bc

BOŞ BEŞİK (ZORAKİ EVLİLİK)

book_age18+
5.3K
TAKİP ET
78.8K
OKU
revenge
dark
contract marriage
family
HE
forced
opposites attract
mafia
heir/heiress
drama
bxg
lighthearted
serious
kicking
highschool
musclebear
brutal
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

"Kan dökülmesin diye evlendik biz. Bana sakın karışacağını düşünme, asla buna izin vermem."

Kolumdan tutup beni kendine doğru çekti. "Sen benim karımsın bunu bu saatten sonra kimse değiştiremez. Benim sözümden asla çıkmayacaksın, bu konaktan ben izin vermediğim sürece dışarıya adım atmayacaksın. Sen Toprak Demirtaş'ın karısısın. Adımlarını ona göre atacaksın, anladın mı?" Başımı iki yana salladım. Çıldırmış olmalıydı, beni bu konağa mahkum edemezdi.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
ZORAKİ EVLİLİK
Merhaba sevgili okurlarım, Yeni bir hikâyeye başlıyoruz... Bu kez rüzgâr biraz sert, yollar biraz engebeli. Ama fırtınanın içinde gizlenmiş bir şey var: belki sevgi, belki savaş. Hazırsanız, sayfayı birlikte çevirelim. 22. 03. 2025 Keyifli okumalar. Sabahın erken saatlerinde, Rize’nin serin havası Karaçam Konağı’nın geniş avlusunda hafif bir sis gibi dolanıyordu. Dışarıda, sabahın sessizliğini bozan tek şey, çalışanların mutfaktan taşıdığı kahvaltılıkların tabaklara yerleşirken çıkardığı ince seslerdi. Tereyağının sıcak ekmeğin üzerine sürüldüğünde çıkardığı hafif hışırtı, yeni demlenmiş çayın keskin kokusuna karışıyordu. Ev halkı yavaş yavaş sofraya oturmaya başlarken, Defne merdivenlerden hafif adımlarla aşağı indi. Omuzlarına düşen uzun saçlarını gelişigüzel arkaya atmıştı, yüzünde yeni uyanmış olmanın mahmurluğu vardı ama içinde kıpır kıpır bir heyecan taşıyordu. Bugün, yeni ehliyetiyle ilk kez direksiyon başına geçecekti. Tam sandalyeye oturmuştu ki, ağabeyi Kuzey, sandalyesini geriye itip çayı eline aldı ve sırıtmasını gizlemeye bile çalışmadan, “Bizim yeni şoförümüz teşrif etti,” dedi. Yanında oturan diğer ağabeyi Murat, Kuzey’den geri kalır mı, hemen atıldı: “Rize yollarını düşünsene, Defne. Şimdi daha da tehlikeli oldular.” Defne kaşlarını çattı. “Size ne ya? Sizin gibi ben de araba kullanıyorum işte.” Kuzey bardağını masaya bırakıp, hafifçe geriye yaslandı. O rahat, umursamaz ama sinir bozucu ifadesiyle başını iki yana salladı. “Kullanıyorsun, evet. Ama ehliyeti üç denemede alabilen birisi olarak, bence biz önlemlerimizi alalım. Çelik yelekle mi binsek arabaya?” Murat kahkahayı patlattı. “Daha geçen ay kaldırıma çıkmadın mı?” Defne gözlerini devirdi, kaşığını tabağa bıraktı ve kollarını göğsünde kavuşturdu. Ağabeyleriyle uğraşmak, ömründen ömür götürüyordu. Tam cevap verecekti ki, annesinin sesi sohbete karıştı. “Yeter ama da, kizumla dalga geçmeyin.” Sultan Hanım, oturduğu yerden bakışlarını oğullarına dikmişti. Sesi sert değildi ama annelerin bakışı çoğu zaman bir tehdidi gizlice içinde barındırırdı. Çayından bir yudum alırken kaşlarını çattı. "Bak hele uşağum, kız isteduktan sonra her şeyi öğrenir. Ehliyetuni da aldı, bırak da rahat rahat binsun arabasına. Siz moralunu bozacağunuza, destek olun az." Defne başını kaldırıp annesine gülümsedi. Sultan Hanım ne olursa olsun, çocuklarını birbirinden ayırmaz ama yeri geldiğinde de kızına destek olmasını bilirdi. Babasının gülümseyerek çay bardağını tabağa bırakmasıyla, sofradaki gerginlik iyice dağıldı. Kemal Karaçam, ailesinin direğiydi. Konuşmadan bile otoritesini hissettiren, gölgesi bile güçlü olan bir adam. Ama çocuklarına karşı her zaman adaletliydi. “Bugün ilk defa trafiğe çıkıyorsun, değil mi?” Defne başını salladı. Babasının onu çocuk yerine koymamasını seviyordu. “Evet baba. Pastaneye gideceğim. Artık arabayla gidip geleceğim.” Kuzey tekrar araya girdi. “Pastanenin önüne değil de, içine girme de! Geçen sefer direği devirmene ramak kalmıştı.” Murat bu sefer dayanamadı, gülmekten sandalyeye yaslandı. Defne, Kuzey’e ters ters baktı. “Sen şaka yapmaya devam et abi. Ben çok güzel kullanıyorum. Göreceksin.” Babasının başını onaylar gibi salladığını görmek, Defne’nin içini biraz rahatlatmıştı. Kemal Karaçam, sofradaki çatalını tabağına bıraktı ve kızına döndü. “Hata yapa yapa öğreneceksin. Ama