"Ondan şikayetçiyim memur bey! Bu kız insanları dolandırıyor!"
Şu an nerede miydim?
Saat gece on bir suları, mekan polis merkezi. Yanımda tanımadığım iki yabancı.
Komiserin önünde sırayla dizilmişken ve hemen yanımdaki yabancı beni öfkeyle şikayet ederken başımı dik tuttum ve ayağıma dolanan kırmızı eteği çekiştirdim.
"Ben kimseyi dolandırmıyorum memur bey! Bunlar okunmuş su, o zıkkımı içeceklerine bunu içsinler de hidayete ersinler diye satıyorum!"
Çocuğun bakışlarındaki öfke değişmezken gözlerinde ufak hayret parıltıları belirdi. "Bak hala gülüyor!"
Yüz kaslarımı kontrol ettiğimde sırıttığımı fark ettim ama ciddileşmek adına bir adımda bulunmadım.
Ciddi olmak bana göre değildi.
"Yeter!" diyerek masaya yumruğunu indiren de yaşlı komiser oldu. Adam haklıydı, geldiğimizden beri bir türlü susmamıştık, çıldırmış gibi bize bakıyordu. Cennet Mahallesindeki komiser Zeki abiye benziyordu.
"Salih!" diye bağırdı kapıda dikilen polis memuruna aynı sinirle bağırarak. "At bunları nezarete de akılları başlarına gelsin!"
Pata küte götürülürken, bağırışlar ve onun ikazları karakolu dolduruyordu.
Biraz kafan mı karıştı?
Her şeyin ne zaman başladığını mı merak ediyorsun? O zaman dinle. Telefonunu biraz daha yakınlaştır ve yavaşça arkana yaslan. Hocana veya annene çaktırmadan okumaya devam et.
En baştan başlıyorum.
Sokak Kızı hikayesinin 2.kitabıdır.
___
Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi.
Yalanlarla çevrilmiş bu oyunda ihanetle kuşatılmış, acı kayıplar vermiştik.
Onun kirli oyunu sonumuz olmuştu.
Bu oyunda kaybeden bendim ama kazanan o olmayacaktı.
-
Aniden kollarını belime doladı ve arkamdan sımsıkı sarıldı.
"Özür dilerim..." diye mırıldandı titrek bir sesle. "Sana son kez sarılmak için kendimi tutamadım."
Her ne kadar ondan nefret etmeye çalışsam da yaralarını görmezden gelemiyordum.
O hala küçük bir çocuktu, elinden tutup onu hapsolduğu karanlıktan kurtarmamı bekliyordu.
"Neden ağlıyorsun?" diye tekrar sordu. Sesi biraz peltekti ve sarhoş olduğu belliydi. Muhtemelen ben uyuyakaldığım esnada o arka sıralarda sızmıştı.
Sarhoş bir erkekle sınıfta mahsur kalmıştım! Harika.
Gözlerimi elimin tersiyle silerken, "Ağlamıyorum." Dedim.
"Hayır." dedi direterek. "Ağlıyorsun, bak."
Burnumu çekerken, "Burada mahsur kaldık." dedim.
Bir an gözleri kapıya kaydı ve sonra tekrar bakışlarını bana çevirdi. Rahat bir ifadeyle, "E, ne var bunda?" diye sordu.
NE VAR BUNDA MI? Çıldırmak üzereydim.
Üç, iki, bir... Kapatın gözlerinizi, daha fazlasını görmek için hiçbir şey görmemeniz gerekir.
Çünkü bir oyun oynamamız gerekiyor. Ve bu oyunda şah da benim, piyon da. Kabuk bağlamış avuçlarımda onu özgür kılacak anahtarı tutuyorum.
Ben kim miyim? Yanan bir adamı tutuşturan kibrit çöpüyüm. Var olanla olmayanın kıyısında kaybolmuş benliğimi arıyorum. Adım Ece.
Yere düşen kan damlalarında kaybedilmiş çocukluğumun ellerinden tutuyorum.
O kim mi?
O gözünü kin bürümüş, hedefine ulaşmak için kendi benliğini bile çiğneyen, simsiyahlarından hayata nefret dökülen, dışı kusursuz ama kalbi bir o kadar kusurlu biri.
Ortak olarak başladığımız bu oyunda kurbanı olmak üzereyim.
Gözlerinizi aralamanızın zamanı geldi. Onun intikam dolu planıyla çıktığımız bu yolda birbirimizi kaybettik. Avucunuza bakın.
Bizi tutuşturacak kibrit şu an sizin elinizde.