𓇼 ÖZEL BÖLÜM 𓇼
? TANYELİLER ?
Önce biraz karakterlerimizi kısaca tanıyalım.
Mihri Tanyeli, 19 yaşında olmasına rağmen atarlı fakat ergen olan atarlılardan değil kızımız. Kendisi birçok dövüş dalında siyah kuşak sahibi, ayrıca ablası Defne Tanyeli dünyaca ünlü bir hacker!
Daha ne istesin yahu, onu kızdıran kişileri dövmesine bile gerek yoktu, ablasına facebooklarını hackletirdi olur biterdi canım!
(Laf aramız Defne kızımızı bilenler bilir, işinde ciddidir ve hiç kimsenin -MİT istemedikçe- facebookunu hacklememiştir.)
Sarp Kahan henüz 26 yaşını yeni bitirmişti ki tanıştı bu cadalozla! 1.80lik boyuyla Bordoların Liderliğini yapıyordu ama bu Minyatür Kızıl kadar onu deli eden başka olay olmamıştı! Hayır yani, biraz kız gibi olsundu. (Ama Sarp Kahandan size bir sır; O yine de bu baş belası Minyatür Kızılı seksi buluyordu.)
Mihri elinden ayırmadığı telefonuyla her zaman ki gibi spor salonunun yolunu tutmuştu. Telefonundan ayırmadığı gözleri haliyle karşıdan gelen kişiyi de görmesine engeldi. Çarpıştıklarında Mihri'nin elindeki telefon firar etmeye karar verdiğinden Mihri adama bakmadan konuştu. "Öh be ayı!! İnsan olsana biraz Yürüyen Dağ!!"
Mihri adama bakmaya niyetli değildi ama adamın uçak şoförlerine benzeyen sesi kendisini adama çevirmesine meyletti. (Uçak şoförü evet. Onlarda yolcu taşımıyor muydu sonuçta? Şoför, şofördür.)
"Bir daha ki sefere önüne bakmazsan benim gibi bir yakışıklıya çarpmak yerine bir arabanın altında falan kalırsın. Mazallah yani." Adamın yüksek perdeden sırıtması bulaşıcı gibiydi.
Mihri yapmacık olmaktan çok uzak sayılan bir sırıtmayla adama cevabını verdi. "Yakışıklı mı? Hani nerede?" Yalandan adamın arkasına aktı. Mihri yalandan çarpılınsaydı eğer o an can vermiş olacaktı. Zira hunharca yalan söylüyordu. Adam kara kaşları kara gözleriyle tam bir manyakötesi yakışıklılığa sahipti.
Ayrıca boyu Mihri'nin 1.72'lik boyuyla kıyaslandığında bile dev gibi kalmasına sebebiyet verecek kadar uzundu. Lanet olsun en az 1.85 olmalıydı. Adamın kara gözleri çelik pençeler gibiydi, Mihriyi parçalamak ister gibi. Ama Mihriyi asıl şok eden şey kendisinin de onun üzerine atlamak istemesi değildi. Asıl onu şoke eden şey adamın yanaklarının iki yanını süsleyen gamzeleriydi.
"Ne oldu güzelim, beğendiğin bir şeyler gördün galiba?" Adamın sesi onu kendine getirirken anlık tepkilerinden birini vermek zorunda kalırdı. Mihrinin adamın sol gözüne yumruğunu geçirmesinin temel nedeni öfke değildi kesinlikle.
Bu utançtan kaynaklanan bir refleksti. Ne zaman utansa mutlaka birilerinin bir yerine geçirirdi. Adam reflekslerinin hızlı olduğunu göstermek istercesine geri çekildi ama şaşkınlığının verdiği bir nonosaniye Mihri'nin hedefi bulmasını sağladı.
Hedef yerini buldu.
Sanki yumruk yiyen Mihriymiş gibi adam yine kahkaha attı. Ve Mihri bu kahkahayla sarsıldı. Daha önce kullanma gereksinimi duymadığı kalbi son hızla atıyordu ve adama bir tane daha geçirmemek için kendini zor tuttu.
"Defnenin kardeşi olduğuna inanmak o kadar zor ki." Daha ablasının adını duyduğu anda yelkenleri suya indirmişti Mihri. Adam direkt konuya girince Mihrinin adamın kendisine değil de konuşmalarına odaklanması bir hayli uzun sürdü. "Ablan Mahkemede. Ve ailesinden birinin yanında olmasının iyi olacağını düşünen bir Komutanım var."
Mihri daha Mahkeme adını duyduğu anda kafasında neler olduğuyla ilgili komple teorileri kurmuştu ama adamın "Komutanım" lafı Mihri için tarifi imkansız bir mutluluk peyda etti. Adam askerdi!! Kafasını tek hareketle salladı ve 'odaklan!' dedi kendi kendisine.
"Neler oldu?" Adam başındaki siyah bereyi çıkarınca siyah saçlarının kısacık olması adamın asker olduğunun ikinci kanıtıydı.
Henüz yeni yeni çıkmaya başlayan sakallarını kaşıdı. "Şey..." Adam gözlerini kısmış Mihri'nin mavi-yeşil gözlerine bakıyordu. "Ablanın mesleğini biliyor musun?" Mihri kızıl saçlarının uçlarını boyadığı mavi kısımlardan bir tutamını eline aldı.
"Bana dolaylı yoldan 'ablan bir sürtük oldu ama sen üzülme' demeye çalışmıyorsun, değil mi?"
Adamın dudakları aralandı. Gülmemek için dudaklarını ısırdı ve Mihri soğuk bir ter damlasının ensesinden sırtına doğru kaydığını hissetti.
"Hayır kesinlikle. Şimdi söyle." Adamın benseksibiruçakşoförüyüm sesinden bentehlikeliyimbanayaklaşmayın moduna nasıl geçtiğine bir anlam veremedi. "Ablam Uluslar Arası bir Bilgisayar Şirketinde çalıştığını söylemişti." dedi. Bu seksi şeye ne kadar bilgi vermem gerektiğinden emin değildim.
"Şey ablan bilgisayarlar konusunda bir dahi." Sonra tekrar sıkıntıyla ensesine koydu elini. "Ablan dünya çapındaki en iyi hacker olma ünvanına sahip."
Adamakıllı bir yorum yapmadı Mihri. Ya da ablasını ona bir hacker olduğunu söylemediği için kızmadı. Yani, ablası bir hackerdi ve en iyilerdendi!
"Siktir oradan!" Adamın suratı kızla tanıştığından beri dinmek bilmeyen bir kahkahayla tekrar aydınlandı.
Lanet olsun, bu kız ona ecel olacaktı!
"Yani sen şimdi diyorsun ki ablam dünyanın en iyi hackeri?" Sarp denilen bu yakışıklı meteor parçası doğru söylüyorsa Mihri için hayat daha da güzelleşecek demekti. Sarp bıkmadan tekrar başıyla onay verdi. "Evet ve bugün bazı..." Ne diyeceğini bilemezmiş gibi bir süre düşündükten sonra cevap verdi. "Olaylar olduğu için Yargıtay Mahkemesinde yargılanacak. Yiğit, yani Yüzbaşı Yiğit Yekta onun yanında birilerinin olması gerektiğini düşündü. Gelecek misin?"
Önümdeki meteorun sözleri gerçek görünüyordu. Hem ablamı da tanıyordu. "Hı-hı. Tabi ki geleceğim."
Sarp bu kızı asla anlayamayacağını düşündü o an.
"Gidelim o halde?" Dedi Sarp. Ne zannediyordu acaba bu kara parçası? Onunla gideceğimi falan mı?
"Can'ım yakışıklılık sende kafa yaptı galiba. Niye seninle geleyim ki?" Mihri tırnaklarını kontrol ediyormuş gibi yaparken yaptığı gaf için kendini duvardan duvara vurası vardı. Herife iltifat etmiştim!
Hayır yani ediyorsun, bari içinden et. Duymasın bu meteor parçası. Mihri senin ben..! İçimdeki sesle girdiğim tartışmayı yine bu fazlasıyla yakışıklı olan, Yürüyen Dağ bölmüştü.
"Yakışıklı olduğumu kabul etmen ayrı bir olay ama benimle gelmezsen İstanbul'a nasıl gitmeyi düşünüyorsun Minyatür Kızıl?" Ona karşımda uzaylı duruyormuş gibi baktım. "Senin kafa güzelmiş kardeş. Otobüsle giderim yani, nolmuş?"
Sarp bıkkınlıkla nefes verdi. "Kardeş deme lazım olur Minyatür Kızıl. Ayrıca bende biliyorum otobüs ile gelebileceğini ama gizli üssümüzü bulamazsın sanırım?" Beni tam hedeften vurmuştu. Zira gizli şeylere bayılırım ben!!
"Ay ne üssü? Valla geliyorum. Az bekle de şu telefonu şarj edeyim." Sarp'a anlamlı anlamlı baktı. "Sonra birden şarjım biter falan mazallah sonra seninle sohbet falan etmek zorunda kalırız."
Sarp güldü.
"Sohbet etmek dışında bir şeyler yapmak istiyorsan söylemen yeterliydi be kızıl." Dilimi ısırdım. Hay senin ya!!
"Bir şeyler yapmak isteyeceğim son kişi bile olamazsın cicim sen." Sarp dudaklarını yaladı. Ve cevap verdi. "Valla şimdi bizde yalan yok. Ben isterdim."
Mihri kıkırdamasını son anda bastırdı. "Tabi istersin. Karşındaki benim." Mihri ve Sarp aynı anda güldü.
Sonra ben ciddiyetle telefonumu yerden aldım ve Sarp'ı 2 saat sonra buluşmak üzere bir kafeye yönlendirdim.
Beni eşofmanlarımla gördüğü halde bu kadar istekliyse birde onu normal kıyafetlerimle karşılamalıydım, değil mi?
Kızıl saçlara mavi saç olur mu demeyin ama gayette oluyo valla. Uçları tamamen parlament mavisiydi ve resmen aşıktım saçlarıma!
Neyse. Saçlarımı yukarıda toplayıp, bir tokayla bağladım. Genellikle siyah giyiyordum. Pekala, ben hep siyah giyinirdim. Aynı şuan olduğu gibi. Siyah eteğim ve üzerine giydiğim siyah büstiyer gayette yakışmıştı bana. Altına giydiğim siyah mat, kısa botlarım da gayet rahattı. Beni eşofmanlarımla gören Yürüyen Dağ şuan dilini yutmuş bir Psikopata dönmüştü. Kimseyi umursamadan, isteğimi yapan biriydim ve bunu Bordoların lideri olan herif bile bozamazdı.
"Kızım sen manyak mısın? Partiye gidiyoruz sanki amına koyim..."
Sonlara doğru sesi alçalsa da keskin kulaklarım onun sözcüklerini havada kapmıştı. "Manyağım ben. Sen de küfürbazsın galiba. Sana öğretmediler mi bayanların yanında küfür edilmeyeceğini piç?"
Tamam, bende küfür ediyordum. Şey, hemvde bayağı ama o edemezdi. En azından benim yanımdayken. "Oo bayan nazik. Kusura bakmayın hazretleri. Ama neyse ne. O kıyafet ne kızım?" Dudaklarımı büzdüm. Kırmızı renkli rujumun onun gözlerinde parladığını biliyordum. "Babacığım... Sana ne acaba?!" Arabaya almıyordu beni lanet Psikopat.
"Git doğru düzgün bir şeyler giy de gel." Bana manalı manalı baktı. "Arabada sadece ben değil, 3 bordo daha olacak." Sonra ceketinin cebinden telefonunu çıkardı. "Beş dakikan var. Bekliyorum." dedi telefonu yüzüme tutarken. Kronometreyi açmıştı manyak herif.
Bir an gitmeyi düşünsem de kişiliğime aykırı hareket edemeyeceğimi gayet iyi biliyordum. Gelen arabanın kaputuna yaslanıp onu delici gözlerle izledim. Mihri Tanyeli ne zaman bir erkeğe boyun eğmişti? Doğru cevap: Hiçbir zaman!
"Canım sen karşında kardeşin var sandın galiba." Üstüne yürüdüm. Yoldan geçen herkesin gözü üzerimdeydi ve karşımdaki Psikopatın gözleri, hepsini öldürmek ister gibi bakıyordu. Kafam tam çenesinin altına denk geliyordu. Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. Arabadaki bordoların, gayet iyi bir film izlediklerini biliyordum. Kaşımı kaldırdım ve onun gözlerinden alevler çıkarken kasıklarına tekmeyi gömdüm.
"Bana emir verme Bordo. Asla."
Sonra da hiçbir şey olmamış gibi arabanın ön koltuğuna yerleştim. Elim benden habersiz bir şekilde telefonuma giderken, Sarp'ın malum bölgesini tuttuğunu görebiliyordum. Yüzünde acıyla karışık bir şaşkınlık vardı. Benden böyle bir şey beklemiyordu. Öfkelendiğinde deliye dönen bir yapım vardı ve bu huyumu diğerlerinin aksine çok seviyordum. Sarp sürücü koltuğuna geçerken dikiz aynasından arkadaki bordolara bir bakış attı. Şayet o bakış bir ok olsaydı şuan yaşıyor olmazlardı. Hemen önüne döndüler ama hepsinin dudakları bariz bir gülücükle şekillenmişti. "Hadi gidelim Psikopat." dedim. O arabayı çalıştırıp vitesi ileri alırken bende emniyet kemerini taktım. Kemer önemliydi sonuçta.
Psikopatın yüzünden hiçbir şey okunmuyordu. Benim aksime o bir kez bile kafasını çevirmemişti bana doğru. Dudaklarımı büzüp telefonuma geri döndüm. Zilyon tane mesaj gelmişti ve hepsine cevap vermek yerine telefonumun kapama tuşuna bastım. Kafam benden bağımsız döndü ona. Sert yüz hatları ifadesizdi.
"Pşt. N'aber, Psikopat?" dedim arkadaki üçlünün sohbetinin koyu olduğu bir anda. Gözlerini bana değdirmeden hızını arttırdı. "İyiyim güzelim de sen pek iyi değilsin galiba." dedi telefonumu kast ederek. Telefonumun titreme seslerini duyabiliyordu. "Valla onu ben sana soracaktım? Çok kötü vurmadım inşallah?"
Kıkırdamamı zorla bastırdım ama onun gözleri bana dönmüştü nihayet. "Çocuğum olmazsa suçlusu sensin Minyatür Kızıl." O da hafifçe gülmüştü. "Bana emir veren sensin oğlum. Bana ne." Araba akan trafikte hızını azaltırken bana gülümsedi. Sonunda yelkenlerini suya indirmişti bizim Psikopat oğlan. O yelkenlerin alev alıp almayacağı da meçhuldü gerçi.
Sanki kafamda dönen tilkilerin kuyrukları ona dolanmış gibi bakıyordu bana. Bir an korkuyla iç geçirdim. Zihin falan okumuyordu bu yarım küre herif?
Sonra 'cık cık' dedim kendi kendime, eğer duysaydı muhtemelen şu an arabada değil de bir Otelde falan olurduk muhtemelen.
Benim içsel çatışmalarıma an be an tanıklık eden sadece bu Psikopat değildi. Arkadaki üçlü son derece güçlüydü de anlaşılan, çünkü onların da saçları kazılıydı ve de asker künyelerinin parlaklığı gözlerimi kamaştırıyordu.
Arkadan ince bir parmak omzuma dokununca tek kaşımı kaldırarak döndüm onlara.
Yüzünde güzel bir sırıtışla bana bakan ela gözlü çocuk "Ben Güney. Siz de adınızı bana bahşeder misiniz acaba bayan hanfendi kadın?"
Sırıttım.
"Cicim sen kafayı mı yedin?"
Güney hunharca bir kahkaha attı, sanki yıllardır aynı espriyi yapıyordu da aynı sonucu almış gibiydi. Diğer ikisi gözlerini devirince, başımla onları işaret ettim.
"Bu yürüyen ölülerin isimleri ne?"
Güney de sanki kafa dengi birisini bulmuş gibi, sırıtmama karşılık sırıttı ve, "Bu Aras," dedi. Kaşında hafif bir çizik olan çocuğu gösterirken ona bakmamış, sadece benim gibi kafasıyla işaret etmişti.
Aras grubun ruhunu teslim etmiş olanıymışçasına yalnızca kafasını sallamakla yetinip camdan dışarıyı izlemeye devam etti. Güney devam etti.
"Bu sarı çocukta Savaş."
Savaş diğerinin aksine gülümseyerek, "Memnun oldum." dedi. Aralarından en normal olanı oydu sanırım.
Güney benimle sohbete devam etmek istiyormuş gibi, Savaş'ı işaret ederek, "Bu sarışın ekibin beyefendisidir. Ağzından tek bir kötü söz duyamazsın. Hele bir de bir bayanın yanında! Asla!"
Dudaklarımı büzdüm. "Ay, o ne be? Aynı kız gibi?"
Güney tekrar hunharca gülerken, Savaş küçük bir gülümsemeyle baktı bana. Aras ise ruhunu çürütmeye devam ediyor ve bizimle hiç mi hiç ilgilenmiyordu.
Güney'e sırıtmaya devam ederek, gözlerimle yanımdaki yarım küreyi işaret ettim. "Peki şu arkadaş nasıldır acaba?"
Güney sanki benim bunu sormamı bekliyormuş gibi yüzünden silemediği sırıtmayla açıklamaya girişti. "O arkadaş biraz baskın bir karakterdir. Bizim ekibin lideridir kendisi. O, eğer bize 'öl' dese, 'şimdi mi?' diye sorarız."
Güney bile söz konusu bu Dağ olunca ciddiye biniyorsa cidden bayağı önemli birisiydi bu Sarp denilen herif.
Sarp ise onun sözlerine karşılık sadece homurdanmakla yetinmişti.
"Ayy liderliği ben devralabilir miyim? Yapabiliyor muyuz öyle bir şey? Hı?" diye heyecanla ellerimi çırparak sordum Sarp'a doğru. Sarp ise sürdüğü arabanın direksiyonuyla konuşmayı benimle konuşmaya tercih edecekmiş gibi duruyordu.
Sarp'ın yerine bana cevap veren Güney oldu.
"Tabi tabi, sonra bordo beremizi de pembeyle değişiriz. Daha sonra da dağda kıyafet yarışması yaparız. Artık kurşun değmiş, roket atılmış, kimin kısmetinde ne varsa yenge."
Onun sözlerini tüm yüzümü kaplayan gülümsememle dinlesem de, söylediği son kelimeyle kaşlarım çatıldı.
"Yenge ne la?"
Güney dudağını ısırdı. "Ağzımdan birden çıktı, artık ne yapalım, unut gitsin." Bunu söylerken o kadar umursamaz söylemişti ki, aslında söylediği yenge lafının arkasında sonsuza dek duracak gibiydi.
Ben konuşmaya devam edecekken, konuşmamı bölen Sarp'ın çalan telefonu oldu.
Seri bir hareketle telefonunu açıp kulağına götürdü ve "Emredin Komutanım." dedi.
Karşıdaki kişi her ne dediyse, göz ucuyla bana baktıktan sonra, "Evet, yanımda. Yoldayız şu an." Gözlerimi kısarak bakmaya başladım ona. Karşıdaki kişi her kimse ve her ne diyorsa hiçbir şey duyamıyordum.
"Yetişiriz Komutanım meraklanmayın. Defne hanım nasıl?" Küçük bir gülümseme peydah oldu dudaklarında ve bu gülümseme içimde onu öpme ihtiyacı hissettirecek boyutta güzel bir gülümsemeydi.
Kimse görmeden kolumu cimdiklemeye başladım. Şeker çalmış bir çocuk gibiydim şu an. Sorun şuydu ki ben şeker değil de 1.85 boylarında birini çalmak istiyordum.
"Yaklaşık bir saat. Evet. Hayır. Pek değil. Gelirken biraz bahsedebilirim isterseniz. Tabii." Tekrar bana baktı gözünün ucuyla sonra tekrar yola döndü.
"Tamam Yiğit. Evet, görüşürüz. Allah'a emanet."
Telefonu kapattıktan sonra cebine attı. Telefonunu çalsa mıydım ki? İç sesim fısıldadı; ne alaka la?
"Eee anlat bakalım. Kimdi ki o? Beni mi sordu? O da asker mi? Ablam nasıl? Konu neydi bu arada?"
Sarp bana şaşkınlıkla bakakaldı. Sanırım tek nefeste bu kadar uzun konuşmam onu şaşırtmıştı.
"Ablanın bir Hacker olduğunu söylemiştim sana." dedi arada gözlerini yoldan çekip bana döndürürken. Kafamı olumlu anlamda salladım. O da devam etti.
"Mahkeme bunu bilmiyor. Evet Hacker olduğunu biliyorlar daha doğrusu." Kafasını sanki nasıl anlatması gerektiğini bilmiyormuş gibi, ya da ne kadar anlatması gerektiğini bilmiyormuş gibi kaşıdı.
"Şöyle ki ablan dünyanın en iyisi. Yani bunu iltifat olarak söylemiyorum. Gerçekten ciddi ciddi numara bir yani. Ama bu kadarını onlar bilmiyorlar, zaten biz olaylara karışana kadar onun kimliğini yalnızda 3 kişi biliyordu." Sanki mala anlatırmış gibi tekrarladı. "Gerçek kimliğini yani."
Yine de ona bir şey söylemek yerine kafamı salladım.
"Ablan aslında çok iyi bir şey yaptı fakat Mahkeme onun iyi niyetine değil, iyi niyetli bir iş yaparken TSK'ya sızmasına bakıyor." Sindirmem için biraz duraksadı.
Ki bu biraz uzun oldu çünkü, Defne'nin bilgisayarları, ya da daha doğrusu teknolojiyle alakalı her şeyi sevdiğini biliyordum ama bu kadar iyi olduğunu bilmiyordum. Cidden.
Lafına devam edebilmek için suratıma baktıktan sonra, bakışları yanlışlıkla bacaklarıma takıldı, ani bir kaş çatışıyla bakışlarını bir nono saniyede çekti üzerimden ve devam etti.
"Bu duruşma çok önemli..." Gözleri gözlerime takıldı. "Eğer kötü giderse... Ablan hapis yatabilir." Derin bir soluk aldım. Bu soluğum ona kötü gelmiş olmalı ki bana daha iyi şeyler söylemeye başladı.
"Ama neyse ki tanıklarımız ve ablanın yardımının dokunduğu bazı kişiler olaya el atacak. Büyük bir sorun çıkmadıkça böyle bir şey olmayacaktır. Ama ben yine de tüm sonuçları söylemek istedim."
Biraz düşünmek biraz da soluklanmak için camdan dışarıya baktım. Defneyle yıllardır görüşmemiştik. Yaşadığı bazı ağır şeylerden sonra evden gitmişti. Telefonlaşsak da onun yüzünü görmeyeli bayağı oluyordu.
Beni düşündüğünü biliyordum çünkü gerçekten bir sorunum olduğunda anında beni arıyordu.
Hay ananı!
Ben de diyordum bu kızın nerden haberi oluyor bunlardan. Beni de mi hacklemişti ki acaba? Eğer öyleyse maalesef, ikinci bir mahkemede ben ablamı öldürdüğüm için görülebilirdi.
"Konuya ben nasıl dahil oldum peki ?" diye sordum. Çünkü cidden anlayamamıştım. Emindim ki ablamın yaşadığı ilk büyük olay bu değildi. Ve bundan önce beni ya da ailemden başka birini hiç çağırmamışlardı.
Sarp bunu sormamı bekliyormuşçasına tekrar kafasını kaşıdı.
"Bazı..." diye söze girdiği an, arkada olduğunu unuttuğum Güney aniden sözünü keserek kulağımın dibinde bağırdı.
"Vuruldu."
Şokla "Ne?!" diye bağırmamla birlikte Sarp'ın ağzından "Hay sikeyim ağzının yayını Güney..." sözü çıkması aynı anda olmuştu.
Gözlerimi gerçek olup olmadığını anlatması için hemen Sarp'a çevirdim. "Doğru mu bu?"
Sarp, "Doğru. Ama endişelenmene gerek yok çünkü üstünden bir hayli zaman geçti ve iyi." Bakışları nasıl olduğumu görmek için üzerimde durakladıktan sonra devam etti. "Komutanım bu yüzden onun yanında olmanızı istiyor. Ruhen kötü hissedebileceğini ve yanında ailesinden birisinin olmasının ona iyi geleceğini düşünüyor."
İçim rahatlasa da kalbim Güney yüzünden hala çarpıyordu.
"İyi olduğundan emin misin?" diye sordum Sarp'a doğru. Endişe vücudumda gezen zehirli bir gaz gibi dolanıyordu tüm damarlarımda.
"İyi. Gerçekten iyi. Hiçbir sorunu yok."
"Peki ne oldu? Nasıl vuruldu?" Tırnaklarımı kemirerek sorduğum sorulara sakin bir şekilde cevap verdi. "Bunu ben anlatamam. Eğer isterse kendisinin anlatması daha doğru olacaktır."
Kafamı olumlu anlamda salladım. Ablamın özeline, kardeşi olsam dahi saygı duyması hoşuma gitmişti.
Sonra Sarp sanki aniden aklına gelmiş gibi, "Sen şehir dışına çıktığının farkındasın değil mi?" diye sordu. Neden sorduğunu anlayamasam da kafamı olumlu anlamda salladım.
"Ee, ailene haber verdin değil mi?" Kafamı yana doğru eğip baktım ona. Gerçekleri söylese miydim? "Yani... Küçük bazı teknik aksaklıklar olduğunu anlayacaklardır." diye mırıldandım.
Sarp sanki korktuğu başına gelmiş gibi, "Haber vermedin değil mi?" diye sordu. Sonra da ek bir soru daha sordu. "Ayrıca teknik aksaklıkta ne ?"
"Yani arada... Bazı zamanlar... Kafam estiğinde değil şehir ülke bile değiştirdiğimi biliyorlar. O yüzden sıkıntı olmayacaktır." Elime aldığım telefonu sıkıcı bir şeymiş gibi tekrar torpidoya attım.
Annem görse gözleri yaşarırdı, çünkü telefonum elime yapışmış sanıyordu bunca zaman.
"Anlıyorum." diyen Sarp'ın bakışları yine bacaklarıma düşünce ona kaşlarımı çatarak baktım. O da zaten hemen çekmişti bakışlarını. Kendi kendine bir şeyler homurdanıyordu ve sanıyorum yanılmıyor isem, "Bembeyaz nasıl bakmayayım amına koyayım..." tarzında bir şeydi.
"Peki konuya sen nasıl dahil oldun Yürüyen Dağ?" Onunla konuşmak, onu dinlemek, onu öpmek ve bazı artı on sekize kaçan eylemler gerçekleştirmek istiyordum ve bence bu benim suçum değildi.
"Boyumla ilgili daha ne kadar yorum yapacaksın sahiden Minyatür Kızıl?" İç sesim fısıldadı; dizlerinden kucağına tırmanırken konuşabilirdik aslında bunu...
"Canım ve keyfim ve kahyası ne kadar isterse sanırım." diye mırıldandım iç sesimin dediklerini düşünürken.
"Canını yerim senin..." diye mırıldandı o da hafif bir sırıtış eşliğinde. Gözlerim yüzünü o kadar dikkatli bir şekilde inceliyordu ki sahiden dudaklarımdan çıkan sözcükleri hiç mi hiç farkında değildim.
Çünkü ağzımdan çıkan sözcükleri eğer kulaklarım duyuyor olsa idi muhtemelen kendimi yumruklamak için arabayı ani bir şekilde durdurmalarını isteyip, sabaha dek kendimi yumruk manyağı yapardım.
Çünkü,
"Yemeni istediğim onca yerim varken..." Sözü o kadar farklı yerlere çekilebilirdi ki bunu ben değil de başka birisi kursaydı da tamamen aynı şeyleri hatta daha fazlasını düşünürdüm.
Sarp ağzı bir karış açık halde bana bakakalırken, ben onun yüzünün tüm ayrıntılarını incelemekle meşguldüm hala. Söylediğim sözleri, Defne'nin yanına vardıktan ve Defne'nin mahkemesi bittikten sonra hatırlayacaktım zira.
Ve hatırladığım da yapacağım ilk şey de Defne'den Sarp'ın numarasını istemek olacaktı. Çünkü kendimi açıklamaya çalışırken daha da rezil bir duruma düşeceğimi o an ben nereden bilebilirdim ki? Hele bir de Sarp'ın sözlerinden sonra.
"Evlenmeden olmaz kızım."
Herkese tekrardan merhaba! Bu benim 1. kitabım olan Kızıl Fırtına'nın devam kitabı, ve bu ilk bölüm aslında özel bölüm. Devam edeceğim ve bundan sonra yayınlanan bölüm aslında kitabın ilk bölümü, 1. bölümü olacak. Kitabı nasıl bulduğunuzu kısa da olsa yorumlarsanız beni çok mutlu edersiniz. Gelen yorumlara göre bölüm atacağım büyük bir ihtimalle. Şimdiden bu yolda yanımda olacak tüm dostlarıma teşekkür ederim.
???