bc

Zerde

book_age18+
2.6K
TAKİP ET
17.3K
OKU
family
HE
friends to lovers
heir/heiress
drama
secrets
love at the first sight
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Tanıtım

"Neden getirdin beni buraya?" Gitmek istedim. Arkamı dönüp ilerleyeceğim sırada eliyle bileğimi tuttu.

"Yürü." Emir veren sesine rağmen o an bile dediğini yapabilirdim ama kendime engel olup yapmadım. Peşinden sürükledi beni. Elimle bileğimdeki elini itmek istedim ama başaramadım. Parmakları mengene gibi sarmıştı bileğimi. O kadar hızlı adımlar atıyorduki koşmak zorunda kalıyordum. Rüzgardan elbisemin etekleri savruluyor, diğer elimle eteğimi tutmak zorunda kalıyordum. Hızlıca avlunun merdivenlerini çıktı.

"Biraz yavaş olur musun." Aldırmadı, daha da hızlı yürüdü. Avluya ulaştığımızda durdu. Aniden durması ile göğsüm sırtına çarptı. Nefes nefese kalmıştım. Savrulan saçlarımı düzelttim. Aşiret toplanmış bütün ağalar bize bakıyordu. Kolumu elinden kurtardım, omzu düşmüş hırkamı düzelttim.

"Beni öldürmeleri için mi getirdin buraya?" Sanki etrafta hiçkimse yokmuş gibi sordum ona. Bana bakmadı. Cevapta vermedi. Ağaların içinden biri konuştu.

"Ömer Ağa kızı getirmek ile en doğrusunu yaptın. Ölüm fermanı verilmiştir." Gözlerim anında konuşan adama döndü. Diğer ağalarda onaylar gibi başlarını salladılar. Ama o öyle bir şey yaptı ki, herkes şok oldu.

"Zerde bundan böyle sözlümdür, Eroğlu aşiretinin gelin ağasıdır, ölüm fermanı düşmüştür." Ağzım açık ona baktım.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1. Bölüm Part 1 | Acı Kayıp
1. Bölüm | Acı Kayıp Elimin altındaki toprağı okşadım. Bu toprağın altında küçücük bir bedenin yattığını bilmek acı veriyordu. Hayat bu kadar kötü olmamalıydı. Daha 6 yaşındaki bir çocuğun yeri bu toprağın altı değildi. Arkadaşlarıyla top oynamalı, bisiklet sürmeli, uçurtma uçurmalı, çocukluğunu yaşamalıydı. Yaradan onu bahşettiği gibi geri almıştı bizden. Hiçbir zaman isyan etmemeye çalışmıştım ama bu acı bazen o kadar dayanılmaz bir hal alıyordu ki, ciğerimden söküp atmak istiyordum. Aldığım nefes sanki bana yetmiyor boğulacak gibi oluyordum. Ağlamak istiyor ama boğazım düğüm düğüm oluyor ağlayamıyordum. Gözlerimden bir kaç damla yaş düştü toprağa. Az önce net gördüğüm her şey bulanıklaştı. Elimdeki toprağın tozunu umursamadan sildim gözyaşlarımı. 12 yaşındaydım dünyaya geldiğinde, o kadar sevinçliydim ki bir kardeşim olduğu için onu kucağıma almak için sabırsızlanıyordum. Onu ilk gördüğümde anneme söylediklerim dün gibiydi. "Anne, neden bu kadar küçük ve çirkin" ama bilemezdim zamanla bu kadar yakışıklı olacağını. Artık kardeşim vardı, başka çocuklarla oynamama gerek kalmamıştı onunla oynayabilecektim. Beraber büyüdük, okula gittiğimde bile eve dönmeyi beklerdim dört gözle. Liseye geçtiğimde bir karar vermiştim. Kız meslek lisesinde okuyordum ve bölüm seçmem gerekiyordu. O an çocuk gelişimi okumaya karar verdim, kardeşim için, çocuklar için. Anlamıştım ki çocuklar benim için neşe kaynağıydı bu yüzden bu bölümü seçmiştim. "Oy benim kınalı kuzum." Kardeşimin toprağına sarılmış, ağıtlar yakarak ağlayan anneme baktım. Başındaki başörtü omuzlarına düşmüş, aşık olduğum o güzel saçları ortaya çıkmıştı. Kardeşimi kaybettiğimizden beri hiç dinmeyen gözyaşları bugün de dinmemiş, toprağı ıslatmıştı. Babam ile evliliklerinin temsili olan yüzüğünün olduğu eliyle toprağı sevdi. "Doyamadım sana." Ağlamaktan boğuk çıkan sesi ile ağıtlar yakmaya devam etti. Saçlarının toprak olmasını umursamadan toprağa sarıldı, kardeşime sarılıyormuş gibi. Mezar taşını okşadı ve öptü. Mezar taşının üzerindeki yazıya baktım. Ahmet Kandemir D.2010- Ö.2016 Ruhuna El-Fatiha Babam annemin daha da kötüleşmesini istemedi ve kolundan tutarak onu kaldırmaya çalıştı. "Nalin yapma böyle, daha çok hasta olacaksın. Kalk haydi." Annem kalkmakta direnmedi. Babama baktım, ağlıyordu ama güçlü olması gerekiyordu. Hepimizden daha güçlü... Siyah saçlarına kardeşimden sonra aklar düşmüştü. O zamanlar saçlarında tek tük beyazlıklar vardı ama şimdi saçları bembeyaz olmuş, bir kaç tutam dışında siyah saç kalmamıştı. Mavi gözlerindeki canlılık o günden sonra solmuş, yerini sönük mavilere bırakmıştı. Annemi sarıp sarmaladı ve güç bela mezarlığın çıkışına doğru yürüttü. Ayağa kalkıp bende arkalarından ilerledim. Elbisem toprağa oturduğum için kirlenmişti, aldırmadım. Ruhu kirlenmişti insanlığın, bir elbisenin kirlenmesinin ne önemi vardı ki. Mezarlıktan çıktık ve yavaş yavaş eve doğru yürüdük. Köşeyi döndüğümüzde küçük tek katlı dışında sıvası dahi olmayan evimizi gördüm. Çok değil bir kaç adımda, tahtalı bahçe kapımıza ulaştım. Telden yaptığımız, kapının kilidini kaldırıp babamın geçmesi için yol verdim. Annemi tutarak bahçeye girdi. Bu bahçede o kadar güzel anılarımız geçmişti ki. Her kış yazın hayalini, her yaz kışın hayalini