Tek Başına

3498 Kelimeler
- Tek Başına - Bana söyle şimdi yer nerededir? Gök neresidir? Sakın bana parmağınla ve bakışlarınla işaret etme. Çünkü seni yalancı çıkarmak için tek bir işaretimle onların yerini değiştiririm. İşte bu gerçek güçtür. Doğruları değiştirmek.... Alesya gülün başında dikilirken onu karşı taraftan izleyen Kral Dora onu inceliyordu. Sırtında ondan yeni aldığı pelerini vardı. Sadece pelerin değildi onun kokusu ve hisside. Onu o kadar çok Alesya’nın üstünde görmüştü ki artık kendine ait hissetmiyordu.  Aleysa çömelip dizlerini sardığı kollarını çözdü ve ayağa kalktı. Ayakları böyle oturduğu için biraz uyuşmuştu yavaş adımları ile odasına gitti. Yapılması gerekenler listesi çıkarmış gibi meşgul görünüyordu. Oysa kitabını alıp kütüphaneye gitmesi gerekiyordu. Onun yerine kilidinin birinin onda birinin Kral Dirim’de olduğu İksir Gölü ile dolu havuza gitti. Burada her zaman ki kadar kalıp acele etmeden bedenini tazeledi. Alen kimsenin yokluğundan faydalanıp sudan çıkmıştı. Sürekli kardeş oldukları konusunda suyun içinde ruhunu dinlendiren Alesya’ya konuşup durmuştu. Buradan çıktığında yeni kıyafetler giyinmek istedi, bunu onu süsleyip bezetmekten her gün saçlarını güzelce örmekten memnun olan hizmetçileri ile yaptı. Her zamankinden farklı bir kıyafet seçmişti. Yürüyünce uçuşacak tüllü ya da kumaşlı bir elibise değildi. Sergilemeyi sevdiği uzun boynu ve dar beli belli değildi. Bu kapalı çok kumaşlı ve gizlide cepleri olan bir elbiseydi. Şu an için ona en uygun elbiseydi. Hazırlandıktan sonra odasından çıktı, kendinden emin ve kararlı adımlar attı. Saçları o yürürken dağılıyordu, bu sefer örgüler ya da bezetilmek için takılan çiçekler yoktu.  Gül koridordan geçerken aklına ilk zamanları geldi. Bu koridoru koşarak buradan kaçmak için geçişi geldi. Fakat şimdi hiçe öyle bir hâli yoktu. Usulca merdivenlerden aşağı indi. Kararlı adımları olsa da içinde kararsız ve bir o kadar karmaşık ifadeler yer edinmişti.  Onu merdivenlerin orada Kral Dirim karşıladı. Onunla konuşmak aralarına giren gerginliği çözmek için zaten ona gidiyordu. Kral Dirim başını eğerek ona saygı ile selam verirken arkadan gelen ayak seslerii döndü. Kral Dora onu arkasından merdivenlerden iniyordu. İki kralı da böyle yakalamak işine geldi. Bir araya geldiklerinde Alesya kralları selamlamak için ilk kez dizlerini kırdı ve hafifçe eğildi. Yine hareketlerinde baş kaldırı olduğu belli oluyordu. Fakat bunu bile yapmak Alesya için fazlaydı.  Bir veda sözü gibi teşekkürünü belirtti. “Bu zamana kadar yaptığınız her şey için çok teşekkür ederim.”  Kral Dora onun hareketlerini süzdükten sonra gitmekte olduğunu anladı. Onu kontrol altında yanlarında tutmak daha iyiydi. Gitmesi işlerine gelmezdi. Bu yüzden ona ılımlı davrandı.  “Şimdi etme. Bu zamandan sonrası için de birlikte edersin.”  Alesya onun kibarlığının altında yatanları tahmin edebiliyordu. “Bundan sonrası yok. Artık yollarımız ayrılıyor.”  Kral Dirim sırf o basit konuşma için buradan gitmesini saçma buluyordu. “Kraliçem eğer az önceki konuşmadan rahatsız olduysanız. Sizlere özürlerimizi sunarız. Davranışlarımız birbirimizi anlamaya ve birliktelik için olmalı. Böyle hemen alınmayın lütfen. Kabalığımızı mazur görün.”  