Bölüm şarkısı: Tourist LeMC - Koning Liefde
Anlam veremediğim bir endişe kaplarken içimi bütün gücümü parmaklarıma ulaştıra bilmiştim. Uykumun en güzel yerinde bölünmesine sebep hissettiğim boşluktu. Gözlerimi açmak istemiştim fakat uykum derin olduğu için bir süre öylece kalmıştım. En sonunda gözlerim aralanırken kafamı kaldırdım yukarı. Karanlık odada yalnız kaldığımı anlamak o kadar da zor olmamıştı. Ellerimle destek alarak yataktan kalktım. Bir süre boş boş odayla bakışmıştım.
Gideceğini biliyordum çünkü telefon konuşmasında olacakları tahmin etmek zor olmamıştı. Vakit kaybetmeden telefonuma ulaşırken hemen Mert'in numarasına ulaştım. Bu sefer izin vermeyecektim. O işlere tekrar karışmasına izin vermeyecektim. Uzun süre bekledikten sonra nihayet açılmıştı telefon.
"Alo? Mert neredesin?"
Uykulu olduğum için sesim boğuk çıkmıştı.
"Güzelim şirkette acil işim çıktı. Sen uyu."
"Şirkette işinin çıkmadığını biliyorum."
Bir süre sessizlik yayılmıştı hat boyunca.
"Ben gelince konuşuruz."
"Mert doğruyu söyle, neredesin?"
"Gelince konuşacağız."
Telefon suratıma kapanırken öylece kalmıştım. Derhal mesajlara girerek Mert'i tuşladım.
Gönderilen: Mert
"O zaman şirkete geliyorum ben de"
Vakit kaybetmeden ayağa kalkarak dolaba yöneldim. Giyeceklerimi çıkarırken mesaj sesi gelmişti.
Gönderen: Mert
"Gece gece başıma iş açma, eve geliyorum"
Üzerime hırkamı alarak aşağı indim. Salonun ışığını açarak kanepede oturdum ve kaçan uykumla Mert'i beklemeye başladım. Bir saatin tamamında kapı çalınırken ayağa kalktım ve koşarak kapıya açtım. Bıkkın şekilde bir kaç saniye beni süzdükten sonra eve girdi. Sakindi ve büyük ihtimal fırtına kopacaktı bir azdan.
Ceketini asarak ayakkabılarını çıkardı ve sakin tavrını sürdürerek salona geçti. Kapıyı kapatarak arkasından gittim ve karşısına dikildim.
"Hiç vazgeçmeyeceksin değil mi bu huylarından?"
"Ne yani sorun seni gizli gizli dinlemem mi?"
Sessizce yüzüme baktı.
"Mert, ne işler karıştırıyorsun?"
Dedim bir adım daha atarak aramızdaki mesafeyi kapatırken.
"Orkun Ehil, kim?"
"Kaç kez dosyalarımı kurcalama diye uyardım seni?!"
"Bu umurumda değil!"
Diye bağırdım. Şu anki mesele bu değildi.
"Özel eşyalarımı kurcalaman hoşuma gitmiyor."
"Bunu sonra hallede biliriz. Orkun Ehil kim?"
Diye sordum tekrar. Beni uzak tutmasını anlaya bilirdim fakat eskisi gibi değildi şartlar. Artık ikimiz bir insan sayılıyorduk.
"Onur'un yerine geçen kişiye ulaştırma aracı."
Salonda yaranan sessizlikle birlikte içime doğan korkuyla nefes alışverişlerim düzenlsizleşmişti.
"O kişinin ismini, soyismini kimse bilmiyordu diye biliyordum. Bu kadar kolay mı?"
En başta olan kişinin sesini bile duyanların sonu ölüm oluyordu. Onur'dan biliyordum çünkü. Sonumun ölüm olmaması çok garip bir durumdu. Zamanlama meselesiydi aslında.
"Bilgileri çaldım.."
...
Derin bir sessizlik daha. Buna cüret edecek kim olabilirdi ki? Tabii ki de Mert fakat bizi düşünmüş olmaması korkudan daha beter his olup da nefesimi kesmişti.
"Özür dilerim, kendimi çekmeye çalıştım ama olmadı işte. Hiçbir şeyden habersiz kalmak istemiyorum, deliye dönüyorum."
Dedi ellerini saçlarına geçirirken.
"Bu yüzden huysuzsun değil mi kaç gündür?"
Sessizliğiyle onaylamıştı beni. Yüzündeki çaresizlik eritmişdi bütün öfkemi. Kollarımı boynundan geçirirken alnını alnıma yasladım.
"Asıl özür dileyecek olan kişi benim. Seni hayatından bir anda koparan benim. Bu kadar hızlı değişmeni de beklemiyorum ama sadece... sadece uzun süreli ayrılığa dayanacak gücüm yok. Bir daha bunu yaşayamam, anlıyor musun?"
Elleri belimdeki yerini alırken nefesini yüzüme üfledi.
"Gitmeyeceğim, inan ki o ayrılığı yaşayacak kadar benim de gücüm yok."
Yüzümü boynuna saklarken sıkıca sarıldım. Gözlerimi kapatırken içimde iyileşmeyen kırıkları birleştirmek adına çabaladım çünkü tekrar kırılacağım için birleştirmek gerekiyordu. Anlam veremediğim, zamanla çözülür dediğim şeyler büyüyüp yıkmak için geliyordular. Hazır hissediyordum kendimi fakat ne kadar dayanabileceğimi bilmiyordum. Yalnız kalmayı öğrenmiş biri olarak hiç bir problem büyük gelmiyordu artık.
-Damla-
Elimle oynattığım bardağımı ağır ağır çeviriyordum. Etrafta oluşan sessizlik bile sinirlerimi bozuyordu. En son elimdekinden bıkarak huysuzca saçımı kulağımın dibine sıkıştırdım fakat kısa olduğu için hemen eski yerini almıştı. Uzun saçlarımdan sonra buna alışmam uzun çekecek gibiydi.
Oturduğum sandalyede geriye yaslanırken karşımda oturan Kaan'a bakmamak için mücadele ediyordum. Ayrıldığımız günden itibaren kaç aydı, ya da yıldı ortalıkta yoktu şimdi bir anda gelmiş kafedeki herkesi çıkarak konuşmak için ısrar etmişti. Konuşmak adına yüz arıyordu.
"Özür dilerim."
'"Dileme."
Dedim kısa kesmesini umud ederken.
"Başta böyle olacağını kestirememiştim."
"Neyi kestireme miştin? Psikopat bir manyak olduğunu öğrendiğimde bir gün ağlayıp ertesi gün bağrıma mı basacaktım seni? Senin yüzünden en yakın arkadaşıma yaptığım şeyin vicdan azabını çekiyorum hâlâ."
Bağırışım karşısında kafasını yukarı kaldıramamıştı.
"Rahat bırak beni, tanımıyorum seni artık."
Ayağa kalkarken karşıma geçti. Yüzündeki çökmüş ifadeni gördüğümde sarılma isteği geçti fakat yapamayacağımı da çok iyi biliyordum.
"Öyle olmak istemiyorum, senin yanında iyi birisi gibi hissediyorum kendimi.."
"Ama ben Meleğin yanında aynı şeyleri hissetmiyorum. Senin bencilliğin yüzünden hayatını mahvettim onun!"
Gözlerim dolarken onu iterek geriye irdeledim.
"Halâ ona olan özürümü de dileyemedim. Gerçekleri söylesem nefret edecek bana ve bunların hepsi de senin yüzünden! Yaptığın kötülüklerden sonra kendini nasıl oluyor da iyi birisi gibi hissediyorsun söylesene?!"
.
Elime geçen her şeyi yere fırlatırken her nefes aldığımda daha çok nefret ettim kendimden. Yerde parçalanan cam kırıklarına değdi gözüm. Parçalanmış ruhumu gösteriyordu sanki bana. Şimdi kestirdiğim saçlarımın anlamını çok iyi anlıyordum, Meleği anlıyordum.
"Seni her gördüğümde pişmanlığım artıyor, nefret ediyorum kendimden."
Gözyaşlarımın arasından ona bakarken onun da kızarık gözlerle çaresizlik içinde bana baktığını gördüm. Her birimiz zamanında Meleğe yaptıklarımızın bedelini ödüyorduk. Onu o kargaşa içinde yalnız bıraktığımız zaman şimdi bizi bulmuştu o kargaşa, o yanımızdaydı fakat yardım istemeye yüzümüz yoktu.
"Senden nefret ediyorum.."
Etmiyordum, bir insan severek aynı zamanda nefret de edebilirdi.
"Bir şans için hakkım yok mu? Buna ihtiyacım olduğu kadar hiçbir şeye ihtiyacım yok. Ben herkesin nefretini kazanmış insanım Damla, seninki daha çok acıtsa da vazgeçemem. Nefret edilmeye alıştım ben Damla..."
Ayaklarını sürüyerek bana yaklaştığında daha da geriledim. Beni ikna etmesine izin veremezdim yoksa herşey daha kötü olacaktı.
"Seni sevmiştim hem de tahmin edemeyeceğin kadar çok. İnsanları iyileştirmen hoşuma gidiyordu, bana iyi geliyordun. Karakterinin altında yatan o varlığı göremediğim için kızıyorum kendime Kaan."
"Hepsi babamın zoruyla yaptığım pişmanlıklarım. Öldürdüm içimdeki o varlığı senle geçirdiğim her saniye."
"Sana inanmıyorum, sadece bir süre kayboldun tekrar geri geldin."
.
"Yurtdışında değildim."
"Nerede olduğun umurumda değil!"
"Hapisteydim!"
Bağırışıyla ağzımdan kaçan hıçkırığı engelleyememiştim.
"Gideceğin cehennem, senin yuvan olacak Kaan Sezgin çünkü sen bir şeytansın."
Pişmanlıklarıma yenileri eklenirken çantamı alarak koşar adımlarla kafeden çıktım. Her ses kulağımı delip geçecek yükseklikteydi. Afallayan adımlarla durağa ilerlerken okulumu dondurduğum haberini kızlara verememiştim. Erken geldiğim kafeye Melek'lerden önce Kaan gelmişti. Şimdi ikisinin de karşılaşacağı tek şey sadece dağınık bir kafe olacaktı.
Dağınık zihnim sayesinde bütün olayları bir birine karıştırmış gibiydim. Geçmişte saplanan kurşunun acısından beterdi yaşadıklarım. İnsaların arasından ağlayarak gitmem umurumda değildi. Bana acıyacaklarına neden kendilerine acımıyordular?
Sevdiğim insanın mahvettiği hayatlar benim hayatımı mahvetmeye yetmişti. Tüm bunları yapan Kaan'dan mı nefret etmeliydim yoksa çözümü bir tek ben olduğumu bildiğim halde onu terkettiğim benden mi? Ben nefret ederek seven bir insandım fakat bu benliğim için geçerli değildi.
-Özlem-
Bankta oturan Murat'ın sırtı bana dönüktü. Söyleyeceklerimi haftalardır hazırlamama rağmen hâlâ bulanıktı kafam ve ne diyeceğimi bilemiyordum. Çantamın sapını sıkıca tutarken ağır adımlarla oraya yürüdüm. Ses gelen yere döndüğünde beni gördü ve hızla ayağa kalktı.
Beni öpmek için yeltendiğinde geriye adımlayarak engelledim. Anlamış gibi yavaş şekilde banka oturarak beni izledi. Diğer ucunda da ben oturduğunda konuşmam için bekledi.
"Bitti, Murat."
Denizin sesi cümlelerimdeki boşluğu doldururken arabaların sesleri sinirimi bozuyordu sanki. İlk kez bu kadar sevmiştim, ilk kez bu kadar farklı şeyler yaşamıştım, ilk kez birinden ayrılıyordum. Bunu ona nasıl anlatacaktım? Kendisinin eskiden onca ilişkisi olmasına rağmen.
"Sensiz de olmadığını biliyorsun, Özlem."
Bakışlarımı ona kaydırırken yüzünün kaskatı olduğunu gördüm. Duygularından taviz veren birisi değildi. Ondan ayrılırsam eski işine devam edeceğini söylemek istiyordu.
"Daha ne kadar vicdan azabı çekmemi istiyorsun?"
"Her şey bitti Özlem, artık kendini suçlaman saçmalık."
"Bu kadar taş kalpli olduğunu hiç göstermedin bana eskiden!"
"Ben eskiden neysem şimdi de oyum. Kimse için değişmem!"
Kinayeli tebessüm yüzüm de yayılırken bütün bunları neden yaşadığını soruyordum kendime. Sonra Meleğe yaşattıklarımız geliyordu aklıma, kabulleniyordum her şeyi.
"Evet, hiç değişmeyeceksin. Yalan yere yaptığın avukatlık yüzünden on yaşındaki kız yetimhanede büyüyor. Bu güne kadar vicdan azabı çekmeyen şerefsizin tekisin sen ve değişecek de değilsin!"
Diye bağırarak hışımla banktan kalktım ve ilerledim. Kolumdan tutarak geri çevirdiğinde geri çektim kendimi.
"Ne yani hiçbir şey olmamış gibi bitiriyor musun? Buna senin hakkın var mı?"
Yüzüne geçirdiğim tokattan sonra daha da hiddetlenerken tuttuğu kolumu sıklaştırdı.
"Bilmediğin şeyleri yargılıyorsun Özlem, pişman olacaksın!"
"Asıl seni tanıdığıma pişman oldum ben. Duyguları olmayan pisliğin tekiymişsin!"
"Bir ay içinde mi sevmeyi bıraktın beni? Sevgin bu kadar ucuz muydu? Sana muhtaç olduğumu çok iyi biliyorsun Özlem, bırakamazsın beni!"
"Hanımefendi, sorun mu var?"
Bağrışları sonucu genç bir çocuk yanımıza yaklaşarak şüpheyle sormuştu.
"Seni alakadar etmez!"
Bağıran Murat'ın elinden kolumu kurtarırken koşmaya başladım.
"Herşeyi düzelteceğiz diye söz verdik bir birimize. O kadar şeyleri aştık biz, şimdi en basitinde kaçıyorsun. Melek iyi ve dilediğin özürünü kabul edecek.
Benden kaçacağını sanıyorsan yanılıyorsun!"
"Rahat bırak beni!" Dedim ağlamaklı çıkan sesimle.
"Bir insana yapılacak en kötü şeyi yaptım ben, en yakın arkadaşıma yaptım bunu!"
Dedim bağırarak ağlarken.
"Senin yüzünden, sizin yüzünüzden. Sen pişmanlık duymaya bilirsin fakat ben her gece duyuyorum. Arkadaşlığımız bitti artık eskisi gibi sımsıcak olamıyoruz. Eğer sevgimin karşılığı dostluğumuz elimizden alınacaksa istemiyorum o sevgiyi.. - dedim ellerimle gözlerimi silerken - istemiyorum seni."
Parmağımda duran yüzüğü çıkardığım gibi yere fırlatırken, bana taktığında hissettiğim heyecanım batmıştı kalbime. Gözlerine bakmaya gücüm yoktu, merakla bakan insanların arasından sıyrılarak eve gitmeyi diledim bir an önce.
Kızlarla buluşacağımız kafeye gidemezdim bu halde çünkü diğerleri gibi bunu da açıklayamazdım. Kısa bir mesajla meseleyi kapatabilirdim fakat ben nasıl bir sürede kapatacaktım bu konuyu bilemiyordum.
-Melek-
Şok olmuş bakışlarla karşılaştığım manzarayı seyrediyordum. Bu kafeye ne olmuştu böyle? Yerde duran cam kırıkları, devrilen sandalyeler. Birisi sinir krizi geçirmiş gibiydi burada.
"Hanımefendi bu günlük kapalıyız. Kafemiz adından hepinizden özür diliyoruz."
Kapıda duran çocuk herkesi bilgilendirdikten sonra kapıları kapattı. Telefonu çıkararak mesajlar kısmına girdim ve kızlara görüşeceğimiz günü ertelemek istedim. İkisinin de onayı üzerine şaşırsam da boş vererek telefonu çantama attım.
Şüpheli bir durum söz konusuydu ve dikkatli olmak gerekiyordu. Tekrar telefonu çıkardım ve Sinan'ı aradım.
"Yenge, problem mi var?"
"Hayır Sinan yok da olmasını istemiyorum. Gelip beni ala bilir misin?"
"Tabii ki de, olduğun yeri mesaj at yeter."
"Peki teşekkürler."
Telefonu kapatarak olduğum yeri mesajı atarak başka bir kafede oturarak beklemeye başladım. Bir şey istiyor muyum diye soran garsona kafamı olumsuz anlamda salladıktan sonra sakince oturmaya devam ettim. Çalan telefonum düşüncelerimi dağıtırken gizli numara aradığını gördüm. Kaşlarım çatılırken bir şeyler döndüğünden şüpheliydim zaten.
Temkinle telefonu açarak kulağıma götürdüm ve onun başlamasını bekledim.
"Tanıdık manzarayla karşı karşıyayım yine."
Tanıdık erkek sesi hat boyunca yankılanırken çıkarmaya çalıştım.
"Yine her şeyden habersiz bir kenarda oturuyorsun, eskisi gibi."
"Mesela, sebebini çözemediğin dağınık kafeyi arkadaşın Damla o hale getirdiğinden habersizsin. Ya da en yakın örnek, kocanın tekrar işe başladığını ilan ettiğinden haberin yok.
"Kimsin?"
Sonunda konuşa bilmiştim. Geçmişimi bilmesi içime endişe kaplamıştı. Fakat şimdiki zamanı ben bile bilmezken o çok normal bir şeymiş gibi anlatıyordu.
"Şu anda baktığın heykelin soluna bak."
Anında dediği yere bakarken gördüğüm kişiyle az kalsın telefon elimden kayacaktı.
"Onur?"
.
Sesimdeki hayrete karşılık güldüğünü gördüm. Ellerini ceplerine sokmuş güneş gözlüğünü takarak insanları inceliyordu. Arada bana bakarak yüzümdeki ifadeyi ölçüyordu.
"Narin'in tepkisi daha görülmeye değerdi."
"Onu bir daha öylesine kırmayacağına inanıyorum."
Sesi telefonda duyulmazken sadece nefes alışverişlerini duyuyordum. Her şeyi planlamıştı geri geldiğine göre, Narin'den başka..
"Her şeyden habersiz olduğumu söylerken neyi kastediyordun?"
"Etrafındaki herkes bir sır saklıyor senden."
"Ne gibi?"
"Onlara sormalı."
"Onur benle oyun oynama. Zararlı çıkan sen olursun!"
Sinirli sesime karşılık yine tepki vermezken dikkatlerini çeken kızların ona doğru ilerlediklerini gördüm.
"Kızacağın kişi ben değilim, bir zamanlar piyonken zaman geçtikçe ilerleyerek vezir oldun. Olduğun konumda rahat olmamanı öneririm çünkü oyunun kazanılması için her an kurban edile bilirsin."
Cümlesi bittiğinde telefon yüzüme kapandı. Elimi indirerek uzak mesafeden de olsa gözlemlemeye devam ettim. Bir süreden sonra gözden kayboldu. Kısa süre sonra kapıda Sinan belirirken gülümseyerek ayağa kalktım. Tam da ona doğru ilerlerken arkadan beliren Emel şaşkınlığa uğratmıştı beni. Yüzündeki öfkeli ifadesi korkmama sebep olmuştu.
"Hangi kızla görüşmeye geldin? Doğruyu söyle, kim o kız?"
Çığlığıyla kafedeki herkes Emel'e odaklandı.
"Melek?! Sen de mi öğrendin beni aldattığını?"
Sinan ve ben her şeyden habersiz Emel'e bakıyorduk.
"Bilerek arkadaş kalalım dedim, hemen atlayacak mısın diye? İyi ki de yapmışım.."
"Emel ne saçmalıyorsun?"
"Emel sakin ol, beni almaya geldi sadece. Ben çağırmıştım."
Benim açıklamamla yüzündeki masum ifade belirmişti. Sinan'ı iterek hemen bana sarıldı.
"Hayatım, Sinan seni üzmek istemiyor. Düşündüğünün tam tersi, o seni çok seviyor."
"Biliyorum, sadece sinirlerim çok bozuk!"
Ağladığını farkettiğimde ondan ayrılarak yüzünü ellerimin arasına aldım.
"Sence Mert onda sağlam kemik bırakır mı?"
Ağlamasının arasında gülmeye başlarken gözyaşlarını sildim.
"Bence burada konuşup çözmeniz gerekiyor. Ben eve yalnız da gidebilirim."
"Yenge seni bıraksaydım - "
"Gerek yok Sinan, oturup halledin."
Emel'in yanağından öperek çantamı aldım ve kafeden çıktım. Ara sokaklardan geçerken beynimde dolaşan düşünceleri bir birine bağlamakta güçlük çekiyordum. Derin bir nefes alarak telefonumu çıkardım ve rehbere girerek oradaki kişilerle bakışmaya başladım.
Dizlerimin çözüldüğünü hissettiğimde yere düşmemek için sırtımı duvara yaslayarak destek aldım. İçimde sadece bir istek vardı o da rehberdeki bütün kişileri arayarak gerçeği öğrenmek. Şimdiki düşüncemse tamamen farklıydı. Gerçek öğrenilmezdi, yaşanılırdı.
Fakat ben o gerçeği yaşamak için uzun bir süre yalanlar içinde büyümekten korkuyordum.
Yine yolun başında olduğumu farketmem uzun sürmemişti. Başlayan oyun vardı ve bu oyunda kurban edilecek kişi sadece Mert ve ben değildim. Sevdiğim herkes satranç tahtasında dizilmiş başlayan oyunda yer almıştı. Oyunu kazanmaktan önemli başka şeyler vardı, onları korumak gibi mesela..
~~~