dikkatli ol. Yollar tehlikeli. Arabayı kullanmayı öğrenmek kadar, yoldaki insanları da öğrenmen lazım.” Defne, babasının sözlerinin ciddiyetini hissetti. Başını salladı. “Tamam baba. Merak etme.” Murat ağabeyi araya girmeden duramadı. “Ama önce vites değiştirmeyi öğrenmesi lazım. En son kalkış yaparken arabayı stop ettirip az daha arkadaki adama çarpıyordu.” Defne sandalyesini hızla geriye itip ayağa kalktı. Sabah sabah delirmemek için derin bir nefes aldı. "Arabayı kullanmaya gidiyorum." dedi omuzlarını dikleştirerek. “Sizden daha iyi bir şoför olacağım ben.” Kuzey ve Murat, önce birbirlerine, sonra Defne’ye baktılar. O dakikaya kadar eğlenceli olan kahvaltı masasında, hafif bir sessizlik oldu. Gözleriyle konuşuyorlarmış gibi bir an süren sessizliğin ardından Kuzey, kaşlarını kaldırıp başını yana eğdi. "Sen bize bakma abiciğim. Her ihtimale karşı dikkatli kullan, aklımız sende kalmasın." Murat, dişlerinin arasından kıkırdayarak, "Eğer bir yere çarpmazsan tabi." diye ekledi. Defne kaşlarını çattı. Bütün özgüveniyle gülümsese de içinde küçük bir kıpırtı vardı. Durup kendini övmek istese de, gerçekten ne olacağını bilmediği için, “Görüşürüz.” diyerek konuyu kapattı. Sandalyeden kalkarken, koltuğun arkasına bıraktığı çantasını aldı. Beyaz gömleğinin düğmelerini hafifçe düzeltti, pudra pembesi eteğinin üzerine dökülmüş birkaç kırıntıyı hafifçe silkeledi. Sabah aceleyle aynaya son kez bakamamıştı ama umursamıyordu. Bugün, şoför olarak yollara çıkacağı ilk gündü ve şu an önemli olan tek şey buydu. Rize’nin sabah serinliği, bahçedeki çiçeklerin üzerinde hâlâ ıslaklığını koruyan çiği hissettiriyordu. Derin bir nefes aldı. Havada yeni biçilmiş ot kokusu, uzaktan gelen denizin tuzlu esintisine karışıyordu. Kapının önünde duran arabasına doğru yürüdü. Birkaç hafta önce, ehliyetini aldığı gibi kendisine bir araba alınmıştı ama bugüne kadar hep biri yanında olmuştu. Bugün ilk defa tek başına direksiyon başına geçecekti. Üniversiteyi zorlanmadan bitirmiş olmasına rağmen, ehliyeti almak ona daha zor gelmişti. Kendi ayakları üzerinde durmaya alışkındı ama direksiyon başına geçtiğinde, bazen özgüveni sarsılıyordu. Kapıyı açıp arabaya yerleştiğinde, birkaç saniye boyunca direksiyonun başında sessizce oturdu. Ellerini direksiyona koydu, parmak uçları deri kaplamanın üzerindeki dikişleri hissetti. Aynadan kendine baktı. "Sakin ol, Defne. Sen yaparsın." diye mırıldandı. Anahtarı çevirdiğinde, motorun ilk homurtusu avlunun içinde yankılandı. Birkaç derin nefes aldıktan sonra, el frenini indirip arabayı hareket ettirdi. Avlunun büyük, taş döşeli yolundan geçerken, camı hafifçe araladı. Kapının önünde bekleyen Kuzey ağabeyi kollarını göğsünde kavuşturmuş, başını yana eğmiş halde bekliyordu. Defne'nin arabayı düzgün bir şekilde kullanıp kullanamayacağını görmek için pusuya yatmış gibiydi. Tam yanından geçerken, başını hafifçe eğerek, "Sakın panik yapma,” dedi. “İşim çok bugün, aklımı sen de bırakma.” “Merak etme abim, dikkatli kullanacağım.” Direksiyona daha sıkı tutundu. Elleri, deri kaplı direksiyonun üstüne hafifçe terliyordu. İlk defa yalnız başına araba kullanıyor olmasının verdiği heyecan çoktan geçmiş, yerini bir miktar gerginliğe bırakmıştı. Önündeki virajı dönüp köprüye yaklaştığında, midesinde tanıdık bir huzursuzluk hissetti. Bu köprü... Her ne kadar sıradan bir geçiş noktası gibi görünse de, iki düşman ailenin topraklarını birbirine bağlayan tek yerdi. Küçüklüğünden beri bu köprüden geçerken hep dikkatli davranması söylenmişti. "Gözünü aç Defne, dikkatli ol Defne, onların tarafına fazla yaklaşma Defne..." Aklının bir köşesinde ailesinin yıllardır söylediği bu sözler yankılanırken, içini tarifsiz bir sıkıntı kapladı. Kendi kendine homurdandı. “Bırak şu saçmalıkları Defne. Yoluna bak.” Ama olmuyordu. O isim bile boğazına düğüm olup oturuyordu. Demirtaşlar. Kendi yolundaydı. Arabayı dikkatli sürüyor, gözlerini yoldan ayırmıyordu. Köprünün tam ortasına geldiğinde, uzaktan hızla gelen bir arabanın farlarını fark etti. Gözlerini kısıp, refleksle elini direksiyonun üzerine daha sağlam yerleştirdi. “Hayırdır, hayırdır?” diye mırıldandı. Araba, üstüne