Alesya kafasını iki yana salladı. Yüzündeki mahzunluk ne ara bu kadar ona ait olmuştu bilmiyordu. “Kral Dirim, sizde biliyorsunuz ki benim yolum burada kayıp. Kendi yolumu arayacağım. Buraya ait değilim gidip evimi bulacağım.” Kral Dora onun önüne çıktı, üzerinden pelerinin çıkardı ve ona uzattı. “Buraya ait ol olma. Şu an herkese seni kendi evleri ve hayatlarının huzuru için tehdit olarak görüyor. Hayatta kalmazsın.”  Alesya elini uzattı ve o pelerini bıraktığında yakaladı. Onun iyilik göstermesinin ardındaki ile hareket edemezdi. O da yapmacık davrandı ve kaba olmadı. Kabul ettiği pelerinin hiç bir anlamı yoktu. “Sizler olmadan da geldiğim yerde hayatta kalmıştım. Oranın buradan daha huzurlu ve rahat olduğunu düşündüren bir şey yok. Belki daha zor bir hayatın içindeydim. Iç güdülerim bana yol gösterecektir.”  Kral Dirim kaşlarını kaldırdı ve dilini şaklatarak katı bir şekilde reddetti. “Hadsizliğimi mazur görün fakat Kraliçem sizi bir yere bırakamam. Dışarısı sizin için tehlikeli.”  Alesya kelimeleri duyulana kadar samimi gelen fakat daha sonrasında iğneleyici olduğu belirtilen bir gülümse yerleştirdi yüzüne. “Halk mı benim için tehlikeli. Zaten onlarla her gün kütüphanede bir aradaydım. Beni sergiler gibi orada tuttuğunu anlamamış olamam değil mi?”  Kral Dora onun önünden çekildi ve eliyle sarayın kapısını gösterdi. “Haklısınız. Sizi ve zekanızı hafife alarak yaptığımız saygısızlıklar sizi gücendirmiş olabilir. Size Anisa Krallığına kadar eşlik edeyim. Size yaptığım kabalığın ve saldırganlığın özrünü böyle dileyeyim.”  O anda olan hiçbir konuşma samimi değildi. Kârını gözetenler zarara uğrayacak ihtimalleri ile korkmuş geri çekilmişlerdi. “Aslında bakarsınız. Yolumu size bildirmek istemiyorum. Nereye gittiğim ve nerede olacağım bana kalmış. Benim için bu zaman kadar bir boyut olduğunuzu düşünün. Ben kendime geri geldim ve limanım için hareket ediyorum.”  Kral Dirim dilini dişlerinin üzerinde gezdirdi ve kısa zamanda onu vazgeçirecek bir fikir bulmak istedi. “Kraliçem, lütfen hızlı bir karar vermeyin. Unutmayın ki yaşlanıyorsunuz ve istediğiniz limana gelemeden korkunç bir son ile karşılaşabilirsiniz. Lütfen yukarı çıkın ve dinleneni.” Alesya gülümsedi pelerinin kumaşını havada uçurur gibi dalgandırarak sırtına attı. İplerini bağlarken gitmekte olan kararlılığını belli ediyordu. “Sizlere karşı sorumluluğum ya da bir bağlılığım yok. Bu zaman kadar ki yaptıklarına verebilecek tek şeyim kuru teşekkürüm. Daha fazlasına sahip olduğumda bunu karşılamak isterim. Şimdi hoşçakalın krallar...” İkisinin arasından geçiş ilerlediğinde onu kolundan tutarak durdurmak isteyen Kral Dirim’i kardeşi durdurdu. Engellemek hata olabilirdi. Onun kendi iradesi ile burada olması her şeyden önemliydi. Elbet geri döneceğini söyleyen iç sesine güveniyordu. Onun kaderi burada başlamıştı, ayırca onun doğduğu topraklar buradaydı. Burası ona bağladığı gizli ipleri sürekli çekecek ve buraya geri dönecekti. Kral Dora kardeşine ona güvenmesini siteyen bir bakış attı. Bu kardeşini sakinleştirdi.  Kral Dora arkasını dönüp bakmayan Alesya’nın arkasından seslendi. “At arabaları sizin emrinizdedir. İstediğiniz atı alabilirsiniz.” dediğinde Alesya sadece elini havaya kaldırdı ve salladı. Bariz bir şekilde geçiştirdi. İpleri koparıyordu, muhtaçlık ilişkisini kesiyordu. Bu yeni bir başlangıçtı ve Alesya kendinden emin bir şekilde ilerliyordu.  Pelerinin başlığını başına geçirdi. Kitaplardan bildikleri aklındaydı, düşünceleri onu takip ediyordu. Bu onun en yeni ve tehlikeli ilk yoluydu. Herkesin kendini kurtarmak istediği Sukha’da kendi için savaşacaktı. Tavanı yılan kabartmalı gösterişli kolon ve duvarları olan sarayda emin adımlarla ilerledi. Onu gören görevliler krallarından aldıkları emirle bir bir onun için kapıları açtılar.  En büyük ve en güvenli son saraya kapısına geldi. Kilitler ardı ardına açıldı ve görevliler hep birlikte kapıları çekmeye başladılar. Alesya hiç arkasına bakmadı fakat kralların onu izlediğini biliyordu. Bir an bile geriye dönüp bakmadı. Onların hissetmesini istediği tüm duyguları reddetti. Korkuyu reddetti, artık savunmasız olacağı düşüncesini reddetti. Güçsüz olduğunu reddetti. Kendinden başka kimseye güvenmiyordu.  Kapısonuna kadar açıldı, geniş saray arazisi korkutucu derecede büyük ve uçsuz görünüyordu. Bir tepenin üzerinde, her yerin hakimiyeti üstünde keskin ve kontrolcü bakışlarını halkın üzerine işliyordu.  Alesya arkasına bile bakmadı. Pelerinin başlığını iyice aşağı çekti ve yüzünü sakladı. Adım adım uzaklaşabilirdi, sakinlik ve kararlı adımlar onu gözcülerin şüpheli bakışlarından kurtulurdu. Sarayın dışında ağaçlıklarda ve kulelerin üzerinde yerleşmiş gözcüler olduğunu duymuştu. Onlara karşı bile güçlü duruyordu. Sadece saradan çıkıyor gbi görünmeli ve yoluna bakmalıydı. Arkasını dönmeden bir an bile arkada bir şey bıraktığını düşünmeden ilerlemeliydi.  Araziyi adım adım geçti, gözcülerin tam olarak hangi köşede hangi ağaçta ve nerede olduğunu bilmiyordu. Krallar sarayın giriş kapısında yan yana onun gidişini izliyordular. Fakat biraz daha ilerledikten sonra bir şey göremeyeceklerini biliyorlardı. Buradan sonrasında devreye gözcüler girecekti. Krallarına verecek haberlerden onları men etmek istiyordu. İzini kaybettirmeliydi. Birbirini takip eden stabil adımlarını sürdürdü. Tepeyi inip yapılara yaklaştığında iyice uzaklaştığına karar verdi. Bol kumaşlı elbisesinin cebinden demirleri paslanmış pusulayı çıkardı. Yönün doğruluğundan izin sürdürülebilirliğinden emin değildi. Bu bir denemeydi ve başka çaresi yoktu. Gitmesi gerekiyordu. Bu lanetli, lanet yerden gitmeliydi.  Gök yeni bir doğumlara umut bırakmıyordu Gri evrenin soğuk siyah gölgelerinde uğursuz sessizlik dolanıyordu. Kimse aydınlığı getiremezdi. Fakat tüm istekler ve yakarışlar bunun için yükseldi.  Alesya saraydan çıktığından beri takip edilme hissi ile yeni tanıştı. Sanki biri onun ensesinde nefes aldırıyordu. Başlığın içine yüzünü iyice gizledi. Kendini kaybettirmek için uygun bir anı arıyordu. Her sokağa sapabilir ve her aradan geçebilirdi. Elindeki pusulaya güveniyordu. Önüne bakarak yürümek geriye bakıp dikkat çekmeden ilerlemesi gerekiyordu. Nereye gittiğini bilmiyordu, yolu veya takip ettiği bir iç güdüsü yoktu. Pusula işaret ediyordu o da yürümeye devam ediyordu. Sokaklar, evlerin aralarındaki boşluğun, meydanın taşlarının; hepsinin tek bir fısıltısı Alesya'nın kulaklarına geliyordu. Buraya ait değilsin.  Adımlarını sabit tutmak istiyordu. Buraya aitmiş gibi davranmak aklının sözleriydi. Aklından hep en iyi planların oyunları geliyordu. Fakat duyguları işe karışıp her şeyi dağıtıyordu.   Orta yerinden bir ağaca olan fıskiyeli bir süs havuzun yanından geçti. İleride birilerinin seslerini duydu. Hemen havuzun arka tarafına geçti. Buradan birileri ile karşılaşmak istemiyordu. Yoluna kimseyle muhatap olmadan devam etmek istiyordu. Süs havuzunun yanına oturup gelenlerin onu görememesi için sırtını döndü. Sadece yüzünü görerek değil daha fazlası ile de anlayabiliyor gibiydiler. Onlardan farklı olduğunu. Buraya ait olmadığını anladıklarında ise onların etine batmış bir kıymık gibi onu söküp çıkarmak istiyorlardı. Onların geçmesini bekledi.  Gittiklerinden emin olmak için arkasına baktığında suyun içindeki yansımasını gördü. Alen'in yüzü suda sakince dalgalanıyordu. Onun bu kaçış için diyebileceklerini merak etti. Onu andı ve ruhunun yoğunluğunu ve varlığınının sıcaklığını hemen hissetti. Alen açık bir alanda saraydan farklı bir yerde bir suçlu gibi yüzünü saklayan Alesya'nın ne yaptığını sormaya gerek duymadı. Onun elbet kaçmak isteyeceğini ve bir gün bunu yapacağını biliyordu. Ona kaşlarını çattı ve aptal planını eleştirdi  "Aptal! Nasıl bunu yaparsın? Seni bulamayacaklarını mı düşünüyorsun? Saraydan çıkmamalıydın. Geri dön!" diye son cümlesinde bağırdı. Sesi Alesya'nın zihninden kulaklarını parçalayarak bedenini sarstı. Elleri kulaklarına giden kız iki büklüm oldu neredeyse oturduğu yerden düşecekti. Kendini toplaması biraz zaman aldı. Acı ve korku bedenini kapladığında kalbi deli gibi atıyordu. Bedeni telaşla ısınıyor ve onu yakıyordu. Zorla doğruldu, onu istemiyordu. Geriye doğru yürüyüp süs havuzundan uzaklaştı. Ani hareketi kapüşonunu başından düşürecek gibi oldu. Fakat hemen kendini topladı.  Buradan kurtulacaktı. Nasıl geldiyse oradan çıkıp gidecekti. Tüm bu deli saçması yaşadığı şeylerden sıyrılıp öylece bir şey olmamış gibi gidecekti. Artık sakin hareket etmeyi umursamadı. Gittiği yola yüzünü döndü ve bakışlarını kestirdi.  Adımlarını hızlandıran Alesya daha sonra koşmaya başladı. Pelerini dalgalanarak geriye savrulurken yüzüne soğuk çalınıyordu. Sıcak nefesi çıkıp nemiyle birlikte dudaklarına çarpıyordu. Sokakları gürültülü adımları ile geçti. Ortalıkta kimse yoktu, halktan hiç kimse yoktu. Zaten geç bir saatti, yine de ne ortalıktaydılar ne de ışıkları vardı. Bu onun işine gelirdi ama aklını kurcalıyordu.  Sokak bitip çakıl taşlarının kaldırım olduğu yere kadar koşabildi. Gücü tükenmişti, ellerini dizlerinin üzerine koyarak eğilip soluklandı. Gövdesi inip kalkıyordu, nefes ciğerlerine sığmıyordu. Kasları alev almış gibi yanıyordu. Bulunduğu yerde evlerde tek tük olmaya başlamıştı. Açıklığa yakınlaşmış olmalıydı.  Başını kaldırıp gidiceği yere baktı. Uzaktaydı ama zorda olsa görüyordu. Diyar Perdesinin kurşuni renginin göğe yükseldiği yer ufuk çizgisinin oradaydı. Yolu vardı, gün başlangında orada olamazdı ama çok yakınlaşmış olurdu. Kendini toparlayınca yürümek için adım attı. Pelerin ona ağırlık ediyordu, açıklığa ulaşır ulaşmaz onu çıkarıp atacaktı. Zaten bedeni alev almış yanıyordu, üşüyecek bir hâli yoktu.  Derin derin nefes alarak yürümeye başladı. Tekrar kendini toparladığında koşacaktı. Açıklığa gidene kadar acele etmeliydi. Sonrasında belki daha rahat olabilirdi. Onun yokluğunu anlayıp peşine düşene kadar oraya ulaşmış olurdu.  Planladığı gibi yaptı. Açıklığa geldiğinde pelerini çözüp kollarından öylece yere düşmesini izin verdi. Buraya ait hiçbir şeyi istemiyordu. İmkanı olsa üzerindekileri de parçalar ve Sukha'dan hiçbir şey almadan giderdi.  Terlediği için alnına yapışan saçlarını geriye parmakları ile taradı. Gücünü toplamak için derin bir nefes aldı. Bu lanet gri yer onun için saplandığı bir katrandı. Buradan çıkmak ve buranın ondan çıkması için elinden geleni yapardı.  Yorgun adımlarına dinçlik vermek için gerindi. Yeniden koşmak istedi. Fakat takip edildiği hissi bu sefer daha belirginleşti. Bir anda hazırlıksız yakalamak ister gibi ani hareketle arkasını döndü.  Son anda yere bıraktığı pelerinin altına giren yılanın kuyruğunun küçük bir kısmını gördü. Bu o devasa Kadeh Yılanı olmalıydı, kendini fark ettirmemek için küçülmüştü Kralları için gören ve onlar için hisseden. Kaçtığı sarayın kralları için...  Biraz uzağında pelerinin altına saklanmıştı. Kendini belli etmemeye çalışıyordu. Bu zamana kadar takip etmiş olmalıydı. İstese her an onu yakalayabilir bir lokmada yutabilirdi. Alesya belki görevinin sadece takip etmek olduğunu düşündü.  Pelerinin hiç kıpırdamıyordu. Kesinlikle gizlenmesi söylenmiş olmalıydı. Alesya etrafa bakındı. Birilerini aradı, etrafta onun gibi buraya kadar onu takip eden biri var mıydı bilmek istedi. Bu alacakaranlıkta kimseyi göremedi. Yanındaki taş gözüne takıldı. Fakat aptalcaydı. Bu büyülü hayvanı yok etmek istemesi aptalcaydı, hemde küçük bir taşla.  Bu boyutlardayken böyle küçük bir taşla onu bayıltabilirdi. Aklına gelen fikir cesaretiyle işlendi. Eğilip yavaş hareketlerle taşı aldı. Yapacağı şeyi sezdirmek istemiyordu. Yılan saldırıyı anlarsa devasa boyutunu alıp onu öldürebilirdi. Eğer arkasını dönüp ondan kaçsa bile her şekilde onu yakalardı. Krallar şu an bile muhtemelen nerede olduğunu biliyorlardı. Bunu yapmak zorundaydı ama bir o kadar da bunu yapmak istiyordu.  Taşı parmaklarının arasında sıkıca tuttu ve pelerinin altındaki yılanın kafasının nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Yutkundu ve derin bir nefes aldı. Nabzı hızlandı elleri titriyordu. Taşı sertçe vurup ardında bakmadan kaçmalıydı. Ölümüne koşmalıydı, çünkü durursa burada da ölecekti.  İyi bir atıcı mıydı ya da sert atabilir mi bilmiyordu? Bu gibi yetenekleri varsa şimdi içinden çıkıp onu kurtarmalıydı. Tam sırasıydı. Derin bir nefesle taşı iki avucu arasına aldı. Taşı başının yukarısına kadar kaldırdı. Sonra tüm gücü ile pelerinin altındaki yılanın olduğu yere attı.  Taş pelerine dokunur dokunmaz büyük bir hızla pelerinin altındaki Kadeh Yılanı yukarıya doğru devasa boyutunu alarak yükseldi. Alesya korkuyla çığlık atıp geriye düşerken havalanan Kadeh Yılanına bakakaldı. Öfke ile tıslaması düzlükteki sessizliği yok etti. Çatal dili havayı kamçılayarak Alesya'ya döndü. Sarı irislerini parlıyordu, gecenin ortasında bir fenerdi.  Alesya geriye doğru süründü. Başaramamıştı, aptalca olduğunu biliyordu. Fakat o sinsi hayvanı öldürmek istemişti. Bu arzuya karşı koyamamıştı, buradan gitmek için tek çaresi buymuş gibi davrandı. Ona öfke ile bakan hayvandan korkuyordu. Onu güçlü ve yırtıcıydı. Fakat gözlerini kırpıştırırken en az onun kadar öfke ve nefreti mavi gözlerinden dışarı bırakıyordu.  "Seni pislik."  Kadeh Yılanın onu hakaretine karşı bağırmak ya da onu mideye indirmek ister gibi ağzını açtı fakat geri kapattı.birbirlerine karşılık veriyorlardı. Alesya geriye sürünerek biraz daha uzaklaştıktan sonra ayağa kalmak istedi. O zaman kadar saldırıya geçmeyen Kadeh Yılanı o kalkmak istediğinde savurduğu kuyruğunu ona vurup yere düşürdü. Alesya yere yüz üstü düşerken hayvanın içten içe onunla alay edip uğraştığını biliyor gibiydi. Yüzü acırken burnuna dolan toprak onu öksürttü. Kadeh Yılanının sinsiliğini görebiliyordu, hayvanın buna güldüğünü bile düşünecek durumdaydı. Sonunçta onun gözlerinde kral kardeşlerden Dora'nın da bakışları vardı. Onunla bir böcek gibi oynuyordu.  Alesya aşağılanmaktansa ölmeyi yeğlerdi. Ayağa kalkmak için dizini yere koyup doğruldu. Bu seferde Kadeh Yılanı yere inip toprağın üzerinde ilerlerken kıza burnu ile vurarak düşürdü. Alesya iyice öfkelenmişti, nefesinin göğsünden döver gibi çıkartıp dudaklarından itiyordu.  Alesya'nın içinden artık bastırılamayan bir öfke çıkmak istiyordu. Öyleki nefes alırken ağzından hırıltı sesler çıkmaya başladı. Yüzünü yerden kaldırdı, boğazında yutmayı unuttuğu ya da yeri ora olan bir kütle oluştu. Avuçlarını sertçe yere bastırdı. Dizlerinin üzerinde durduğunda Kadeh Yılanı etrafında daireler çizmeye başlamıştı. Onu yine yere serecekti sadece kalkmasını bekliyordu. Çünkü en acılısı ve alaylısı böyle olurdu.  Mücadele için ayağa kalktığında daha kendini savunamadan yerle bir olması herkesin canını en fazla sıkan nokta olurdu. Ona karşı tek bir darbe indirse belki bu bile içini ferahlatırdı. Alesya bir ayağını yere kuvvetli bir şekilde bastı, diğerini de basıp doğrulduğunda onu düşürmek için tekrar harekete geçeceğini biliyordu. Onu bu evrende zora sokan insan mantığıydı fakat şimdi yırtıcı bir hayvan gibi onu alt edip üste çıkmak istiyordu. İç güdüleri onu sarmıştı. Ayaklarını hızlı hareketlerle yere basıp dik durdu. Kadeh Yılanı ona doğru geldiğinde yüzünü dönüp gözlerinin içine sertçe baktı. "Kes şunu."  Bağırmadı tersine dişlerinin arasından kendini sıkarak söylemişti. Fakat sesi dalga gibi Kadeh Yılanına çarpmış ve hayvanı sersemletmişti. Devasa yılan tam dibinde, aralarında bir kaç santim kaldığında durdu. Burnunda çıkan hava Alesya’nın elbisesini havalandırıyordu fakat daha ileri gidemiyordu.  Alesya elinden gelse bu hayvanı şu an bir çırpıda öldürmek istiyordu. Bu hissin kuvvetli bir arzu ile onu kapladığını fark ettiğinde kendinden korktu. Öldürme arzusu ve öfkenin büyük yıkımı onu ele geçirmek istiyordu. Asla kendini kaybetmemeliydi. Elinin tersi ile toz olmuş yanağını sildi ve derin bir nefes aldı. Buradan kurtulacaktı. Yoksa onların elinde parçalanarak can verecekti. Öyle bir hâl alacaktı ki yeri geldiğinde Kadeh Yılanının onu yemiş olmasını dileyecekti, geleceği hissediyordu.  Yılanı umursamadı, zaten durmuş onu gözleyen hayvanın ne yaptığının bir önemi yoktu. Bu yılan ne yapıyorsa kralları için yapıyordu. Aslında onu sinsi bulmak yerine sadakati nedeni ile güzel görebilirdi.  Alesya kararlar vermişti, Diyar Perdesine gidecekti. Oradan yani geldiği yerden tekrar ait olduğu yere gidecekti. Bir evi olmalıydı oraya ulaşacaktı. Tüm bunlar gerçekleşmese bile bunu yapmak için gayret sarf edecekti. Hiçbir zaman pes etmeyecekti. Tanrı'nın Çocuklarının elinde oyuncak ve değersiz bir varlık olmayacaktı.  Yılanın yanından geçip yoluna devam etmek istedi. Fakat Kadeh Yılanın onun önünü kesecek bir şekilde yere sürtünerek uzandı. Alesya ona sabırlı davranmaya karar verdi. Madem kralları için görüyordu, krallarda bunu görsün istiyordu. Kraliçe olmadığını, bekledikleri kişi olmadığını bilsinler ve onu rahat bıraksınlar. "Diyar Perdesi'nin oraya gidelim yılan."  Huzursuzca kıpranan yılan kafasını kaldırıp havayı kokladı. Dilini çıkarıp sallarken kararsızdı. Hatta Alesya onun isteksiz olduğunu hissetti. Sırf bu yüzden onun gitmesine engel olur diye endişe içindeydi fakat adımlarını istikrarlı bir şekilde atmaya başladığında beklediği gibi olmamıştı.  Kadeh Yılanı'da onunla ilerliyordu. Ondan uzağa gidip bekliyor bazen huzursuzca tekrar geriye dönüyor ve tam yanında duruyordu. Hiç bilmeyenler için Kadeh Yılanı Alesya'nın asil hayvanı gibi görünürdü. Kadeh Yılanının neden ona itaat ettiğini bilmiyordu. Nedeni olarak kralların rızasını kabul etmişti. Yanındaydı çünkü krallar öyle istiyordu. Onu kontrolda tutmak isteyen krallar elbet canını da sağlama almak isterlerdi.  Alesya bu işin içinde de Kral Dora'nın olduğunu biliyordu. Onun huysuz oyunlarıydı. Kendi dokunamıyor ve hükmünü sürdüremiyor diye sürekli Kadeh Yılanını öne sürüyordu. Kral Dirim kardeşi ile eşti birbirlerinin üstüne çıkmak isteyen otoriteleri yoktu ama o kibardı. Böyle ucuz numaralar ona komik değil aksine kötü gelirdi. Uzunca bir süre yürüdü, uzun saatler geçmişti. Büyük olasılıkla gün dediklerini başlatmış olmalıydılar. Dizlerinin üzerine bıraktığı bedenini daha sonra yere serdi. Uykusu gelmişti, gözlerini zor açık tutuyordu.  Kadeh Yılanı gelip onu burnu ile dürttüğünde irkilerek kendini topladı. Orada oturup biraz dinlendi. Bedenini yormaması gerektiğini biliyordu. Aklına Alen geliyordu, ne düşüneceği ya da şu durum için ne diyeceği ama onu zihnine davet etmek istemiyordu. Kafasını iki yana salladı. Ayağıya kalkıp yürümeye devam etti. Diyar Perdesi gittikçe daha net görünür bir hâl aldı.  Kadeh Yılanı belirli bir yerden sonrasında durdu. Yaklaşmadı, izlemeli ve neler olacağını görmeliydi. Alesya onu garipsemedi, buraya kadar bile onunla gelmesi saçmaydı Aklına gelen bir ihtimal onu hayal kırıklığına sürüklüyordu. Belki krallarda Diyar Perdesi'nden geçemeyeceğini bilerek bunu deneyip kabullenmesini istiyordu.  Yorgundu... Bedeninde yavaş ve sarsak adımlar atacak kadar güç kalmıştı. Hareket etmek acıktırmıştı da. Kendini toparlamak için durdu. Beyaz saçlarını omuzlarından geriye, sırtına attı. Kendini tazeleyen bir nefesle ciğerlerine yoğun havayı verdi.  Yürümeye devam etti. Ritüelde onu orada bekleyen halkın durduğu alandan geçti. Diyar Perdesi açık ve net bir şekilde görünüyordu. Umudun gücü bedenini kapladı, artık geri dönmezdi.  Pusulayı eline aldı ve tekrar baktı. Yönünü biraz sağa kırdı ve düm düz ilerledi. Arkasını dönüp baktığında Kadeh Yılanını göremedi ya küçük boyulatları aldığı için görünmüyordu ya da gitmişti. Alesya önüne döndü ama ayağı bir taşa takıldı. Kendini birden yerde buldu. Yere çarpmayla acıyan bedenini çevirdi. Sırtını yere verip sadece birazcık böyle kalacağına dair kendini ikna etti. Fakat söylediğinden fazla geçmesine rağmen orada öylece kaldı. Gözlerini kapatmak istemiyordu. Mavilerinin üzerine göz kapakları düşerse uyuyakalacağını biliyordu. Zaten toprağın serinliği sıcak bedenini soğutarak ona bir rehavet vermişti.  Iyice uykusu geldiğinde bunu kendinden nasıl kovacağını buldu. Takıldığı taşı elini toprağın üzerinde sürterek bulmaya çalıştı. Sonunda parmak uçlarına değen taşı eline aldı. Onu diri tutacak olan şeyi biliyordu fakat cesaret edemiyordu. Taşı tutan eli titredi, gözlerinin gördüğü alacakanlık giderek buğulanıyordu. Hi,ç düşünmeden ve tasarlamadan birden yaparsa bunun olacağına karar verdi. Avucunda sıktığı taşı hızla şakağına vurdu. Kendi eli kendi canına zalim davranmıştı. Acıyla inlediğinde kaşının oradan açılan yaradan kan sızmaya başladı. Taşın değdiği yer zonklayarak aldığı darbeyi etinden atmaya çalıyordu.  Alesya kendini yana attı, canının acısına odaklandı. Bu onu uyandırdı, göz kapakları açıldı. Yerden destek alarak ayağa kalktı ve yoluna devam etti. Gittikçe alacakaranlığı bir ışık sarıyordu. Bunun kafasına aldığı darbe olabileceğini düşünürken kitaplarda okuduğu biligiyi hatırladı. Krallar Diyar Perdesi’ne yaklaştıklarında ciltleri bir dolunay kadar parlak oluyormuş. Öyle kuvvetli bir beyaz ışık saçıyorlarmıştı kendi gözleri kör oluyormuş. Daha fazla yaklaştıklarında içlerinde sızarak çıkan beyaz ışık onu kül ederek yakıyormuş. Şimdi kendi teni öyle parlıyordu. Bunun ona olmasının nedeni ruhunu içinde tuttuğu Alen olmalıydı. İnsan bedeni bu evrende kabul görebilmiş bir beden değildi. Büyüleri de sihirleri de ona tenezzül etmez gibi işlemiyordu. Fakat bu da Alen’in sebep olduğu bir lanet gibi peşine takılmıştı.  Adımları artık tek tük birbirlerini takip ediyordu. Taşı vurduğu yer acıyordu ve gözleri açıyordu. Eğilip eteğinin ucundan tutup yırtmaya başladı. Kalın kumaşı yırtarken bile gücü sınanıyor gibiydi. Sonunda başardığında kumaşı gözlerine bağladı. Işıktan kendi gözlerini böyle korumayı düşündü. Her ne kadar ışığın kaynağı kendi olsa bile göz kapakları kapansa bile etrafa saçtığı ışık gözlerine sızıyordu. Yolunu şaşırmadan böyle düz gidecekti. Zaten Diyar Perdesi tam önündeydi sıcaklığını hissedebiliyordu.  “Alesya!” İsmini duyduğunda şaşırdı ve başını çevirdi. Gözlerini açmak istemiyordu ses uzaktan geldiği için tanıyamamıştı. Yeniden duydu bu sefer farklı bir kelimeydi.  “Kraliçem!”  Kral Dirim’di onun gün sren yolculuğun arağmen az önce kaybolan Kadeh Yılanı onları çabucak getirmişti. Buraya yürüyerek gelmek onu bu kadar yormuştu ama pişman değildi. Böyle olmalıydı. Onlardan at ya da at arabası alamazdı.  “Geri dön! Öleceksin!” Belki... Belki ölecekti fakat bildiği ve umursadığı tek gerçek vardı. O da kendi kararını gerçekleştirirken ölecek olmasıydı. Biri onun bedenini elinden alıp karar yetkisini yok ederek ölmeyecekti. Birilerinin onu yönlendirmesi ile eşya gibi kullanması ile değil. Sadece kendi kararı ile ölecekti. Bundan dolayı ne pişma olacaktı ne de üzülücekti. Başkasının oyunun da piyon olarak değilde kendi yenilgisinde şah olarak kaybedecekti. Ve oyunu asla pes edip yarıda bırakmayacaktı. Sonu ölüm olsa bile geri çekilmeyecekti.  
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE