bc

HÜSRAN

book_age12+
951
TAKİP ET
12.4K
OKU
HE
gangster
heir/heiress
drama
mystery
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

❤️‍🔥Delicesine aşık olduğu kadını düşmanlarından korumak için sahte bir kimlikle İstanbul’da yaşamaya mecbur eden merhamet ve sevgiden habersiz Mervan Hanzade.

❤️‍🔥Abisinin hayatına karşılık kendisine delicesine aşık, evli ve çocuklu Mervan'a teslim olan Nazar Ateş

❤️‍🔥Bir intihar teşebbüsüyle tüm sırları açığa çıkaran gizemli bir günlük ve günlüğün sırlarını aralayan yaralı bir komiser.

Kader bu zıt karakterleri hiç hesap edemedikleri sınavlarda sınayacak. Yeri geldiğinde kor ateşlerde yakacak yeri geldiğinde iç hesaplaşmalarında boğacak.

Mervan'ın suç ve karanlıklarla dolu dünyasına girdiğinde kaçıp kurtulabilmek Nazar için imkansız bir hal alacaktı. Aşık olduğu adamın kendisini kurtarmasını beklerken hayat onu Mervan'ın avuçlarına ittiği gibi Mervan'ı da kendi celladına tutsak edecekti. Artık kuma olarak girmek zorunda kaldığı o büyük evdeki tek amacı ele geçirdiği delilleri kullanarak Mervan'dan tamamen kurtulmaktı. Tutkulu, sadist bir adam, güzeller güzeli hırçın bir kız, yaralı bir mazi, aşk, entrika ve çok daha fazlası...

Daha önce kitap olarak bastırdığım bu eser pek çok okuyucumdan tam not aldı. Serüvenimize sizleri de bekliyoruz.

❤️‍🔥❤️‍🔥❤️‍🔥

"Bir zamanlar mutlu bir kızdım ben. Çilekli bir sakız, toprak kokan ellerimle ektiğim çiçek fideleri ve denizin tatlı esintisinin okşadığı yemenim yeterdi beni gülümsetmeye. Bir gün o geldi. Hayatıma düşürdüğü korkunç yıldırım, beni onun isli, karanlık dünyasına mahkûm etti. Artık zihnimin direksiyonunda ben yoktum; o vardı. Küllere boğduğu geleceğimi kirli avuçlarından kurtarmak için her şeyi yapardım. Savaş daha yeni başlamıştı ve sarsıcı düellomuzu sonuna kadar götürmeye kararlıydım."

"Mervan altı harf, iki hece... İçimdeki yakıcı celladım. Bu sözcük varlığını ve zulmünü ifade etmeye yeter mahiyette miydi, bilmiyordum. Yaşadıklarım yaşayacaklarımın fragmanı bile değildi. Biliyordum, ben ucuz kurtuluşların kadını değildim."

