Karakola girişte güvenlikten geçerken görevli,
"Ne için gelmiştiniz?" Her gün geldiğim bir yer değildi burası ve ne yapmam gerektiğini zerre bilmiyordum. Etraf sessizdi. Sabahın bu saatinde kimse olmaması normal miydi yoksa bu semtte suç oranı mı düşüktü? Hiçbir fikrim yoktu.
"Şikâyette bulunacaktım." Adam memnuniyetsizce başını sallamıştı. Neden bu şekilde davranıyordu?
"Nöbetçi komiserin odasına götüreyim sizi." Başımı sallayarak memuru takip ettim. Adam çok yavaş ilerliyordu. Hâlbuki benim acelem vardı. Giriş katta koridorun sonunda olan odanın önünde durunca memur kapıyı tıklayarak içeriden komut bekledi ama beklediğimiz komut gelmedi. Bir süre daha tıkladıktan sonra aynı sonucu alınca yavaşça kapı kolunu indirdi. Adamla beraber ben de kafamı içeri doğru uzatmıştım. Nöbetçi komiser koltuğunda uyuduğu için bizi duyamamıştı. Uyuyan komiseri gören adam hemen bana döndü.
"Biraz bekleyin." Diyerek içeri girdi. Kapıyı kapatınca koridorda volta atmaya başladım. Adamın ayılmasını bekliyor olmalıydı. Uykusundan uyandırdığım için bana sinirli olabilir miydi? Ya işimi yapmazsa diye düşünmeden edememiştim. Yaklaşık on dakika sonra içeriden çıktı memur. "Buyurun." Dedi açık bıraktığı kapıyı işaret ederek. Memur uzaklaşırken açık kapıdan içeriye girdim. Kapıyı yavaşça kapattım.
"İyi sabahlar komiser bey."
"İyi sabahlar. Buyurun." Masanın önündeki koltuklardan birine oturarak ellerimi kucağımda birleştirdim.
"Babam annem ve iki kız kardeşimi zorla alıkoyuyor." Bu cümleyi kurdurtan babama lanet olsun.
"Nereden biliyorsunuz zorla tuttuğunu? Babanız diyorsunuz." Derin bir nefes alarak sesli bir şekilde yutkundum.
"Annemle babam ayrıldı. Annemin ruhsal bazı problemleri var. Vasisi benim. İki kız kardeşim ve annem beraber yaşarız. Bu gece ben yokken babam eve gelip evi birbirine katmış. Beni de aradı. Tehdit etti. Onunla beraber Adana'ya dönmemizi istiyor. Kardeşim mesaj attı sonra. Üzerinde silah var. Karşı koyamıyoruz dedi." Komiser düşündüğümün aksine daha ilgili gibiydi.
"Anladım. Nerde olduklarını biliyor musunuz?"
"Evet. Hemen gidebilir miyiz? Kardeşlerim için endişeleniyorum." Ne annem ne de Hifa umurumdaydı. Esma ne durumda? Korktu mu? Sadece onu düşünebiliyordum.
"Kimliğinizi alayım." Çantamdan hemen kimliğimi çıkartıp komisere uzattım. "İşlemleri tamamlayacağım. Siz dışarıda bekleyin ben ekiplere haber vereceğim." Yerimden kalkarak hemen dışarıya çıktım. Yirmi dört saat içerinde neler yaşamıştım. Bu yaşadıklarım son olur muydu? Onları tamamen hayatımdan çıkartabilecek miydim? Babam işin içerisine girmeseydi belki ama şimdi iyice hırslanacaktı.
Sürekli saate bakıyordum. Zaman bir türlü akmıyordu. On beş dakika sonra iki ekip arabası hazır hale gelmişti. Komiserin de bizimle geleceğini düşünmemiştim. Araçta onu görünce şaşırınca,
"Aile içi şiddet davaları karakollar için önemlidir. En ufak bir ihmal pek çok cana mal olabilir." Benim için çok onur kırıcı bir şeydi şu an yaptığımız. Senelerce ezilen ben değilmişim gibi bir kere polise gitmemiştim. Onlardan uzak durursam mutlu olacağımı sanmıştım. Şimdi kardeşlerimi annemi korurum düşüncesi nasıl mantıksız geliyor bana.
Babaannemin evine girebilmek için önce site güvenliğinden geçmemiz gerekiyordu. Güvenliğin haber vermemesi için bir polis memuru kulübedeki adamın yanına gitmişti. Onları arkamızda bırakarak sıra halinde dizilmiş, geniş bahçeli villaları geçtik. On yedi numaraya gelince aşağıya indim.
"Ben zili çalacağım. Durumu öğreneceğiz. Bu süreç içerisinde lütfen karşı tarafla münakaşaya girip kışkırtıcı sözler söylemeyin."