kurardık Ahmet ile. Kar yağdığında kardan adam yapmak için camda bekler dururdu. Sabah olduğunda, heyecanla yanıma gelir bir an önce dışarıya çıkmak isterdi. Şen kahkahalarımız yankılandı kulaklarımda, gülen yüzü belirdi gözlerimin önünde. Kendime gelip daldığım o andan çıkmak için silkelendim. Annem ile babamı kapıda bekletmek istemedim. Çelik teli yerine taktım ve koşar adım kapıya ilerledim. Babam destek olduğu annem ile kenara çekildi kapıyı açmam için. Hırkamın cebinden çıkardığım anahtar ile kapıyı açtım. Soba sönmeye yüz tutmuş, evin ısısı, evden ayrıldığımızdan biraz daha ılık bir hal almıştı. Hemen ayakkabılarımı çıkardım ve onları kenara koydum. Kapının önünde bekleyen annem eşiğe yaklaştı, olduğum yerde eğilip ayakkabılarını çıkarmasına yardım ettim. Babam annemin ağırlığını benim omuzlarıma bıraktığında, kolumu beline sardım. Baygın ya da kendinden geçmiş değildi. Yalnızca çok fazla ağladığı için vücudu kırgın ve bitkindi. Benimle beraber adımladı. "Seni banyoya götüreyim önce, üzerini değişelim." Bir şey demedi ama beni onayladığını anladım. Her hafta sonu mutlaka kardeşimin mezarına giderdik. Annem bazı zamanlar metanetini koruyabiliyor, sakin olabiliyordu. Ama bazen de o kadar çok ağlıyor ve ağıt yakıyordu ki tüm gün yataktan çıkmayıp uyuyordu. Çok zayıflamıştı, eskisi kadar yemek yemiyor, gülmüyor, konuşmuyordu. Kardeşim giderken benim neşeli konuşkan annemi de götürmüştü. Eskiden komşulara gider, onlarla sohbet eder, kahve içerdi. Şimdilerde ise bunu neredeyse hiç tekrarlamıyordu. Ara sıra Zeliha abla bize geliyor, onun ile konuşuyorlardı. Zeliha abla bu köye geldiğimizden beri bize en çok yardım eden insanlardan biriymiş. Babam öyle söylerdi. Ben henüz dünyada yokken taşındığı bu köye mecbur bırakıldığı için gelmiş babam, annemi de bu köyde tanımış, sevmiş. Babamın mecbur bırakılmasının nedenini her fırsatta sormama rağmen aldığım cevap her zaman aynıydı. 'Zamanı değil'. O zaman ne zamandı bilmiyordum. Tek bildiğim annem ve babam dışında hiçbir akrabamı tanımadığım, geçmişe dair en ufak bir bilgim dahi olmadığıydı. Öğrenmeyi çoğu kez istemiş anneme bu konu hakkında sürekli sorular sormuştum. Ancak onun bana tek söylediği babamın Mardin'den sürgün edildiğiydi. Annemi güzelce temizleyip, temiz elbiseler giydirdikten sonra uyuması için odasına götürdüm. Yastığa başını koyduğunda gözlerini kapattı. İpeksi saçları yastığa dağıldı. Yorganı üzerine örttüm sıkıca. Sessiz olmaya çalışarak odadan çıktım. Babam sobanın yanında oturuyor, kara kara düşünüyordu. Yanına yaklaştım. Eskimeye yüz tutmuş ama her daim temiz olmasına özen gösterdiğimiz halının üzerine, babamın tam dizinin dibine oturdum. "Evlat acısı hiçbir şeye benzemez derdi çok sevdiğim biri. Doğruymuş. 4 sene oldu yavrum başka diyarlara gideli ama acısı hala buramda, ilk günkü gibi." Elini kalbinin üzerine koyuşunu izledim. Ardından yumruk oldu o el. Bir damla aktı gözlerinden yumruk yaptığı elinin üzerine. O damla ciğerime düştü, yaktı bir kor gibi. "Baba." Oturduğum halıda biraz dikeldim, dizlerimin üzerinde durdum. Sol kolumu göğsüne, sağ kolumu sırtına sardım, sağ yanağımı sol koluna dayadım. Yanındayım demek istedim kendimce, yanındayım... Durdum öylece, konuşmadık bir süre. Bir kaç dakika sonra ayrıldım yanından, ev iyice soğumaya başlamıştı sobayı tekrar ateşleyip harlasam iyi olacaktı. Yer yer tüylenmiş gri hırkamı üzerime geçirdim , ayağıma kara lastiklerimi giyip evden çıktım. Kapının sol tarafında brandanın altındaydı odunlar. Önce kovayı aldım elime, sonra odunları doldurmaya başladım. Yeteri kadar odun doldurduğuma kanaat getirdiğimde eve girdim. Dışarısı soğuktu. Hırkamı çıkarmadan sobanın yanına ilerledim, babam çekyatta oturuyordu. Sobanın yanındaki sobalı tutacağı ile sobanın kapağını açtım önce, kapağı kaldırmadım çünkü sobada küller hala yanıyordu. Açtığım takdirde evi toz bulutları kaplardı. Elimdeki odunların küçüklerini sobanın içerisine attım. Sobanın kenarındaki gazete ve yumurta kolilerinden yırttım biraz. Yırttıklarımı alevi harlaması için sobanın içersine attım. Bir iki saniye sonra yanmaya başlayan gazete ve yumurtalar ile sobanın kapağını kapattım. Elimi yıkamak için banyoya ilerledim. Ellerimi yıkayıp kuruladıktan sonra anneme bakmak için yatak odasının kapısını araladım. Bedenim ile odaya girmeden kapıdan kafamı uzattım kontrol etmek için, uyuyordu. Onu daha fazla rahatsız etmek istemediğimden odanın kapısını hemen geri kapattım. Duvardaki saate kaydı gözlerim. Saat 2 ye geliyordu. Kahvaltıyı 9 da yapmıştık ve acıkmıştık. Yani en azından ben acıkmıştım. Yemek yapmak için mutfağa ilerledim ve sıvadım kolları. Mercimek çorbası ve bulgur pilavı en ideal yemekti şuan için. Mercimeği ve bulguru ıslayarak işe başladım . Yemekleri yapmıştım. Oturma odasına sofra bezini serdim önce daha sonra yer soframızı üzerine koydum. 3 tabak, 3 kaşık ve 3 çatal çıkardım tezgaha. Çıkardıklarımı yer sofrasının üzerine bıraktım. Bulgur pilavının altı kısıktı, altını kapattım. Nihalenin birini sağ parmağıma taktım elime de bulgur pilavının tenceresini aldım. Sofra bezinin kenarına nihaleyi, nihalenin üzerine de tencereyi koydum. Diğer eksikleri de sofraya taşıdıktan sonra geriye annemi uyandırmak kalmıştı. "Baba hadi otur sen bende annemi uyandırayım." Başını sallayıp oturduğu çekyattan aheste aheste kalktı, bende yatak odasına ilerledim. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde annem hala uyuyordu. Gülümsedim yavaşça. "Anneciğim, hadi kalk artık." Yavaşça yatağın yanına ilerledim. Sağ tarafına dönmüş yatakta uzanıyordu öylece. Yatağın kenarına oturdum. İpeksi saçları yastığında bir oyana bir buyana savrulmuştu. Elimi saçlarına götürdüm okşadım, bir çocuk gibi. Küçükken ben uyurken en çok annemin saçlarımı okşamasını severdim. Narin elleri saçlarımda gezerken Zerdem güzel kızım derdi. Zerdeydi adım ama o Zerdem diyerek severdi beni, içine sokmak, saklamak ister gibi. Dizlerine yatardım, kıvrılırdım bir kedi gibi, bana ninni söyle derdim. Ellerim alnına değdi. İrkildim, soğuktu. Yüzüne dokundum, soğuktu annem. Üşümüş müydü? "Anne hadi uyan." Dedim koluna dokunarak. Dokunmam ile birlikte kolu yana düştü. Uyanmıyordu. Ne kadar da derin uyuyordu. Ama benim annem derin uyumazdı ki. "Anne, sen derin uyumazsın. Hadi kalk." Sarstım onu, tepki vermedi. Yorganı kaldırdım üzerinden, göğsü hareket etmiyordu. Nefes almıyordu. "Anne, anne." Artık bağırıyordum. Sarstım onu omuzlarından. Yüzüne dokundum sopsoğuktu. Asla benim annem soğuk olmazdı ki. O sıcaktı, beni koynuna alır ısıtırdı. Ben üşürdüm o ısıtırdı. Ben nasıl ısıtılır bilmezdim ki. "Anneler soğuk olmaz kalk hadi, anne." Çığlık attım. Babam koşarak kapıdan girdi. Ellerimle yüzümü kapattım. Bir feryat daha koptu dudaklarımdan. Babamın yanına koştum ağlayarak. "Baba bir şey yap. Annem üşümüş hadi, onu içeriye götürelim. İçerisi sıcak, uyanacak. Sıcağı hissedince uyanacak." Sağ kolundan tutmuş sürüklemeye çalışıyordum. Yatakta uzanan anneme baktı ve olduğu yere mıh gibi çakıldı. Hareket etmiyordu. Gözünden bir damla yaş düştü babamın. O dağ gibi adam bir anda yere yıkıldı, dizlerinin üzerine yığıldı. Omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Anneme koştum. "Annem uyan, anne." Başını göğsüme kaldırdım. Yüzünü sevdim. Gözyaşım yüzüne damladı, sildim hemen. Kaldırmaya çalıştım içeriye götürecektim. Biliyordum soğuk diye böyleydi, ısınınca uyanacaktı. "Anne kalk hadi." Kaldıramadım... O an dünyanın en güçlü insanı olmak istedim. Ama yapamadım. Tekrar denedim. Kollarını omzuma attım ama tutunamadı. Babama koştum. Ağlıyordu. Önünde diz çöktüm. "Ağlama, hadi kalk götürelim onu. Isınınca uyanacak. O beni bırakmaz, uyanacak." Babam kollarına sardı beni. O an anladım annem ölmüştü. Beni bırakıp kardeşimin yanına gitmişti. Ağladım hıçkıra hıçkıra, içim söküle söküle ağladım. Annemin cansız bedeni o yatakta uzandı öylece. Ne kadar süre babama sarılı kalıp ağladım hatırlamıyordum. Aynı yerdeydim ama babam yoktu. Siren seslerini duymaya başladım. Ambulansın sesiydi bu, onu kurtarmaya gelmişlerdi. Ayaklandım hemen. Kapıya koştum , onlar annemi iyileştirmek için gelmişlerdi. Annemin yanına götürdüm onları. İyileşecek değil mi diye sordum. Sağlıkçı kız cevap vermedi. Annemin bileğine dokundu. Sonra diğer görevli elinde siyah bir poşet ile girdi odaya. "Hayır, hayır iyileştireceksin onu. Ölmedi annem ölmedi." Anneme koştum. Sarıldım, bedeni hala soğuktu, umursamadım. Vermek istemedim onu. Sakladım bir çocuk gibi. "Bak bak soğuk ısınınca uyanacak. Battaniye, battaniye örtersek ısınır. Uyanacak benim annem." Saçlarını okşadım, öptüm, kokladım. Ama vermedim onu. Sağlıkçı kız yanıma geldi. Koluma dokundu, ittim onu. Alacaklardı onu benden. "Bırak vermem annemi." Bağırdım, savaştım onunla. Direndim, çok direndim ama en son koluma saplanan bir acı ile her yer karanlık oldu. Yığıldım. Gözlerimi açtığımda ayak ucumda oturan babamı gördüm. Annem, annemi götürmüşler miydi? Hızla kalktım yattığım yerden, aniden kalkmanın etkisiyle gözlerim karardı. Babam kolumdan tuttu geri oturttu beni. Ağlamaya başladım, ölmüştü. Cennet kokulum, ipeksi saçlarına aşık olduğum kadın ölmüştü. "Baba, ölmesin ne olur." Sıkı sıkı tutundum yakasına. Tuttu beni, düşmeme izin vermedi. Oda ağladı benimle birlikte. Bugün bir melek uçmuştu bu evden, zaman durmuştu sanki. Bütün renkler kaybolmuş her yer siyaha boyanmıştı. Yoktu artık o, bana ninniler söyleyecek, saçımı okşayacak bir annem yoktu. Ardında bir avuç toprak bırakıp gitmişti. Mutluluğumu paylaşacağım, göğsüne sığınıp hıçkıra hıçkıra ağlayacağım annem yoktu. Sesini duyamayacaktım, saçlarını sevemeyecektim, kokusu dolmayacaktı burnuma bir daha. Çekyatta oturup patatesleri soymayacak, birlikte yemek yapamayacaktık. Masamızda bunca zaman bir tabak eksikti artık iki tabak eksilmişti. Asla aynı sofrada oturup yemek yiyemeyecektik. Etrafta anne diye seslenen birini duyduğumda yüreğim dağlanacaktı, imrenerek bakacaktım onlara. Saçlarım anne şefkatiyle okşanmayacaktı, kimse onun gibi sarıp sarmalamayacaktı beni. İşte bugün hayat benim için değişmişti. Bana oyun oynamıştı. Bu acı öyle bir acıydı ki sonu yoktu.

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.0K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

HÜKÜM

read
223.7K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
521.2K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook