Hoş Geldiniz!
Selamlar; evime, huzurla dolu yuvama (!) hoş geldiniz. Gerçi ne kadar hoş olursunuz bilemem ama burası benim yaşam alanım. İnsan kalabalığından bir alan bulabilirseniz tabii!
Ben de her genç kız gibi kendime ait odamda gönlümce özgür davranmak isterdim. Ama maalesef odayı geçin çekirdek aile olarak kaldığım bir evim bile yok. Bundan dolayı da şartları kabullenip bana sunulan imkanlar doğrultusunda gün geçirmeye çalışıyorum.
Evet evet gün geçirmeye çalışıyorum. Hayatta bir amacım illaki vardır. Ama bu amacı henüz keşfetmiş değilim. Sanırım biraz gamsız biriyim. Yani çevremdekilerin dediğine göre öyleymişim. Onların benim hakkında düşüncelerini söylüyorum sadece.
Bu evde yaşıyorsan bilmeniz gereken en temel kurallardan biri uyandıktan sonra saniye bile kaybetmeden banyoya koşmak. Ay durayım bir müzik açayım, esneme hareketi yapıp kendime geleyim diye bir şey söz konusu bile olamaz.
Bu yüzden ben de her gün yaptığım gibi aynı bir balerin edasıyla yatağımdan fırlayıp yerdeki kıyafetlere basmamaya özen göstererek yürümeye çalıştım. Adeta bir mayın tarlasına dönmüş onca kıyafet dengemi kaybetmeme sebep oldu ve yere kapaklandım. Canım acımıştı, dişlerimin arasından nefes alıp güne küfürsüz başlamamak için kendimi zorladım. Onun yerine baş ucumda duran sandalyeye tutunarak doğruldum. İnanın bana duyduğum acı idrar kesemde biriken o şeyden daha önemli olamazdı.
Yarı sürünerek yarı ayakta, bir şekilde kapıyı açıp kendimi odadan dışarı attım. Ama gördüğüm manzara beni deriden yaralamaya yetmişti. Şu an abarttığımı düşünüyor olabilirsiniz ama inanın bunu yaşayan bilir.
Ne de olsa eşekten düşenin halini eşekten düşen anlar!
Her zamanki gibi Özlüler tam kadro banyonun önündeydi. Centilmen Kaan Bey, aşık Oğuz Özlü ve kim bilir hangi gereksiz konu üzerinde düşünen Erkan Özlü. Çıkarttığım patırtıdan ötürü bakışları saniyelik üzerime yöneldi. Geri eski hallerini alırken ben de omuzlarımı düşürdüm ve ruh halimi belli eden bir ses tonuyla "Günaydın sevimsizler!" dedim.
Sıranın en sonundaki Kaan "Günaydın," diye karşılık verirken aynı zamanda sırıtmakla meşguldü. Göz kapağımı ovuşturarak hemen arasına geçtim.
"Aşağıda durumlar ne?"
Omuz silkip yüzünü eşkitti. Onun cevabını beklerken sırada kim var diye göz ucuyla ileriye baktım. En baştaki Oğuz'u gördüğümde içime ufakta olsa bir umut ışığı doğdu. Onun hemen arkasında elinde kitabıyla yine kim bilir hangi işe yaramaz konuyu araştıran Erkan vardı. Onlara ismiyle hitap ediyorum ama bunu kendi içimde yapıyorum. Çünkü sesli bir şekilde söylesem evin hayırsız evladı damgasını anlıma yapıştıracaklarına eminim.
"Betül Abla var. Enişte gelecekmiş. Anlarsın ya!" dediğinde dikkatimi tekrar Kaan'a verdim.
Sözleri bittiğinde dudak bükerek "Allah'tan çok az kaldı evlenip gidecek." dedim.
Aslında ona özenmiyor da değilim! Kız resmen bu evin kalabalığından, gürültüsünden uzaklaşıp iki kişilik yaşama terfi edecek. Nasip olur mu be! Sırf bu yüzden anlaşmalı olarak biriyle mi evlenmesem acaba?