"Tamam. Yeter ki kardeşlerim iyi olsun." Babamı yeterince kışkırtmıştım. Esma'yı yanıma alana kadar daha fazla ağzımı açmazdım. Evin kapısına gelmiştik. Birkaç polis etrafa dağılmıştı. Ben komiserin arkasındaydım. Sonra bir korkak gibi polisin arkasına sığındığımı düşünerek bir adım yana kaydım. Zil ikinci kez çalınca kapı açıldı. Babam karşımdaydı. Her zamanki gibi karizmaydı. Buğday tenli, siyah saçlı, koyu kahve gözlü ve uzun boyluydu. Babaannemin en sevdiği evladıydı. Keşke içi de dışı kadar güzel olabilseydi.
"Buyurun." Babam beni sonradan fark etmiş gibi yaparak, "Kızım? Neler oluyor?" dedi. İyi oyuncudur. Televizyondakilere taş çıkartır kendisi. Bazen eş dostun yanında bize iyi davranacağı tutardı. Hemen kanardık. Çocuk aklı değildi bu. Kocaman kızlar olunca bile inanırdık. Aptallığımızdan mı yoksa onun bizi sevebilme ihtimaline sıkı sıkı sarılmamızdan mı bilmiyorum.
"Eski eşinizi ve kızlarınızı zorla alıkoyuyormuşsunuz."
"Hayır." Şaşkın ifadesinden sonra bana döndü. "Bu mu söyledi size. Bakın komiser bey. Hesna benim büyük kız. Aramız pekiyi değildir. Diğer kızlarımla aramdaki diyalogu hep kıskanır." Tek ayağımın üzerine yüklenerek kollarımı bağladım. Başımı hafifçe yana eğmiş babamın söylemeye başladığı yalanları dinliyordum. "Asidir bu. Sevmez bizi." Gözlerimi devirerek araya girdim.
"Esma, Hifa, annem nerede?" Sinir bozucu bir sakinlik vardı üzerimde. Komiser bana dönünce, "Kusura bakmayın. Araya girmek istemezdim ama ailemi merak ediyorum."
"Sorun değil Hesna Hanım." Tekrar babama döndü komiser. "Ailenizi çağırabilir misiniz?" Babam on dakika kadar daha masal anlatmıştı ama komiser de benim kadar inatçı çıkmıştı. En sonunda bizi içeri almak zorunda kalınca salonda annem ve Hifa'yı görmüştüm. Esma yoktu.
"Esma nerede?"
"Hani hepsini seviyordun? Bu halleri ne?" Onları o halde görmek bana değişik bir durum gibi gelmemişti zira ne ile karşılaşacağımı biliyordum. Annemin dudağı patlamış sol yanağı morarmıştı. Alnının sağ tarafı da şişmişti. Muhtemelen babam bir tokat atmıştı ve annemde bu gücün etkisiyle kafasını sehpaya vurmuştu. Babam sesini çıkartmayınca, "Diğer kızın nerede?" diye gürledi komiser. Ben bile yerimde zıplamıştım. Hifa'nın da burnunun ucunda kan pıhtısı vardı. Tüm olanlar onun yüzündendi ve onun en az hasarı alması kanıma dokunmuştu. Gerçekten bu kızla kardeş miydim ben?
"Esma." Babam Esma'nın adını seslendikten sonra üst kattan ayak sesleri geldi. Yanında biri mi vardı bu kızın? Duyduğum ayak seslerinde yanılmamıştım. Esma ile beraber içeriye uzun boylu tanımadığım bir adam daha girmişti. Kardeşimin suratı tanınmaz haldeydi. Bir gözü anında morarmış ve şişmişti. Eliyle burnuna tampon yapıyordu. Kanaması durmamış mıydı? Bulunduğum yerden fırlayarak Esma'nın yanına koştum.
"Esma. Kardeşim." Ellerimi nereye koyacağımı bilemedim. Neresine dokunsam canının acıyacağını hissetmiştim. Morluk içerisindeki suratı kalbimi paramparça etmişti. Onun karşısında dururken derin nefesler almaya başlamıştım. Panik atak krizi gibiydi. "Esma. Esma. Esma." Sessizce ağlıyordu. "Her şey bitti. Artık bitti." Sessizce güç vermek için mırıldanmıştım. Başını salladı. Komiserin beni tembihlemesine rağmen dayanamayarak arkamı döndüm. Babama doğru ilerlerken bağırmaya başladım.
"Senden nefret ediyorum. Senden nefret ediyoruz. Şu kadından başka kimse seni sevmiyor bu ailede farkındasın değil mi?" Güldü babam. Sadece güldü. Umurunda değildik ki. "Madem bizi sevmedin. Madem bizi önemsemedin. Neden üzerimizde gücünü deniyorsun. Bıraksana bizi. Bırak açlıktan geberelim."
"Babanım ben senin. O gece kulübünde çalışma ayağına sürterken lafları ben yiyorum."
"Gece kulübünde sürtmüyorum ben. Çalışıyorum. Para kazanıyorum. Senin bize vermek zorunda olduğun parayı kazanmak zorundayım." Omzuma bir el dokununca elimle ittim o eli. "Git baba. Senin gibi adama baba demeye utanıyorum ama lütfen git." Arkamda kim vardı bilmiyordum. Bir el tekrar omzumu sıkınca hışımla ona döndüm. Esma'nın yanındaki adamdı. "Sen kimsin?"
"Kocan." Babam bunu kahkahalar eşliğinde söylemişti. Bahsedilen adam bu muydu? Ne ara buraya gelmişti?
"Evli misin sen?" Komiser kardeşlerimi ve annemi araçlara götürmüştü. Sıra bizdeydi.
"Hayır değilim. Babam beni satmış sanırım ama hayal görüyor." Onları arkamda bırakarak Esma'nın bulunduğu araca ilerledim. Hala ağlıyordu. Yanına oturarak kollarımı açtım. Esma sanki benim kızımdı. Tek sevgi gösteren kişi bendim. En başından beri yanında olan. Bugün yanında olamamıştım. Hifa yüzünden kardeşimi ihmal etmiştim.
Araç önce hastaneye gelmişti. Buradan darp raporları alınınca tekrar karakola dönmüştük. Babam gözaltındaydı. Karakolu birbirine karmıştı. Avukat ordusunun karşısında nasıl hareket edeceğimizi bilmiyordum. Avukata ihtiyacımız var mıydı? Her şey ortada değil miydi?
"Ne işler açtın başımıza Hesna. Senin yüzünden herkese rezil olacağız. Millet ne der?" Annem konuştukça Esma ağlamaya devam ediyordu. Hep biz suçlanmıştık. Eş dost ne der? Babanızdır yapmayın. Sorgusuz itaat edin.
"Anne yeter Allah aşkına. Vallahi artık gram umurumda değilsin. Şu kızın halini görmüyor musun? Gerçi sen senelerce görmedin ki bizi. Varın yoğun kocandı. Al sana koca. Kendime gelir gelmez ilk iş vasiliğini bırakmak için mahkemeye gideceğim. Bundan sonra sana ne yaparlarsa yapsınlar vicdanım sızlamayacak."
"Bırak sen beni. Sizin yüzünüzden mutlu olamadım ki." İnsan doğurduğuna nasıl böyle diyebilir? Karnında dokuz ay taşırken hiç mi bağ kuramamıştı bizimle.
"Tamam anne. Bundan sonra olacaksın." Hifa başı önde sesini bile çıkartmadan oturuyordu. Göz ucuyla ona bakarak, "Bu dediklerim senin için de geçerli Hifa. Bundan sonra hayatımıza müdahil olmayacaksınız." Hifa ağzını bile açmıyordu. Mahkeme çıkışı kendisini acındıracağı için zemin hazırlıyordu. Annem dövünmelerine devam ederken karakola dört tane adam girdi. Takım elbiseleri pahalıydı. Kulüpte pek çok markayı öğrenmiştim. Adamlardan ikisi ellili yaşlarında vardı. Ellerindeki evrak çantalarından avukat olduklarını düşündüm. Babamın tayfasından mıydılar yoksa başka bir iş için mi gelmişlerdi?
Adamları göz ucuyla takip ederken yaptığım şeyin rahatsız edici bir şey olduğu kanaatine varıp gözlerimi kucağıma çektim. Bundan sonra ne yapacaktık? Babamdan nasıl uzak olacaktık? Zorlu bir süreç olacaktı ama bir süre sonra o da pes edecekti.
"Hesna Toprak." Adımı duyunca başımı kaldırdım. Az önceki adamlar kaşımda dikiliyordu. Bilmeden birinin canını mı sıkmıştım ki?
"Benim." Dedim yerimden kalkarak. Yaşlı adam elini uzatarak,
"Geçmiş olsun Hesna Hanım. Ben Haldun Ülke. Armağan Beyin avukatıyım." Avukatın uzattığı eli sıkarken adam devam etti. "Bizi Armağan Bey gönderdi. Arkadaşlarımla sizi temsil etmemiz istendi." Duraklamıştım. "Çalışma arkadaşlarım." Diğer adamlarda kendilerini tanıtırken onlarla da tokalaşmıştım.
"Armağan benim burada olduğumu nereden öğrendi?" beni getiren adam takip mi etmişti?
"Bunun hakkında bir bilgim yok Hesna Hanım." Ben başımı sallarken geldi Ercüment.
"Hesna Hanım bir dakikanızı alabilir miyim?" tebessüm ederek ve yanımdaki adamlardan özür dileyerek Ercüment'in yanına gittim. "Dışarı çıkalım lütfen." Dışarıda kimsenin bizi duymayacağını düşündüğünü sanmıştım ama karakolun girişindeki araca doğru ilerlemişti. Kapıyı açınca,
"Bir yere gidemem Ercüment Bey." Dedim.
"Armağan araçta. Sadece konuşacaksınız." Kafamı aracın açık kapısından içeriye uzatınca Armağan'ı gördüm. Karakola girerek tanınmak istemiyordu. Sıcak araca binince az önce kapattığım montumun fermuarını açtım.
"Nasılsın?" dedi yumuşak ses tonuyla.
"İyiyim. Sadece korkuyorum. Babamın neler yapabileceğini bilmiyorum. Eli kolu uzun. Tutuksuz yargılanırsa bize rahat vermeyecek."
"İçerideki avukatlar alanında çok iyiler. Kadına ve çocuğa şiddet davalarında ellerinden kimse kurtulamaz. Yapabileceklerinin en iyisini yapacaklar. Merak etme." Tebessüm ederek gözlerini buldum. Yirmi dört saatten az sürede tanıdığım bu adama o kadar çok borçlanmıştım ki...
"Teşekkür ederim Armağan. Ne diyeceğimi bilemiyorum."
"Bir şey deme. Sen iyi ol yeter." Sebebini sorduğumda geçiştiriyordu. Bu sefer bir şey demeden araçtan indim. Ercüment'te benimle beraber içeriye gelince, "Siz de gitmeyecek misiniz Ercüment Bey?"
"Bugün yapacağımız işlerimiz var unuttunuz mu Hesna Hanım?" aşırı sempatik biriydi Ercüment. Onunla yolda yürüsen korkmazdın. Sadece bedeninin gücü değildi bu. Karakteristik yüzünden kaynaklanıyordu. Bana güven hissi verirken düşmanına karşı korku salacak gibiydi.
İçeriye girdikten sonra Avukat Haldun Bey ve diğer avukatlarla boş bir odaya geçtik. Başımdan geçen her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmamı istedi.
"Aslında küçüklüğünüzden beri olanları öğrensek daha iyi olur. Gözaltı süresini üç güne çekelim. Mahkemeye sağlam çıkarız."
"Ama çıkmayacak bu süreçte değil mi?" paniğe kapılmıştım. Gözaltı sürecinde içeriden çıkması mümkün değildi. Sadece güvenemiyordum.
"Sakin olun Hesna Hanım. Arkadaşımız şimdi karakol amiri ile görüşecek. Hukuki başvurulara itiraz edemeyecekler." İş bende dercesine elini elimin üzerine koydu. Yarım saat sonra hep beraber karakoldan ayrılmıştık. Annem ve Hifa'yı eve bırakıp Esma ile Avukatlarla gittik. Ercüment dün gece gittiğimiz otele götürdü bizi.
"Eviniz hazır olana kadar bu oda size ait Hesna Hanım." Oda dediği yer bir apartman dairesinden büyük olduğu için gülmüştüm. Yemek masasında hepsi benim ve Esma'nın anlattıklarını not alıyorlardı. Zaman zaman Haldun Bey bazı kişilerle iletişime geçip geçemeyeceğimizi soruyordu. İlkokul öğretmenlerimizden, dayak yiyip hastanelik olduğumuzda tutulan sahte raporlara kadar hepsinin peşine düşeceklerini söyleyince bu davanın nasıl uzayacağını tahmin ettim.
Bir süre sonra Esma yorgun düştüğü için onu yatırarak ben devam ettim. Uykusuzluktan geberiyordum ama bunu bitirmeliydim. Dün sabah olanlara kadar anlattıktan sonra izin isteyerek Ercüment'in yanına gittim.
"Ercüment Bey. Ben her şeyi anlattım ama dün yaşadıklarımı anlatmalı mıyım?" dedim çekinerek.
"Neleri Hesna Hanım?" sıkıntıyla nefesimi verdim. Adama biraz daha yaklaşarak ses tonumu en alt limite indirdim.
"Biliyorsun ya. Eskortluk için kızlara gittiğimi. Armağan ile tanışmamı. Her şeyi." Ercüment'in bilmemesine imkan yoktu.
"Her şeyi anlatın Hesna Hanım." Benim rahatsız tavırlarımı görünce devam etti. "Merak etmeyin anlatacağınız her bilgi bizde kalacak. İşine yaramayan size zarar verecek şeyleri mahkemede duymayacaksınız." Benim yararıma olacaklarına kanaat getirirlerse kötü yola düşmeme ramak kaldığımı anlatabilirlerdi o zaman.
Haldun Beye hacizle başlayan günü anlatırken beni durdurdu. O günü en ince ayrıntısına kadar defalarca anlattırdı.
"Size garip gelen nedir Haldun Bey?"
"Hacze gelen avukatla görüşeceğim. Ödeme onlara yapılacak. Bakalım ne kadarı doğru."
"Nasıl yani? Gelenler dolandırıcı olabilir mi? Ben anlamadım." Adam benim yazdığım bilgileri alarak diğer avukata uzattı.
"Sen meslektaşımızla görüş bakalım neler diyecek." Alt dudağımı kanatırcasına dişledim. Bu kadar saf mıydım ben ya? Bu kadar aptal mıydım? "Sadece emin olmak istedim Hesna Hanım."
"Bana şu haciz işlemlerinden bahsedebilir misiniz? Mesela kardeşim on seki yaşından büyük. Ev annemin üzerine. Eve haciz gelebilir mi? Sonuçta o evde yaşamıyor olabilir."
"Haciz uygulanır. MERNİS sisteminde adres neresi çıkarsa memurlar hacze giderler. Daha sonradan aile bireyleri istihkak iddia ederler. Ama süreçte ilk aşamada haciz gerçekleşir."
"Peki en başından itibaren bu süreç nasıl işler? Kusura bakmayın hiç bilmediğim bir alan ve ben anlam vermeye çalışıyorum sadece." Sabahtan beri başını şişirdiğim adam sabırla gülümsedi.
"Tabi ki anlatacağım Hesna Hanım. Eve Tebligat geldikten, takip kesinleştikten sonra istedikleri her an hacze gelebilirler. Yoğunluklarına bağlı. Aslında şüphelendiğim nokta burası. Bankaların sistemini bilirim. Ev haczine gelene kadar uzun bir süreç geçer. Yoğunlukları fazladır. Küçük meblağlara hacze gitmek yerine indirim teklif edilir ve ödeme yoluna sokulur. Size kanunen gelme hakları var ama çalışma stilimiz böyle değil."
"Biri tarafından değil kardeşim tarafından dolandırılıyorum o zaman." Sağ elimin üzerine başımı koydum. Artık ayakta duracak takatim yoktu.
"Kesin bilgi gelsin o zaman konuşalım Hesna Hanım. Şimdi bir mola verelim. Haber birazdan gelir. O zaman devam edelim. Zaten az kaldı. Bugün bitirelim istiyorum. Siz geri kalan süreçte dinlenirken biz çalışacağız." O haber gelene kadar bana huzur yoktu. Bu Hifa tarafından kaçıncıya aptal yerine konulmamdı. Eğer adamın tezi doğruysa... Eve polis geldi ya. Kimdi onlar?
Yatak odasına geçerek Esma'yı kontrol ettim. Salona geri döndüğümde Ercüment'in içerisine yemek olduğunu düşündüğüm servis arabasını içeriye doğru ittiğini gördüm. Girdiği kapıyı açık bırakmıştı.
"Teşekkür ederim Ercüment Bey." Adam beni fark edince servis arabasını masanın önünde bırakarak yanıma geldi.
"Dün geceden beri bir şey yemediniz Hesna Hanım. Afiyet olsun. Başka bir şeye ihtiyacınız var mı?" başımı sağa sola salladım. "Yemekten sonra isterseniz siz de uyuyun. Kendisinizi dinlenmiş hissettiğinizde haber veririz öyle gelirler."
"Hiç gerek yok Ercüment Bey. Az kalmış zaten. Aslında bir ağrı kesici alabilirim. Bu ağrıyla iyi dayandım." Yemeklerin kokusu ne kadar acıktığımı hatırlatmıştı bana. Uykusuzluktan ve açlıktan başım tutmuştu.
"Baş ağrısı için sihirli parmaklarıma ne dersiniz Hanımefendi?" Ercüment geleni tanımasına rağmen gerilmişti. Kaşlarını çatarak Amir'in daha fazla içeri girmesini engellemek için büyük adımlarla ona doğru ilerledi.
"Kapıyı çaldığınızı duymadık efendim. Hesna Hanım zor bir gün geçiriyor. Lütfen dışarıya çıkalım." Amir onu pek takıyor gibi durmuyordu. Omzuna iki kere hafif baskıyla vurarak,
"Armağan nerede?" dedi ve yanından geçerek yanıma doğru geldi. Ercüment'te onunla yürüyordu ama saygısızlık etmek istemediği belliydi.
"Birkaç gün otele gelemeyecek. Bir arzunuz varsa ben halledebilirim." Amir'i çekecek havamda değildim. Beş dakika mola vermiştik ve ben bu sürede karnımı doyurup belki iki üç dakika gözlerimi kapatarak değerlendirmek istiyordum.
Amire arkamı dönerek servis arabasındaki yemeklerin kapaklarını açmaya başladım. Bu leziz kokularla başım dönmeye başlamıştı.
"Böyle adamların ne sorunu olur Ercüment Bey. Amaçları sadece etrafındakileri küçük düşürerek böbürlenmek." Dedim çorba kasesini elime alarak. Ercüment ve Amir bana bakıyorlardı. Bir kaşık daha içtikten sonra. "Şu tipe bak Allah aşkına. Şatafatlı ve abartılı kültürünü kapitalizm dahi değiştiremedi." Amir ne dediğimi anlamadığı için gülümsüyordu. Yakışıklı adam takım elbise giyiniyordu. Gömlek yerine balıkçı yaka dar bir kazak seçmişti.
"Ercüment. Hesna Hanımı yemek yerken görünce benim de canım çekti. Bir servis daha gönderir misin? Ayrıca kimse bizi rahatsız etmesin. Tamam mı?" Türkçe duyduğum bu cümleler beynime birer yankı halinde ulaştı. Genzime kaçan mercimek çorbasını elimden bırakarak masadaki suyu aldım. Amir kahkaha atarak yanıma geldi ve sırtıma vurmaya başladı. "Helal. Helal. Ercüment bu Armağan kadına helal etmedi mi sunduğu imkanları." Kendime gelirken adamın Türkçe konuşuyor olmasını hala idrak edemiyordum. Amir beni sandalyeye oturtarak Ercüment'i bir kafa işaretiyle yolladı. Ercüment bile kokuyordu. Ben hangi akla hizmet adama hakaret etmiştim.
"Amir Bey."
"Şiişşt. Yemek yerken konuşuruz." Ben saf saf adama bakarken amir önüme servisi açarak servis arabasındaki yemekleri masaya dizdi. "Çorbanı bitir." Ses tonu hala yumuşaktı. Adam ya dediklerimi tam olarak anlamadı ya da böyle söylemlere çok alışıktı. Sadece çora kasesine bakarak yavaşça çorbamı bitirmiştim. Ercüment bu sürede jet hızıyla Amir'in de yemeklerini getirmişti.
"Hesna Hanım." Ercüment'in sesiyle başımı ona çevirdim. "Armağan Bey ile görüştüm. İsterseniz sizi başka bir otele götürebilirim." Amir bizimle ilgilenmeyerek çorbasına gömülmüştü. Gözlerini ondan çekerek tekrar, "İsterseniz hemen çıkabiliriz." Amir ile göz göze geldiğimiz o küçük anda içime kadar titremiştim. Tatlı dilli, yumuşak bakışlı adamın gözlerinden alev çıkmıştı.
"Yok Ercüment Bey. Esma'da uyuyor zaten. Rahatsız değilim."
"Onayını aldığına göre çıkabilirsin Ercüment." Amir yerinden kalkarak tabağıma diğer yemeklerden servis etmeye başlayınca,
"Ben alırım. Siz devam edin." Deyince beni kendi silahıyla vurdu.
"Amacım sadece seni küçük düşürerek böbürlenmek Hesna. Lütfen bu fırsatı benden alma."
"Amir Bey." Ne diyecektim ki? Sürekli adama zor bir zaman geçirildiğim söyleniliyordu. Ayrıca dediklerimde haklıydım da. "Dediklerimin neresi rahatsız etti sizi?" yerine oturan adam önce beni süzdü sonra çorbasına geri döndü.
"Şatafatlı ve abartılı bir kültürüm var. Bunu inkar edemem ama kimseyi paramla küçük düşürmedim." Gözlerimi kısarak devam etmesini bekledim. "Fırsat kalmamış olabilir. Kimseden bir saygısızlık görmedim. Ben de kimseye saygısızlık etmedim Hesna. Altın bir heykel değilim. Allah'ta değilim."
"Haşa." Dedim. Böyle bir cümle karşısında hemen söylediğimiz kelime.
"Haşa." Dedi o da. "Bu yüzden bana karşı olan tutumunun sebebini anlamıyorum." Önümdeki etten bir parça keserek ağır ağır çiğnemeye başladım. Sebebini bilmiyordum. Adama durup dururken sarmıştım. Benim param yoktu. Onun çok parası vardı. Çevremdeki çok insanın da öyleydi ama bu adam hepsinden daha zengindi. Bu yüzden bir insanı yargıladığım için utanmalıydım.
"Haklısınız ama doğuştan edindiğiniz haklar benim sinirimi bozuyor. Yaşadığın emirlikte yüzde on gibi çok ufak bir azınlıksınız ve ülkeniz sizi koruyor. Her doğan bebeğe şirket verilmesi doğru mu? Ya da hizmetinizde çalışan Hindistanlı ve Pakistanlı işçileri zor şartlarda çalıştırdığınız?" Çorba kasesini kenara koyarak tabağına yemeklerden eklerken bana bakmadan konuşmaya başladı.
"Sıcak bir iklime sahibiz. Çalışanların büyük bir kısmı Hindistanlı ya da Pakistanlı. Çalışma şartları zor ama aldıkları para iyi. Kimse kölemiz değil. İstersen seni de götüreyim. Serin bir ortamda iş veririz."
"Yok almayayım. Ülkene girdiğim gibi pasaportuma ve kimliğime el koyacağınızı biliyorum. Ülkeye işçi olarak girmek ne kadar zorsa, çıkmakta o kadar zor. Biliyorum."
"Bir şey bildiğin yok."
"Hareminizde mi yok?" Güldü adam. "Şeriatla yönetilirken siz azınlıklar serbestsiniz. Çifte standart."
"Bana karşı önyargılısın. Ülkeme karşı önyargılısın. Tamam." O da etini keserek ağzına attı. Bunlar elleriyle istedikleri gibi yemezler miydi? "Sizin ülkenizde iki, üç, dört evlilik yapan yok mu? Kötü şartlarda çalışanlar yok mu? Kötü şartı geçtim. Güzel bir işte çalışan ne kadar hakkını alabiliyor? Biz zenginken çok evlilik yapıyoruz. Her bir kadın refah içinde yaşıyor. Doğan tüm çocuklar doğuştan büyük haklara sahip oluyor. Sizde durumlar nasıl? Çok düşük ücrete çalışan bir adamın üç karısı on çocuğu var. Hepsi sefalet içerisinde." Söyledikleri sinirimi bozmuştu. İşin kötü tarafı verecek bir cevabım da yoktu. Zaman kazanmak için tabağımdaki yemekten bir parça daha ağzıma attım. "Her şeye bir cevabı olan Hesna'nın buna bir cevabı yok mu?"
"Abla." Kurtarıcı meleğimin sesi gülümseme sebep olmuştu.
"Biraz daha uyusaydın Esma. Neden kalktın?" elimdeki çatal bıçağı tabağın kenarına koyarak kardeşime doğru yürürken,
"Kaç bakalım." Dedi göz kırparak.
"Uyuyamıyorum." Amir Esma'ya henüz bakmamıştı. Esma'nın önünde durduğum için şu an baksa da göremiyordu.
"Ağrın var mı? Acıktın mı?"
"Biraz var ama geçer. Yatarken yemiştim. İstemiyorum ben. Sen ye." Esma başını Amir'e doğru uzatıp, "O kim? Bize yardım eden arkadaşın mı?"
"Arkadaşımızın arkadaşı. Gel." Esma'nın elinden tutarak masaya yaklaştırdım. Kardeşimin dağılmış suratına bakmak, gülümseyerek bakmak çok zordu. Dudaklarım titreyerek gülümsedim.
"Amir. Seni kardeşimle tanıştırayım. Esma." Amir dudaklarını peçeteye silerek yerinden kalktı. Centilmen hareketlerle Esma'ya elini uzattı.
"Merhaba Hanımefendi ben de Amir." Esma çekingen hareketlerle Amir'in elini sıkarak kısık sesle bir iki kelime ettikten sonra,
"Ben biraz daha dinleneyim." Dedi. Odasına giderken ikimizde arkasından baktık.
"Kim yaptı bunu?" Gözlerimi sıkıca kapatıp açtıktan sonra Amir'e döndüm. Ne zaman aramızdaki mesafeyi kapattığını bilmiyordum. Hızla ona doğru dönerken Amir'in sert göğsüne çarpmıştım. Bir adım geri gidecekken belimden tuttu. "Bunu kim yaptı Hesna? Armağan'ın bahsettiği sorun mu?" başımı salladım. Gözlerim dolmaya başlayacaktı. Hemen dudaklarımı ısırdım. Canımın acısıyla aklımdaki düşüncelerin uçması gerekiyordu.
"Az önce dediklerinde haklısın. Biz sizin kadar şanslı doğmuyoruz Amir. Hele benim gibiler hiç şanslı olmuyor." Dedim cesurca başımı benden uzun olan adama kaldırarak. Boynundan yayılan parfümü genzime dolunca boğazım kaşındı. Sürdüğü odunsu koku hoşuma gitmişti. Gözlerini benden çekmeyen adam ellerini beline koyarak başını kaldırdı. Esma'ya bunu yapana mı sinirlenmişti? Göğsü hızla inip kalkıyordu. "Babam yaptı." Duyduğu cümle ile başını sağa yatık bir şekilde bana indirdi.
"Ciddi misin? Neden?" bunu söylemek zordu. Derin bir nefes alarak dışarıya verdim. Yüzüne değen nefesimle gözlerini kapattı.
"Amir Bey." Gözlerini açmadan arkasını dönerek masadan bir bardak alarak su doldurdu.
"Armağan mı yardım ediyor sana? Avukatlar bu yüzden miydi?" hala bana dönük değildi. Cam kenarına giderek koltuğun kolçağına kalçasını dayadı. Yavaş yudumlarla içtiği suyun sesini duyabiliyordum.
"Evet. Sabahtan beri karakoldayız. Bir dava sürecine giriyoruz."
"Sigara içebilir miyim?" sehpanın üzerindeki kül tablasını alarak yanına gittim.
"Bana da verir misin?" araya sessizlik sıkıştırdığımız on dakikadan sonra ilk defa suratıma bakmıştı. Ceketinin cebinden aldığı sigaranın içerisinden bir tane bana uzattı ve ilk benimkini yaktı. Çok nadir içerdim. Bence bugün içmeyecektim de ne zaman içecektim. "Az önce söylediklerim için üzgünüm. Kimseyi parasıyla mevkisiyle yargılamamalıydım. Bana öğretilen bu diyemeyeceğim ama kendimi yetiştirme tarzım bu değildi. Bana yakışmadı."
"Kardeşinin hali çok kötü. Hep böyle döver mi sizi?" kaşlarını çatarak döndü bana. Başımı sallayarak bir nefes daha aldım sigaradan. "Şimdiye kadar bir şey yapmadınız mı?"
"O zamanlar küçüktük. Annem kavga olunca bizi alır komşuya ya da çarşıya giderdi. Birkaç saat sonra babamın sinirinin geçtiğini düşününce eve geri dönerdik. Sonra bize zorla babamın elini öptürtürdü. Atanız o sizin derdi. Kendisi de yediği dayakları unutup ayaklarına kapanırdı. Halbuki bir kabahatimiz yoktu." uzaklara dalmıştım. "Aşık babama. Gerçi bu aşkı geçen bir şey. Takıntı gibi. Biz önemi değiliz annem için. Okulu bitirince annemle babam boşandı. Annem delirdi. Bizden daha da nefret etmeye başladı. Kız kardeşlerim ve anneme bakmak için çalıştım. Zaman zaman babam gelirdi ama bu sefer başka oldu." Sigarayı sesli bir şekilde içime çektikten sonra eğilerek Amir'in önündeki kül tablasına söndürdüm. "Trajik bir hayat. Senin bilmediğin tarzda."
"Yine beni suçluyorsun."
"Hayır. Sadece bilmediğini söylüyorum. Garip gelebilir." Kapı tıklayınca Amir'i arkamda bırakarak kapıyı açtım. Haldun Bey ve diğerlerinin geldiğini gördüm.
"Buyurun Haldun Bey." Adam içeri geçip Amir Bey'i görünce masaya oturmadan bana döndü.
"Size gelen avukatı aradık. Daha doğrusu geldiğini iddia ettikleri avukatı aradık."
"Nasıl yani?"
"O gün gelen kişi meslektaşım değilmiş. Banka avukat yollamamış. Aslında Hifa Hanımın bir borcu da yokmuş." Duyduklarım karşısında önce bir kahkaha attım sonra,
"Ne diyorsunuz siz Haldun Bey?"
"Sanıyorum ki kardeşiniz sizden para alabilmek için böyle bir oyun çevirmiş. Kimseye borcu yok. Meslektaşım bu durumu duyunca dava sürecine gitmek istedi ama şimdilik onu durdurduk. Siz nasıl müdahale etmek istersiniz bilemedik." Ellerimi yüzüme kapatarak göz çukurlarıma baskı yaptım. Ne kadar süre öyle kaldım bilmiyorum. "İsterseniz biraz düşünün."
"Neyi düşüneyim? Düşünecek kafa mı kaldı? O sürtük yüzünden ben nasıl bir işe giriştim." Bu kadarı pesti. Bu kadarı şeytanın aklına gelirdi. İnsan bu kadarda alçalmazdı. "Öldüreceğim onu. Kesinlikle öldüreceğim."
Esma yatak odasının kapısında bana bakıyordu. Koşarak odaya girerek montumu ve çantamı aldım. Avukat önüme dikildi.
"Hesna Hanım yapmayın. Şimdi zamanı değil." Çıkardığım botlarımı ayağıma geçirmeye çalışırken Haldun'da sinirimden payını almıştı. Lanet olasıca kardeşim yüzünden orospu olacaktım. "Amir Bey. Lütfen müdahale edin. Babasıyla olan davasını etkileyecek bu durum." Amir'e baktım. Bana doğru yürümeye başlamıştı.
"Bana bak. Sakın karışayım deme." Amir başıyla kapıyı göstererek avukatları odadan gönderdi. Zorla ayağıma giydiğim botların bağcıklarını bile bağlamadan kapıya doğru koştum. Kapının kolunu indirip açtığım esnada Amir'in kolları belimi sararak beni havalandırmıştı. Açılan kapıyı ayağıyla itince, "Amir bırak. Bırak bak kötü olacak." Dedim. Salonun ortasına gelince beni yere indirmişti ama kolları hala bedenimi sarmaktaydı.
"Bak kardeşine." Esma gözlerinde yaşlar bana bakıyordu. "Onun yanına gittiğinde olacakları Avukatlar sana anlatıyor. Aptal mısın sen? Beklemen lazımmış." Nefesimi düzenlemeye çalışırken ellerimi amirin koluna götürdüm. Sakinlediğimi anlayan adam kollarını bedenimden çözdü. Yavaş adımlarla Esma'nın yanına giderek sıkıca sarıldım. Aptalım ben. O kadar büyük bir aptalım ki? Kurtların içerisinde bembeyaz bir koyunum. Dikkat çekmemem imkansız.
"Ağlama." dedim fısıltıyla. Bas bas bağırmak isterken fısıltıyla konuşmak ne kadar zordu...