Çok eskiden, daha bunca yolu arşınlamamışken, çok insan tanımamış ve çok insan tanımamış olmayı da dilememişken bir şeyler olmuştu Aras Özgür\'ün hayatında. Onun yediğini, içtiğini, bunların yanında katık ettiği aşkını burnundan getirecek şeyler yaşamıştı. Şimdi o yaşadıklarını uzak diyarlara emanet etmiş gibi başka bir yol yürüyordu. O yolu yürüme kararı alalı asırlar olmuştu fakat o yolu yürümek için ilk adım bu akşam atılmış sayılırdı.
Otopsi odasında şarkılarının sözlerini yazdığı o hastanede misketleri üzerine düşen bu kızın evindeydi şimdi. Üstelik önemli bir detay daha eklenmeliydi bu bilgiye; o hastanenin sahibi üzerinde sarı bir elbise olan bu kızın babasıydı. Muazzamdı. Daha muazzam olan şey ise buraya o hastaneye ortak olmak için ailesiyle birlikte gelmiş olmasıydı. Kafasının içinde bir aslan ordusu varmış gibi hissediyordu. Hepsi birden kükremeye başlayarak işe yarar hücrelerinin hakkından gelmeye çalışırcasına hareket ediyorlardı.
Genç kızla onu tanıştırdıkları anda kalakalıyor, yanındaki küçük kızın halasının eteğini çekiştirerek onu küçük parmağıyla işaret etmesini engelleyemiyordu. Belli ki bu gece önemli şeyler olacaktı. Bir şeyler değişecek, değişim hepsinin hayatına çeşitli izler, lekeler, dokunuşlar bırakacaktı. Kız incecik bir sesle ismini dillendirirken başını sanki üç harfli tek nefeslik ismini anlıyormuş gibi sallıyordu fakat bu jest esasında aklından geçenlere yönelikti. "Ahu," derken dudağının köşesini hafifçe kıvıran şelale saçlı kızın eli kendisine uzanmıştı. Ceylan. Karaca. Zarif, ince, kırılgan...
"Aras," demişti bir nehir ismini dile getirirken kullanılabilecek en sert ses tonuyla. "Aras Özgür."
Yalının boğazı kucaklayan büyük balkonuna çıktığımda ışığı tam üç kez kapatıp açıyorum. Bir süre açık tuttuktan sonra tekrar karanlığa çekiliyorum. Balkonun demirlerine yaslanıp beklerken şehrin denize yansıyan ışıklarında dolaştırıyorum bakışlarımı. Çocukken rüyama sıkça gelen pelerinli kahramanlardan birinin beni tam olarak sırtımdan dürttüğünü hissediyorum. Onu terslememek için dişlerimi sıkıyorum ve delirmediğimi sizlere kanıtlama ihtiyacıyla doluyorum.
En çok hangi çiçeği seviyorsunuz? Size en sevdiğiniz çiçek ismiyle hitap ettiğimi hayal edin.
Benim adım Rüya Karaca. Yapmayı en çok sevdiğim şey hayal etmek. Sınırsız bir hayali zihnime, ruhuma, ilime ve kemiğime sığdırmaya çalışırken deli olmadığımı ama deliden çok da akıllı olamadığımı kendime hatırlatmak.
Küçüklüğümden beri bale yapıyorum. Babam bir sanat yönetmeni, annemse oyuncu ve aynı zamanda dansçı olduğu için sahnelerle iç içe büyüdüm. Evimizin dışarıdan gelen yabancı bir insan için fazlasıyla sanatla harmanlanmış görünmesi mümkün. Babam aynı zamanda fotoğrafla ilgilendiği ve fotoğraflardaki ruhu keşfetme ustası olduğu için bir stüdyomuz var. Hatta karanlık odamız bile var -ki buraya girip kulaklığımı takarak müzik dinlemeye bayılıyorum. İçeride yaşanmışlık kokan fotoğraflar bana ilham veriyormuş gibi gözlerimi kapatıp sahnemi düşlüyorum. İçinde benim olduğum, insanları kendime hayran bıraktığım, dört parmağımın kırığını çoktan unutup tutkuma kapıldığım sahneyi hayal ettikçe ferahlıyorum.
Evimizin büyük bir terası var ayrıca. Orayı en çok yağmur yağdığında seviyorum. Sevinçten çığlık atarak yağmurda dans etme çabalarımı babam hasta olacağım için engellemeye çalışsa da çoğu zaman beni tutamıyor. Bu şimdi olan bir şey değil. Hep böyleydi. Sekiz yaşındayken annem babama sevgilim diye seslendiği için ben de ona öyle seslenmeye başlamıştım. Bir süre de bunu devam ettirmiştim. Annem babama nasıl bakarsa öyle bakmaya, nasıl hitap ederse öyle hitap etmeye gayret gösteren garip bir kız çocuğuydum. Belki annemi ölesiye sevmeme rağmen sadece babasını kıskanan, onun kendisinin fotoğraflarını çektiğini bildiğinde göz süze süze poz veren kız çocuklarından biriydim lakin işlerin benim üzerimde bu denli basit ilerlemediğini çok sonra anlamıştım.
Yirmi üçüncü yaş günüme sadece bir gün kalmışken terastaki şezlonglardan birinde uzanıyorum ve hâlâ elimdeki ayakkabının kurdelesiyle oynuyorum. Kaşlarımı çatmaktan şakaklarımın sızlamaya başladıklarını hissetsem de bu eylemden vazgeçemiyorum. Tenteneye vuran yağmur damlalarının acilen tenime değmesine ihtiyaç duyuyorum ama babamın benimle ilgili her şeyi hissettiğine dair duyduğum tuhaf inanç yüzünden alt dudağımın derisini dişlerimle soyuyorum.
Aşağıda misafirlerimiz var. Annemin kuzeniyle eşinin buraya gelmesinin son derece doğal bir şey olduğunu biliyorum. Ancak annemin kuzeniyle eşinin yanlarında getirdikleri şahsiyet için aynı şeyi düşünemiyorum. Böyle düşünmediğim için beni yargılayacak, hor görecek ve dışlayacak herkese de tırnaklarımı göstermekten gocunmayacağımı hatırlatıyorum. İmza; Duru Üstün.
Mistik kokuların peşine düşmüş, o kokuları ararken birtakım esrarengiz olaylara maruz kalmış bir kız varmış buralarda. Koyu kestane rengindeki saçları omuzlarından biraz daha aşağıya uzanıyormuş. Ela rengindeki gözlerini görenlerden bazıları sarıya yakın, bazıları açık yeşile dönük olduğunu düşünürmüş. Kalın kaşlarını çattığında onu babasına benzeten bir annesi, yine aynı çatık kaşlarla arzı endam ettiğinde kızgın bir sincabı andırdığını söyleyen babası varmış.
Gördünüz mü?
Görmediyseniz bir şey itiraf edeceğim. Fakat öncesinde arkanıza saklanabilir miyim? Ne kadar iyisiniz, teşekkür ederim. Şöyle bir köşeye ilişiyorum ben madem.
Hiç kimseye söylemeyeceğinize dair söz verdiğinizi varsayarak bahsi geçen kişinin Sare Çandar olduğunu itiraf ediyorum. Hatta sizlere biraz daha güvenmeyi tercih ederek Sare Çandar’ın ben olduğumu, bazen aynada kendime bakınca sincaba benzediğim konusunda babama hak verdiğimi bildiriyorum. Yetkili mercilerin beni anlayışla karşılamalarını talep ediyor, bu yabancısı olduğum yerlerde desteklerini esirgememelerini umuyorum.
Her şey ortaya dökülmeye başlamışken Fransa’da olduğumu da ekleyeyim. Muhteşem bir şehrinde, ışıkları gözlerimi alacak kadar şatafatlı duran mekânlarından birinde amacının ne olduğunu çözemediğim ilginç davete katılmış vaziyetteyim. Üstelik canımın parçaları olan aile bireylerime buraya gelmeden önce söylediğim şeyler hâlâ hafızamdaki yerini koruyor. “Ne yapmak istediğimi bilmeye ihtiyacım var. Bir şeyler üretmem gerekiyor ama ne üretmem gerektiğini keşfederek öğreneceğim. Çok güzel araştırmalar yaptım. Tuttuğum notların bir roman kalınlığında olduğunu söyleyebilirim. Gerekirse tüm o araştırmaların hakkını vererek karış karış dolaşacağım. Döndüğümde ne istediğini bilen bir insan olarak ayaklarımın üzerinde durmaya ihtiyacım var. Size söz! Bu olacak babacığım. Duydun mu anne? Dünyamı kendim güzelleştireceğim.”