi çarpan söz ile akmasını engellediğim tüm gözyaşları yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı. Ateş canımı yaktığını düşünmüş bir şekilde beni kendi kollarının arasına sararken aslında bir mağara adamı gibi kötü kokmasını düşündüğüm bedenindeki kalas kokusu ciğerlerime dolarken daha çok ağlamaya başlamıştım.
‘’Sevmediğim bir insan ile evlenmek istemiyorum.’’ Dedim kafamı büyük vücudundan kaldırmayıp ağlamaya devam ederken.
‘’Benimle gel seni bir yere götüreceğim. ‘’ dedi bana sarılmayı bırakıp yanaklarımdan akan yaşları silerek. ‘’Ve telefonunu versen iyi olur çünkü Simge’yi arayarak işe gelemeyeceğin hakkında bilgi vermem lazım.’’
Çantamdaki telefonu ona uzatırken yan koltuğa oturarak aynadan yanaklarıma bulaşmış olan gözyaşlarını silmeye başladım ama sürekli olarak akmaya devam ediyordu. Ateş yan koltuğa oturarak Simge’ye laf anlatmaya çalışırken arabasını da çalıştırarak Kızılay sokaklarından bilmediğim sokaklara doğru yol almaya başlamıştık bile. Ellerinin titrediğini fark etsem de kafama cama yaslayıp uzaklarda görünen dağlara boş boş bakmakla yetinmeye başlamıştım. Gözlerimi kapatarak bedenimde akmak için sıraya girmiş olan gözyaşlarımı yok etmek istermişçesine, zayıf bir bünye gibi köşeme sinerek kendimi uykunun kollarına bıraktım.
Gözlerimi açtığımda güneşin uçsuz bucaksız ışığı ve bedenimi kusursuzca sararken ormanlık bir alanda olduğumuzu anlamam birkaç saniyemi almıştı. Ateş elinde bir adet bira ile arabanın önüne yaslanmış bir şekilde tam karşımızda bulunan dağlara bakınıyordu. Kapıyı yavaşça açıp taşlı yola topuklularım ile bastığımda gözlerimin fazlaca ağrıdığını hissediyordum.
‘’Günaydın sulu göz.’’ Dedi Ateş ayağının dibindeki siyah poşetin içinden şeftali aromalı meyve suyu çıkartıp bana uzatırken. ‘’ Sen alkol olarak bira sevmediğin için şeftali suyu aldım. Mideni birazcık bastırır diye umut ediyorum.’’
‘’Burası neresi?’’
‘’Burası babamın öz annemi özlediği zaman benimle beraber gelip içtiği bir noktaydı. Ankara’ya döndüğümden beri gelmek için gün bekliyordum ve o günün bugün olacağını hiç düşünmezdim.’’
‘’Şirkete gidecektim ben…’’ dedim ama bedenimi ufaktan sarmaya başlayan rüzgârın soğukluğu ile şeftali suyunu tutmadığım elim ile kolumu sardım.
‘’İçindeki duyguyu saklamak yerine burada bağırarak dışarı vurabilirsin. İçin içine ağlamak yerine burada hıçkırıklarla ağlayabilir ve ağaçlar senin tüm sırrını kendi hayatları pahasına korur.’’
‘’Kimse yok mu buralarda?’’ dedim onun yanına oturup hafif turunculaşmaya başlayan sonbahar gökyüzüne uzunca bakınmaya başladım.
‘’Eskiden tam bu karşıdaki evde bir amca ve kedisi yaşıyordu ama geçen sene yazın ikisi de vefat etti… Babam da onun anısına evini alıp arada sıraya buraya geliyor. Kendileri babamın bu civara gelmeye ilk başladığı andan beri yakın arkadaş olmuşlar, hatta birlikte dertleşmişler ama onun vefatı üzerine de babam onun anısını yaşatmak istemiş. İstersen o eve de girebiliriz, sadece eşyalarını adamın çocukları aldı.’’
‘’Burası… Güzelmiş…’’ dedim meyve suyumdan bir yudum alarak.
‘’Sıray, zor olacak biliyorum ama evlenmemiz ikimiz için de mutluluk getirir belki. Bana şu konuda güvenebilirsin; sana asla dokunmam, işlerine falan da engel olmam ki zaten birbirimizi en fazla gün içerisinde iki ya da üç saat göreceğiz. ‘’
‘’Sadece ani bir duygu fazlalığı yaşadım… Odalarımız ayrı olur zaten ve şirketten şirkete görüşme olasılığımız daha fazla… Haklısın ikimiz için de iyi olacak gibi duruyor bu evlilik.’’
Ateş elindeki boş bira şişesini poşetin içine bırakarak hırkasının cebinden siyah, kadife bir kutu çıkartım bana doğru uzattı. Yavaşça alıp açtığımda içinde küçücük bir tek taşı olan pırlanta bana gülümserken yanında normal nişan yüzüğünü görmem ile kısa süreli bir şok geçirmiştim. İki yüzük de o kadar güzeldi ki; normal bir durumda böyle bir yüzük alsam mutluluktan ağlardım ama şu an normalden de kötü bir haldeydim ve sevmediğim, çocukluk arkadaşım dediğim adam ile aynı çatı altında yuva kuracaktık.
‘’Ateş buna gerek yoktu…’’
‘’Nişan yüzüklerimizin içinde ikimizin de doğum tarihleri yazıyor, Tuna’nın kuyumcu arkadaşının hediyesiymiş. Sen uyurken bunları aldım umarım beğenmişsindir.’’
‘’İkisi de çok güzel ama gerçekten gerek yoktu. Sözde bir evliliğimiz olacak ve aynı çatı altında çocukluğumuzdaki gibi evcilik oynayacağız. Bir gün senin her ihtiyacını karşılayacak bir kadın çıkarsa karşına bu ikisini ona ver.’’
‘’Ömrümün sonuna kadar ant içeceğim yanımdaki kadına ne kadar bir evcilik oyununa dönse de ihanet etmem Sıray Mert. O yüzden, lütfen bana bir kere daha dedirtmeden bu iki yüzüğü de tak.’’
Derin bir iç çekerek iki yüzüğü de parmağımdaki boşluğa doldurmak üzere taktığımda çoktan omuzlarımın üzerine fazlaca ağır bir yük binmiş bir konuma gelmiştim. Ateş bana bakmayı bırakarak dağları izlemeye koyulduğunda bedenimin titremesini engellemek istermişçesine kollarımı kendimi sararak şeftali suyum ile manzaranın tadında bize sunulan geleceğin yakınlığını düşünmeye başladım.
*Süt ve Bal – Rupi Kaur