doğru geliyordu. İlk başta karşı tarafın frene basacağını düşündü. Ama gelen aracın hızında tek bir yavaşlama bile yoktu. Kalbi aniden hızlandı. “Allah’ım, bu ne yapıyor?” Hızla burnundan soluyarak, panikle camın ardından gelen arabaya doğru bağırdı: “Üzerime ne gelisun daa?! Yolun ortası burası, kör müsün?!” Gelen araba frene basmıyordu. İnadına, hâlâ onun üzerine doğru geliyordu. “Manyak mısun, çekil yolumdan!” diye hırladı. Direksiyonu sertçe sağa kırdı. Arabayı tam kenara kaydıracaktı ki, gelen araç da aynı anda sola kırdı ve o an iki arabanın yan kaportaları birbirine sertçe sürttü. Defne’nin bütün vücudu irkildi. Öfke, alnından şakaklarına kadar bir alev gibi yayıldı. "Hass..." diye dişlerinin arasından tısladı. Frene asıldı. Arabası aniden durunca, gövdesi hafifçe öne savruldu. Bir an için içi sıkıştı. Ellerini direksiyona öyle bir sıkmıştı ki, tırnaklarının izi deriye geçmiş olabilirdi. Bu neydi şimdi? Hızla emniyet kemerini çözdü. Kaşları çatılmış, yüzü alev alev öfkeden yanıyordu. Birkaç saniye boyunca, nefesini toparlamaya çalıştı. Gözleri yan aynaya kaydı. Öbür arabada hâlâ kıpırdama yoktu. Bir an duraksadı. Kaza yapmasına neden olan bu adamın yüzünü bile görmemişti. Ama şu an yüzünü görmek istemekten çok, ona patlamak istiyordu. Kapıyı sertçe açıp hızlı adımlarla dışarı çıktı. Soğuk hava yüzüne vurdu ama öfkesini zerre kadar soğutmadı. Öbür arabanın sürücü kapısı hâlâ açılmamıştı. "Allah'ım ya!" diye bağırdı, iki elini beline koyarak. "Ula, ineceksen in daa! Neyin tribin bu?" Arabanın içinde hâlâ hareket yoktu. Adımlarını hızlandırıp, neredeyse kapıyı yumruklayacak gibi yaklaştı. "Ne durisun içeride, çık hele! Arabami çizdin, utanmadan oturaysun burada." Tam kapıyı çekmeye hazırlanıyordu ki, kapı kendi kendine açıldı. Ve... İçinden çıkan adamı gördüğünde, nefesi bir an kesildi. Gözleri büyüdü. Elleri yumruk oldu. Öfkesinin, sinirinin, nefretinin zirve yaptığı andaydı. Karşısındaki adam Toprak Demirtaş’tı Ve Toprak'ın soğuk bakışları, Defne'yi süzerek ona ne kadar umursamaz olduğunu belli ediyordu. Ama Defne umursamaz olamazdı. Çünkü bu adam, sadece yolunu kesen biri değildi. Bu adam, onun düşmanıydı. Ve o an, ilk kez bu kadar yakından yüz yüzeydiler. Defne’nin gözleri kıpkırmızı olmuştu. Öfkeden mi, yoksa sabah güneşinin gözlerini yakmasından mı, bilmiyordu. Ama bildiği tek şey vardı; karşısındaki adamın sinirine sinir katıyor oluşuydu. Toprak kapıyı sertçe kapattığında, her hareketi sanki zamanın içinden süzülerek geliyordu. Defne, onun yavaş ve kendinden emin hareketleri karşısında içten içe daha çok öfkelenirken, farkında olmadan dişlerini sıktı. Adamın dik ve heybetli duruşu, güneşin gölgesini arkasına alarak Defne’nin tam önüne düştüğünde, sanki köprü biraz daha daralmış gibi hissetti. Simsiyah kıyafetleri, karanlık bir gölge gibi üzerindeydi. Gömleğinin kollarını kıvırmıştı, bileklerinden damarlı kolları görünüyordu. Güneş, yüz hatlarını daha da sertleştiriyordu; keskin çene hattı, çatılmış kaşları ve ifadesiz bakan koyu renk gözleri... Sanki bu kaza umurunda bile değildi. Öylece durdu. Sert, kararlı ve ifadesiz. Gözlerini Defne’ye dikmiş, tek kelime etmeden onun öfkesinin dinmesini bekliyormuş gibi bakıyordu. Ama Defne’nin öfkesi henüz yeni başlıyordu. "Sen... sen geri zekâlının tekisin," diye bağırdı. “Koca yol var, her yer boş! Üzerime sürmek ne demek?” Toprak, kaşlarını hafifçe çatıp başını yana eğdi. Defne’yi en başından aşağı süzerek baktı. Sonra dudaklarını bıçak gibi incecik bir hale getirerek iç çekti. "Arabayı kullanmayı bilmiyorsun, utanmadan karşıma geçmiş konuşuyorsun. Sesinin tonunu düşür, ben düşürmeyeyim.” Defne’nin yüzü anında daha da gerildi. Gözleri büyüdü. Öfkeyle soluyarak, ellerini iki yana açtı. “Ben mi kullanmayı bilmiyorum? Beni mi suçluyorsun sen?” Toprak, ifadesini hiç bozmadan gözlerini kırptı. "Algılama problemin mi var senin?" Sesi... Kalın ve tok bir ses. Biraz daha sert çıkınca, sanki yankılanıyormuş gibi hissettiren bir ses. Defne sinirle başını iki yana salladı. Onun bu sakin ve umursamaz hali, damarlarını çatlatıyordu. "Ben sana göstereceğim, kullanmayı bilmiyorum ne demek!" Hızla