Zeynep ertesi sabah uyanırken güneş henüz tam doğmamış, İstanbul’un üzerindeki sis yer yer Boğaz’ın kıyılarına çökmüştü. Perdelerin arasından sızan loş ışık odasının köşelerinde dans ediyor, yorgun gecenin izlerini silmeye yetmiyordu. Yatağından doğrulurken dün yaşadıkları bir düşten farksızdı. Ama zihni, her kareyi dikkatlice saklamıştı. Aras’ın yüzü… O karanlık bakışları… Mahzenin içindeki o eski belgeler… Rutubet kokusuyla karışmış, geçmişe ait sırların fısıltısı… Her şey hâlâ tenindeydi.
Mutfakta kahvesini hazırlarken elleri istemsiz titredi. Bu sadece iş değildi. Bu yalının içindeki dünya, onun alıştığı hayatla örtüşmüyordu. O, planlıydı, düzenliydi, öngörülebilirdi. Aras ise… kaotik, karanlık ve rahatsız edici ölçüde büyüleyiciydi. Dün gece defterine aldığı notları açtı, çizimlerin yanına birkaç yorum daha ekledi. Fakat kelimeler yetersiz kalıyordu. Çünkü bu kez ölçüp biçeceği şeyler taşlar ve kolonlar değil, bir adamın taşıdığı gizli dünyaydı.
Ofise gitmeye hazırlanırken telefonuna bir mesaj düştü. Numara kayıtlı değildi ama mesaj kısaydı: “Bugün saat 16.00’da tekrar gel. Alt katı yeniden görmelisin. – A.” Cümleler kısa, noktasız, ama kesinlik yüklüydü. Aras’ın o belirgin, buyurgan hali. Zeynep mesajı okuduktan sonra uzun süre telefona baktı. Gitmemesi gerektiğini biliyordu. Ama içinde artan o tanımlanamayan merak, onu harekete geçirdi. Karar çoktan verilmişti. Hazırlanıp yola çıktığında, dışarıdaki dünya sessizdi ama içinde çakan fırtına, bir mimarın alıştığı sükûnetin çok ötesindeydi.
Yalıya geldiğinde kapı bu kez açık bekliyordu. Güvenlik yoktu. Sanki ev onu çağırıyordu. Adım adım içeri girerken ayak sesleri, mermer zeminde yankılandı. Bu kez Aras, salonun büyük penceresi önünde ayakta durmuş Boğaz’a bakıyordu. Işık sırtını aydınlatıyor, yüzünü yarı gölgede bırakıyordu. Zeynep içeri girdiğinde dönmedi. Sadece bir cümle söyledi: “Korkmaktan vazgeçtin mi?” Zeynep durdu. Nefesini tuttuğu anlardan biriydi bu. “Korkmuyorum,” dedi kısık bir sesle, “Ama neyle karşı karşıya olduğumu hâlâ bilmiyorum.”
Aras döndü. Gözleri, bu kez yumuşaktı. Ya da öyle görünmek istiyordu. “Bazen bilmemek daha güvenlidir,” dedi. “Ama artık buradasın. Gördün. Ve tekrar geldin. Bu, cevabını çoktan verdiğini gösterir.” Zeynep hiçbir şey söylemedi. Konuşursa, sesi titreyebilirdi. Aras başıyla işaret etti. “Gel,” dedi. “Bugün sana başka bir şey göstereceğim.” Alt kata doğru birlikte inmeye başladılar. Bu kez yavaş, temkinli adımlarla. Mahzene indiklerinde Aras küçük bir anahtar çıkardı cebinden. Duvara gömülü ahşap panellerden birine bastı. Panellerden biri içeri doğru hafifçe oynadı ve gizli bir kapı açıldı.
Zeynep gözlerine inanamadı. Gizli geçitler, karanlık koridorlar… bunlar yalnızca kitaplarda olurdu. Ama burası gerçekti. İçerisi loştu, nemliydi. Aras küçük bir ışık yaktı. Işık zayıf ama yeterliydi. Koridorun sonunda küçük bir oda vardı. Duvarda haritalar, yer isimleri, rotalar. Masada eski bir telsiz ve yanmış kâğıt parçaları. “Bu nedir?” diye sordu Zeynep. Aras gözlerini haritadan ayırmadan cevapladı. “Bu, bir çıkış planıydı. Ama her çıkış, ardında bir bedel bırakır. Bu ev… sadece bir ev değil. Bu duvarlar… sadece taş değil. Bunlar, geçmişin hapsolduğu yerler.”
Zeynep yaklaşarak masadaki haritaya baktı. Haritanın kenarında bir tarih yazılıydı: 1997. “Bu yıl?” dedi. Aras başını eğdi. “O yıl, ben ilk kez birini kaybettim,” dedi sessizce. “O kaybın ardından kim olduğumu hatırlamayı bıraktım.” Zeynep yutkundu. Bu ilk kez Aras’ın kendini açtığı bir andı. Fakat kelimeler donuktu, geçmişin içine gömülmüş gibiydi. “Kimdi o?” diye sordu. Aras uzun bir duraklamadan sonra fısıldadı: “Kardeşim.”
Zeynep’in içini bir ürperti kapladı. Sessizlik aralarındaki tüm duvarlardan daha gerçek, daha keskin olmuştu. Aras yavaşça ona döndü. Gözleri boş ama derin. “Sana bu evin neden sessiz olduğunu anlatayım mı?” dedi. “Çünkü her odasında bir suskunluk gömülüdür. Bir bağırışın içinde susturulmuş duygular… Bu evin içi sessiz değil Zeynep, bu evin içi... sağır.” Zeynep kelime bulamadı. Tüm o teknik bilgi, tüm o eğitim… şu anda hiçbir anlam taşımıyordu. Aras’ın içinden dökülenler, sayfalarla anlatılamazdı.
Bir süre konuşmadan kaldılar. Sonra Aras gözlerini Zeynep’ten ayırmadan sordu: “Hâlâ kalmak istiyor musun?” Zeynep derin bir nefes aldı. Korkuyordu, evet. Ama kaçmak istemiyordu. Çünkü ilk kez bir yerde ‘merak’tan fazlasını hissediyordu. “Ben… kalmak istiyorum. Ama bir mimar olarak değil. Bir kadın olarak da değil. Sadece… insan olarak.” Aras’ın yüzü bu sözlerle bir an yumuşadı. Ama hemen ardından tekrar eski haline döndü. “O zaman geçmişin gölgesine hoş geldin,” dedi. “Çünkü burası yalnızca benim değil, senin de hikâyen olmaya başladı artık.”
Zeynep o akşam yalının ön kapısından çıktığında hava kararmıştı. Sokak lambalarının ışığı titrek ve solgundu. İçinde taşıdığı duygular öyle yoğun, öyle derinleşmişti ki, dış dünyanın sesi ona ulaşamıyordu. Aras… O adam, onu yalnızca zihinsel değil, ruhsal olarak da sınamaya başlamıştı. Ve Zeynep, içten içe biliyordu ki bu daha başlangıçtı. Önünde, duygularını altüst edecek bir yol vardı. Ama artık o yoldan geri dönmek diye bir ihtimal kalmamıştı. Çünkü o kapı bir kez açılmıştı. Ve bazı kapılar, kapanmazdı.