Kaan hem uykudan yeni kalmışlığın verdiği mahmurluk hem de sıra beklemenin verdiği sıkılmışlıkla yüzünü aşmıştı. Ben de ondan etkilenerek aynı şekil bir ifade yerleştirdim ve nefesimi sesli şekilde dışarı verdim.
Gözlerim tekrar Oğuz'a kaydığında "Şansımı denemek istiyorum yine de." diyerek Kaan'ın anlamaz bakışları arasında abimin yanına gittim.
Yüzüme yerleştirdiğim gülümseme ve hafif muzip tavrımla bence koca gözlü, tatlı çizgi film karakterinden farkım yoktu. Canım kendim aslında ne kadar da iyiyimdir bir bilseniz. Neticede insanın kendini sevmesi güzel bir şey değil mi?
"Abicim," diye Oğuz'un önüne durduğumda yere bakan suratını görmek için eğildim. Ellerimi sırtımda birleştirmiş, Oğuzla göz kontağı kurmaya çalışıyordum.
Azıcık Oğuz'dan bahsetmem gerekirse kendisi benim biricik abim olur. Aslında bana da son derece düşkün. İşte bu yüzden bu hikayede kötü olan ben oluyorum. Onun bana karşı hassasiyetini bildiğimden ve her ne olursa olsun sonunda yine bana kıyamayacağından her haltı yapıyorum.
Bunun ne kadar kötü bir huy olduğunu söylemenize gerek yok. Farkındayım. Tahmin edersiniz ki onun kötülüğünü de en çok ben istemem. Şimdi gelelim şu an bana niye böyle öldürücü bakışlar attığına.
Bundan tam iki gün önce Bade için aldığı -Bade benim Oğuz'umun mıymıntı sevgilisi olur- çantayı çok beğendiğimi söyleyip bana hediye etmesi için ufak çaplı, tek kişilik ve başrolünün de tabiki benim olduğum bir tiyatro oyunu oynadığım içindi.
Bade'nin o çantayı ne kadar istediğini biliyordum. Öyle güzel olduğunu da düşünmeyin sakın. Bu kızın değişik bir zevki var asla anlayamıyorum.
Canım abim de benim masum bakışlarıma daha fazla dayanamadı haliyle ha bir de mükemmel oyunculuğumun da buna katkısı tabi ki olmuştur.
Çantayı kaptığım gibi odama fırlayıp dolaptan o berbat çantaya uyacak bir kombin yaptım. Sonra da bir güzel süslenip ayna karşına geçip fotoğraf çekildim. Bunu yaparken hiç de üşenmedim ama aç önüme bir kitabı çalış şu konuya desen bin bir türlü bahane uydurabilirim.
Çektiğim fotoğraflardan birini -çantanın en belli olduğu- seçip üzerine "Oğuz'umun hediyesi❤️" diye yazarak paylaştım. Tabi hikayeyi abime gizledim.
Sonrasında olanları ise tam bir kudurma olayı. Bade abime fotoğrafı atıp "Benim için aldığını zannetmiştim." yazınca Oğuz'un da odayı basıp benimle tartışması bir oldu.
Bade bu kadar kıskançsa benim suçum ne ki? Ayrıca kardeşi dururken niye sana hediye alsın haspam! Sen kim oluyorsun?
Oğuz gözlerini dikerek bakarken bana karşı sinirinin hala geçmemiş olduğu belliydi. Belki bu sefer ileriye gitmiştim ama Bade için de bana küs kalmasına asla izin vermem. Eğlendik bitti yani nedir bu tavırlar.
"Sıranı bana vermek ister misin?"
Tamam yüzsüzlük yaptığımı düşünüyorum olabilirsiniz ama cidden çok sıkıştım.
Oğuz kaşlarını kaldırıp dudağının kenarını ısırırken yanlış bir şey söylemek için kendini zor tutuyordu.
"Sen benim iyiliğimi su istimal et sonra gel tekrar benden iyilik bekle." sesi oldukça normalken bir anda yükseldi.
"Ne yazıyor benim alnımda enayi mi?"
Evet dememek için kendimi zor tutarken benimle aynı görüşe sahip Erkan'ım başını kitaptan kaldırıp "Evet," dedi.
Oğuz arkasına dönüp Erkan'a kırılgan gözlerle bakarken ben de içimde tuttuğum kahkahayı ağzımı kapatarak dışarı vurdum.
"Yani bu durum için değil de o cırtlak pembe çantaya para dökmek için enayi olmaktan başka bir durum söz konusu olamaz."
Oğuz yediği art arda gelen darbelerden sersemleyince kendini savunmaya geçti.
"Erkan zevk meselesi diye bir şey var bilir misin?"
Erkan gülümserken boğazını temizleyip lafa girdi.
"Valla kusura bakma kardeşim de o çantayı isteyen biri bana zevkten bahsetmesin lütfen." cümlesi bittiğinde ikimiz de kahkaha atmıştık. Elimi çakması için Erkan'a uzatırken oldukça eğleniyordum.
Oğuz tekrar lafa girdiğinde ikisi bir tartışmanın ortasında kalmış oldu. O sırada kapı açıldı ve iki saattir içeride olan Atakan havlu ile ıslak saçlarını kurulayarak dışarı çıktı. Ama kendilerini tartışmanın hararetine kaptıran bu iki saf abim bunun farkına varmadılar.
Atakan'ın kolundan tuttuğum gibi dışarı çekip kendimi banyoya attım ve hemen ardından kapıyı kilitledim. Ama kapıyı kapatmadan önce saniyelik de olsa Oğuz'la göz göze geldik ve onun o şaşkın, kandırılmış ifadesini görmek iyice gülmeme sebep oldu.
İşte azmin sonucu bana gelen bir başarı daha. Ne de olsa zafer insanlarındır değil mi?
...
Günün ilk rutini olan tuvalet faslı bittiğinde herkes hazır ve nazır şekilde mutfağa damlamaya başlamıştı. Çok önemli işleri olan Özlü ailesinin büyükleri tabii ki sabahın ilk ışıklarıyla evden çıktıkları için şu an evde genç kadro vardık. Bir de buna ek olarak Özlü'lerin baş kraliçesi, adeta bir futbol takımı kurma hevesiyle art arda çocuk yapan Gülsüm Özlü vardı. Kendisi benim pek kıymetli pamuk gibi yumuş yumuş yanaklara sahip babaannem olur.
Sabah güneşini son damlasına kadar alan mutfaktan yine her zaman ki gibi müthiş bir koku yayılıyordu. Babaannemi bizim sabah bekçimiz olarak seçtiklerini düşünüyorum. En azından aklı başında birisi evde dursun da bu dengesizler evin altını üstüne getirmesin. Çünkü hepimizde böyle bir potansiyel var. Ki yapmadığımız bir şey de değil. Ama her ne kadar suçlu da olsam bunu başkasına yıkıp işin içinden sıyrılma potansiyeline sahibimdir. Bu yüzden unutmayın ki bana hiç bir şey olmaz.
"Neydi o yukardaki sesleriniz yine? Duyan da harp var sanar."
Masanın üstünde duran tabaktan bir dilim salata almış ağzımda çevirirken kaşlarımı kaldırıp ellerimi iki yana açtım.
"Belki de gerçekten vardır takım kaptanı. Hani sonuçta maaile bir evde yaşamamız için güzel bir sebep olabilir."
Çektiğim sandalyeye otururken sözlerime devam ettim. "En azından şöyle yorumlayabilirdik; harp var da tüm aile aynı çatı altına sığınmış. Beraber savunma yaparız diye."
Babaannem bana öyle gözlerle bakıyordu ki; içinden kuşağıma laf ediyor bile olabilir. Gerçi onun da kendine sakladığı yaratıcı bedduaları vardır. Eski toprak ne de olsa.
"Ama öyle bir şey olsa ilk Sıla ölür babaanne. Yalnız buranın şartları savaş için hiç uygun değil der ve piuvv alnına bir kurşun." Bunu derken baş ve işaret parmağımı silah şeklinde ona doğrultmuştum.
Kendi dediğime kendim gülerken yine eğlenecek bir şey bulduğumdan yine efsane olduğum aklıma geldi. Ben ve ben çok güzel anlaşırız bence başka kimseye ihtiyaç yok. Ne gerek var ki bu kadar tantanaya.
Benden hemen sonra mutfağa tam bir Ali komiser edasıyla amcam girdi. Şahsen İlkay amcamı, dedem ve babaannemin en güzel ürünü olarak görüyorum. Tekne kazıntısı olduğundan sonuncuda turnayı gözünden vurmuşlar.
Ama sevinmeyin kendisi evli ve çok çok yakın bir zamanda Özlüler'e yeni bir fert daha geliyor. Ah canım kuzenim bu eve doğmak istediğine emin mi acaba?
Kemerini düzeltirken mutfaktan holdeki uzun aynaya baktı. Gözlerini kısıp ters bir şey olmadığını anladığında arkasını dönüp benimle göz göze geldi.
Yanağımı sıkarken "Günaydın gülüm," demeyi ihmal etmedi. Azıcık sevgi kırıntısı gördüğünde şımaran ben sanki dünyanın en sevilen kişisiymişçesine havalara girdim.
"Günaydın kırk beş kırk üç, olay yerine yakın mıyız?" diye karşılık verdiğimde İlkay'cım masada yerini almıştı. Dudağının kenarına yerleştirdiği gülümsemesi ile annesine dönüp uzattığı çayı aldı.
"Ben sana demedim mi arka Sokaklar izlemek yasak diye."
Çatalımı zeytine batırırken omuz silktim ve inatçı tavrımla göz devirdim. "Ben de sana bir gün beni operasyona götürmezsen izlemeye devam ederim dedim."
"Bedir abim de Zeynep yengem de çok mantılı insanlar ama sen nasıl böyle oldun anlamıyorum amcacım."
Kendince bana laf soktuğunu sanan amcama yapmacık bir gülümsemeyle güldüm ve sonrasında "Benim babaannem ve canım dedem de son derece sözlerine sadık insanlar ama sen niye böylesin ben de onu bilmiyorum tekne kazıntısı." dediğimde intikamımı almış olmanın verdiği mutluluğu sonuna kadar yaşadım.
Amcam cevap vermek için ağzını açmıştı ki yeğenleri ona izin vermeden büyük bir patırtıyla mutfağa girdi. Konuşmalarından anladığım kadarıyla her zaman ki Atakan Sıla'nın başının etini yemekle meşguldü. Sıla adımı mutfağa attığında tek omzuna aldığı çantasını kapının kenarına koydu ve sesli şekilde nefes verip Atakan'a döndü.
"Hayır diyorum Atakan hayır."
Atakan'ın kendinden önce parfümü geldiğinden elimi yelpaze gibi burnumun önünde sallayıp yerimden kalktım. Camın kenarında durup ikisini izlerken pervayı çevirip içeriye temiz hava gelsin diye pencereyi araladım.
Atakan, büyük amcamın en küçük çocuğuydu ve çocuk kelimesini en çok hak eden kişiydi. Hatta adının Atakan değil Afacan olarak değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hayatınızda görebileceğiniz en hareketli insandır. Abisi Erkan'ı idol aldığına yemin edebilirim ama kanıtlayamam aslında kanıtlarım da şu an için bununla uğraşmayalım. Zaten farkına varacaksınız. Onun olduğu yerde asla olay eksik olmaz. Hatta ailede eğer ters giden bir şey olduysa gözler ilk Atakan'ı arar. Birazcık da günah keçisi oldu diye biliriz benim Atom için.
Sıla ise büyük halamın kızı. Ayrıca odamı paylaştığım iki kişiden birisi. Tam bir uyku aşığı olduğundan en büyük hobisi uyumak. Gün içinde uyumuyorsa eğer düşündüğü tek şey ne zaman uyuyacağıdır.
Kimseyi kıramadığı için kendi kırılanlardandır. Ama neyse ki benim gibi bir kuzene sahip de onun için yol gösterici oluyorum. Atom'da onun bu huyunu bildiğinden en çok Sıla'yla uğraşır. Yavrum Sıla'm ise sürekli Atakan'ın zorbalığına uğruyor. Allah bilir yine ne istemişti de kızı zor durumda bırakmıştı.
"Sıla ne olur bir iyilik yapsan."
Sıla bıkkınlıkla başını tutarken yine derince bir nefes aldı. Kendine hakim olup bu sefer istediği şeyi yapmamak için direnmeye çalışıyordu ama hepimiz biliyoruz ki bu en fazla iki dakika sürecekti.
"Esra Erol muyum ben ya? Ayrıca hangi yüzle kıza tekrar dönmek istiyorsun?"
Şimdi taşlar yavaş yavaş yerine oturuyordu ama hangi kızdı? Çünkü Atakan için milyonlarca farklı kız kombinasyonu olabilirdi. O kadar ayran gönüllü ve çabuk sıkılan bir tipdi ki kuzenim olmasa uzak duracağım kişilerdendi.
"Ne yüzsüzlüğümü gördün Sıla? Ayıp ediyorsun vallaha."
Sıla sinirden gülerken şaşkınlığını verdiği refleksle ağzını eliyle kapattı. Büyüyen gözleri Atakan'a inanmaz bakışlar atıyordu.
Amcam bana dönüp ne iş der gibi baktı. Tabi benim kadar zeki olamayınca çözememişti olayı. Yine mi harikasın be kızım!
"Senin üç kağıtçı yeğenin saf olan yeğeninin kanına girip kız ayarlaması için ikna etmeye çalışıyor."
Kendi aralarında tartışan ikili benim sözlerimden sonra sanki daha yeni birbirlerine yemiyormuşcasına bana karşı taarruza geçtiler ve aynı anda konuştular.
"Ne üçkağıtçılığımı gördün."
"Ne saflığımı gördüm."
Halleri komiğime gidince dayanamayıp güldüm. Ve amcama döndüm.
"Bu da bir çeşit kabullenme değil midir komserim?"
Amcam gülerek kafa saklarken onaylanmanın verdiği gururla saçımı yana attım.
"Teşekkür ederim kırk beş kırk üç."
Sıla ve Atakan'in bakışları üzerimden gitmediğinden tartışmayı böldüğüm için ufak da olsa üzülmedim değil. Sol elimi onlara uzatırken "E en heyecanlı yerinde bölündünüz,devam etsenize." dedim.
Atakan söylediğim şeyin doğruluğunu kavrayınca Sıla'nın omuzundan tutarak kendine çevirdi.
Mutfaktaki varlığı ile yokluğu belli olmayan babannnemin ise bana patlayacağı tuttu. Kolumu çimdikkerken sinirli bakışlarla bana bakıyordu.
"Hep sen fitilliyorsun sinsi, bunları!"
Babanmemin dediğinin doğruluğundan hiç şüphem olmasa bile bu kendimi savunmama engel değildi.
"Aaa" derken kırılmış bir edaya büründüm.
"Resmen kuru iftira. Senin gibi yaşını başını almış bir insana yakışıyor mu babaanne hiç?"
Onun cevabını bile beklemeden durduğum cam kenarından kapıya doğru ilerledim.
"Çok ayıp vallaha" diye de ekledim.
Babaannem ve evdeki diğer herkes benimle laf yarışına girmenin ne kadar manasız olduğunu bilirdi. Ondan kendini yormak istememişti anlaşılan. Ama ben Gülsüm reisten korkuyorum valla. İçinden beddua ediyorsa eğer tutar falan maazallah. Bu yüzden büyüklere çok ilişmem.
Ben mutfaktan çıkarken içeriye Kaan geldi. Okul formasının üstüne giydiği siyah Kazak yeni olmalıydı. Beğendiğimi belli edercesine dudaklarımı aşağıya büzerken baş parmağımı kaldırdım.
Kendine çekip sarıldığında başım tam göğüsüne denk gelmişti. En çok da bunu seviyorum. Yani kısa boylu olmam bile boşuna değil anlıyorsun değil mi?
Kaan masaya oturmak için sandalye çekerken ben de salona doğru yol aldım.
"Kahvaltı yapan çıksın arkadaşlar kasıyor. Amca sen çok kaldın bak." diye bağırarak güldüm.
Evimizin toplanma alanı da diyebileceğimiz bu oda en geniş odaydı ve bu saatlerden başka boş görmenizin imkanı yoktu. Duvarları içinde farklı aile fotoğrafları olan çerçeveler kaplamıştı. Hatta bir duvar fotoğraflardan görünmüyordu bile. Oturduğum tekli koltukta ayaklarımı yana uzattım. Telefonumu açıp saate baktım ve on dakika içinde çıkmamız gerektiğinin hesabını yaptım.
Özlülerin sabah telaşı böylelikle son bulacaktı. Ama rahatlamayın çünkü sabah en kolay olan vakittir. Ne de olsa şu an evde çoğu kişi yok. Saat ilerleyip akşam çöktüğünde işte o zaman tam bir curcuna kopmuş olacak.
Evet şimdi gelelim bana. Ben Gözde Özlü. Evin üçüncü oğlunun ikinci çocuğu. Bu evin en sevilen çocuğuyum. Aksini iddia eden etmesin lütfen!
Başta gözünüzü korkutmamak için lap diye söylemek istemedim ama size neler olduğunu açıklayacağım. Lütfen korkup kaçmayın.
Yaklaşık yedi yıldır aynı çatı altında on dokuz kişi beraber yaşıyoruz. Biliyorum biliyorum şu an çoğunuz nasıl yani diyor. Geri kalanı da saçmalama diyip okumayı bıraktı. He bu arada İlkay amcamın kızı doğduğunda yirmi kişi olmuş olacağız ama Betül gidince sayılar yine eşitlenmiş olacak.
Neden diye kendi kendinize sorduğunuzu biliyorum. Herkesin bir nedeni var tabii ki öyle heyecan olsun diye asker birliği gibi takılıyor değiliz.
Evimizi de merak ediyorsunuzdur kesin. O kadar insan nasıl sığıyorsunuz diye. Ziya dedemin babasından kalma bir ev burası. Aslında baya eski üç katlı müstakil bir ev. Böyle bir karar aldığımızda dedem sağ olsun gerekli tadilatlarla adam akıllı bir yuva haline sokmuş oldu.
Başta bizde de nasıl olacak diye düşündük ama sadece düşünmekle kalmayıp yaşayıp öğreniriz diye deneysel bir çalışmanın tam ortasında bulduk kendimizi. Anlayacağınız biraz da kobay faresiyiz.
İnsanlar bunu duyduğunda epey bir şaşırıyor. Şahsen ben kimseye gidip "Aaa biliyor musunuz biz evde bir sürü halinde yaşıyoruz." diyip karizmamı çizdirmedim. Lakin sağdan soldan duyanlar olduğunda yüzlerinde kocaman bir şaşkınlıkla möl möl bakıyorlar.
Çocukluğum burada geçti ve muhtemel bahtsız gençliğim de Özlülerin karmaşası arasında yitip gidecek. Ama en azından sokakta yatmakdan iyidir değil mi?
Neden böyle dediğimi ve bizim ailenin bu evde olma sebebini merak ediyorsanız açıklayım. Çok basit. BABAM İFLAS ETTİ. Evet evet bildiğiniz beş kuruş parasız kaldık. Haciz memuru amca beyler bir donumuzu almadı. Sağ olsunlar o kadar da halden anlayan insanlardır.
E haliyle biz de kendimiz pıtış pıtış Ziya Özlü sığınma evinde bulduk. Babamın iflası ise aynı Sıla gibi arkadaş kurbanı olmasındandı. Yani bunu söyleyim de Sıla'nın genlerini kimden aldığı belli olsun. Siz siz olun kimseye kefil olmayın yoksa kendiniz böyle bir evde bulabilirsiniz.
Adnan amcam evin en büyük çocuğu ve aynı zamanda Erkan, Betül ve Atakan'ın babası oluyor. Yengemle evlendiklerinden beri baba ocağından çıkmadı bizim nazlı damat. Bu yüzden Atakan, Ziya dedemin en çok onun dedesi olduğuna dair saçma sapan bir iddiası var. Ama sizin de anlayacağınız üzere bunun doğru olması gibi bir şey olmaz. Ben varken sana düşmez Atakan Özlü!
Biz gelmeden önce üst katlar pek kullanılmazdı. Bizim eve sefil girişimizle yeni odaların kilidi de açılmış oldu.
Ama Özlüler de sorun biter mi? TABİ Kİİ HAYIR! Bitmedi.
Bizden yaklaşık bir yıl sonra Ayla halam toksik evliliğini sonlandırma kararı alıp kıymetli eniştemizden ayrıldı. Böylelikle eve üç kişilik bir mevcut daha eklenmiş oldu. NEW CAHARACTERS UNLOCKED. İşte o karakterlerimiz Ayla, Sıla ve küçük cimcime Nur.
Bundan kötü gelemez başımıza dediğimiz de hayat sanırım bize bir yerleriyle kahakaha attı. Çünkü en kötüsü geldi. Çok zor atlatabileceğimiz ve içimizi kor gibi yakan bir olay sonrası Kaan ve Can evimize katılmış oldular. Belki de en haklı ve en acı katılış buydu.
Ve son olarak İlkay amcam dünya tatlısı Dilşah yengemle evlendi. Kadromuz böylelikle tamamlanmış oldu. Bakın İlkay amcama istediğıniz kadar laf etmekte haklısınız. Çünkü o kendi istediği ile bu evde kalmak istedi. Gerçi bunda Dilşah'ımın da payı çok yüksek.
Dilşah yengem yetiştirme yurdunda büyüdüğü için aile özlemiyle kavrulmuş ve bizi böyle bulduğunda sanki istemediği kadar ailesi olmuş gibi oldu. Yeni gelinsin kızım sen az kendine gel. İnatçı ol ben aile evinde kalamam de. Yoook! İlla uyumlu, mülayim olacak.
Birde eklemeden geçemeyeceğim, İlkay amcamın hayattaki en doğru kararının Dilşah yengem olduğunu düşünüyorum. Hatta tek kararı bile olabilir. O kadar nazik ve cana yakın biridir ki eve katlanma sebebim bu gacı olabilir. Tabi babamın iflasının da hakkını yememek gerekir.
Evett. İşte çil yavrularının kısa özeti size. Özlülerin yanında Dark'da neymiş paşam. Yoluna baksın!
Kafanız karışmış, bu kadar da olmaz demiş olabilirsiniz. Bu duyguyu tatmanız için sizin misafir edebilirim ama ben tercihen misafir kullanmıyorum. Sizlik bir durum değil yanlış anlamayın. Yirmi kişiye bir de misafir eklenince ülke nüfusunun yüzde ikisini karşılaşmış oluyoruz. Ayrıca kim neden böyle bir duyguyu tatmak istesin ki?
"Gözleme."
Atakan salon kapısının kenarında durmuş doğrudan bana bakıyordu. Gözlerimi sabitlediğim noktadan kaydırırken ismimi doğru söylemesi için uyarmayı düşündüm. Ama ne zaman dikkate aldı ki şimdi düzgün söylesin.
"Efendim?"
"Davetiye diyorum nasıl olsun?"
Anlaşılan ben evin meselesine dalmışken kahvaltı faslı sonlanmış eğitim yuvamıza uçma vakti gelmişti. Her ne kadar ayaklarım geri geri gitse de daha ilk aylardan devamsızlığın sınıra geldiğimden yıl sonuna kadar paşa paşa okula gitmek zorundaydım.
Ayrıca bu evin garip bir büyüsü var. İçinde olunca sıkılıp kaçmak istiyorsunuz ama yine de ayrılmıyorsunuz. Ve ben buna kendi içimde "Öz Çekim Belası" diyorum.
"En pahalısından olsun lütfen. Aşağısı kurtarmaz." diyerek yanından geçtim ve askılık da asılı duran ceketimi giydim.
Formaliteden aldığım çantayı da sol omuzuma geçirdiğimde mükemmel okulum için hazırdım. Dış kapıyı kendime doğru çekip açtıktan sonra dışarıya çıktım. Ve işte böylece Gözde Özlü'nün harikulade günü başlamış oldu.