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
OLAY YERİ
OLAY YERİ Saat 1.30’a geliyordu. Bekçinin ihbarı üzerine en yakın memurlar soluğu inşaatın önünde almış, zabıt tutup olay yeri ekiplerine haber vermişti. Polis araçlarının siren seslerini duyan halk, yattığı derin uykudan uyandı. İnsanlar, yerde kanlar içinde yatan kıza bakıyor; ah vah ederek durumun trajikliğine tepkisiz kalmıyordu. Olay yerine gelen ekip, inşaatı güvenlik çemberine aldı ve insanları olabildiğince alandan uzak tutmaya çalıştı. Meraklı halk ise olanları görme arzusuyla memurların işini yapmasına engel olmaya devam ediyordu. Polis, bir yandan çemberi korumaya çalışırken, diğer yandan halka cevap verip evlerine gitmelerini söyledi. Anlayışsız kalabalık ise direnip durumu zorlaştırmaktan bir türlü vazgeçemiyordu. Arbedeye bir de gazetecilerin istilası eklenmişti şimdi. İtişip kakışarak polisleri sıkıştırmaya; yersiz sorularına cevap bulma ümidiyle mikrofonlarını memurların ağzına sokmaya başladılar. Gecenin geç bir saatinde, genç bir kadın inşaat bekçisini öldürüp 3. kattan intihar etmişti. Elbette kimse böyle bir haberi kaçırmak istemiyordu. Ezilme pahasına fotoğraf çekiyor, henüz kimliği bile teşhis edilememiş olan zanlı hakkında bilgi almaya çalışıyorlardı. Niyazi, kalabalığın arasından sıyrılarak aceleyle güvenlik şeridini geçti. Oktay, Niyazi’yi görünce hemen soluğu yanında aldı. Uykusuzluğu ve yorgunluğu her hâlinden belli oluyordu. “Hoş geldiniz Komiserim!” Niyazi, sıkılgan bir tavırla, “Pek hoş bulmadım!” diye karşılık verdi. Niyazi, Oktay’ı severdi. İşinde ona takılmak en büyük tutkularından biri hâline gelmişti. “Çakma Leonardo!” derdi ona. O da hemen ast-üst ilişkisini unutup, “Sahi Komiserim, lisede de pek benzetirlerdi beni Leo’ya. Eh bu sarı saçlarla, renkli gözlerle, kalın dudaklarla Cuguli’ye benzeyecek değilim ya!” der ciddiyeti bırakıp lakayt tavırlara bürünürdü. Onun gevşemesini fırsat bilen Niyazi aniden sertleşip delikanlıyı ters köşeye yatırmakta gecikmezdi elbette. “Bu ne ciddiyetsizlik! Amir karşısında böyle mi olunur? Seni sürdürmek lâzım.” Bu sözleri duyan Oktay’ın eli ayağı birbirine dolaşır; kuş kadar olan aklı da başından uçup giderdi. “Aman Komiserim! O nasıl söz? Emrinizdeyim.” Oktay’ın mahcubiyetle durumu toparlamaya çalışması ciddiyetini bozmasa da Niyazi’yi oldukça eğlendirirdi. Aralarındaki bu komik dostluk, teşkilatta bile kahkahalara sebep oluyordu. Sürekli tatsız konularla ilgilenmek zorunda olan memurlar, bu esprilerle biraz olsun rahatlayıp, katıla katıla gülmekten kendini alamıyordu. Oktay, bitmek bilmez sulu şakalarıyla teşkilatın göz bebeği hâline gelmişti. Genç Komiser, onun kızlara asılmasını uzaktan tatlı-sert bir muzırlıkla takip eder; fırsatını bulunca da espriyle karışık canını okurdu. “Oğlum, sen aslında iyi çocuksun; suç, seni bu kadar şımartan annende.” Oktay annesine laf söyletmezdi doğrusu. Hemen yeni yetme ergen çocuklar gibi küskün küskün öne atılır, “Annem ne yapsın be Komiserim? Babasız çocuk büyütmek kolay mı? Ah babam sağ olsaydı!” diyerek iç çekerdi. Bugün Oktay’ın da keyfi pek yerinde gibi durmuyordu. Bu yüzden şaka faslına hiç girmedi ve “Olay nedir?” diye sordu. “Amirim, bu inşaatta iki tane bekçi görev yapıyormuş. Bekçilerden biri nöbet kulübesinde otururken inşaattan bazı sesler geldiğini duymuş. Genç bir kadın inşaata girip saklanmak istemiş ve bekçi de buna izin vermemiş. Kadın onu dinlemeyip hızla inşaata girmiş ve saklanıp katlar arasında dolaşmaya başlamış. O beşinci katta kadını ararken iki kat altından gelen bazı sesler duymuş. Olan biteni anlamak için hızla merdivenlerden inerken yaşlı bekçinin asansör boşluğundan aşağıya düştüğüne şahit olmuş, Kendisi 3. Kata ulaştığında kadının tedirgin bir halde bocaladığını ve tüm ikna çabalarına rağmen aşağıya atlayarak intihara teşebbüs ettiğini söylüyor. Bekçi henüz olayın şokundan kurtulamamış, hâlâ sayıklayıp duruyor.” Niyazi, nefret dolu gözlerle yerdeki kan damlalarını süzdü. “Aman ne güzel(!) Ölürken yalnız gitmeyeyim demiş belli ki!” Oktay, düzeltme yapmakta gecikmedi. “Kadın yaşıyor Komiserim. Ambulansla hastaneye kaldırıldı.” Niyazi’nin yüzü, yeniden karamsar bir ifadeye bulanmıştı. “Yakınlarda güvenlik kamerası var mı, ya da bir görgü tanığı?” “Olay yerini gören kamera bulunmuyor amirim. Elimizde sadece arkadaşının öldüğünü görüp şoka giren, kafası karışık bir bekçi var.” Oktay’la birlikte şeritleri geçip ceset torbasına konulmakta olan yaşlı bekçiye göz attılar. Oktay, kanlar içindeki cesedi görünce tiksintiyle midesini tuttu. Memurlar, adli tıbba götürmek için saç, tüy gibi parçalardan DNA örnekleri alıyorlardı. Cesedin birçok açıdan fotoğrafı çekiliyor ve ilk bulgular kayda geçiliyordu. “Kadın kaçıncı kattan atlamış?” “3. Kat.” Niyazi gözlerini katlar arasında gezdirdi. “Üzerinden kimlik ya da telefon çıktı mı?” “Telefon yoktu, fakat kabanın cebinde kendisine ait olduğu düşünülen bir kimlik bulundu.” “Durumu hakkında bilgi var mı?” Oktay, başını umutsuzca salladı. “Ne yazık ki durumu için pek iyi şeyler söylenmedi. Vücudunda pek çok kırığı bulunmakta, beyin travması geçirdiğinden şüpheleniliyor.” Niyazi, bu saatlerde böylesi bir işle uğraştığı için oldukça huzursuzdu. Yıllarca bu mesleği icra etmiş; yine de bu sevimsiz görüntülere bir türlü alışamamıştı. Oktay’ı da alıp araca bindi ve merkeze yöneldi. Merkez bugün oldukça kalabalıktı. Memurlar hummalı bir çalışmaya çoktan girişmişlerdi. Kimileri ifade alıyor, kimileriyse sorgu odalarına girip birilerini terletiyordu. Elbette elinde çayla koridorlarda dolaşıp, koyu bir sohbete dalanlar da yok değildi. Niyazi ve Oktay’ın gece ki koşuşturmanın da etkisiyle gözlerinden adeta uyku akıyordu. Uykusuzluklarını belli etmemeye çalışarak karşılaştıkları arkadaşlarına selam verip koridordan geçtiler. Niyazi, bir aralık girişteki aynaya baktı. İnşaatta tozlanan kıyafeti ve uzamış sakalları onu bir hayli rahatsız ediyordu. Olası bir amir baskınında azar işitmemesi içten bile değildi. O aynada kendini izlerken Oktay çoktan yanından ayrılmış; bürodaki bayan polislerle esprili, koyu bir sohbete dalmıştı. Genç Komiser, başını alaycı bir tavırla sallayıp bıyık altından güldü. İçinden bu çocuk akıllanmaz diye geçiriyor ve hâlini sinsi bir aymazlıkla takip ediyordu. “Günaydın Komiserim!” Niyazi, ansızın sesin geldiği tarafa yöneldi. “Aman Komiserim, biraz yavaş! Nerdeyse çayları dökecektim.” Niyazi onun bu şakacı tavrına yorgun bir tebessümle karşılık verdi. Doğrusu haklıydı adamcağız. Bazen öyle ani refleksler yaloppppıyordu ki, elinin kolunun değdiği her şey kırılıyor; hiçbir malzeme sağlam kalmıyordu. Akademide öğrenciyken memurlara kendilerini zamanında savunabilsinler diye refleks ve hızlı hareket etme eğitimi verilmişti. Tüm bu alıştırmalardan olacak, ne zaman arkasında bir ses duysa ya da bir hareket sezse, aniden silahını çekip savunmaya geçerdi. Bu alışkanlığı yüzünden kendisine el şakası yapmaya çalışan pek çok arkadaşı, onun demir yumruklarıyla karşılaşmış; şaka yaptıklarına yapacaklarına bin pişman olmuştu. Hatasının farkına varınca çaycıya döndü. “Kusura bakma Hamdi abi. Dalgınken bir anda seslenince ister istemez tepki gösterdim.” “Ne demek komiserim. Elinizden bir kaza çıkmasın da!” Niyazi, yorgun yüzüne aldırmadan içtenlikle tebessüm etti. “Çaylar da tavşan kanıymış hani!” Onun yumuşak tavırlarını fark eden çaycı, dökülmüş ön dişlerini göstererek şefkatle gülümsedi. “Elbette Komiserim! Ben sağ oldukça bu teşkilat tatsız, soğuk tek bir çay dahi içemez.” Niyazi, kendisine uzatılan tepsiden bir bardak çay aldı ve aynı samimiyetle, “Eline sağlık!” diye karşılık verdi. Çaycı, Niyazi’nin yüzünü biraz daha dikkatle inceleyince, “Yorgun görünüyorsunuz Komiserim, dilerseniz odanıza bir de Türk kahvesi getireyim.” diyerek hesapta olmayan bir teklifte bulundu. Bu adamın leb demeden Çorum hakkında bilgi vermesi Niyazi’de hayranlık uyandırıyordu. Oldukça memnun bir tavırla cevap vermekte gecikmedi. “Hay aklınla bin yaşa! Ben de senden odama bir kahve getirmeni isteyecektim. Benden hızlı çıktın.” Tatlı sözleri emektar dostunun gururunu okşamıştı. “Ne demek Komiserim, işim bu. Hem zaten bizim peder bey beni okutsaydı şimdiye profesör bilem olurdum ben.” Niyazi, onu başıyla onaylayıp; biraz daha ayılmış bir şekilde odasına geçti. Birkaç evrakı imzalamaya koyulmuştu ki kapı çalındı. “Girin!” Gelen Demet Komiserdi. “Günaydın komiserim.” Genç bayandaki neşeli tavırlar, gözden kaçacak gibi değildi. Niyazi ince bir tebessümle, “Günaydın!’’ diye karşılık verdi. “Nasılsınız?” Niyazi, başını geniş koltuğuna yaslayıp rahatlamaya çalıştı. “Biraz yorgunum Demet, hiç sorma! Kahvemi içince anca kendime gelirim herhâlde. Sen nasılsın, nasıl gidiyor?” “Teşekkür ederim Komiserim. Yoğunluk dışında bir şikâyetim yok.” Niyazi, “O hepimizin başında, takma!” dedi muzır bir ifadeyle. Demet, odaya merakla bakındı. “Oktay nerde?” “En son kızlarla sabah sohbeti yapıyordu. Merkezdeki magazinel duyumları toplamış, bana taşımaya hazırlanıyordur.” Demet, yanaklarındaki gamzelerin çukurlarını gizlemeksizin gülümsedi. “Bu çocuk ne zaman akıllanacak?” “Sorma, fazla saf! Yerler onu bu İstanbul’da.” Demet, bu söze karşılık başını inkâr eder gibi salladı. “Merak etmeyin Komiserim, böylelerinin işini Allah görür!” Genç komiser, sohbetin tatlılığından oldukça memnundu; fakat işlerini savsaklamayı sevmez, görevlerini olabildiğince ciddiyetle yerine getirirdi. Bu yüzden sohbet faslını geçip esas konuya gelmek istiyordu. Tam konuya girecekken kapı çalındı. Oktay’ın esprili yüzü, kıvrak çocuksu dudakları tüm ciddiyeti yeniden bozmuştu. Gecikmişliğini ve muzırlığını serkeş bir edayla ört pas edip selam verdi. Onun bu hâllerine alışkın olan ikili, basit bir baş selamıyla tekrar konuya yöneldi. “Dünkü kızın kimliğinden ve ailesinden haber var mı?” Niyazi’nin bu sorusu ortamda kısa süreli bir sessizliğe sebep oldu. “Şu intihar eden sarışın kızdan bahsediyorsunuz sanırım.” “Evet o.” “Hakkında epey bilgiye ulaştık. İsmi Nazlı Kaya. Yaşı 23. Diyarbakır’ın Lice ilçesinde doğmuş. Öğrenim durumu lise... Bekâr… Yaklaşık 5 yıl önce ailesi ilçe emniyete kızlarının kayıp olduğuna dair bir ihbarda bulunmuş. Yapılan 3 yıllık aramaların sonucunda herhangi bir iz bulunamamış. Tüm dikkatini yeniden Demet’e yöneltti. “Nasıl olur da bunca zaman bu kıza ulaşamazlar, bu kız kaçtı mı veya kaçırıldı mı?” Oktay, sessizliğini bozarak “Peki hastanedeki kızın bu kimliğin sahibi olduğuna emin miyiz? Belki de bir karışıklık olmuştur.” diye sordu. Demet, sorusuna sabır ve ciddiyetle cevap verdi. “Bu mümkün değil. Kimlik uzun zamandır kayıtlarda ve gerçek. Fotoğraf en son 1 buçuk yıl önce güncellenmiş ve parmak izi resmî olarak kıza ait görünüyor.” Niyazi, ilgiyle fotoğrafı inceledi. Güncellenmeden önceki fotoğraflarda da bir tuhaflık gözükmüyordu. Olayı zihninde irdelemek için ayağa kalktı ve pencereye yöneldi. İçgüdüleri, tüm bu belgelerde bir sahtelik olduğunu söylüyordu; ama resmi olarak bunu kanıtlamak pek mümkün görünmüyordu. “Kızın ailesine haber verildi mi?” diye söze başladı. “Evet komiserim, en kısa zamanda burada olacaklar.” “Peki kız nerde yaşıyor? Bir bilgimiz var mı?” “İstanbul Sancaktepe’de kendine ait, 2 katlı, müstakil bir evi var. 1,5 yıldır orada yaşıyormuş. Ekiplerimiz evdekilerle ve komşularla görüşüp bilgi toplamak için oraya gittiler.” “Sonuç!” Demet, umutsuz bir şekilde, “Ne yazık ki evde dün gece 23.15 sularında yangın çıkmış, kundaklama olma ihtimalini araştırıyorlar , evle ilgili geriye sadece bir harabe kalmış.” diyerek durumu açıkladı. “Yangın da neyin nesi? Bu bir tesadüf mü?” Oktay’ın bu ani girişimi ikisini de şaşırtmıştı. Bu konuya bu kadar ilgili görünmesi oldukça dikkate değerdi. Demet, “Böyle tesadüf olmaz!” diye cevap verdi. Niyazi, “Ekipler bir delile ulaşamamışlar mı? Az da olsa bir şeyler bulabilmeleri lazım.” “Ellerinden geleni yapıyorlar; ama şu an için sonuçlar pek iç açıcı sayılmaz. Sadece bu defter… Elimizde olan tek kanıt bu.” Niyazi, kalınca olan defteri eline alıp incelemeye koyuldu. İlk sayfayı çevirdiğinde gözüne ilişen o fotoğraf, tüm zihnini darmadağın etmişti. Genç kadın, güzelliği ve masumiyetiyle onu resmen büyülemişti. Günlüğü hızla kapatıp, masaya bıraktı. Zihnini biraz olsun berraklaştırmak istiyordu. Demet, atladığı bir şey olup olmadığı kontrol etmek için dosyasına yöneldiğinde kapı tekrar tıkladı. Gelen çaycı Hamdi’den başkası değildi. “Kahveniz hazır komiserim.’’ “Sağ ol Hamdi Abi, zahmet oldu.” “Rica ederim. Ne demek?” O kahvesini yudumlarken, Demet veda edip odadan usulca çıktı. Niyazi keskin bakışlarını Oktay’a diktiğinde, genç memur odadan çıkması gerektiğinin farkına varıp çoktan kapıya yönelmişti. Komiser, yorgun gözlerini tekrar günlüğe odakladı. Orda ne yazdığını çok merak ediyordu. İçinde bu zavallı, sarışın kadını tanımak için delicesine bir merak peyda olmuştu. Gözlerini kapatıp, derin derin soluklandı. Defteri elini alıp, sayfalarını incelemeye koyuldu. Tekrar ilk sayfayı çevirdiğinde zihnine bıçaklar savuran o resmi olabildiğince görmezden gelmeye çalıştı. Meraklı bakışları adım adım satırlarda dolaşırken, avuçlarındaki gizli dünya çoktan zihnine çelmek atmaya başlamıştı.

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

HÜKÜM

read
224.3K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.1K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
523.4K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook