İHANETİN İNİNE GİRDİĞİ O AN
1.BÖLÜM
İHANETİN İNİNE GİRDİĞİ O AN
"Seni sevmiştim ben! Tüm kalbimle sana gelmişken senin için... Senin için tüm dünyayla savaşırdım Alev! Neden ya neden!"
Geçmişin ihanetini gözlerinde taşıyan bir adamdı o. Sevdiği kadının bıçak darbelerini kalbinde yaşatan adamdı o.
Barlas...
Askerde görevini yapan biriydi sadece. Vatana olan görevini tamamlamak için Şırnak'a giden Barlas çok büyük bir ihanete uğramıştı. Evleneceğin kadını en yakın arkadaşıyla dudak dudağayken basmıştı.
Şırnak'taki görevinden bir haftalığa izin alarak sevdiği kadına sürpriz yapacakken asıl sürprizi sevdiği kadının yaptığını en acı şekilde öğrenmişti. Karşındaydı. Ondan iğreniyordu artık.
Alev bir adım atacakken Barlas nefretle durdurdu. 'Gelme!' dercesine elini öne çıkarırken gözlerindeki hayal kırıklığı artmıştı. Sevmişti. Herkesi karşısına alabilecek kadar çok hem de.
Alev açıklamak yapmak istercesine dudağını aralasa da Barlas'ın hayal kırıklığı yaşayan gözlerini fark ederek dudağını araladığı gibi kapatmıştı.
"Herkes yapar, dedim. Herkes yapar ama benim Alev'im yapmaz, dedim! Aptal gibi inandım sana! Söyle? Kaç haftadır ya da kaç aydır, yıldır..." son sözü söyleyemedi. Kalbi o kadar acıyordu ki... Biri kalbini eline almış balyozla parçalara ayırıyor sanki. Elleri titredi. Başını kırgınlıkla salladı.
Yutkunmakta zorluk çekiyordu. Cesaretini öne çıkartarak bir adım attı. Bir tane daha. Bir tane daha.
"Açıklamama izin ver?" sesinden bile tiksiniyordu. Yüzünü ekşitti. Öfke dolu gözlerini bu sefer Alev'in gölgesine saklanan en iyi dostu zannettiği Pamir'e çevirdi. Yanına hissiz adımlarla yaklaşarak yüzüne iki defa yumruk geçirdi.
Alev çığlık atarak ellerini ağzına götürürken gözleri kocaman oldu. Pamir iki yumrukla yeri boylarken karşılık vermiyordu. Barlas üzerine oturarak tüm öfkesini yüzünde boşaltmaya çalıştı.
"Karşılık versene lan it!" vermedi. Öylecene öfkesini kusmasını bekledi. En iyi dostundan okkalı bir kazık yemişti. Bunun acısı o kadar berbattı ki...
"Neden? Neden lan? Çok mu sevdin? Benden daha mı çok! Sen, kardeşimdin lan, kardeşim! Yemin ederim çekilirdim! Bu kadar çok sevdiysen ben aşkımı kalbime gömer yine de sana ihanet etmezdim." ihanetin yükü bir anda sırtına binmişti. Konuşmak, onun için lale dönüştürüyordu sanki.
Bu sözlerin altında katbekat ezildi Pamir. Kulakları 'Bu kadar çok sevdiysen ben aşkımı kalbime gömer yine de sana ihanet etmezdim.' cümlesine takılı kalmıştı. Pamir en yakın dostuna kazık atmasına rağmen yine de onu düşünmesiyle daha da ezildi. Oysaki, olayın aslı astarı böyle değildi. Gerçeği, zamanından önce açıklayamazdı.
Bu bir gizli görevdi ve bu görevde itiraz etmek için her şeyi yapsa da Müdür'leri buna izin vermemişti.
Alev ve Pamir Özel Harekât TİM'inde görev yapıyordu. Bunu hiç kimse bilmiyordu. En iyi arkadaşından bile saklamak zorundaydı. Görev yüzünden kaç kişi dostundan olmuştu? Kaç kişi gönlünden kovulmak zorunda kalmıştı?
Barlas ve Alev birbirine öyle aşıklardı ki... Ama bu aşıkların önüne bile geçmişti.
"Karşılık ver!" diye sokağı inletti. Yine karşılık vermedi. Çünkü yaptığı zorunlu ihaneti biliyordu. Yine olsa yine yapar mıydı? Yapardı belki de... Bile bile yapardı...
"Barlas!"
"Sen, kes sesini! SIRA SANA DA GELECEK!" bir tane daha yumruk geçirirken yanlarına mahalle sakinleri gelmişti. Barlas'ın altında ezilen Pamir'i gören mahalle sakinleri aceleyle üstünden almaya çalıştılar ama buna Barlas müsaade vermedi. Bu sefer de ayaklarıyla karnına tekmeler savururken yüzü, gözü kan revan içinde kalmıştı. Kalkacak gücü bile kalmayan Pamir zar zor dudağını araladı.
"Dokunma-yın. Bırakın tüm öfkesini kussun." zar zor işittiği sözlerle alay dolu kahkaha patlattı Barlas. Delirmiş gibiydi. Hoş, delirmesine ramak kalmıştı.
"Değmezsin lan! Hiçbir b*ka değmezsin! Ne dostluğa ne de tek bir yumruğuma değmezsin. Al, büyük aşkınızı da defolun gidin! Bundan sonra sizin gibi kazık atan kişilerle işim yok! Kendi pisliğinizde boğulup geberirsiniz!"
Askerdeyken gurbet zordur derler. 'Beklemez seni.' derler. Zordur asker yâri olmak. Bir o kadar da güven ister. O güven aralarında hiç olmamış! Hiç güvenmemiş meğer...
"Bari askerliğimi bitirdikten sonra ne b*k yapacaksanız yapsaydınız! Bari... Bari benim ölmemi bekleseydiniz. Daha iyi olurdu değil mi? Benden kökten kurtulmuş olurdunuz!" mahalle sakinlerinden bir hızla kurtularak son kez kendisine kazık atanların gözlerinin içine baktı. Daha sonra boş bir yere sertçe tükürerek tüm hayal kırıklarıyla beraber bir daha dönmemek üzere o mahalleden ayrıldı.
Pamir zorlukla ayaklandığında kardeşine yaşattığının vicdanıyla yangınlar içinde kalmıştı. Arkasından çaresiz bakışlar atmakla yetinen Pamir, gözyaşlarına engel olamamıştı....
*İhanetin idam ipi kalbine saplandığında, sevginin ne kadar tehlikeli olduğunu anlamak zaman alıyordu. Ta ki, ihanetin bıçak darbeleri sırtına batana kadar... İşte, o zaman idam ipin yavaş yavaş parçalanıyor, kesiliyordu. Ve sen... İdam ipin kesildiği gibi yere hızla çakılıp düştüğünde ise değil çırpınmayı nefes bile alamayacak bir hale gelirken kimsenin seni kurtarmayacağın gerçeği bir kez daha yüzüne acı bir itirafla çarpılıyordu. *
Sevgi ihanetti...
Sevgi yaraydı...
Ve sevgi, sırtına hançerlenmiş acıydı...
Kimileri sırtından vurur, korkak bir şekilde. Kimileri ise kalbinden saplar, yürekli bir şekilde... İhanetin en büyüğü güvenden, sevgiden ve en yakınından olurdu.
Kuleye zar zor iletişim kuran Barlas uçuş iznini alırken hava git gide bozuluyordu. Uçak bir kez daha sarsılırken yolcular bir o kadar çığlık çığlığa bağırıyordu. Barlas konsantresini iyice kaybederken öfkeyle solumamak için epey güç harcıyordu.
Kulaklarındaki iletişim için kurduğu kulaklığı ani bir atakla çıkartarak önüne koyarken bir yandan da parmaklarını tuşlara daha çok bastırıyordu.
"Abi, abi! Uçak düşecek, bir şey yapmamız lazım?" Selçuk telaş içinde kelimeleri bir araya getirmeye çalışırken, Barlas gayet sakin ve rahat bir şekilde buğulu olan camdan öne bakmaya devam etti. Uçak düşmek üzereydi ve bu Barlas'ın umurunda değildi.
"Sakin ol! Uçak düşmeyecek." diye rahatça söylerken, Selçuk bir kez daha şaşkınlıkla konuştu.
"Abi uçak düşecek, diyorum? Yolcular korku içinde! Kuleye ulaşamıyoruz! Önümüz sisle kaplanmış durumda... NE SAKİN OLMASINDAN BAHSEDİYORSUN!" sinirleri bozulan Selçuk, Barlas'a öfkeyle bakıyordu.
"Halledeceğim." diyen Barlas'la, Selçuk ellerini ona doğru uzattı.
"Bu sakinliğin bir gün beni öldürecek, ABİ?"
Barlas'tı bu... Sakin ve rahat tavırlı. Hiçbir şeyi umursamaz, ölümü takmazdı. 'Ölüm geliyorsa da gelsin.' derdi hep.
Zaten ölüm bir gün gelecekti, kaçamazdık. Ha şimdi ha dakikalar sonra. Ne fark ederdi?
Uçak sarsılmaya devam etti. Yolcular korkuyla çığlık çığlığa yeniden bağırdı. Küçük çocuklar zır zır ağlamaya devam etti.
Saniyeler, dakikalar geçtikçe korkuları daha arttı. Bazıları şimdiden şahadet getirirken kimileri ise günahları için tövbe ediyordu. Ve kimileri ise sevdiklerini düşünüyordu.
Barlas ise hayatının ona sunduğu ihaneti aklına getirmemek adına başka düşüncelere boğulup kendini daha çok öldürüyordu.
Barlas her geçen gün daha da ölüyordu. Kimse fark etmiyordu. Kimse ona el uzatamıyordu. Biliyorlardı aslında. Ne kadar karanlığın içine battığını görebiliyorlardı. Tutup çekseler de daha çok dibe batıyordu.
Uçağın içi bir kararıp bir aydınlanıyordu. Uçak biraz daha yerle buluşuyordu.
"Allah'ım ölmek istemiyorum!" derken elleri havadaydı. Ardından Barlas'ı işaret ederek "Bu?" deyip Barlas'ı kasketti. "Barlas'la aynı ölümü tatmak istemiyorum. Bu dünyada her dakika beni çileden çıkarırken öbür tarafta bari rahat edeyim!"
"Ölsen de yakanı bırakmam puşt herif!"
Barlas, bakışlarını ona beddua eden arkadaşına çevirirken ters ters bakmayı ihmal etmedi.
"Tüm günahlarım inşallah Barlas'a geçer! Tüm günahlarım onun boynuna!" Barlas, arkadaşının dua edişine bakarken "Allah'ım, bu akılsızı beni daha çok çıldırtmak için mi yolladın anlamıyorum!" diye sitemde bulundu.
"Asıl, sen önüme çıktın! Dedin ki; 'Bu çocuğun ayarlarını bozayım!' Al, işte istediğin oldu!"
"Sus! Allah'ını seversen sus!" diye sabrı kalmamışçasına bağırdı Barlas.
"Susayım? Ama sen de bu uçağı ayakta tut ya da sağ salim yere indir?" diye şart koştu. Fena halde kaşınıyordu ve bunun bilincinde olduğunu bildiği halde devam ediyordu.
"Neyim ben? Bir iki söz söyleyip de bu uçak düşmesin diye sihir yapan birine mi benziyorum!"
"Hayır! Daha çok rahat batan biri gibisin." daha da zıddına giden arkadaşı bir sarsılma daha yaşayarak çığlık attı.
"Gözünü seveyim abim, bu uçağın indirmenin yolunu bul? Benden ne dilersen dile!" diye yalvaran arkadaşıyla dudak kıvırdı Barlas.
Munzur bir ifadeyle gözlerini kıstı. "Ne istersem mi?" diye sorduğunda, karşısında ne istersen diyen biri vardı. Koltuğuna daha çok sığınan arkadaşı yalvarma moduna tekrar girdi.
"Ne istersen!"
Barlas başını salladı. Parmaklarını tekrardan tuşlara doğru götürüp sarsıntılar içinde uçağı az hasar içinde indirmeye çalıştı.
Çığlıklar, ağlamalar, yalvarmalar havada uçuştu. Konsantresi bozulan Barlas, hızla arkadaşına dönerek ses yapan yolcuları uyarmasını istedi.
Selçuk, korka korka yolcuların arasına geçerken elleriyle susturmaya çalıştı. Bu yetmemiş olacak ki titreyen sesiyle uyarıda bulundu.
"Herkes sussun! Pilotumuz Barlas Bey uçağı sağ salim havalimanına indirecektir! Lütfen sessiz olun!"
Kenarda duran hostese doğru giderek ayağa kaldırmaya çalıştı. "Buket Hanım! Lütfen siz de yerinize geçin?"
Buket hostes uçağın anı sarsılmasıyla dengesini kaybederken Selçuk, belinden hızla tutarak içeriye kadar yürüttü.
Uçak sessizleşirken Barlas hırslı bir şekilde uçağı indirmeye devam etti. Sisli bulutlar yavaş yavaş yukarıda kalırken az ötede görünen havalimanıyla dudaklarına sevinçli bir kıvırma ekledi.
"İnişe hazır olun!"
Uçak son anda yere inmişti. Tüm yolcular derin nefes vererek rahatlarken pilot olan Barlas'a da minnet dolu dualar etmeyi ihmal etmiyorlardı. Uçağın merdivenlerinden ağır ağır inen yolcuların arasından çıkan Selçuk toprağa bir daha dokunma sevinciyle derin nefesler almıştı.
Üzerine sinen panik ve korkuyla uçağın merdiven basamağının üst kısmına eğilerek öptü. Dizlerinin üzerine başını basamaklardan kaldırarak gökyüzüne kaldırdı. Barlas, Selçuk'a tuhaf bir şey görmüş gibi bakarken, Selçuk ellerini yukarıya kaldırdı. Dudaklarının arasından sessizce fısıldadı.
"Şükürler olsun!" dedikten hemen sonra doğrulup Barlas'ın karşısına dikildi. Yüzü hala kireç gibiydi. Kaygılı bakışlarıyla "Ben kendine hala gelemedim!" diye inledi. "O uçak düşseydi, eğer..."
"Buradan sana bir çakarım Selçuk! O zaman kendine gelirsin." elinin tersini göstererek çıkışırken gözlerinde sinir daha da çoğalıyordu. Kolay kolay sinirlenen biri olmamıştı hiçbir zaman. Ama bazen Selçuk öyle bir delirttiriyordu ki öfkelenmemesi elde değildi.
"Amma korkak çıktın sen de! İndirdik lan işte!"
"Sen sinirlendin?" dedi daha çok kışkırtan bir tavırla Selçuk. "Kolay kolay öfkelenmeyen Barlas Kozeli bir lafımla sinirlendi. Şok şok!" her zaman ki haliyle gırgıra alan Selçuk sanki ilk defa sinirlendirmiş gibi olayı abartan magazinciler gibi davranıyordu.
Barlas sıkkın bir şekilde göz devirdi. Ağzı içinde "Sanki hiç beni sinirlendirmemiş gibi söylemiyor mu? Tam dayaklık!" diye sertçe tısladı.
"Ne dedin abi?" diye sorarak kulaklarını dikleştiğinde sanki duymamış gibi soruyordu. Barlas basamakların en dibinde durmaya devam ederek ellerini yumruk haline getirdi.
Hava sisten arınmış bahar havasına geri dönmüştü.
"Zıkkımın dibi, diyorum? Yer misin?"
"Ha, yok abi! Tadı berbat zaten." normal bir şeymiş gibi ellerini rastgele sallayarak söylerken Barlas'ın gözleri çakmak çakmak oldu.
"Sanki daha önce yedin de tadı berbat gelmiş gibi söylüyorsun?"
"He ya! Çok yedim." dedi imayla. "Sağ olsun çok yedirttiler, birileri?" derken gözlerini kısmış Barlas'ı kast edercesine ardından göz kırpmıştı.
Barlas daha fazla tahammül etmeyerek merdivenlerden ağır adımlarla indi. Arkasından yetişmeye çalışan Selçuk son anda arkadaşına yetişirken söylenmeye devam ediyordu.
"Valla billahi helal abi, sana! Başkası olsa panikten geberirdi." diyen Selçuk üstünden o korkuyu atmaya çalıştı.
"Aynen." dedi imayla Barlas. "Başkası olsa ve bu sen de olabilir? Diğer dünyaya uçmuştu bile."
"Çok sağ ol abi! Çok güzel teselli verdin."
"Gerçekler. Acıdır kardeşim."
Pistteki yolcuların arasında olan Buket sakinleşmeye çalışarak Selçuk ve Barlas'ın yanına geçti. Kocaman olmuş gözlerle Barlas'a bakarken dudaklarına tebessüm bahşetti.
"Siz olmasaydınız..." der demez sözünü bıçak gibi kesen ses, yardımcı pilot olan Selçuk'a ait idi.
Barlas'ın önüne geçtiği gibi panikten arınmışçasına "Ölmüştük." diye sözünü kendi lafıyla tamamladı. Buket hoşnutsuz bir bakış atarken görmezden geldi.
"Teşekkür ederiz." diye Barlas'a bakmaya devam ederken sözünü bitirdi
Barlas, Buket'e bakmadan başını salladı. Burun kemerini sıktıktan sonra dudağını ağırca araladı.
"Yeni bir uçak birazdan burada olur Buket Hanım? Yolcuları o uçağa bindirirsiniz." diyerek daha da bir şey demeden ikiliyi arkada bırakarak dönen kapıdan içeriye geçti.
Kalabalıktan hoşlanmayan biriydi Barlas. Boğuluyormuş gibi hissediyordu. Arkasında bıraktığı Selçuk ve Buket'in, arkasından kendisine baktığını biliyordu. Derin bir nefes ciğerine gönderdi.
"Nereye gitti?" diye arkasından merakla bakarak soran Buket bir nefes havaya bıraktı.
"Kalabalıktan kurtulmaya." diye cevap verdi Selçuk.
"Anladım." dedi sadece.
"Anladığına sevindim." dedikten hemen sonra ona doğru dönüp dudak kıvırdı. "Gidelim mi?" diye sorarken, Buket anlamayarak "Nereye?" diye sordu elalarına bakarken.
"Yolcular yeni uçağa binecek, ya? Onlara bir hostes lazımmış, senin gibi güzel alımlı bir hostese... Ve benim gibi korkusuz, yakışıklı bir pilota." Buket, son dedikleriyle gür bir kahkaha attı. Kahkahaların arasından "Korkusuz? Sen?" diye inanmayan bakışlarla sordu. "Fark ettik bugün!" diye devam etti.
Selçuk kaşlarını çattı. "Barlas yalnız korkmasın diye..."
"Hı hı. Kesin öyledir." deyip Selçuk'u arkada bıraktı. Selçuk arkasından yetişmeye çalışarak koluna girdi ve kendini anlatmaya çalıştı.
"Valla öyle! Barlas korkağın biridir. Her şeyden korkar! Hey, dur ya! Buket, beklesene kızım beni!"
🔥
"Bu görevi başka birine devretseniz?" diye hayıflanan genç adam ilk kez bir görevi ret etmek istiyordu. Karşısında duran kişi istihbaratta önemli bir isimdi.
Karşısında duran üssü arkasına yaslanarak sertçe kaşlarını çattı. "Ne demek oluyor bu Kaplan! Sen hiç görevden geri çekilmezdin?" bakışları sorgular gibiydi.
"Kalabalık çünkü." dedi bir yalanın bahanesinin arkasına saklanarak. Oysaki derdi başkaydı.
"Kalabalık diye görev mi ret edilirmiş Kaplan!" git gide ses tonu yükseldi.
Sıkıntıyla bir nefes çeken genç adam 'Başka ne yapabilirim?' dercesine düşünmeye çalıştı. Bu görev kesinlikle ret edilmeliydi.
"Anlatamadığım şeyler var!" dedi en sonda pes ederek. Bedeni gerim gerilmişti. Kalbi cehennem ateşi gibi cayır cayır yanmaya başlamıştı.
"O görevde geçmişindeki biri var, değil mi?" dedi doğru tespitte bulunarak. Ki doğru sezmiş olacak ki genç adamın bedeni kaskatı kesildi.
"Hayır!" diye yerinde kımıldayarak itiraz etti.
"Öyleyse, görevini reddetmeyeceğim." kışkırtıcı bir tonla itirazını geri çevirerek gözlerin içinde kararlıca baktı.
Genç adam elinde olmadan öfkeyle solusa da faydasının olmadığını anlayarak eski soğuk haline geri büründü. "Siz bilirsiniz ama... Dediğim gibi, ben bu görevde olmak istemiyorum." diyerek kapıyı sertçe çekip ardından da sert bir şekilde de örttü.
Onca acıyı boşuna çekmemişti genç adam. Onca yılı bir geçmiş için geri dönemezdi. O yıla geri dönerse geleceğine dair bir şey kalmayacaktı. Yine o karanlık çaresizliğine dönmeye ne cesareti kabul edebilirdi ne de kalbi.
'Yalvarırım öyle bakma! İğreniyormuş gibi. Dayanamıyorum!' zihnini ele geçiren sesle yeniden titredi.
'Çok sevdim!' dedi kadın yalan söylemek zorunda kalarak. 'Böyle olsun istemezdim ama böyle oldu! Âşık oldum!' yaraları kanadı acıdığı yerde. Kabukları kırılmıştı yine ve acısı gün yüzüne çıkmıştı.
'Sevdin?' diyordu inanmakta güçlük çekerek. 'Beni sevdiğinden daha mı çok?' canı yansa da sormuştu.
'Seni sevdiğimden daha ç-ok.' adam, kalbini ateşe atıyormuşçasına canı yandı. Gözlerini sertçe yumdu. 'Sus!' diye bağırdı. 'Sus!'
O güne gitmek istemiyordu artık. Onun içinde bu görevden vazgeçti.
İmkânsız, bir şeye kavuşamamak demektir. Eğer ki en çok istediğin şeye kavuştuysan bu hayal olur. Çünkü imkânsız, 'Sevdim, kavuştum ona.' diyemez. 'Sevdim ama ulaşamadım.' da diyemez. Sevdiysen, o imkânsızlıktan çıkmıştır. Zaten sevdiysen bu bir nevi kavuşabildiğin anlama gelir. Er veya geç kavuşur...
'Bu dağa tırmanmak imkânsız!' dersin ama biri gelir o dağa tırmanır ve o imkânsızlıktan çıkar. Hayal edersin olur. Seversin olur. 'İmkânsızı başardım.' dersin işte o imkânsızlıktan çıkıp imkâna döner...
Süveyda, mahallenin önünde duran Kenan amcasına dönerken yanında Arda ve Salih abileri de bir sigara yakarak az ötede ayakta dikiliyorlardı. Sevimli bir ifadeyi yüzüne takınarak masum masum gülerken "Kenan amcaa?" diye harfleri uzata uzata isteğini dile getirmek için uslu bir çocuk rolünü oynadı.
Kenan hoşnutsuz bir tavırla "Dayı! Da-yı diyeceksin, yeğenim? Alış artık şuna!" diye söylenirken, bir çocuğa yeni kelime öğretir gibi dayı kelimesini hecelemeyi öğretirken, Süveyda gülümsemekle yetinip arkasından sarılarak bir çocuk gibi sırtına bindi.
Arda ve Salih çaktırmadan bıyık altından gülerken bir yandan da Süveyda'nın yine ne isteyeceğini merakla dinliyorlardı.
"Babamın kardeşisin de ayrıca!" diye bilgince konuştu Süveyda dudak kıvırırken.
"Aynı zamanda da annenin kardeşi." diye sertçe tıslayıp sırtına binen Süveyda'yı yere indirmeye çalıştı. "Ve babanın kardeşi olmaktansa annenin kardeşi olmayı tercih ederim." sırtından indirmeyi başararak söylerken 'Aman ne fark ne fark!' diye göz devirdi, Süveyda.
Süveyda inadına bir kez daha üstüne basa basa "Kenan amca!" dedi.
Kenan sabır dileyerek "Dayı!" diye diretti.
Süveyda gözlerini hinlikle kıstı. "Doğruyu söyle, hâlâ babamla anlaşamadığınız için kabullenmiyorsun?"
"Ya, ya ne demezsin." göz devirmemek için kendini zor tutuyordu. Ardından asıl isteğine giriş yapan Süveyda 'Hemen itiraz etme!' dercesine elini yukarıya kaldırdı.
"Her neyse, motorunu rica edecektim? Ne olur hemen hayır de-"
"Hayır!" saniye içerisinde 'hayır' deyişiyle surat astı. Dudak büzerek "Ya amca!" diye yakındı. Arda ve Salih, Süveyda'nın her zaman ki isteğini dile getirdiğini duyduklarında bu sefer sesli kahkaha attılar.
Süveyda, gülen ikiliyi takmadan Kenan'a bakmaya devam etti.
Kenan gözlerini belerterek kaşlarını çatıp 'olmaz' dercesine başını iki yana salladı. "Anan da beni gebertsin! Bunu istiyorsun herhalde?"
Süveyda ellerini birbirine değdirerek salladı. Motorla işi vardı ve tek amcasında mevcuttu. Kendisine almasına nedense izin yoktu. Belki de sürekli hız yaptığından ve trafikte kavga çıkardığından almıyorlardı.
"Ya, onun ruhu duymaz! Zaten bir saatlik işim var? Sonra hemen getireceğim, ne olur?"
Hayretle kaşlarını yukarıya kaldırdı. Dudağını 'öyle mi' dercesine kıvırınca "Nah, anan duymaz!" diye aniden bağırdı. "Sen, ananı tanımıyor musun? Bordo berelidir o?"
Süveyda gözlerini doldurarak kamaştırdı. İsyan dolu bir "Ama... Ama." derken yerinde tepinmemek için kendini zor tutuyordu.
"Âmâsı yok, fıstık!" 'Sana buradan ekmek çıkmaz.' dercesine itiraz etti Kenan.
"Offfff!" diye, aynı Kenan gibi bağırıp mahalleden ayrılacaktı ki, aklına gelen şeytani fikirle dudağını iki yana kıvırdı ve amcasına kısa bir bakış atıp gözlerini az ötede duran motora çevirdi. Anahtarı da üstündeydi.
Arda ve Salih, hinlikle parıldayan gözlerini fark ederken her şey ani olmuştu. Kenan çay içmeye geri dönerken, Süveyda birkaç adımda motorun dibinde bitmişti. Arda, Süveyda'yı durdurtmak için hareketlenirken, Süveyda çoktan kaskı başına takmış anahtarını da çevirmişti.
"Süveyda!" diye bağırdı Arda.
Süveyda zaferle haykırdı. "Ben Süveyda'yım, Süveyda! Kimse benimle baş edemez! Uhuuhu!" ardından Kenan motorun sesini duyarken çay boğazında kalmıştı. Sık sık öksürüp dururken bir yandan da ayağa kalkıp Süveyda'yı durdurmaya çalışıyordu.
'O motoru hangi akla oraya koyarım ki!' diye kendine kızıp dururken Süveyda, amcasına öpücük yollayarak el salladı. Ardından gözlerin önünde kaybolurken Kenan şoka girmişti.
"İşte şimdi bittim! Süveydaaa!" arkasından bağırsa da faydası kalmamıştı.
"Bu kız bir gün bizi, Sonay ablaya öldürtecek." diye panikle söylenen Salih'le, Arda birbirine endişeyle baktı.
"Helvamız neyli olsun kardeşim?" diyen Arda kaşlarını kaygıyla kaldırmış başlarına gelecek olan büyük kıyametten kurtulmanın yollarını arıyordu.
Anayolda makas atarak trafiği kargaşaya çeviren Süveyda daha da hızlanıp saçlarının bir ahenkle rüzgârda uçuşmasına neden oldu. Sesli bir şekilde kaskın izin verdiği kadar coşkuyla haykırırken yanlarından geçen şoförler, başlarını camdan sarkarak el, kol hareketleriyle Süveyda'yı uyarıyordu. Oysaki Süveyda ne küfürlerini duyuyordu ne bağırışlarını.
"Kaza yaptıracaksın bize, alo? Kime diyorum!" sağ taraftaki aracın şoförü, başını açık olan camdan uzatarak el, kol yaparken hızımı artırarak önüne geçti.
Kırmızı ışıkla motoru durdururken elleriyle de motorun iki ucundan tutuyordu. Gözlerini kısmış bir an önce yeşil yanmasını sabırsızlıkla bekliyordu. Annesi şu halini görse bir daha motora bindirmeyi bırak motorun adını bile söz etmesine izin vermezdi.
O sırada araçların birinden sinirli bir ifadeyle bir adam inerek Süveyda'nın tam karşısına geçti. O kadar öfkeliydi ki bu bakışlarına da yansıyordu. Yaşlılıktan kırışan kaşlarını sertçe çattı. Burun kemerini sıktıktan sonra eliyle 'Kaskı çıkart!' işareti yapsa da Süveyda yüzünde tepkisizce bakmaya devam ediyordu. Bu, adamı daha çok delirmesine sebep oldu. Trafik canavarın bir erkek olduğunu sanan orta yaşlı adam bir kez daha ikazını yeniledi.
"Kaskı çıkart, dedim sana!" git gide sabrı tükeniyordu ve karşısındaki kişiyi erkek sandığı ama aslında kadın olan Süveyda ise oralı bile olmuyordu.
Yeşil ışık tekrar yandı ve yol tekrar hareketlenirken, Süveyda motorunu bir gazla çalıştırarak ona çıkışan adamın önünden geçip gitti. Eğer ki o motordan inip adamla kavgaya tutuşsaydı sonu yine karakolluk olurdu ve bu sefer değil ceza tüm ordu gelse annesinin çenesinden kurtulamazdı.
Arka cebinden bir titreme meydana gelirken telefonun çaldığını fark etti ama durup da cevaplamadı. Biliyordu çünkü. Arayan ya Şırnak'taki anne ve babasıydı ya da arkasında bir öfkeyle bıraktığı amcası Kenan'dı.
Birkaç dakika sonra park alanında duraksadığında kaskı kafasından ağırca çıkararak saçlarını özgürleştirdi. Sarıya kaçan saçlarını iki yanından silkeleyerek salladığında etrafta tek tük kişiler vardı. Telefonu tekrardan çalınca oflayarak ekrana baktı. Arayan bu sefer kardeşten öte olan Buket'ti.
Aramayı cevapladığı gibi motora yan oturup telefonu kulağına doğru hizaladı. Tam konuşmak için dudağını aralarken Buket'in cırlayan sesiyle yüzünü buruşturdu.
"O motoru almanda ne gibi kastın vardı Süveyda! Ben, sana motor kullanma demedim mi?" ani bağırışıyla telefonu kulağından uzaklaştırıp suratını yeniden buruşturdu. Bağırışı son bulurken tekrardan telefonu kulağına doğru götürdü.
"Annem yetmiyor, amcam yetmiyor bir de sen mi başlayacaksın Buket?"
"Neredesin?" diye başka bir soru yöneltti. Ses tonu hâlâ sinirliydi. Süveyda bıkkınca onun göremeyeceğini bilerek göz devirdi. "Her zamanki parkta." der demez konum yolladı.
Anında yüzüne kapanan telefonla ağzı bir karış açılırken bunun hesabını gelince sormayı aklına yazmayı unutmadı.
Motora yaslanmayı bırakarak bir banka geçti. Ellerini de bankın arkasına atarak başını gökyüzüne kaldırdı. Aklına gelen anıyla yüzünde gülümseme peyda oldu.
'Anneni özlediğimde gökyüzüne bakarım, benim güzel Süveyda'm. Gözlerindeki mavilik benim asıl gökyüzüm ama ne yaparsın? O yokken gökyüzüyle idare ediyorum.' derdi bir Bilal Vurdumduymaz klasiği.
'Onun yanında tam çocuğa dönüşüyorum. Annen iki çocuk büyütüyor aslında. Biri hep büyüyecekti biri de hep çocuk olarak kalacaktı.'
O çocukta kim olduğu tahmin edilmesi zor değildi. Biri gerçekten büyümüştü. O da Süveyda'ydı. Hem de üç yaşında erken büyümek zorunda kalmıştı. İçinde hep bir çocuk olsa da o çocuğu bir anda büyütmek zorunda kalmıştı.
Süveyda, eğer bir gün karşısına sevda düşerse bu babasının annesine duyduğu sevdadan olsun istiyordu.
"Süveyda!" düşüncelerinden sıyrılmasına sebep olan ses, Buket'e aitti. Kaşları çatılı bir şekilde arkası dönük Süveyda'ya baktı. Süveyda duyduğu sesle arkasına bir panikle dönerken karşısında kardeşi gibi gördüğü Buket duruyordu.
Süveyda yüzüne şirin olduğunu gösterdiği zannettiği bir gülümseme yerleştirerek başını yana eğdi. Ama bu Buket'e yumuşatmaya yetmemiş olacak ki kaşları daha da çatıldı.
"Buket'im?"
"Süveyda'm?" ses tonu bile sinirliydi. Ellerini gövdesinde bağdaş yapmış Süveyda'ya öldürücü bakışlar atmayı ihmal etmiyordu.
"Gelsene?" diyerek yanını işaret etti.
"Geleyim?" bu tavırları çıkacak tartışmadan önceki sakin tavırlarını işaret ediyordu. Süveyda, Buket'in son sakin tavırları karşısında tereddütte bulundu.
"Yine ne gibi bahane yaratacaksın, çok merak ediyorum?" dedi bakışlarıyla motoru gösterirken.
"Ben kaç yaşındayım?" diye sordu, konuyla alakasız.
Kaşları çatılı bir şekilde "24 ve üniversite son sınıfsın ve de psikolog öğrencisin? Bu tavırlar gerçekten senlik olmamalı." dedi sahteden ayıplarcasına.
"Ne yani? Psikologlar motor süremez diye bir kural mı var?"
"Yok da..." dedi burun kıvırıp. "Hani, konu senin hız suratın olunca?"
"Hızımda ne varmış?"
"Çok hızlısın Süveyda! Anla işte!" bu sefer lafı dolandırmadan çıkışınca "Ne güzel işte?" dedi Süveyda, 'Bunda ne var?' dercesine.
Buket daha da öfkelendi. "Sorun da bu, ya! Seni trafiğe çıkarmamak için bir yasak koyulmalı. Sen tam bir trafik canavarına dönüyorsun?" kahkaha attı. Doğruydu. Trafikteyken kimse Süveyda'yı durduramıyordu.
"Annen epey sinirlendi. 'Ara şu kızı, çabuk bana ulaşsın!' da dedi." dişlerinin arasına dudağını koyup sertçe ısırdı. Yutkunmakta zorlanırken tedirgin bakışlar atıyordu. "Şu an da arayamam! Valla canıma okur!" diye çığlık atmayı ihmal etmedi.
"Okusun!" dedi anında Buket. "Okusun da akıllan! Gerçi sen yine akıllanmazsın ya, boşa kendini yorar Sonay Valide."
Süveyda sanki annesinin kızgın tonda çıkan sesini işitmiş gibi elini kulağına götürdü.
"Sesi, kulaklarımı çınlattı bile." dedi, kulağımın arka tarafını kaşırken.
"Her neyse?" dedi ters bir tavırla. "Bugün senin hastan yok muydu?"
"Hastam, bir saat sonra gelecek." diye cevap verdi Süveyda.
"Ee, ne diye buradasın o zaman?" diye merakla sorarken "Birini bekliyorum." diye yarım ağız cevapladı. O sırada beklediği kişi gelince bakışlarını o tarafa döndürdü. Motordan inen bizim yaşlardaki çocuk Süveyda'nın yanına ağır ağır gelip eline anahtarı uzattı.
Sevinçle kocaman gülümserken "Dikkatli ol!" diye tembihleyerek yanlarından motorla ayrıldı, çocuk.
Buket şaşkınlıkla Süveyda'ya bakadururken "Eyvallah Akın." dedi arkasından.
Anahtarı elinde çevirip dururken "O şeyi almadım, de bana?" diye inanmaz bir edayla sordu.
Anahtarı avucunda saklayıp yumruk haline getirdi. 'Madem kimse bırakmıyordu ben de gider kendim alırdım.' diye içinden sırıta dururken Buket'e cevap verdi.
"Aldım." dedi dudak kıvırırken.
"İşte şimdi bittik." dedi Buket, ellerini 'eyvah' dercesine dudağının arasına koyarken.
🔥
Bir, iki hastasının derdini çözdükten sonra mahalleye giriş yapan Süveyda emin adımlarla motoru aldığı yere geri bıraktı. Artık onunla işi kalmamıştı. Kendi motoru vardı artık. Kenan, yeğenine öyle bir öfkeyle bakıp burnundan soluyordu ki bakışlarıyla bir şeyler anlatmaya başlamıştı bile.
İlk cümlesi de 'Gazabımdan kaçamazsın!' olmuştu.
Süveyda, amcasının karşısında masum görünmeye çalışarak gülümsedi. "Amca?"
Kenan ellerini yukarıya kaldırdı. Gözlerini büyüterek "Hiç yağ çekme yeğen!" diyerek adeta kükremişti. "Annen bir güzel sözleriyle mezara koydu."
Yüzünü ekşitti. "Anneme söylemeseydin, sana kızmazdı amca." suyun üstüne çıktı.
"Zaten söylemedim! Kadın hissetmiş yine, her zamanki gibi?" deyip kaşlarını yukarıya doğru kaldırdı. "Ee, kızını tanıyor? Ne yapıp yapmayacağını da anlıyor."
"Bittim ben!" diye homurdandı tedirginle.
"Günaydın!" 'Farkına varmana sevindim!' dercesine başını hafif öne eğdi.
"Çok yardımcı oluyorsun, gerçekten amca!" diye kibirle söylendi Süveyda.
Yanlarına gelen yengesi Aleda, Kenan ve Süveyda'ya kısa bir bakış attı. "Kenan? Süveyda?"
Süveyda yengesini gördüğü gibi sevindi. Halletse halletse bir yengesi hallederdi. Heyecanla bakışlarını yengesine çevirip "Annemi ikna etse etse bir sen edersin, yenge?" diye yardım dilendi.
"Artık çok geç!" dediğini duydu Süveyda. "Sonay, yarına burada olur."
"Ne?" diye amcama şokla baktı en son.