Herkes aşkı şöyle güzel, böyle büyülü diye tanımlar. Ben mi? Bay Kasıntı'ya karşı tarif edilemez bir zevk besliyorum. Ama bu bir sevda değil. Onu delirtmekten aldığım o muhteşem keyif! Ah, resmen damarlarımda bir enerji patlaması hissediyorum. Peki, bugün hangi kıyafetle sahne alalım?
Dolabın önünde biraz oyalandım. Genelde "erkek Fatma" modunda gezmeye alışığım; sade ve rahat parçalar her zaman favorim. Ama asil bir aristokrat ailenin kızı olduğum gerçeğini değiştiremem, dolabım balo kıyafetlerinden geçilmiyor. Dantel, saten, ipek... Her biri şatafatlı ve iddialı. Bugün böyle bir şey giymek, amacımı baltalamak olur. Bay Kasıntı'ya güzel görünmek için çaba sarf ettiğimi sanmasını istemem. Ayrıca, evdeki basit bir yemek için bu kadar abartı saçmalık olur.
Peki ya bu? Yok, bu çok şeker. Diğeri mi? Fazla davetkâr, babam bayılır tartışma çıkarmaya. Şu? Ah, hiç değil, bu elbise yaşımı beş yaş büyütür. Derken... İşte! Bunun burada ne işi var? Ne zaman almışım bunu? Kesinlikle bunu giymeliyim!
Öncesinde bir duş almam lazım. Ilık suyun altına kendimi bıraktığımda düşünceler zihnimi doldurdu. Bugün neydi öyle? Bay Kasıntı’yla düello yaparken neden mutlu görünüyordu? Adamın espiri yaptığını mı duydum? Yoksa biri bana büyü mü yaptı? Belki annemdir, prens düğünü iptal eder korkusuyla bir şeyler deniyordur.
Gözümün önüne bir sahne geldi: Prens, düelloda üzerindeyken derin bir nefes çekmişti ve yüzü kıpkırmızı kesilmişti. O da neydi? Koku mu aldı? Ama ben parfüm kullanmam ki. Duş jelim yeterince etkili. Yasemin, lavanta ya da hanımeli gibi ağır kokular değil, sadece portakal. Yoksa o kızarmayı portakal kokuma mı borçluyum? Bay Kasıntı, beni portakallı turta olarak mı hayal ettin?
Duş jelimle iyice yıkandım, savaşta her detayı düşünmek lazım. Bu bir meydan okuma ve ben kılıçlarımı kuşandım!
Sarışın, uzun dalgalı saçlarımı açık bıraktım, yanlardan ince tutamlar alıp arkada zarifçe birleştirdim. Elbisemi alıp üzerime geçirdim. "Eleanor, ne giydiğini söyle çatlatma bizi!" diyorsunuz değil mi? Tamam, sakin olun.
Omuzlarımı açıkta bırakan, salaş kesim beyaz bir Madonna yaka gömlek giydim. Üzerine bej rengi, etnik desenlerle süslenmiş bir korse geçirdim. Korsenin göğüslerimi nasıl ön plana çıkardığını söylememe gerek yok sanırım. Altına gold bir saten kalem etek tercih ettim. Ayaklarımı şampanya rengi, hafif topuklu, incili ayakkabılarla süsledim. Şimdi hazırım.
Normalde makyaj yapmam ama bugün Bay Kasıntı için bir istisna. Şeftali tonlarında yanaklar ve pembe dudaklarla tam da "bu evliliğe çok hevesliyim" mesajını vermek istiyorum. Bu gece eğlenceli olacak.
---
Çok geçmeden aşağıdan yükselen gürültüler dikkatimi çekti. Sanırım geldiler. Merakla pencereye ilerledim. Aşağı baktığımda kraliyet hizmetlileri ve ihtişamlı araçları bahçeye yerleşmişti. Ve tam o sırada... gözlerim istemsizce ona takıldı. Prens Victor.
Üzerinde şık bir siyah pantolon, göz alıcı rugan ayakkabılar, kırmızı kalın bir kemer ve beyaz salaş bir gömlek vardı. Ama o gömlek... O gömlek, tüm göğüs kaslarını açıkça sergileyen, sınırları zorlayan bir cesaretle üzerindeydi. Bu ne şimdi? Benimle aynı taktikle mi geldin, sinsi pislik!
Tam o anda, gözlerimiz çarpıştı. Dudaklarının kenarını kıvırarak çapkın bir gülümseme gönderdi, üstüne bir de göz kırptı. Göz kırptı, evet!
Yakalanmanın verdiği panikle mi yoksa bu küstah tavrının vücudumda yarattığı saçma sapan etkiden mi bilemiyorum, pencerenin kenarından yıldırım hızıyla çekildim. Kaçmıştım. Resmen kaçmıştım.
Dakikalar sonra, derin bir nefes alarak kendimi toparladım ve aşağı inmek için merdivenlere yöneldim. Basamaklardan ağır adımlarla inerken etrafı gözlemliyordum. O sırada gözlerim kraliçeye takıldı. Kraliçe Isabella.
Uzun, zarif bir boyun, altın sarısı saçlar ve göz kamaştıran bir duruş... Sanki yılların ağırlığını zarafetle taşımış bir şaheserdi. Göz göze gelince hemen reverans yapıp onu selamladım.
“Ah, merhaba, güzel Eleanor. Su gibi süzülüyorsun, kızım,” dedi tatlı bir sesle. “Seni görmek beni çok mutlu etti.”
Tevazu ile gülümsedim. “Teşekkür ederim, Kraliçem. Ben de aynı mutluluğu paylaşıyorum.”
O sırada annem, Sophia, ileriden seslendi. “Eleanor, kraliçemize masaya kadar eşlik et lütfen.”
Başımı eğip, “Buyrunuz, sizi bekliyorlar,” diyerek ona yol gösterdim.
Masaya vardığımızda bir kez daha reverans yaparak herkesi selamladım. Kral bana döndü ve gülen gözleriyle konuştu:
“Eleanor, güzelliğin krallığın dört bir yanına yayıldı. Herkes düğün balosunu iple çekiyor. Ailemize hoş geldin.”
Gülümsedim ve hafifçe başımı eğdim. “Teşekkür ederim, Majesteleri. Övgü dolu sözleriniz için minnettarım.”
Saatler geçmişti. İki aile, sofrada bol kahkahalı, keyifli bir sohbetin içine gömülmüştü. Fakat Bay Kasıntı? O hâlâ aynı somurtkan tavrında. Ah, ne beklenir ki? Ego Krallığı’nın sarsılmaz hükümdarı.
Bu neşeli ortamda annem aniden bana döndü. “Eleanor,” dedi hafif bir gülümsemeyle, “prens binicilikle ilgileniyormuş. Ona at çiftliğimizi gezdirsen, belki Şimşek’le de tanışır.”
Şimşek mi? Ah, evet, benim asi ruhlu kızım. Bu kibir yığınına kendini tanıtmayı bırak, yanına bile yaklaşmaz. Düşüncelerimi toparlayıp sesimi sakinleştirerek konuştum:
“Prensin böyle bir şeyi isteyeceğini sanmıyorum, anneciğim. Gayet rahat görünüyor. Belki başka bir zaman.”
Ama Bay Kasıntı, saniyesinde lafa atladı. “Aslında bunu çok isterim, Lady Sophia,” dedi, o kendinden emin, muzaffer gülümsemesiyle.
Uyuz şey. Bunu sadece inadına yapıyor!
Ahırlara kadar tek kelime etmeden yürüdük. Sabahki o alaycı, şakacı Victor gitmiş, yerine soğuk, sessiz ve ağırbaşlı bir adam gelmişti. Resmen kişilik bölünmesi! Çift başlı engerek yılanı seni! diye içimden söylenip, negatif enerjimi ona doğru yolluyordum.
Bir süre sonra ahırlara vardık. Kapıları açarak atları tanıtmaya başladım. Sağ baştan işaret ettim.
“Bunlar Alpha, Beta ve Omega. Aynı karnı paylaştılar ama ikiz değiller. Alpha, koruma süvarilerimizin başı Alfred’in kullanımında. Oldukça sert ve asildir, oğlum benim.”
Alpha’nın yanına gidip burnumu onun burnuna değdirerek sevimlice konuştum:
“Annesinin güzel çocuğu, oyy!”
Arkamı döndüğümde Victor’un elini dudaklarına götürüp bastırarak sinsi bir şekilde güldüğünü fark ettim. Sinirle çıkıştım:
“Ne oldu? Neden gülüyorsun?”
“Hayvanlara karşı bayağı naziksin. Akademide ise tepelemediğin adam kalmadı, bu biraz ilginç geldi,” dedi alaycı bir ifadeyle.
Bıdı bıdı bıdı! Haketmiyorlardı sanki, boş yere mi yapıyorum?! İçimden homurdanıp cevap vermedim, ilerlemeye devam ettim.
Beta’nın yanına geldim ve yumuşak bir sesle tanıttım:
“Beta, babamın atıdır. Son derece hızlı, çevik ve asil bir kısrak.” Başını okşadım ve hafifçe gülümsedim.
Sonra Omega’nın yanına geçtim. “Bu ise Omega. Ne yazık ki bir sakatlıkla doğdu; sağ bacağında bir eğrilik var. O zamanlar baytar onu vurmak istemişti ama izin vermedim. Yıllardır ona çok iyi bakıyoruz. Koşuya çıkamasa da yürüyüş yapmayı seviyor ve çiftlikte mutlu. İlla bir işe yaramak zorunda değil.”
Son olarak büyük bir heyecanla Şimşek’in yanına geldim. “İşte bu da benim kızım, Şimşek!” dedim ve ellerimle yüzünü avuçladım.
Şimşek bembeyaz, güçlü bir yapıya sahip, sarı saçlı bir kısraktı. Onu gururla anlatmaya başladım:
“Ben çocukken civar çiftliklerden biri onu getirmişti. Safkan bir yaban atıymış ama kimse ehlileştirememiş. Babam çok istemiş ama o da başaramamıştı. Üzerine kimseyi bindirmedi. Satacaklarını duyduğumda babama yalvardım ve sattırmadım. İki yıl boyunca sadece ona yemek götürdüm, dolaştırdım. Sonunda beni kabul etti. Şu an benden başka kimse binemiyor, hatta dokunamıyor. Bu yüzden biraz uzak dursan iyi olur.”
Victor, Şimşek’i incelerken ilgisini gizlemeye çalışıyordu.
“Hadi dönelim istersen,” dedim ama o gözlerini Şimşek’ten ayırmadan konuştu:
“Aslında şu asi kızını biraz daha yakından tanımak isterim.”
Tam karşısına geçti, gözlerini Şimşek’in gözlerine odakladı. Ve inanılmaz bir şey oldu. Şimşek başını eğdi ve Victor’un onu sevmesine izin verdi!
Şaşkınlıkla mırıldandım:
“Bu nasıl mümkün olabilir? O kimseye dokundurtmazdı.”
Victor alaycı bir tavırla gülümsedi. “Kızlar üzerinde etkileyici bir etkim vardır,” dedi.
Sinirden köpürdüm. Kaşlarımı çatıp tam burnunun dibine kadar sokuldum. “Aslına bakarsan, bende hiç etkili değilsin,” dedim meydan okurcasına.
O anda hiç beklemediğim bir şey yaptı. Ellerini belime doladı ve beni kendine çekti. Dudaklarımız neredeyse birbirine değecek kadar yakınlaşmıştı. “Emin misin?” diye fısıldadı.
Vücudum... ihanet ediyordu. Titremeye başlamıştım. Hayır! Şu an bunu yapamazsın! Kendimi geri çektim, ama gözlerimle ona meydan okumaktan vazgeçmedim.
Dudaklarımı hafifçe bükerek blöfümü sürdürdüm. Dekoltemi tutan ince ipi çekerek göğüslerimi tamamen ortaya çıkardım. Şimdi minik pembe uçlarıyla onu delirttiğine emindim. Nasıl olsa kadınlardan hoşlanmıyor, En azından beni yapamayacağı şeyler hakkında kışkırtmaz artık.! diye düşünüyordum.
“Peki ya sen, Bay Kasıntı? Asıl benim seni etkilemediğimden emin misin?” dedim. '' Bu gün o itirafı almalıydım, Yeminli Rahip olsa yine dayanamazdı, yıllarca kadınsız!
Tam o anda tehlike çanları çalmaya başladı, ama benim için. Çünkü;
Victor’un gözleri pür dikkat, önüne cesurca serdiğim çırılçıplak göğüslerime odaklanmıştı. Ama beklediğim utanç ya da afallama yerine, iştahla pis pis gülümsüyordu. Gözlerini kaldırmadan fısıldadı;
"Fazla cesursun eleanor! Ne zaman benim bir erkek olduğumun farkına varıp, kışkırtmaktan vazgeçeceksin.! "