1. Bölüm "Başlıyoruz"
Elindeki dosyayla gireceği görüşme için ilerlediği koridorda ilerleyen genç kadın geçtiği her kapının önündeki yazıyı dikkatle okuyordu. Ve nihayet aradığını buldu. Girdiği odada hazır olda baş selamıyla masanın başında oturan üstünü selamlayarak,
"Astsubay Demet Saygın, arzederim başkanım. " diyerek dosyasını verdi. Operasyon daire başkanı oturduğu sandalyeden kalkarak gözlerini üzerine dikti.
"Yaptığının cezasını biliyor musun? " diye sordu.
"Biliyorum efendim. " diye cevap verdi başı dik göğsü ilerde.
"Sırtından üniformanı çıkaracağını bildiğin halde nasıl yaptın bu hatayı? "
"Bir hata yaptığımı düşünmüyorum efendim uzun zamandır yapmam gerekeni yaptım. "
"Şu dik başınız yok mu sizin! Gözün aydın DTK'ya gidiyorsun. " genç kadının kaşları şaşkınlıkla çatıldı. DTK da neydi? "Bakma bana öyle in aşağı gideceğin yerin dosyasını verecekler sana. "
"Emredersiniz başkanım. " diyerek baş selamıyla çıktı odadan. Aşağı indi, tüm kapıları tek tek kontrol etti ama DTK diye bir birim yoktu. Yanından geçen kişi neyse ki tanıdıktı.
"Eren! "
"Komutanım! "
"Şükür soracak birini buldum! Burda herkes üst rütbeli kimseye bir şey de soramıyorsun. Bu DTK hangi birim ve nerde, bulamadım. "
"Sizi DTK'ya mı gönderdiler komutanım? "
"Evet."
"Gözünüz mü aydın diyeyim, geçmiş olsun mu diyeyim bilemedim şimdi komutanım. "
"Neden? "
"DTK dedikleri Kızıl Hilâl Ekibi aslında, Delileri Toplama Kampı diyor Menderes Başkan. Sizin dosyanızı Menderes Başkan'ın masasında görmüştüm. Sizin ordudan atılmanızı Deli Yüzbaşı'nın isteğiyle Mehmet Yıldırımarslan engel olmuş. "
"Cidden mi? Yani beni Kızıl Hilâl'e mi gönderiyorlar şimdi, Fatih Keskin'in ekibine? "
"Yüzbaşı onu ekibimde istiyorum demiş sizin için. Bu kadar sevindiğinize göre gözünüz aydın diyorum komutanım. "
"Hemde ne aydın! Peki nerdeler şimdi, Ankara'dalar ise ben hemen gideyim! "
"Operasyonun detaylarını bilmiyorum ama Deli Yüzbaşı sınır dışında, ekibi ise dün Kilis'e gitti. Sizin işlemlerinize de bakalım muhtemelen sizde Kilis'e gideceksiniz. "
Demet büyük bir heyecanla Eren ile birlikte gitti. Eren'in dediği gibi onunda Kilis'e gitmesi gerekiyordu, hemde hemen yarın gitmesi gerekiyordu. Operasyona dair bir açıklama yapılmasada onun için Kızıl Hilâl Ekibi'ne katılmak yeterdi.
Büyük bir heyecanla evine döndü genç astsubay. Hiç vakit kaybetmeden sırt çantasına lazım olabilecek eşyalarını koydu. Ailesi Aydın'da yaşadığı için onlara bunu söylemeyecekti. Sadece operasyonlara gideceği için bir süre ulaşamayabilirsiniz demişti.
Sabahın erken saatlerinde aldığı disiplin üzerine Demet ayaktaydı. Çağırdığı taksiyle havaalanına gitti. Ardından Kilis'e en yakın havaalanı olan Gaziantep Havaalanı'na gidecek uçağa bindi. Uçak havalanırken heyecanını dizginlemek için derin nefesler alıyordu.
Gaziantep'ten kara yoluyla Kilis'e geçti. Uçak yolculuğundan daha uzun süren yolculuk bir köy karakolunun önünde son buldu. Sınır dışına buradan geçeceklerdi yeni dahil olacağı ekip ile birlikte. Bir süre öyle bakındı karakola nizamiyenin önünde. Ardından içeri girdi içine sığmayan heyecanıyla. Karakol komutanıyla görüşüp ekibinin kaldığı odaya götürüldü Demet. Odada sadece üç kişi vardı, iki erkek bir kadın. Demet biliyordu ki ekip yedi kişilikti. Fatih henüz dönmediğine göre geriye kalan üçü neredeydi acaba diye düşündü. Ve hiçbirinin üzerinde üniforma yoktu, rütbelerini bilmediği için önce kendini tanıtmayı uygun gördü.
"Astsubay Demet Saygın. " diyerek baş selamıyla hazır olda durdu.
Çam yeşili gözleri ve oldukça sinirli olduğu belli çatık kaşlarıyla, "Rahat! " diyen adamla Demet oldukça tedirgin oldu. Sesi insanı dövecek tondaydı. Oturan kadın eliyle sandalyeyi gösterdi Demet'in oturması için.
Karşısına oturan genç hanımla elini uzatıp, "Leyla Birhan. " dedi. Diğerlerinin kendilerini tanıtmaya pek niyetlerinin olmadığını farkeden Leyla ikisini tanıttı.
"Üsteğmen Sancak Azizoğlu. " diyerek az önce ona rahat komutu veren sinirli adamı tanıttı. "Üsteğmen Haşim Aktemur. " diyerekte eliyle oldukça esmer olan adamı tanıtırken ortamdaki gergin hava ayan beyan ortadaydı. Bu gerginlik Demet'in konuşmak yerine başıyla memnuniyetini belirtmesine neden oluyordu.
Az sonra içeri sarışın, beyaz tenli ve oldukça göze çarpan mavi gözleriyle bir adam girdi. Hemen çektiği sandalyeye oturdu.
"Öğrendim komutanım. Bizden sakladıkları bilgi, iki yıl önce sınır nöbet kulübesindeki dört askerimizin gözlerini oyup, parmaklarını kesen şerefsiz Suriye'den bu tarafa geçiş yapmış. Hâlâ kırsal alandaymış, şehre girmek için geceyi beklediği bilgisi var. Takipte özel görevliler varmış, sanırım yurtiçindeki faliyetlerini tespit etmek için müdahale edilmiyor. Fatih Komutan'ım geleceği için Menderes Başkan özellikle bilginin gizli tutulmasını istemiş. " hızlı bir şekilde anlattıklarının ardından arkasına yaslandı. "Bunu anlatacak mıyız? "
Leyla rahat tavrıyla, "Ben Deli'den bir şey saklamam. " dedi. " Bilirsiniz ki benim en önemli işim eksiksiz tüm bilgi ve durumları ona bildirmek. "
Sancak,
"Menderes Başkan hesabını bizden soracaktır. "
Leyla,
"İcraat kiminse hesabını da o verir. Ben işimi yaparım, Deli'den başkasının emri de beni bağlamaz, ben ordu mensubu değilim. " Demet nasıl diye kendine sorarken, onlara bunu sormak için pek doğru zaman değildi.
O sırada kapı tıkırdatılıp açıldı. İçeri giren asker hazır olda, "Geldiler komutanım. " diyerek haber verdi. Herkes ayaklanırken ekibin yeni üyeside ayaklanarak onlara eşlik etti. Hep birlikte çıktıkları karakol önünde gelmiş olan tim komutanını, karakol komutanı karşılamıştı.
Leyla gülümseyerek önden hızlıca yürüyerek Fatih'e sarıldı.
"Hoş geldin yüzbaşı. " dedi. Fatih'te gülümseyerek ona sarıldı.
"Hoş buldum acem kızı. " Leyla Fatih'ten sonra onunla birlikte operasyonda olan arkadaşına, "Sende hoş geldin Mübarek. " dedi. Adı Şaban Temizel'di, göreviyle birlikte dini vecibelerini de eksiksiz yapan, dinine oldukça düşkün biriydi. Ondan sebep ona Mübarek diyorlardı ekip içinde. Fatih'in yanından hiçbir zaman ayırmadığı biriydi.
"Hoş bulduk. " yanlarına ulaşan diğerleri de, onlarla sarılıp kucaklaşmıştı. Resmî bir ast, üst ilişkisinden çok aile gibi görünen bir tablo vardı. Daha çok abi, kardeş ilişkisi var gibiydi aralarında. Sadece ekibin yeni üyesi biraz uzak duruyordu. Ve beklediği o efsanevi Deli Yüzbaşı beklediğinden farklıydı. Bir seksen beş boylarında, esmer, saçı-sakalı birbirine girmiş; çokta askere benzemeyen biri duruyordu karşısında. Kafasında net bir şemal olmasada o efsanevi isim sanki bu adama tezat duruyordu biraz. Bir an için aklından 'bu mu? ' diye geçirmedi de değil. Kafasındaki düşünceleri bir kenara bırakarak,
"Astsubay Demet Saygın, hoş geldiniz komutanım. " dedi. Fatih başını ondan taraf çevirerek baktığında Leyla,
"Senin istediğin patakçı. " dedi. Fatih başını aşağı yukarı sallayarak, "Hoş buldum, sende hoş geldin. " dedi. Demet başıyla karşılık verdi. Leyla'nın patakçı tabiri gözünden kaçmasada bir şey demeden önüne döndü.
"Berber ne tarafta? Şu saçı, sakalı düzeltelim de insana benzeyelim. " dedi Fatih. Karakol komutanı eliyle yer göstererek, "Bu tarafta. " dedi. Berbere doğru Fatih ile birlikte yürüyen karakol komutanı, "Siz tıraş olana kadar çocuklar yemeğinizi hazırlasınlar. " dedi.
Leyla da onlara eşlik etti.
Küçük bir oda içinde kurulu bir koltuk birde aynadan oluşuyordu berber odası. Fatih sandalyeye oturunca işini yapmak için bekleyen asker hemen üzerine bir örtü örterek eline tıraş makinasını aldı. Leyla askerin elindeki makinayı alarak, "Dışarı çık. " dedi. Çocuk neye uğradığını şaşırmış alık alık bakarken Leyla diktiği baskıcı, kötü bakışlarıyla bakarken asker hemen o küçük odayı terketti. Leyla eliyle Fatih'in saçlarını düzeltti. Ardından tıraş makinasını ayarlayıp saçlarını kesmeye başladı.
"Durumlar ne? " diye sordu Fatih. Leyla bir taraftan oldukça başarılı bir şekilde saçlarını keserken diğer yandan da konuşmaya başladı.
"Operasyon Lübnan'a. Şii bölgesinden suç lideri birini alacağız. Duru tüm hazırlıkları tamamladı, planlarda bir değişiklik olmazsa iki gün sonra yola çıkıyoruz. Deniz yoluyla gideceğiz. Operasyon detaylarını Prenses getirecek. Küçük Ağa ile Ağır Manyak birbirine girdi. Bu aralar burun buruna duruyorlar. "
Prenses dediği, Duru, Küçük Ağa dediği Haşim, Ağır Manyak ise Sancak'tı. Ekipte herkese bir lakap takmıştı. Kimsede lakabından şikayet etmiyordu.
"Sebep? "
"Asıl sebep Duru ama bahaneleri çok. Sancak, Duru'nun, Haşim ile olan yakın arkadaşlığına tahammül edemiyor. Duru, komuta Sancak'ta olmasına rağmen onunla konuşmamak için Haşim'e rapor veriyor. Ağır Manyak ile Prenses önceden de dediğim gibi birbirlerine gayet ve samimi bir şekilde aşık ama ikiside ekipten ayrılmayı göze alamayacakları için birbirlerinden uzak duruyorlar. Ve hatta birbirlerini görmemezlikten geliyorlar. Küçük Ağa durumun farkında Prenses'i korumak için bizim manyağın damarına basıyor her fırsatta. Ama sorunu her zaman ilk Sancak çıkarıyor. "
"Mehmet Başkan duruma müdahil olmadı mı? Ona söylemiştim, Sancak ile Haşim'in aralarındaki sorunu ben dönene kadar çöz diye. "
"İkisinden birini ekipten almayı düşünüyor sanırım. "
"Kimseyi bir yere göndermem. Kendi işimi kendim halledeceğim. "
"Bir durum daha var, Menderes Başkan kesinlikle senin duymaman için emir vermiş. " Fatih soru dolu bakışlarını karşısındaki aynadan Leyla'ya dikti. "İki yıl önce sınır nöbet kulübesindeki dört askerimizin gözlerini oyup şehit eden şerefsiz buraya yakın bir yerde, şehre girmek için geceyi bekliyormuş. Ekipler takipte ama yurtiçi bağlantıları operasyonu için şimdilik müdahale edilmiyor "
"Eceline gelmiş köpek! " diyen Fatih sıktığı dişleriyle kafasında planını saniyeler içinde kurdu. Saç tıraşı bittikten sonra eline aldığı usturayla hızlı bir şekilde sakallarını da keserek yerinden kalktı.
Leyla,
"Yurtiçi operasyonlar için lazım olmasaydı şerefsiz, çoktan leşini sarı torbalara koymuşlardı. Bu kez karışmasan mı? " dedi.
Fatih kendinden emin hırslı bir tebessümle baktı ona.
"Ben onuda düşündüm merak etme. " diyerek dışarı çıktı. Karakolun etrafında göz gezdirdi. "Operasyon çantamı nizamiyeye bırak, Emir'e söyle bana giyecek bir şeyler ayarlasın ben bir banyo yapayım. Sancak tüm bilgileri eksiksiz getirsin. Haşim dışarıya bana bir araba bıraksın ardından da yanıma gelsin. Herkes banyodan sonra uyuyacağımı bilsin. Lan bir aydır yıkanmadım, tam bir ay! Benim gibi adam bir parça sıcak suya hasret kaldı ya...! " diye söylenerek giden Fatih'in arkasından baktı Leyla.
Fatih, Emir'in onun için ayarladığı kıyafetleri alarak haftalardır hasret kaldığı sıcak suyla haşir neşir olurken Sancak istediği bilgileri eksiksiz birleştirmişti.
Üzerini giyindikten sonra uyuması için hazırlanan odaya geçerek Sancak'ın istediği bilgileri getirmesini bekledi.
Az sonra kapı tıkırdatılıp açıldı. Sancak içeri girerek teröristlerin nerde olduklarını yanında getirdiği harita üzerinde gösterdi.
Fatih,
"Takiptekiler kim? " diye sordu.
"Mehmet Başkan'ın ekiplerinden. " diye cevapladı Sancak. "İstihbaratın özel takip ekiplerinden bir ekip ama başında kim var bilmiyoruz. "
"Mehmet Başkan'ın ekiplerinden ise bana uzaktan müdahale etmezler. On dakikalık mesafeyle takip ettiklerini göz önünde bulundurursak altı dakika bana yeter. Dört saat sonra dönerim; bu süre zarfında hiçbiriniz ne Mehmet Başkan ile, ne de Menderes Başkan ile iletişimden kaçının. "
"Emredersin komutanım. "
"Kapıya diktikleri askeri gönder çıkayım. " diyen komutanıyla Sancak kapıyı açarak kapının önünde bekleyen askere,
"Bir koşup buraya iki çay kap gel aslan parçası. " dedi. Asker bir an bile düşünmeden, "Emredersiniz komutanım. " diyerek fırladı. Fatih'in çıkma ihtimaline karşı haberdar olmak maksadıyla kapıya dikilen asker Fatih'in planından habersiz çay almaya giderken Haşim planladıkları üzere odaya girdi.
Fatih,
"Ben dönene kadar kıyamet kopsa bu yataktan çıkmayacaksın! Ben burda uyuyorum, sen olduğun anlaşılmasın! "
"Emredersin komutanım. " diyen Haşim montunu, kapşonlusunu ve şabkasını çıkarıp Fatih'e verdi. Ardından postallarını çıkarıp yatağa yattı. Fatih, Haşim'den aldıklarını giyerek odadan ayrıldı.
Az önce kapıdan ayrılan asker iki çayla gelirken odadan çıkan Sancak,
"Geç kaldın be aslan parçası, komutan uyudu. " diyerek açık kapıdan yatan Haşim'i gösterdi. Hemen ardından kapıyı kapattı. Asker mahçubiyetle, "Özür dilerim komutanım, çokta acele etmiştim ama. " diyebildi.
"Uyandığı zaman sen ona koca bir demlik çay getir konu hallolur. Fatih Yüzbaşı, çayı çok sever. " diyen Sancak askerin omuzunu sıvazlayarak oradan ayrıldı.
Fatih hızlı adımlarla karakoldan çıkıp nizamiyeden onun için bırakılan çantayı alarak çıktı. Montun cebindeki anahtarla Haşim'in onun için bıraktığı arabaya binerek oradan ayrıldı.
Fatih bulması gerekenleri bulduğunda kıyamet zamanıydı. Sırtında çantasıyla, ucunda susturucu olan silahıyla kuytu bir çukurda saklanan dokuz kişilik gurubu izledi. Yüksek taşlardan oluşan saklanılabilecek yerin mezarları olacağını bilmeden kendi aralarında konuşuyorlardı. İki kişi nöbet tutuyor olsada çok tedbirli olmadıkları ellerinde rahatça tuttukları keleşlerle belliydi. Fatih çantadan bir silah daha çıkarıp ucuna susturucu taktı. Çantasını tekrar sırtına alarak sessizce sokulmaya devam etti.
O yüksek taşların üzerine kadar çıt çıkartmadan gelen Fatih verdiği ani baskınla tekinin elini silahına atmasına izin vermeden yedisini öldürürken, diğer ikisi elleri havada korkuyla ona bakıyorlardı. Fatih iki elindeki silahlarla aşağı atladı.
"Bak sen, burda kim varmış! " diyerek hitap ettiği şerefsizin yanındaki diğer şerefsizin kafasına vurup bayıltırken silahlarının ikisini de beline sıkıştırıp kemerindeki plastik kelepçelerden dört tane çıkardı. Ona korkudan titreyerek bakan şerefsizin yalvarmaya başlamasıyla önce ağzını, yüzünü sert yumruklarla dağıtırken ardından her bir kolunu üst kısmından iki adet plastik kelepçeyle sıkıca bağladı. Kemerine bağlı kılıfındaki kasaturayı çıkarıp koluna bastığı yalvar yakar bağırıp yeri göğü inleten şerefsizin elini bileğinden bir doktor titizliğinde kesti. Şerefsiz acıdan kendinden geçerken çantanın cebinden çıkardığı amonyağı koklatarak ayılttı.
"Sana ölüm yok merak etme! Sen dua et lazımsın yoksa senin yedi sülaleni s..erdim! " dediği adamın diğer kolunuda az önceki gibi aynı şekilde kesti. Adamın çığlıkları taşları çatlatacaktı neredeyse. Tek merhamet emaresi göstermeyen Fatih yalvaran adamın yüzüne döndü. Sağ gözünün altına kasaturayı sokup çıkardı. Çantadan çıkardığı solüsyonu az önce çıkardığı gözün yerine dökerek kanamasını keserken gözüne çarpan bir metre kadar odun parçasını alarak kestiği iki eli geçirdi. Üzerine de gözü ekleyerek o odunu yere çaktı.
Büyük taşın üzerine şerefsizin kanıyla bir not yazdı.
Cana can, kana kan hakımdır intikam!
Taşa imzası olan hilal çizmeyi de ihmal etmedi. Her operasyonun ardından muhakkak kanla çizilmiş bir hilal bırakırdı arkasında, o yüzden de onun adı diğer ülkelerin istihbarat birimlerinde Kızıl Hilâl diye anılırdı. Ve kimse Kızıl Hilâl'in başlarına bela olmasını asla istemezdi, çünkü Kızıl Hilâl demek Azrail ile beraber geliyor demekti.
Geldiği gibi sessizce ve derinden ayrıldı orada Fatih takipteki ekipler yetişemeden.