bc

GÜNAHKAR GÜLLER +18

book_age18+
536
TAKİP ET
6.4K
OKU
revenge
dark
love-triangle
contract marriage
family
HE
system
age gap
fated
forced
opposites attract
second chance
friends to lovers
badboy
stepfather
mafia
gangster
heir/heiress
tragedy
sweet
serious
mystery
scary
bold
city
mythology
office/work place
small town
cheating
disappearance
lies
secrets
love at the first sight
surrender
addiction
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Bazen en büyük kararlar anlık verilenler olur. Anlık gidersin anlık kalırsın. Lakin anlık olarak ortasında kaldığın çatışmadan yaralanmış mafya babası kaçırıp onu evinde tedavi etmezsin. Hem de bu mafya babası MORETTİ ailesine aitse.

Elena, elindeki kadehe hazırladığı karışımı dökerken karşısında oturmuş beş adam da onu izliyordu. Elleri titremesin diye epey çaba harcamıştı. Yaklaşık üç yıldır barmenlik yapıyordu ve işinde iyiydi.

Yeşil gözleri, tepesinde topladığı kızıl saçları, yüzüne yaptığı gotik makyajı ve giydiği v yaka tişörtünden görünen göğsündeki gül dövmesi. Aynı dövmeden ensesinde ve omuzunda da vardı. Hatta bacak içinde.

Tam kadehi sıvıyla doldurduğu an gelen silah sesleri her şeyi anlatıyordu. La Rosa Nera katliamın yuvası oluvermişti. Moretti kuzenleri yok etmek gelenlerin ana amacıydı.

***

“Sıkı tutun.”

“Konuşma da işine bak.”

“Bana bağırma. Burada senin kıçını kurtarıyorum.”

“Zaten en büyük utanç kaynağı o ya.”

Burnundan soluyan kadın homurdandı.

“Az önce kulağının yanından mermiler geçerken öyle demiyordun ama.”

Arkasındaki adam tek kolu ile beline sarıldığında sırtını sıcak göğsüne yasladı. Sertçe yutkunan Elena gazı köklediğinde Columbus Avenue üzerinden ara sokaklara dalış yaptı. Arkasından edilen birkaç el ateş ise onu durdurmaya yetmedi.

***

Bacak içine konan öpücükle başını yastığa yaslayan Elena inledi. Adam ise dövmenin üzerinde dudakları ile dans ederken bedenini yukarı çekti. Sıra tam da sol göğsün üzerindeki güle geldiğinde çenesini hafifçe beyaz tene sürttü. Nefesi altındaki kadının ürpermesine neden olurken patlamak üzereymiş gibi hissediyordu.

“Bu güller fazlasıyla günahkâr. Dudaklarımsa bu günahı tatmak için yanıyor Bocciolo Cremisi.”

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
İLK KARŞILAŞMA
MORETTİ AİLESİ SELENA CAROSU. MORETTİ AİLESİNİN EN BÜYÜK KIZI. NİKO CAROSU İLE EVLİ. OĞLU LORENZO. İSABELLA MORETTİ. MORETTİ AİLESİNİN İKİNCİ KIZI. KUZENİ CARLOS MORETTİ İLE EVLİ. OĞLU ADRİAN MORETTİ. LİLA DELUCA. MORETTİ AİLESİNİN ÜÇÜNCÜ KIZI. RAFAEL DELUCA İLE EVLİ. OĞLU MATTEO DELUCA. AVA ROMANO. MORETTİ AİLESİNİN DÖRDÜNCÜ KIZI. GİOVANNİ ROMANO İLE EVLİ. OĞLU DANTE ROMANO.  ARİA BİANCHİ. MORETTİ AİLESİNİN BEŞİNCİ KIZI. SALVATORE BİANCHİ İLE EVLİ. OĞLU ENZO BİANCHİ. TANITIM Bazen en büyük kararlar anlık verilenler olur. Anlık gidersin anlık kalırsın. Lakin anlık olarak ortasında kaldığın çatışmadan yaralanmış mafya babası kaçırıp onu evinde tedavi etmezsin. Hem de bu mafya babası MORETTİ ailesine aitse. Elena, elindeki kadehe hazırladığı karışımı dökerken karşısında oturmuş beş adam da onu izliyordu. Elleri titremesin diye epey çaba harcamıştı. Yaklaşık üç yıldır barmenlik yapıyordu ve işinde iyiydi. Yeşil gözleri, tepesinde topladığı kızıl saçları, yüzüne yaptığı gotik makyajı ve giydiği v yaka tişörtünden görünen göğsündeki gül dövmesi. Aynı dövmeden ensesinde ve omuzunda da vardı. Hatta bacak içinde. Tam kadehi sıvıyla doldurduğu an gelen silah sesleri her şeyi anlatıyordu. La Rosa Nera katliamın yuvası oluvermişti. Moretti kuzenleri yok etmek gelenlerin ana amacıydı. *** “Sıkı tutun.” “Konuşma da işine bak.” “Bana bağırma. Burada senin kıçını kurtarıyorum.” “Zaten en büyük utanç kaynağı o ya.” Burnundan soluyan kadın homurdandı. “Az önce kulağının yanından mermiler geçerken öyle demiyordun ama.” Arkasındaki adam tek kolu ile beline sarıldığında sırtını sıcak göğsüne yasladı. Sertçe yutkunan Elena gazı köklediğinde Columbus Avenue üzerinden ara sokaklara dalış yaptı. Arkasından edilen birkaç el ateş ise onu durdurmaya yetmedi. *** Bacak içine konan öpücükle başını yastığa yaslayan Elena inledi. Adam ise dövmenin üzerinde dudakları ile dans ederken bedenini yukarı çekti. Sıra tam da sol göğsün üzerindeki güle geldiğinde çenesini hafifçe beyaz tene sürttü. Nefesi altındaki kadının ürpermesine neden olurken patlamak üzereymiş gibi hissediyordu. “Bu güller fazlasıyla günahkâr. Dudaklarımsa bu günahı tatmak için yanıyor Bocciolo Cremisi.” BÖLÜM -1 “Kızım, hadi kalk artık okula geç kalacaksın.” “Ya anne biraz daha lütfen.” “Olmaz, baban bekliyor hadi.” Kalkmak istemiyordum. Gözümü açmak dünyayı kurtarmakla eş değer gibiydi ve ben bu boktan dünyayı kurtarmak istediğimden emin değildim. Annem yeniden seslendi ve yine aynı cümleleri kurdun. Gözlerim kapalı bilincim sanki yarı açıktı ama dudaklarımı oynatıp onu taklit ediyordum. Sonra bir şey oldu. Büyük bir gürültü kulaklarımı sağır ederken kaşlarım çatıldı. Lanet gözlerim bir türlü açılmak bilmiyordu. Babamın bağırışlarını duyuyordum. Kendime öyle öfkeliydim ki kalkmam lazımdı. Koşup bakmam neler olduğunu öğrenmem gerekiyordu ama yapamıyordum. Bu iğrenç bir histi. Sonunda göz kapaklarım açılmaya karar vermiş olacak ki birkaç damlanın kirpiklerime damladığını hissettim. Başımı kaldırdığımda siyah bulutlarla kaplı gökyüzüne bakıyordum. Kaşlarım çatıldı. Yatağımda değildim. Evimde değildim. Lanet bir mezarlıkta kalabalığın hemen önünde duruyordum. Başımı aşağıya indirdiğimde önümde beliren mezar taşında annemin ismi yazıyordu. Clara Blake. Nefesim kesilirken yakama yapışan babam beni sarsmaya başladı. “Senin yüzünden. Lanet olsun bir türlü uyanmak bilmedin. Sürekli odana çıktığı için merdivenlerden yuvarlandı ve boynu kırıldı. Annen öldü Elena. Sen öldürdün. Sen bir katilsin.” Yüzüme karşı her bir haykırışında etrafımızdaki kalabalık bana daha sinirli bakıyordu. Nefesim sanki boğazımda bir yerde düğüm olmuş da çıkmazken tepki veremiyordum. Sadece annemin gözleri gibi olan yeşillerim bir mezar taşına bir babamın yüzüne değip duruyordu. Gök gürledi. Şimşekler sanki gök yüzünü yarmak ister gibi sağa sola kendini savururken etrafım kalabalıklaştı. Siyah giyinmiş onlarca insanın ortasında sadece ben kalmıştım. Üzerimdeki kıyafet kırmızıya dönmüştü. Koyu değişik bir tondu. Saçlarım omuzlarımdan aşağıya dalga dalga inerken bedenime eller uzanmaya başladı. Babam yakamdan tutmuş sarsıyor diğer insanlar ise ellerini kaldırıp sert darbeler indiriyordu ama asla düşmüyordum. Kabusun ortasında olduğumun farkındaydım. Elim göğsüme gidip başımı eğdiğim an “Anne!” diye çığlık attım. Ardından onu takip eden çığlığım “Uyan!” oldu. Terlemiş ve nefes nefese bir şekilde olduğum yerde dikildiğimde karşı duvarla bakışıyorum. Cam açıktı. Sıcak hava içeri doluyor boğucu bir ortam oluşturuyordu. Dakikalarca tıpkı bir aptal gibi duvarla bakıştım. Sonunda terden yüzüme yapışmış saçları geri iterken soluğumu bıraktım. Komodinin üzerindeki küçük saatimi kontrol ettiğimde daha öğlen on ikiydi. Hadi ama sadece üç saat uyuyabilmiştim. Camilla ile bardan döndüğümüz de sabah altıydı. Kahvaltı hazırladık ve Maya’nın hastaneye gittiği saate kadar biraz sohbet edip gecenin dedikodusunu yaptık. Camilla ona asılan zengin iş insanının playboy olan oğlundan bahsetti. Bense göbeği kafasından büyük birkaç zengin piçin attığı lafları anlattım ve güldük. Yattığımız da dokuzu geçiyordu ve evdeki sessizliğe bakılırsa Camilla hala uyuyordu. Ofladım. Yataktan kalktığımda üzerimde sadece slip kilodum ve askılı tişörtüm vardı. Sütyen takmamıştım. O yüzden üzerimdeki iki parçayı yırtar gibi çıkarıp duşa girmek saniyelerimi aldı. Başımdan akan suyun tam soğuk olmaması iyiydi. Geçen hafta Maya bu konuda beni kesin bir dille uyarmıştı. Soğuk suyla duş almam demek migrenimin beynimin içinde damarlarımla sevişmesi demekti. O nedenle daha normal bir sıcaklığı tercih etmek işime gelirdi. Gözlerimi kapayıp başımı duvara yasladığımda sağ elim yine sol göğsüme gitti. Oradaki gül dövmesini avuç içimle sıkarken dudaklarımdan yine onun adı döküldü. “Anne.” Annem, Clara Blake. Bir bakım evinde baş hemşireydi. Yaşlı insanlarla uğraşmayı severdi. Ondan hep insanların yaşlandığında yaşadığı zorlukları dinlerdim. Spor yaparsam, sağlıklı beslenirsem, hayatıma dikkat edersem yaşlılığımın da daha iyi geçeceğine beni inandırırdı. Bir de güllere aşık bir kadındı. Küçük bir bahçemiz vardı. Orada sırf gülleri için bir hafta sonu hiç dinlenmeden sera yapmış her çeşidinden yetiştirmek için uğraşmıştı. En sevdikleri beyaz ve kırmızı güllerdi. Kan kırmızısı gülleri bazen toplar akşam yemeklerinde masanın üzerinde olurdu. Kokusu eve yayılır yüzünde kocaman bir gülümseme ile gülleri izlerdi. Bana “Sende benim kırmızı güllerim gibisin. Küçük sevimli kızıl bir goncasın tatlım.” der ardından hiç üşenmez kalkıp yanıma gelir kırmızı bukleli saçlarımdan öperdi. Babamsa çoğu zaman işte olur ama ara ara bizle olduğu zamanlarda da “Anne kız aşkınızı kıskanıyorum” derdi. Çoğu kişiye rağmen ben kız çocuğu olarak anneme hayrandım. Onun yaptıklarını yapmaya çalışır sözlerine uyardım. Belki de babamın yeteri kadar yanımda olmamasından dolayı anneme daha fazla düşkündüm. Lakin ergenlik döneminde tavırlarım ve davranışlarım kendimin bile anlamadığı bir hızla değişmişti. Annemi üzüyordum. Sürekli olarak anlaşılmadığımı hissediyor bunu dile getirip hep tartışma yaratıyordum. Artık okula gitmek bile bana zor geliyordu. Bu nedenle kalkmak istemiyor uykuya daha da bağlanıyordum. O sabah annem belki de on kez üst kata odama gelip kaldırmak için uğraşmıştı. Asla bağırmıyor kızmıyordu ama sabrının son demlerinde olduğunu da biliyordum. Zaten son seslenişinden sonra merdivenlerin başında babamın anlattığına göre başı dönmüş ve yuvarlanmıştı. Gürültüyü duyduğumda önce babamın yine sakarlık yapıp köşedeki sehpayı devirdiğini düşünsem de acı bir şekilde “Clara!” diye haykırışı aslında devrilenin annem olduğunu gösteriyordu. Yataktan nasıl fırladım bilmiyorum ama merdivenlerin başına geldiğimde babam annemin baş ucunda ağlıyor ellerini saçlarına daldırıp duruyordu. Onun yani annemin ise başı çok kötü bir pozisyonda kalmıştı ve burnundan ağzından kanlar geliyordu. Gözleri kapalıydı. O gün yaşadığım şeyin tarifi yoktu. Ambulans çağırdığımız da polis de gelmiş babam durumu anlatmıştı. Bense siyah bir ceset torbasına alınan annemin cansız bedenine bakarken ağlayamıyordum bile. Daha sonrasında cenazesinde babamın bana saldırması, senin yüzünden diye suçlaması ve insanların tuhaf bakışları eşliğinde annemin bedeninin toprakla bütünleşmesini izledim. Yine ağlayamıyordum. Daha on yedi yaşındaki bir kızın bunu yaşaması teyzem Silvia’nın ruhuna dokunmuş olacak ki bir süre onunla yaşadım. On dokuz yaşıma geldiğimde ise babam yeniden evlenmişti. Çalıştığı şirkette ona sekreterlik yapan bir kadındı bu kişi ve sonradan öğrenmiştim ki ilişkileri uzun yıllara dayalıydı. Bana annenin katilisin derken onu on yıla aşkın bir süredir aldatan kendiydi. Paola, sinsi bir kadındı. Eve geri döndüğümde babamın yanında iyi ama yalnızken sürekli olarak laf söyler olmuştu. Evde istemediği açıktı. Lakin bilmediği şey oranın benim de evim olduğuydu. Üniversitenin üçüncü yılıydı. Annemin güllerine ben bakıyordum. Ama dersten çıkıp eve geldiğimde gördüğüm şeyle çılgına dönmüştüm. Paola annemin serasını dağıtmış güllerin tamamını sökmüş ve çöpe atmıştı. O gün üstüne saldırıp saçlarını yolduğumda evdeki son günüm de oluvermişti. Babam kavgamızın üstüne denk gelmiş ve evdeki son günüm de böylelikle noktalanmıştı. Teyzemin yanına geri döndüğümde öfke doluydum. O güller anneme aitti. Kaldırmak istediğini söylese bir çaresine bakardım ama söküp atması çöp etmesi resmen delirmeme nedendi. Silvia teyzem sayesinde part time çalışarak okulu bitirmiş sonra da San Francisco da bir barda iş bulmuştum. Bir de toprağında bakamadığım gülleri bedenim de canlandırmıştım. Ensemde, sağ omuzumda, sol göğsümde ve sol bacağımın iç kısmına yakın bir yerde gül dövmeleri vardı. Belki de bu şekilde annemi yanımda hissediyordum. Benim yüzümden ölen annemi. Üç yıldır La Rosa Nera da barmen olarak işime bakıyordum. Camilla ile orada tanışmıştım. Maya ise bir gece sevgilisi tarafından aldatılmış şekilde gelip içmiş sorun çıkarmış evden atıldığı için de kimsesiz kalmıştı. Camilla ile onu da arkadaş grubumuza aldığımız da artık üçümüz de bir aradaydık. Şöyle bir durup da düşününce oldukça fazla şey yaşadığımı itiraf etmeliydim. Başımı fayanstan kaldırıp suyun yüzüme gelmesini sağladığımda oldukça fazla kaldığımı anladım çünkü Camilla kapıyı tıklayıp “Ell iyi misin tatlım?” dedi. “Çıkıyorum” dediğimde hızlıca saçlarımı yıkadım ve ardından kabinden çıkıp bornozumu giyindim. Saçlarımı havluya sarıp kremimi odada sürmek için çıktığım da Camilla beni bekliyordu. “Sonunda. Bir an içeride boğuldun sandım.” “Yok ya suyun altına kalmayı seviyorum. Dalmışım.” Kollarını açıp bana sarıldığında sırtımı sıvazladı. “Yine kabus mu gördün?” İç çektim. O da benimle birlikte alışmıştı bazı rutinlere. Genelde kısa ya da uzun metrajlı kabuslar görür bu yüzden de en fazla üç dört saat uykuyu kendime yetirirdim. Annemden sonra uzun uyumak resmen fobim gibi olmuştu. Omuz silktim. Geri çekildiğimde yanağımı öpen kızla gülümsedim. Sıcak bir yapısı vardı. Huzur veriyordu ve ben bu huzuru seviyordum. O duşa ben odama geçerken bara geçene kadar yapacaklarımı düşündüm. Giyinir belki bir saat daha uyurdum. Sonrasında kısa bir koşu ve yemek için malzeme almaya markete uğrardım. Eve gelince de yemek yapar yer bir film izlerdim. Tabi sonrası yine barın yolunu tutmaktı. Dediklerimi yaptım da. Kremlerimi sürüp üzerime hafif bir şeyler giyip bir saat kadar daha uyudum. Kalktığımda Camilla da uykuya yenik düşmüştü. Bazen ona imreniyordum. Çünkü yatıyor ve öylece uzun saatler uyuyordu. Koşuya çıktığımda kendimi her zamankinden daha fazla zorladım. Ciğerlerimin acıdığını hissettiğimde de tempomu düşürdüm. Dönüşte markete uğradım ve ellerimdeki çantalarla eve girdim. Apartmanın girişinde karşılaştığım yaşlı komşumuz Dalila bana bakarken yine yüzünü buruşturmuştu. Ona göz devirdiğimde ise “Lanetli” diye homurdanıp önümden çekildi. Onun yaşadığı köyde kızıl saçlı olan kız çocukları lanetli sayılırmış. Buraya ilk taşındığım da benimle epey bir uğraşmış gitmemi sağlamak için çaba sarfetmişti ama gitmediğimi görünce sonunda vazgeçmişti. Şimdi ise ne zaman görse homurdanır gibi lanetli değip gidiyordu. Pek umurumda olduğu da söylenemezdi. Merdivenleri çıkıp ikinci kattaki daireye geldiğimde kapıyı anahtarla açtım çünkü büyük ihtimalle Camilla uyuyordu. Yanılmadığımı elimdekileri mutfağa bırakıp odasını kontrol ettiğimde anladım. Yastığına sarılmış resmen aşk yaşıyordu. Komikti. Koyu kestane rengi saçları yüzünün yarısını kapamıştı. Kıkırdarken kapısını kapadım ve mutfağa girmeden önce üzerimi değiştirdim. Kısa bir duş daha aldım çünkü terlemiştim. Askılı badi ve penye şort ile mutfağa daldığında kulaklığımın tekini takmış kısık sesle şarkı söylerken diğer yandan yemek işini hallediyordum. Saatlerin nasıl geçtiğini anlamamıştım ama Maya geldiğinde çoktan yedi olduğunu fark etmiştim. O sırada uyanan Camilla da bana katıldığında üçümüz masayı kurduk ve karnımızı doyurduk. Maya motor kullanmayı seven özgür ruhlu ama aynı zaman da halden anlayan bir kızdı. Bizden iki yaş büyüktü. Hala bekardı ve bir sevgilisi dahi yoktu. Ona ayarlamak istesek de yediği kazığın acını hala çekiyor olacak ki hayatında erkek istemediğini bize açıkça belirtmişti. Bu nedenle ısrar etmiyorduk. Camilla daha yeni ayrılmıştı ve açıkçası o piçi siktir ettiği için mutluydum. Hiç sevmemiştim ve sevmediğim erkeğin altında mutlaka bir bokluk oluyordu. O lanet olası piç de sevgilisinin yanında bana yürümeye kalkışıyor yılışıyordu. Sanki benim Camilla’ya ihanet edecektim. Herkesi kendi gibi zannediyordu. Neyse ki gerçek yüzünü gören canım arkadaşım kıçına tekmeyi basmış şimdilerde hayatını yaşıyordu. Bense iki yıldır bana takıntılı olan bir ruh hastası ile uğraşıyordum. Her gece bara geliyor, evin kapısına çiçekler bırakıyor, gittiğim her mekan da orada olduğunu gösteriyor, birine yaklaştığımda ya da biri bana yaklaştığında anında kendini belli ediyordu. Kurtulmak için her şeyi yapsam da olmuyordu. Zarar vermiyordu ama huzursuz ediyordu. Orada olduğunu bilmek sürekli izlenilmek can sıkıcıydı. Bazen belki de sevdiğim değil de beni sevenle mi ilerlesem diye düşünsem de anında bu fikir kaçıyordu zihnimden çünkü ben hayatımda daha nasıl bir insan istediğimi bilmiyordum. Bunu çözmem lazımdı. Hava karardığında Maya evde dinlenirken biz de Camilla ile motora atladığımız gibi barın yolunu tuttuk. Aslında biraz daha zamanımız vardı ama barın iş grubuna şefimiz iki saat erken gelmemiz konusunda mesaj atmıştı. Şahsen bu iki saatin mesaiden sayıldığını ve maaşımıza yansıyacağını söylemese gitme taraftarı olmazdım. Evet işçiydim belki ama enayi değildim. Bizim girdiğimiz personel kapısının orada motoru kilitleyip kaskları da yerleştirdiğimiz de içeri girdik. Küçük koridoru geçip ekibin toplandığı alana girdiğimiz de birçok garson arkadaşımız gelmişti. Erkek baristalarda buradaydı. Şef saatini kontrol ettiğinde bize döndü. “Elena, sen bu gece özel barda çalışacaksın. Önemli misafirler var. Camilla da sana garson olarak eşlik edecek. İçkileri kendileri getirecekler ve onlar yerleşip rahat ederken sen hazırlığını yapacaksın. Normal kısımda çalışma gibi olmayacak. Ne konuşulursa konuşulsun ne olursa olsun o duvarların içinde kalacak. Zaten sizi içeri yollamadan önce sessizlik anlaşması imzalatacağım. Böylelikle dışarıda birine bir şey dediğiniz an yüklü miktarda tazminat ödemeniz olacak ve hakkınız da cezai işlem yapılacak. Anladığınızı umuyorum.” Camilla ile birbirimize baktığımız da kaba bir tabirle “E ananın amı” demek istedik ama elbette dışımızdan sesimiz çıkmadı. Arada bara gelen Türk bir kızdan öğrenmiştik bu tabiri. Onlara özgüymüş ama tam da şu ana oldukça uygundu. Dayanamayıp “Şef, bizi FBI ya da CİA toplantısına sokmuyorsun değil mi? Çünkü onlarda da en az bu kadar korunma durumu oluyor ya.” Dediğimde bizimkiler kıkırdadı. Başını yana eğen şefimse “Hayır tatlım o saydıkların değil ama İtalyan mafya liderlerinin iş görüşmesi diyebilirim.” Dediği an gözlerim büyüdü. Camilla kolumu dürterken kendimizi dakikalar içinde elimizdeki evrakları imzalarken bulmuştuk çünkü ekstra bir ücretin de hesabımıza yatacağını belirtmişlerdi. Sonunda barın daha önce sadece iki kez temizlik için girdiğimiz özel bar kısmına adım attığımız da gözlerim etrafta dolandı. Koyu lacivert ve kadife kumaşla kaplı duvarlar, siyah deri koltuklar, cam sehpalar, hemen karşılarında benim çalıştığım bar tezgahının kat be kat lüksü tezgâh, yerdeki halıların bile biz kaliteliyiz bebeğim diye bağıran tarzı yutkunmama yetmişti. Her şey o kadar lüks ve iyiydi ki aldığımız nefeste bile bunu hissediyorduk. Üzerimize buraya özel kıyafetleri arkadaki bölmede giyerken Camilla kolumu dürttü. “Acaba gelenler yakışıklı mıdır?” Ona göz devirdim. “Ya kızım adamlar mafya lideri farkındasın değil mi? En fazla ellilerinde kel göbekli ve leş gibi ağzı kokan tiplerdir kesin. Demem o ki sen yine de beklentini yüksek tutma. Sonra hayallerine bir kel göbekli herifler girer.” Camilla bana gülerken ben belime önlüğümü bağlıyordum. Üzerimdeki diz üstü kalem etekle ofladım. Gömleğim ise göğüs çatalımı gösteriyor dövmemin oldukça büyük bir kısmını açığa çıkarıyordu. Sıfır kol gömlek olması kolumdaki dövmeyi de açığa çıkarırken kolumu okşayan arkadaşım sapıkça bir gülüşle “Dövmelerine aşığım biliyorsun değil mi? Hadi izin ver biraz dudaklarımla onları şenlendireyim.” Dediğinde ikimiz de önce birbirimizi süzdük ardından yüzümüzü buruşturup kusar gibi “Öyk” diye ses çıkarırken gülüştük. İşimiz tamam olduğunda bar kısmına geçtik. Kapı açıldığında bardakları parlatıyorduk. İçeri girenler kucaklarında koliler olan dört adamdı. Barın tezgâh önüne geldiklerinde “Nereye koyulacak?” deyip beklediler. Yüzleri kaskatı, kulaklarında kulaklık, simsiyah giyinmiş en az bir doksan ve bir doksan beş boyundaki adamlar Camilla ile birbirimize bakmamızı sağladı. İç çekip barın hemen arkasındaki bölmeyi işaret ettiğimde koliler oraya bırakıldı. Ardından o adamlar gitmedi ve ikisi kapının önüne ikisi barın tezgahının sağına soluna geçip öylece put gibi durmaya başladılar. Biz ikimiz kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırırken kolileri açıp içki şişelerini arkamdaki bölmelere yerleştirmeye başladım. Buz yapıcıda çoktan kadehlerin içinde konacak kadar buz yapılmıştı. Kadehler parlak ve hazırdı. İçkilerle daha önce sattığımız içkilerin resmen atası gibiydi. Pahalı olduğu her halinden belli şişelerin içinde sıvılar, milyon dolarlar edebilirdi. Üç çeşit kırmızı şarap vardı. Tarihlerine ve isimlerine baktığımız da gözlerimiz büyüdü çünkü yıllanmış ve nadir bulunanlardandı. Camilla bana yaklaşıp sessizce “Kızım bunlar ne? Yemin ediyorum koltuk altlarına bizi alsalar paket gibi taşırlar. Hayvan gibiler şunlara bak. İnsan azmanı dedikleri bu olsa gerek.” Derken kolunu dürttüm. Hayır biri sinirlense de gelip ensemizden tutsa kedi yavrusu gibi çırpınırdık. Dakikalar geçti. Saat gece yarısına gelmişti ama gelen giden yoktu. Her şeyi yapmış barın tezgâh arkasındaki iki sandalyede oturuyorduk. Telefonlarımız bile yasaktı. O yüzden sıkıntıdan patlıyorduk. Öylece durup dikilmiş adamların dedikodusunu fısır fısır yaparken kapıya üç kez kuvvetlice vuruldu. Bu bir parola gibiydi. Hemen ayaklandık. Kapıyı açan orada dikilmiş korumalardı. Biz hemen tezgâhın önüne çıkmış ellerimiz önümüzde birleşmiş şekilde dik duruşa bekliyorduk. İçeri önce orta yaşlarda iki adam girdi. Ama arkasından giren beş adam resmen nefesimizi kesmişti. Kel ve göbekli mi demiştim ben. Tamamen saçmalamıştım çünkü gördüğümüz adamlar resmen Yunan tanrısı gibiydi.

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

Ayrılan YOLLAR +21

read
174.1K
bc

CEHENNEM MAZGALI+18

read
8.4K
bc

Sahte Karım

read
374.8K
bc

YIRTICI EVLİLİK |+18|

read
169.7K
bc

Köle

read
71.8K
bc

MAFYANIN KADINI +18

read
13.0K
bc

İBLİSİN ESİRİ+18

read
6.6K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook