"Prolog"
Bu hikâyedeki kişi, kurum ve kuruluşlar tamamen hayal ürünüdür. Gerçeklerle olan olası benzerlikler ise tesadüftür. :)
“Hilal…”
Duyduğum sesin sahibinin orada olmamasını, aslında bunu tamamen bir taraflarımdan uydurmuş olduğumu düşünerek, arkadaşım Vedat’ın gözlerinin içine bakarak gülümsedim.
“İki hafta içinde yola çıkmış olacağız,” dedim. Aslında gideceğimiz tarihi söyleyecektim ama duyduğum ses, zihnimi anında ele geçirmişti.
“O kim?”
Vedat, verdiğim cevaba değil de nefesini ensemde hissettiğim o pisliğe odaklanmış gibi görünüyordu.
Kaşıyla arkamda bir yerleri işaret ederek sormuştu.
Dudaklarımı birbirine kenetleyip başımı hafifçe geriye doğru çevirdim ve göz ucuyla ona bakıyormuş gibi yaptım.
Aramızda mesafe vardı; o, kapıya yakın bir konumda duruyordu…
“Bir tanıdığımız,” dedim, aceleden yoksun, telaşsız bir şekilde ayağa kalkarak. “Ben bir selam vereyim.”,
“Bu tanıdık, bekâr mıdır acaba?”
“Ona talibim…”
“Seyirlik… Sadece izle, ruhun doysun…”
Kız arkadaşlarım içlerindeki bu ‘GOP’ çocuğunu tam olarak ne zamandır benden saklıyordu?
Hemen yanımda oturan Alya, bileğimden tutup çekiştirdi ve bana doğru iyice sokularak sordu:
“Sevgilin mi?”
“Saçmalama!”
O an neden ciyakladığımı ya da sesimin neden yükseldiğini bilmiyordum, eminim göz bebeklerim büyümüştü…
“Babamın elemanlardan biri,” dedim. Sesimi normal tona çekmek için biraz çaba sarf etmiş bulunuyordum. “Böke… Aileden sayılır.”
“Böke…” Nergis, derin bir iç çekerek onun adını mırıldanırken, Alya alt dudağını ısırarak gözlerini güçlükle ondan çekip bana bakabildi: “O zaman bizi tanıştır?”
‘Dışı sizi, içi beni yakar!’ diyemedim…
Bunun yerine gülümseyip başımla onları onaylamakla yetindim.
Geriye dönüp kapının yanına doğru yürürken, yüzümdeki gereksiz gülümsemeyi silip ona sert bir bakış gönderdim.
“Ne arıyorsun burada?” dişlerimin arasından, tıslama gibi bir ses çıkararak sormuştum.
“Konuşmamız lazım.”
Böke, o kahrolası koyu gözleriyle dümdüz bakarak konuşuyordu.
“Konu?” diye sordum.
Başını hafifçe yana eğdi, dudağına belli belirsiz bir gülümseme kondurdu, kavisli kaşlarını yukarı itti.
“Suriye?” dedi alaycı bir sesle. Beni taklit eder gibi tek kelimeyle cevap veriyordu.
Muhtemelen Aslı, onun bu görüntüsünden sonra masanın üzerine doğru erimiş olabilirdi…
Ne gösterişçi bir pislik!
Ekvatora yaydığı enerjinin kesinlikle farkındaydı, hatta o, etrafında olan biten her şeyin farkındaydı…
Bunu kızların ilgisini daha fazla çekmek için yaptığına yemin edebilirdim ama ispatlayamazdım!
Pek sevgili arkadaşlarımın, onun bu ‘özensiz’ hâline bile methiyeler dizecek kıvama gelmeleri saçmalıktı.
Onu kamuflajla görseler ya da belki resmî kıyafetleriyle… O zaman ne yapacaklardı?
Yüzbaşı Kürşad Böke…
Gören her kadın, onda sevecek bir şeyler bulabilirdi… Ben hariç… Çünkü o, hâlâ benim nefretimin başkahramanıydı...