arabasına yöneldi, kapıyı açtı ve koltuğa oturup motoru çalıştırdı. Ama daha debriyaja bile basmadan, camın yanında dikilen adamın varlığı tüm alanı kapladı. Başını kaldırdığında, Toprak'ın iki elini kapının üst kısmına yaslamış, eğilip ona baktığını fark etti. Gözlerinde hiçbir acele yoktu. "Bunu şimdi mi öğrenmeye karar verdin?" Defne’nin öfkesi anında tavan yaptı. Kapıyı sertçe açtığında Toprak bir adım geri çekilmek zorunda kaldı. Defne arabadan indi, kapıyı çarptı ve parmağını Toprak’a doğru salladı. "Sen kendini ne sanıyorsun ya? Hata sende! Öyle arabanın üzerine sürülür mü?" "Hata bende, öyle mi?" dedi. Ve... bir adım daha attı. Defne, ilk defa bu kadar yakından gözlerinin içine bakmak zorunda kaldı. Adamın varlığı bile baskı yapıyordu. Gözleri, karanlık ve derin bir deniz gibi, içine bakıldıkça kaybolunacak cinsten bir gölgeye sahipti. Gözlerini kısmış, Defne’nin tüm sinirini yüzüne vurup vurmayacağını izliyordu. "Mesele hata olup olmaması değil." Sesi bu sefer daha da sertti. "Mesele, bazı insanların direksiyon başına geçmemesi gerektiğini anlamaması." Defne, ağzını açıp kapadı. Beyninde bir şimşek çaktı. "Ne dedun sen?!" Toprak başını hafifçe eğdi. Gözleri küçüldü, dudak kenarındaki hafif alaycı kıvrım belirdi. "Dedim ki…" diye başladı, sesi ürkütücü bir sakinlikle. "Belli ki ehliyeti torpille almışsın." Ve işte o an, Defne için her şey koptu. Sinirleri tepeden tırnağa gerilmiş, vücudundaki her kas öfkeyle kasılmıştı. İçinde bir yerlerde, sabırlı olması gerektiğini söyleyen küçük bir ses vardı ama onu duymuyordu. Torpille almışsın… Toprak’ın sesi hâlâ kulaklarında yankılanıyordu. Cümle, beyninde bıçak gibi döndü, döndü ve her dönüşte öfkesini biraz daha harladı. Toprak karşısında dimdik duruyordu. Gözlerinde en ufak bir pişmanlık, en ufak bir suçluluk bile yoktu. Sadece kaşlarını çatmış, Defne’nin patlamasını izliyordu. O kadar rahattı ki, Defne’nin içini kemiren sinir, bedeninden taşmaya başladı. Koca yol varken, üstüne araba süren, yetmezmiş gibi ona hakaret eden bir adama karşı kim sessiz kalabilirdi ki? Öfkeden dişlerini sıkarak arabasının kapısını açtı, hızla içine oturdu ve direksiyonu iki eliyle kavradı. İçinde bir ses “Yapma.” diye fısıldadı ama dinlemedi. Motoru çalıştırırken gözleri aynaya kaydı. Toprak hâlâ oradaydı. Kendi kendine söylenerek, “Sen mi bana araba kullanmayı öğreteceksun, ha?! Al sana araba kullanmak neymiş göstereyim,” diye homurdandı. Geri vitesi taktı, ayaklarını pedallara sabitleyerek gazı hafifçe yokladı. Gözlerini hızla dikiz aynasından Toprak’a kaydırdı. Adam kımıldamıyordu. Sonra içindeki çılgınca bir dürtü, gaza biraz daha sert basmasını sağladı. Araba aniden geri savruldu. Toprak, gözlerini kıstı. O saniyelik kararsızlık, Defne’nin daha da ileri gitmesine neden oldu. Araba hızla geriye kayarken, Toprak sonunda hareketlendi. Sert bir küfür savurarak yana kaçtı. Defne frene basacağına, hızla direksiyonu kırıp vitesi değiştirdi ve bu sefer gaza aniden bastı. Toprak tam kaçtığını sanırken, arabasının burnu onun aracına çarptı. İlk çarpışma, metalin metale sürtünmesiyle yankılanan sert bir ses çıkardı. Öfkeyle başını yana çevirerek Defne’ye baktı. “Lan, ne yapıyorsun sen?!” diye bağırdı, sesi normalden daha sertti. Defne hızla camı açtı ve arabanın içinden eğilerek, “Öğrettim mi araba kullanmayı, ha? Öğrettim mi?!” diye haykırdı. Toprak bir anlık şokla duraksadı. Gözlerini kıstı, burnundan nefes vererek derin bir iç çekti. Sabahın bu saatinde, böyle bir delilikle karşılaşmaya hazır değildi. Öfkesi damarlarına yayılmaya başlamıştı ama aynı zamanda içinde bir hayret duygusu da vardı. Defne, Toprak’ın yüzündeki ifadeyi gördüğünde daha da öfkelenmişti. Sanki Toprak, onun ciddiyetini hâlâ anlamamış gibi bakıyordu. Geri vitesi yeniden taktı, gözlerini dikiz aynasından kaldırmadan gaza yeniden bastı ve arabayı bir kez daha Toprak’ın aracına vurdu. İkinci çarpışma daha sertti. Toprak’ın kaşları iyice çatıldı. Artık sabrı tükenmişti. Dişlerinin arasından sertçe bir nefes verdi, yumruklarını sıktı. “Ulan var ya...” diye homurdandı. Gözleri öfkeden kısıldı, bu kızı gerçekten boğazlayabilirdi. “Manyak mısın kadın sen? Sabah sabah başıma bela mısın? Siktir ol git elimde kalacaksın.” Defne öfkeden onu dinlemiyor çoktan vitesi değiştirmişti. Gaz pedalına yüklendi, lastikler sert bir ses çıkararak yolun üzerinde döndü ve hızla uzaklaşmaya başladı. Toprak bir an öylece kalakaldı. Defne’nin arabasının arkasından bakarken gözleri hâlâ inanmaz bir şekilde kısılmıştı. Sabah sabah bu manyak nereden çıkmıştı? Sol eliyle ense kökünü ovuşturdu, başını hafifçe yana eğerek giden arabayı izledi. Kaç kadın böyle bir deliliği göze alırdı? Kaşlarını çattı, dudaklarını sıktı. İçindeki öfke daha tam soğumamıştı. Ama en çok da aklında tek bir şey vardı. Bu yaptığını yanına bırakmayacaktı. Ve Toprak Demirtaş, söz verdiği şeyleri hep gerçekleştirirdi. Defne, direksiyonu sımsıkı kavrayarak köprüden hızla geçti. Kalbi hâlâ öfkeyle atıyordu ama bu öfke, içine garip bir sıkıntı oturtmaya başlamıştı. Sabah sabah Toprak’la yaşadığı çatışma yetmezmiş gibi, içini kemiren bir huzursuzluk hissi peşini bırakmıyordu. Evin yoluna girdiğinde, konaktan peş peşe ayrılan siyah arabaları fark etti. Frenlere hafifçe bastı, kaşlarını çatarak ilerledi. Babası, ağabeyleri ve korumalar, konaktan neredeyse hızla fırlamış gibiydi. Araçların toz kaldırarak uzaklaşmasını izlerken, içinde beliren tedirginliği bastırmaya çalıştı. Ne oluyordu? Bir şeylerin yolunda gitmediği belliydi. İçindeki sıkıntı, bu kez korkuya dönüştü. Konak kapısına geldiğinde, arabasını alelacele park etti ve kapıyı hızla açarak avluya çıktı. Hava bir anda daha ağır, daha kasvetli gelmişti. İçeriye doğru adım attığında, evden yükselen bir ağıt sesi onu yerinde dondurdu. İçeri girerken annesini gördü. Sultan Hanım, dizlerine vuruyor, acı dolu bir sesle ağlıyordu. Yanında Murat ağabeyinin eşi, gözleri kan çanağına dönmüş hâlde hüngür hüngür ağlıyordu. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. “Ne oldu?” diye bağırdı. Annesinin gözlerindeki acıyı gördüğünde, bacaklarının bağı çözülecek gibi oldu. Sultan Hanım, elini göğsüne götürerek, boğuk bir sesle fısıldadı: “Arif…” Defne’nin içi buz kesti. Annesinin hıçkırıkları boğazına düğümlenmişti. Kadın, bir an konuşamadı, sadece gözyaşları yanaklarından süzüldü. Defne, olduğu yerde donup kaldı. İçinden geçen ihtimali bile aklına getirmek istemedi. Ama Sultan Hanım'ın ağlayarak söylediği kelimeler, onu olduğundan daha sert bir gerçekle yüzleştirdi. “Arif vuruldu, kızım.” Defne’nin ciğerlerine bıçak saplanmış gibi oldu. “Ne?” Sesi çatallandı, nefesi düzensizleşti. Başını iki yana salladı, inanmaz gözlerle annesine baktı. “Kim yaptı? Kim vurdu kardeşimi?” Sultan Hanım, başını eğip boğuk bir sesle hıçkırdı. “Rüzgâr Demirtaş…” O an Defne’nin tüm vücudu dondu. Kendi kalp atışlarını kulaklarında hissetti. Beyni, bu ismi işittiğinde, içindeki öfke ve korku arasında sıkışıp kaldı. Kardeşi vurulmuştu. Üstelik, bunu yapan kişi... Düşman ailenin bir ferdiydi. Bedeni titremeye başladı. Hızla geri çekildi, avlunun ortasında adeta yere çakılmış gibi hissediyordu. Dizlerinin bağı çözülse de düşmemek için zor duruyordu. İçinde bir fırtına kopuyordu. Daha az önce, Toprak’la kapışmıştı. Daha az önce, öfkesine yenilmişti. Ama şimdi… Şimdi asıl meseleyle karşı karşıyaydı. Kardeşi ölümle burun burunaydı. Başını kaldırdı, gözleri çelik gibi parlıyordu. Annesinin sesi, etrafındaki ağıtlar, konağın avlusundaki telaş… Her şey bir uğultuya dönüşmüştü. Göğsüne bir kaya oturmuş gibi nefes alamıyordu. Gözleri bir an karardı, dizleri titredi ama düşmemek için zorladı kendini. Kardeşim… Kardeşim vuruldu. Beyninde yankılanan bu cümle, tüm bedenini ele geçirdi. İçindeki korku, tüm organlarını sarıp sıkıştırıyordu. O kadar sıkı ki, nefesi kesilecek gibi oldu. "Kardeşim nasıl? Arif nasıl? Yanına gitmem lazım, anne." Sultan Hanım, olduğu yerde bir çığlık gibi yükselen sesiyle Defne’nin koluna yapıştı. Gözleri kan çanağına dönmüştü, dudakları titriyordu. “Olmaz kızım! Gitmiyesun!” Defne'nin nefesi düzensizdi. Kardeşi orada kan kaybediyordu ve annesi onu burada mı tutacaktı? “Anne, bırak beni! Gidip kardeşimi göreceğim,” diye bağırdı. Burada duramazdı. Ama Sultan Hanım onu bırakmıyordu. Kadının elleri, çelikten daha sertti sanki. Gözleri acıyla kıvrılmıştı, ama içinde yalnızca korku yoktu, öfke de vardı. “Kızım! O hastane kaynar şimdi, kan revan içindedir her yer. Baban, abinler, onların adamları… Onun ailesi, oraya gitmek ne demek?!” Defne bir an nefes bile alamadı. Demirtaşlar. O kan emici aile. Şimdi, kardeşinin olduğu yerdeydiler. Vuranın soyadı belliydi. Rüzgâr Demirtaş. Bu ismi bile anmak tiksinti veriyordu. Düşmanlarının yüzleri gözünün önüne geldi. Toprak’ın soğuk bakışları, babasının buz gibi sesi, onların gururlu ve kibirli halleri… İçine yerleşen korku, aniden bambaşka bir şeye dönüştü. Öfke. Damarlarında kan gibi dolaşan, nefesini kesen, gözlerini kör eden bir öfke. “Demirtaşlar…” diye fısıldadı. Gözleri karanlık gibi derinleşmişti. Annesi başını hızla iki yana salladı. “Evet, onlar. Görmez misun? Bu savaş tekrar başladı. Kan döküldü bir kere, durmaz artık bunlar!” Dişlerini sıktı. Elleri yumruk oldu, gözleri göğsüne düşen saçlarının arasından parlıyordu. "Daha ne kadar kan alacaklar bizden? Daha ne kadar zarar verecekler?" diye patladı. O sırada halası, Gülistan Hanım, hızla içeri girdi. Kadının yüzü solgundu, gözleri dehşetle açılmıştı. "Sultan, bunlar orada birbirlerini boğazlayacaklar, sen burayı tut, Defne dışarı çıkmasın." Defne, anında irkildi. Zihninde bir şeyler şimşek gibi çaktı. Bu kavga burada bitmeyecekti. Ailesi, hastaneye intikam almak için gitmişti. Kan dökülmüştü ve bir kere başladı mı, durmazdı. Sultan Hanım, kızıyla göz göze geldiğinde içinden yükselen bir feryat gibi bağırdı. “Duydun mu şimdi? Oraya gideceksun da ne olacak? Bir kurşun da sana mı değsin istiyesun?” Defne, boğazında düğümlenen hıçkırığı bastırmaya çalıştı. “Arif yalnız değil mi anne? Yalnız mı orada?!” Sultan Hanım, kederle başını öne eğdi. Omuzları titriyordu. "Abilerim orda... Ama ya yetmezse?" İşte o an, kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Yetmezse... Kardeşi, abileri oradaydı ama... Ya yetmezse? Gözlerini hızla kapattı, avuçlarını sıktı. Ellerinin titremesini kontrol edemiyordu. "Ben burada duramam," diye bağırdı. Sultan Hanım hemen kollarını açıp, önüne geçti. Kadının gözleri buğuluydu ama sesi bir hançer gibi sertti. "Duracaksun! Bu eve bir tabut daha girmesun diye duracaksun." Defne'nin gözleri doldu ama ağlamadı. Nefret, içinde bir fırtına gibi dönüyordu. Kardeşi yerde yatarken, düşmanlarının hâlâ nefes alması, onu delirtiyordu. *** Dakikalar geçtikçe, Defne’nin içindeki korku büyüdü. Konağın avlusu, sabahki hareketliliğin aksine, şimdi bomboştu. Kapının önünde sadece birkaç çalışan durmuş, ne yapacaklarını bilemez hâlde bekliyorlardı. Kadınların ağlaması azalmıştı ama herkesin yüzünde aynı endişe vardı. Babası, ağabeyleri, akrabaları… Hepsi gitmişti. Ve hiçbirinden tek bir haber bile gelmiyordu. Ellerini avuçlarının içine gömerek başını kaldırdı. Gökyüzü bulutlanmıştı. Hava hâlâ sıcaktı ama içini ürperten bir şey vardı. Sessizlik. Ne bir telefon çalıyordu ne de dışarıdan en ufak bir ses geliyordu. Zaman sanki ağırlaşmış, dakikalar ilerlemiyor gibi hissediyordu. Cep telefonunu eline aldı. Defalarca babasını, Kuzey’i, Murat’ı aradı. Ama hiçbirinde yanıt yoktu. Her çalan uzun bip sesi, içindeki korkuyu daha da artırıyordu. Bacaklarını titrememesi için zorladı, avlunun içinde bir ileri bir geri yürümeye başladı. Ne oluyordu orada? Neden kimse cevap vermiyordu? Annesi içeride, başını önüne eğmiş dua ediyordu. Halası bir köşede gözlerini boşluğa dikmişti. Ama Defne duramıyordu. Kardeşi vurulmuştu. Ve şimdi, üstüne bir şeyler daha mı oluyordu? Telefonu bir kez daha açtı, hızla rehberini taradı. Burak. Kuzeni Burak. Ağabeylerine ulaşamazsa, ona ulaşmalıydı. Titreyen parmaklarıyla numarayı tuşladı. Telefon çalarken bile kalbi yerinden fırlayacak gibi oluyordu. Ve birkaç saniye sonra, karşıdan gelen nefes nefese bir sesle irkildi. “Defne, şimdi hiç sırası değil.” Defne’nin nefesi kesildi. Burak’ın sesi ciddiydi, hatta biraz da gergin. "Ne oluyor?" diye patladı Defne. "Kimse açmıyor, kimse haber vermiyor. Arif nasıl? Kuzey nerede? Babam nerede?" Burak, derin bir nefes aldı. Hastanenin koridorlarında koşturuyormuş gibi hızlı konuşuyordu. "Arif iyi." Bu cümle havada asılı kalmıştı. Kalbinin attığını hissediyordu ama sanki ritmi düzensizleşmişti. Tepeden tırnağa bir boşluk içine düşüyormuş gibi hissetti. Dudakları aralandı ama kelimeler ağzından çıkmıyordu. Boğazı kurumuştu. Sanki o anda, odadaki hava tamamen çekilmişti ve ciğerlerine dolacak tek bir nefes bile kalmamıştı. "Hastaneye geleceğim," dedi hızla. Sesi titriyordu ama umursamıyordu. “Olmaz Defne,” dedi Burak, sert ve kararlı bir sesle. Hastanenin koridorlarında yürüyormuş gibi nefesi hızlıydı. “Gelirsen ortalık daha da karışır. Burası çok kötü.” Defne’nin alnından soğuk bir ter damlası süzüldü. Bacakları titredi ama ayakta durmaya çalıştı. Burak devam etti. “Arif’i bir saat içinde hastaneden çıkarıp eve getireceğiz. Ama…” Ama. O küçük kelime, bütün bedenine bıçak gibi saplandı. “Ama onların kardeşi hâlâ ameliyatta.” Defne kaşlarını çattı, gözleri bir anlığına korkuyla büyüdü. “Kimin kardeşi?” diye sordu. Sesi kısılmıştı. “Rüzgar Demirtaş.” O isim. O soyadı. Beyninde yankılanan kelimeler, Defne’nin midesini bulandırdı. “Arif, Rüzgar Demirtaş’a sıkmış ilk önce. O da kendini korumak için ateş etmiş.” Bir adım geriledi. Dizlerinin bağı çözülmüş gibiydi. Arif... ilk önce mi ateş etti? Burak devam etti ama Defne'nin zihni artık durmuştu. “Arif’in yarası ağır değil ama diğerinin durumu kötü.” Defne başını iki yana salladı, gözleri boşluğa bakıyordu. Beynindeki uğultu büyüdü, büyüdü, büyüdü... Hayır. Bu olamaz. Olmamalıydı. Kan davasının bittiğini biliyordu Arif. Biliyordu! Ellerini saçlarına götürdü, parmaklarını derinlere geçirdi. Ciğerlerine dolan hava yetmiyordu. Annesinin sesi, yıllar önce duyduğu o tok ve karanlık ses, zihninde yankılandı. "Bir kere kan aktı mı, durmaz kızım. Bu topraklar, intikamı unutmaz." Defne’nin gözleri doldu. Ciğerlerinde bir ağırlık vardı. Kan davası tekrar başlamıştı. Ve bunu başlatan kendi kardeşiydi. Bacakları artık onu taşıyamadı. Dizlerinin üzerine çöktü. Avuçlarını yere bastırarak başını eğdi, boğazı düğümlenmişti. Ellerinin titrediğini fark etti. Bütün hayatı boyunca, bu düşmanlığın bitmesi için umut etmişti. Aile büyüklerinin oturup konuştuğunu, gerilimin yıllar içinde azaldığını görmüştü. Ama... Şimdi her şey yeniden başlamıştı. Arif'in elindeki silah patladığı anda, yılların sessiz barışı bir kurşunla bozulmuştu. Ağzından titrek bir nefes çıktı. İçinde sıkışan çığlığı bastırmaya çalıştı ama başaramadı. Babası nerede? Ağabeyleri ne yapıyordu? Bundan sonra ne olacaktı? Birkaç saniye boyunca gözlerini sımsıkı kapattı, derin nefes almaya çalıştı. Ama içindeki boğulma hissi geçmiyordu. Ellerini yumruk yaparak çenesine dayadı, gözlerini açtı. Bu iş burada bitmeyecekti. Bitmezdi. Bitmesine izin vermezlerdi. Bütün vücudu korkuyla titrerken, gözleri öfkeyle parlıyordu. Ve ilk kez… Toprak Demirtaş’ın yüzünü tekrar görmekten korktu. *** Sabaha karşı konakta sessizlik hakimdi. Gece boyunca tek kelime edilmemiş, herkes ağır bir bekleyişin içinde zamanın geçmesini beklemişti. Defne gözlerini bir an bile kapatamamış, odasında bir ileri bir geri volta atmıştı. Ayaklarının altındaki halı ezilmişti artık, ama içindeki sıkıntı ve korku dağılmamıştı. Evde kimseden tek bir ses çıkmıyordu. Annesi, babaannesi, halası ve diğer kadınlar salonda sessizce oturuyor, kimse konuşmaya cesaret edemiyordu. Defne, elindeki telefonu sıkıyor, bir arama ya da bir mesaj bekliyordu. Ama hiçbir haber gelmiyordu. Saatler ilerledikçe içinde büyüyen huzursuzluk, onu daha da sabırsızlaştırıyordu. Dışarıdan gelen motor sesiyle yerinden sıçradı. Kalbi öyle hızlı çarptı ki, ciğerlerindeki hava bir anda boşalmış gibi hissetti. Hızla odasından çıktı, salonda bekleyen annesi ve halasının da yerlerinden kalktığını fark etti. Göz göze geldiklerinde, annesinin gözlerindeki korkuyu gördü. Sultan Hanım, elini göğsüne koyarak, derin bir nefes aldı ve kapıya yöneldi. Defne de onun peşinden gitti. Giriş kapısı sert bir hareketle açıldı, içeriye ilk adım atan Kuzey oldu. Üzerinde hâlâ gece boyunca yaşanan gerginliğin izleri vardı. Yüzü solgundu, ama gözleri öfkeden alev alev yanıyordu. Murat, ağır adımlarla onu takip etti. Yumrukları sıkılıydı, çenesini kasmış, içindeki öfkeyi bastırmaya çalışıyordu. Babaları Kemal Bey ise en arkada, yavaş ve sessiz adımlarla içeri girdi. Gözleri yerdeydi, başını kaldırmadan odanın ortasına ilerledi ve tek kelime etmeden koltuğa oturdu. Bedeni, sanki bütün ağırlığını taşıyamıyormuş gibi koltuğa düştü. Defne, gözlerini babasından ağabeylerine, sonra kapının önünde duran amcalarına ve dayılarına çevirdi. Bir şeyler olmuştu, ama kimse konuşmuyordu. İçini kemiren huzursuzluk, korkuya dönüşmeye başladı. Kalbi hızla atarken, kaşlarını çattı. “Ne oluyor?” dedi, sesi titriyordu. Ama kimse yanıt vermedi. Babası gözlerini bile kaldırmadı. Kuzey burnundan soluyarak odanın ortasındaki masaya yöneldi ve önünde duran bardağı aniden kavrayıp tüm gücüyle yere fırlattı. Cam, sert bir sesle yere çarpıp paramparça oldu. Defne’nin nefesi kesildi, annesi ve halası da hızla irkildi. Sultan Hanım, gözleri büyümüş bir şekilde oğluna döndü. “Ne oluyor? Biri konuşsun artık!” diye bağırdı. Kuzey, hiddetle başını kaldırdı ama tek kelime etmedi. Murat bir adım ileri çıktı, nefesi düzensizdi. “Senin bu kocan ve o şerefsiz adam,” dedi dişlerinin arasından tıslayarak. “Kan akmaması için kız alıp kız verilecek dediler!” Defne’nin gözleri büyüdü. Annesi olduğu yerde donup kalmıştı. Kemal Bey, Murat’a sert bir bakış attı ve aniden doğrularak tok bir sesle bağırdı. “Murat! Laflarına dikkat et!” Ama Murat artık öfkesini dizginleyemiyordu. “Ne fark eder baba? Gerçek değişmiyor. Sırf kan dökülmesin diye, Defne’yi o adamla evlendireceksin. Düşmanımıza gelin edeceksin!” Defne’nin kalbi durdu. O an, dünya sessizliğe büründü. Beynine giden kan çekilmiş gibiydi. Kulakları uğuldadı, odadaki sesler bir anda anlamını yitirdi. O an, herkes susmuştu ama içindeki sesler çığlık çığlığaydı. Nefesi boğazına düğümlendi, gözleri önce Murat’a, sonra babasına, sonra Kuzey’e kaydı. Kemal Bey başını eğmişti, Murat ise öfkeden delirmiş bir şekilde nefes alıyordu. Defne’nin bacakları titredi, kendini tutamazsa yere düşecek gibiydi. Gözleri göğsüne düşen saçlarının arasından, sarsılmış bir şekilde ağabeylerine baktı. Bir şey söylemek istedi, ama kelimeler dilinin ucunda dağıldı. “Ne?” dedi fısıltı gibi. Kendi sesini bile zor duydu. Ama kimse cevap vermedi. Beyni, duyduklarını algılamakta zorlanıyordu. Evlendireceksin... Düşmanımıza gelin edeceksin... Bu sözler, zihninde yankılanıyor, ama gerçeklik kazanamıyordu. Defne'nin gözleri babasına kaydı. Onun gözlerinin içine bakmasını bekledi. Yalan söylemesini, reddetmesini, “Hayır, böyle bir şey yok,” demesini bekledi. Ama Kemal Bey başını kaldırmadı. O an, içindeki korku yerini koca bir çaresizliğe bıraktı. “Kim?” dedi, sesi titriyordu. Kiminle evlendirilecekti? Hangi adam için onu düşmana gelin veriyorlardı? Ama bu soruyu sormasına gerek bile yoktu. Çünkü cevabı çok iyi biliyordu. Bedenine soğuk bir ürperti yayıldı. Nefesi düzensizleşti. Toprak Demirtaş. Bir anda midesine yumruk yemiş gibi oldu. Bacaklarının bağı çözülmüş gibiydi, ama kendini bırakmamak için var gücüyle direndi. Gözleri istemsizce babasına kaydı, sonra Kuzey’e. Ağabeylerinin bu duruma karşı çıkmasını istiyordu. Birinin “Hayır, böyle bir şey olmayacak,” demesini bekliyordu. Ama hiçbirinden böyle bir şey duyamadı. Sadece derin nefes alışlarını, sinirle sıkılan çeneleri, öfkeyle kenetlenen elleri gördü. Kanı dondu. Bütün vücudu, kafasının içindeki gürültüye yenik düşüyordu. Bu olamazdı. Bunu yapamazlardı. Korkusu, yerini tarifsiz bir öfkeye bırakıyordu. Ama ağzından tek kelime çıkmadı. Konaktaki herkes bir şeylerin yıkılmakta olduğunu biliyordu, ama en büyük yıkım, Defne’nin gözlerinden okunuyordu. Ve o an, ilk kez hayatında... Ailesinden nefret etti. BOŞ BEŞİK 3 SERİDEN OLUŞUYOR. HEM BURADA HEM DE SHOPİER HESABIMDA VAR. i********: ADRESİM: melekkas_hikayeleri oradan kitaba ulaşabilirsiniz isterseniz. Ya da buradan okuyabilirsiniz.

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

HÜKÜM

read
223.0K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
519.4K
bc

AŞKLA BERDEL

read
78.9K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook