bc

FIRTINANIN OĞLU

book_age18+
7
TAKİP ET
1K
OKU
dark
opposites attract
mafia
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Kızıl kumlar adi bir yağmur gibi, bir meleğin kanadından yeryüzüne düştü; düşen her damlada onun adının harfleri gizliydi; Rüzgar Harzemşah.

"Bir kibrit gibi yaksaydım onun için bedenimi... Fırtınası söndürür müydü tutuşan bedenimi?"

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
KAR FIRTINASI - BÖLÜM 1
Kor bir ateştim; fırtınasının söndüremediği. Hiçbir şeye boyun eğmeyen Fırtınası, karşısında duran ateşe şaşkındı. Kızıl kumlar birer cam tanesiymişçesine yerlere dökülüyor, bir yerlerde küçük bir kız çocuğu anılarından vazgeçiyordu. Kar, o kızıl kumların üzerine gözyaşı gibi düşüyor, karanlık ortamı beyaz, buzdan bir saraya çeviriyordu. Yıl 2009 Yer : Rusya / Yakutsk Yakutsk , dünyanın en soğuk şehri olarak da biliniyordu ve saçlarıma düşen bu küçük kar taneleri de bunu kanıtlar nitelikteydi. Yine de tüm o eski kışlara rağmen bu yıl biraz daha sıcaktı sanki. Normalde bu şehirde yaşamıyordum, çünkü her ne kadar soğuğa alışmış olsam da bu soğuğu seviyor olduğum anlamına gelmiyordu. Krasnadar Kraydaki, Sochi şehri benim meskenimdi. Annemle beraber yaşıyorduk, babamsa... Neyse. Bu şehirdeydim; çünkü bir kolye yaptırmak istiyordum. Rusyada maharetli eller çoktu lakin benim isteğim sadece maharet değildi, benim isteğim hayalimi fiziksele dökebilecek birisiydi. Ve o da buradaydı, Yakutsk'da. Bu şehre ilk kez geliyordum ve bu sebeple de (kesinlikle aptal olduğumdan değil) biraz kaybolmuş olabilirdim. Bir mezarlığı geçtikten sonra önüme çıkan ilk yol ayrımından sol tarafı seçtim çabucak. Her şeye çok fazla anlam yüklüyordum. Yol ayrımlarından birini seçebilmem mesela, ya da yolda giderken ayağıma bir şey takılması sonucu birkaç saniye geç varmam gideceğim yere; her şey benim için bir seçimden ibaretti... Sol tarafta ilerlemeye devam ettikçe ağaçların üzerine düşen kar tanelerinin sayısı da artıyordu. Bir köşeyi daha döndükten sonra görmüştüm o’nu. Gördüğüm şey karşısında nutkum tutulmuştu sanki. Ne bir adım ileri ne de bir adım geri gidebiliyordum. Bedeni ağaca yaslanmıştı. Kolları iki yanına düşmüştü ve üzerinde birikmeye başlayan kar taneleri vardı. Bir saattir buradaydı, ya da daha kötüsü 2 saattir. Üzerinde uzun kollu bir tişört altındaysa siyah kotu vardı. Ayakları çıplaktı. Bedenim kendini ileri itti; “kurtar onu!” Yanına çöktüm ve parmaklarımı burnuna ve ağzına gelecek şekilde yüzüne yaklaştırdım, zekam olmadığı için bunu eldivenlerim elimdeyken yaptığım için kısa süreli bir kalp krizinden sonra eldivenleri elimden çıkardım. Korkarak tekrar uzattığımda parmaklarımda çok kısa nefes alış verişlerinin buğusu oluştu ve anlık sevincim dağları aştı; yaşıyordu! Ama solukları kesik kesikti. Burada daha fazla kalamazdı. Yüzüne baktım. Yüzü gökten yere düşen bir melek gibiydi; kusursuz. Elmacık kemikleri çıkık, burnu minicikti. Kirpikleri rimelli beni kıskandıracak kadar uzundu ve kar taneleri kirpiklerine bile düşüyor ve eriyordu. Lakin güzelliğini bozan bir şeyler vardı; dayak yemişti, hem de çok kötü! İki gözünün altı mosmordu, dudağının kenarından akan kurumuştu. Burnundan akan kan çenesine dek uzamıştı. Kaşı yarılmıştı, ve yarıktan akan kan boynuna dek inmiş ve o da kurumuştu. Vücudunda var olup olmadığını bilmediğim hasarlar için yüreğim pır pır etse de, yapmam gereken bir şeyler olduğunun da bilincindeydim. Ne yapacağımı bilmez halde, bir dakika boyunca çocuğun yüzüne baktım sadece. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım ve hızlıca duruma göz attım. Birincisi burası ıssız bir yerdi ve birinin bize yardım edeceğini ummak berbat bir fikirdi. İkincisi çocuk o kadar uzundu ki onu taşıyabilmeme imkan yoktu. Onu sürüklemek bir çare olabilirdi belki ama kırılan bir yerleri varsa bu durumu daha beter bir hale getirebilirdi. Ceplerimi kontrol edip yardım çağırma ümidiyle telefonumu almaya niyetliydim ki aklıma gelen şeyle dehşetle donup kaldım. Telefonum tamirdeydi! Şokun etkisi bedenimi terk ettiği anda çocuğun ceplerini kontrol ettim ama hayır onda da telefon falan yoktu. Onu buraya bırakanlar ölmesini istiyordu ve bu yakında gerçekleşecek gibi görünüyordu çünkü elimden hiçbir şey gelmiyordu! Ama onu birazcık soğuktan koruyabilirdim belki. Ellerimdeki eldivenleri çıkarıp, biraz çabayla ellerine geçirdim. Ellerini yine iki yandan yere bırakmak yerine karnının üzerine bıraktım. En azından elleri biraz korunmuştu, fakat burada duramazdı! Gözlerim ayaklarına takıldı, morarmaya başlamışlardı bile. Bana yardımı dokunabileceği umuduyla çantamı karıştırdım; pek bir şey yoktu. Kalemler, ruhumu boğan zamanlarda yazmak için bir defter, biraz para ve annemin doğum günümde hediye ettiği, adımın baş harflerinin kazındığı, ellerimi ısıtmak için bir kit. İşte bu hiç olmazsa biraz iş görebilirdi. Kiti, elimi tişörtünün içine sokarak karnına koydum, eğer normal şartlar olsaydı 4 saat rahatlıkla ellerimi ısıtabilirdi ama donmak üzere olan bir adamın karnını en fazla yarım saat koruyabilirdi. Yine de bu da bir umuttu benim için. Çantamı kurcaladım ama işe yarar başka hiçbir şey yoktu. Ellerim boynuma gitti ve kırmızı uzun atkımı yanaklarını da koruyacak şekilde başına ve boynuna sardım. Başımdaki bereyi de onun başına taktım. Bugün kocaman bir bere takmamı kader mi istemişti benden? Şimdi kulakları yanakları kısacası başı güvendeydi. Vücudunu da kısmen soğuktan korumuştum ama kar şiddetini her saniye arttırmaya devam ediyordu ve bu beni ürkütmeye başlamıştı. Gözlerim tekrar ayaklarına takılınca nefesimi tutarak ayaklarına doğru ilerledim. Yerde biriken karları toplarken donmaya başladığını hissettiğim ellerimi olabildiğince görmezden gelerek karla ovmaya başladım ayaklarını. Bu süre zarfında hiçbir şekilde kıpırdamamıştı. Yaşadığına dair tek belirti 10 dakika önce kontrol ettiğim nefesiydi. Ovmaya 5 dakika boyunca devam ettim ve ayaklarındaki morarmalar çözülmeye başladı. Şimdi ısıtmak gerekiyordu ama bunu nasıl yapacaktım ki? Ayrıca ellerimi ne kadar ovuşturursam ovuşturayım asla ısınmamaya başlamıştı ve soğuk şakaklarıma ağrı sokmuştu. Onu burada bırakıp gitmek yüreğime ağır gelirdi. Aklıma gelen fikirle ayaklarını iteledim, dizlerini karnına doğru ittim. Bacakları çok uzun olduğundan falan mı bilinmez, iterken 5 dakika falan kaybetmiştim. Çantamı altıma alıp üzerine oturdum. Montumun fermuarını açtım onun altındaki hırkamın da fermuarını açtıktan sonra ayaklarını zorla kendime doğru çektim ve kazağımı kaldırarak, ayaklarını karnıma doğru çektim. Buz gibi ayakları bedenime öyle bir soğuk dalgası gönderdi ki olduğum yerde tüm bedenim titredi. Ellerimi de ayaklarının üzerine koyup, biraz ısınmak adına iki büklüm oldum. O şekilde bir on dakika geçmişti ve soğuk biraz bile geri çekmemişti kendini bizden. Bu şekilde daha fazla zaman geçiremezdik, ayakları hala karnımdaydı ve çok şükür ki ısınmıştı; tüm bedenimdeki ısıyı ayakları toplamıştı. Üzerimden montumu çıkardım, sonrada hırkamı. Ayaklarını karnımdan çekip hırkama sardım. Sonra hemen montumu üzerime geri giydim. Kocaman bedenini asla taşıyamazdım. Üst bedeninin de biraz ısıya ihtiyacı vardı, bu yüzden bedeninin herhangi bir yerinde kırık olmamasını umarak kucağına oturdum ve tüm vücudumla ona sarıldım. Ölmek üzere olan bir adamın bedeni oturuşuma hemen tepki verebilir miydi? Veriyordu… Ve bu… Biraz utanç vericiydi… Ama bu gerekli bir oturuştu! Popomun altında her saniye büyüyen şeye karşı tepkisizliğimi korusam da, kollarım kollarını ovmak için omuzlarından aşağı indiği anda, yere bakan gözlerim anında sağ koluna doğru döndü. Bu umduğum şey olabilir miydi? Kendimi kalkmak için ileri ittiğimde çıkan iniltinin bedenine verilen zarardan olduğunu düşünerek daha dikkatli kalktım ve bedenim onun üstündeyken dizlerimin üstünde kalktım. Sağ kolunda bir koşu bandı vardı! Bu da eğer şanslıysam telefonunun olduğu anlamına geliyordu. Parmaklarım omuz tarafından tişörtünün içine girdi ve bandı çıkardım. Titreyen parmaklarım ve zangırdayan dişlerim ve beni uykuya itmek isteyen soğuğa direnerek umut ettim; lütfen şifresi olmasın! Lütfen! Tamamen gayriihtiyari bir şekilde tekrar kucağına oturdum ve biraz ısı umut ederek başımı göğsüne yasladım. Son model cihazın şarjı sadece yüzde dört görünüyordu ve içimden tüm bildiğim duaları okuyarak ekranı yukarı kaydırdım ve… çok şükür ki! Şifresi yoktu! Hemen arama kısmına girdim. 172 arama görünüyordu ve en son arayan numarayı tekrar arayacakken bir arama düştü ekrana. Hemen açtım ve karşı taraftan gelen ses, çok gürültülüydü, “Nico! Ты ублюдок!” (Nico! Seni şerefsiz!” Benim konuşmama bile müsaade etmiyordu, “Я думал, ты умер! Блин!” (Öldüğünü sandım! Amına koyayım!) Bedenimde kalan son güçle, “Я Валерия,” (Ben Valeria) dedim. “Он не умер, но скоро умрет. Помощь...” (Ölmedi ama ölmek üzere. Yardım edin...) Karşı tarafın ne dediğini duyamadım çünkü elimde derman kalmadığı için telefon ellerimden kaydı ve yere düştü. Üzerimizde birikmeye başlayan kar taneleri ölümümüzün mü habercisiydi? Gözlerim kapandı… Uyku bedenimi elime geçiriyordu ve o kadar tatlı hissettiriyordu ki karşı koymak çok güçtü. Aradan ne kadar bir zaman geçmişti bilmesem yolda kayarak duran arabaların sesi kulağımı doldurdu, fakat gözlerimi açacak takat yoktu bedenimde. Bulunduğumuz yere o kadar çok araba gelmişti ve gelmeye de devam ediyordu ki “Kim bu?” diye iç geçirmiştim. Sesler yakınlaştı ve adım sesleri kulaklarımı doldurdu. Bedenim itildiğinde ve bir kenara düştüğümde dahi gözlerimi açamadım. Elimi saran elin kime ait olduğunu bilmeden açıldı gözüm ve Nico’yu kaldıran iki kişiyi hayal mayal gördüm fakat Nico’nun eli, elimi bırakmıyordu. Şu sesler döküldü parça parça dudaklarından; “Не... Оставь его.” (Onu… Bırakmayın.) Gözlerim kapandığında eli bırakmıştı elimi, havalanan bedenim başka diyara sürüklenirken uyku beni kollarına çekti…

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

TYLER (Cherry 2)

read
6.0K
bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
4.1K
bc

Yasak Sevda

read
85.3K
bc

KAKTÜS| Texting

read
3.4K
bc

Çobanaldatan

read
2.1K
bc

Zor Ajanlar

read
1.5K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
13.0K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook