GİRİŞ
Kader, onun için sıradan bir hayat yazmamıştı.
Geçmişin karanlık sırlarıyla yüzleştiği anda, bildiği her şey bir anda yıkıldı. Masumiyetin perdesi ardında saklanan yasak arzular, güvenin gölgesinde filizlenen ihanetler ve söylenmemiş günahlar… Hepsi onu hiç bilmediği bir dünyanın ortasına çekti.
Bir kadın… hem aşkın hem de intikamın pençesinde.
Bir adam… onu ya kurtaracak ya da karanlığın en derin çukuruna sürükleyecek.
Her dokunuş ateşe atılmış bir kıvılcımdı.
Her öpücük, hem şehvetin hem de tehlikenin daveti.
Onunla yanmak bir lanetti, ama ondan vazgeçmek de imkânsızdı.
Tutkunun ateşiyle yanarken, verdiği her karar onu geri dönüşü olmayan bir dönüşüme sürükledi.
Peki sonunda aşk mı galip gelecek, yoksa karanlık arzular her şeyi ele mi geçirecek?
Bu yolculukta tek bir gerçek vardı:
Bir kez başladı mı, geri dönüş yoktu… sadece Dönüşüm vardı.
…….
“Beni sevdiğini söyle,” dedi, sesi fısıltıdan biraz daha yüksekti.
“Vance…” diye nefes aldım, ama devamını getiremedim.
Dudaklarını boynuma kaydırırken, “Sadece bana… Hep bana ait olacaksın. Bunu bilmeni istiyorum,” dedi. Parmak uçları kalçama kadar inmiş, bedenimi kendine doğru çekmişti. Teninin sıcaklığı, aramızdaki son mesafeyi de eritiyordu.
“Bensiz yapamazsın. ” diye fısıldadı kulağıma, nefesi cildimi yakarken.
Onun bu sözleri, içimde hem korku hem de arzu karışımı bir his uyandırıyordu. Ellerim, istemsizce sırtındaki kasların üzerinden geçti, onu daha da yakınıma çektim.
Bedenlerimiz yavaşça birbirine karışırken, Vance’in elleri sanki beni kendine mühürlüyordu. Dudaklarımız tekrar buluştuğunda, öpücüğü daha derin, daha sahipleniciydi.
“Sen benim en büyük zaferimsin, Viper,” dedi, dudaklarının arasından kaçan kelimeler boğuk ve tutkuluydu. “Ve kimse… asla… seni benden alamaz.”
Onun kollarında, kendimi hem güvende hem de kontrolsüz bir tutkunun ortasında buldum. Her hareketi içimde daha derin bir yankı buluyor, her nefesi ruhuma işliyordu. O an, zaman durmuş gibiydi. Dünya sadece bizden ibaretti. Ama o bakışlarında hâlâ aynı şey vardı: Sevgiden çok, beni sonsuza dek elinde tutma arzusu.
O an, dünya kararmıştı. Gözlerim sadece onu görüyordu. Ama nefesim hızlıydı, sadece tutkudan değil… korkudan. İçimde kıpırdayan o eski, yabancı tedirginlik, göğsümde sıkışıp kalmıştı. Ona dokunmak istiyordum ama aynı zamanda geri çekilmek… Çünkü daha önce kimse bana böyle yaklaşmamıştı. Kimse, bu kadar yakınıma gelmemişti.
Vance, yüzüme baktığında bunu anladı. Söylemedim. Söyleyemezdim. Ama gözlerim kaçıyordu, dudaklarım titriyordu.
“Bana bak,” dedi, sesi sertti ama içindeki ton. “Sakın gözlerini kapatma.”
……
Tenin tene değme sesi, odanın loşluğunda ağır ağır yankılanıyordu. Onun hareketleri, bir taraftan beni sahipleniyor, diğer taraftan koruyordu. Sanki beni bir boşluğun kenarına getirip orada tutuyor, ama itmiyordu.
Vance’in nefesi kulaklarımda çınlıyordu:
“Benimsin.”
O an, acı ve haz birbirine karıştı. Bedenim anlamadığı bir dili konuşmaya başladı. Ne olduğunu biliyordum ama gözlerim hâlâ kapanmak istiyordu.
O ise bırakmadı. Elleri, saçlarımın arasına gömüldü, yüzümü kendine çevirdi.
“Bana bak.”
……
“Rüyamda seni gördüm,” diye fısıldadı. Hafifçe gülümsedim ama devamı içimi titretti: “Yedi saniyelik bir rüyanın içinde, sana sarıldığım o anı hiçbir şeye değişmem.”
Sözleri ruhuma dokundu. Yavaşça yaklaşıp dudaklarıma küçük, ama içten bir öpücük kondurdu. Geri çekildiğinde derin bir nefes aldı, sanki söylenecek bir sırrı taşıyordu. “Neden bunun ilk olduğunu söylemedin?” dedi, hafif bir sitemle.
Bir an duraksadım; içimdeki duyguların ağırlığını hissettim. “Bilmem,” dedim alçak bir sesle,
“Belki de vazgeçersin diye korktum.”
Gözleri benimkilerdeydi. Yumuşak bir gülümsemeyle, “Senden nasıl vazgeçebilirim ki?” dedi.
“Seni seviyorum, Viper. Bunu söylemediğim her an için özür dilerim,” diye ekledi. Sözleri beni şaşırtmadı ama kalbim hızla çarpmaya başladı.
…..
“Sen hasta bir adamsın,” dedim.
“Sen de,” dedi dudaklarımın kenarına dokunurken, “benim en tatlı ilacımsın.”
Onu durdurmak yerine, kımıldamadım. Bu, teslim olmak değildi. Bu, intikamın başka bir yolu olabilirdi. Dudaklarıma yaklaştığında, içimden “Bunu istiyorum sanacak” dedim. Bana olan zaafı, onu zayıflatacaktı.
Ya da en azından öyle umuyordum. Ama o… farklıydı.
Bir bakışıyla, planımı daha başlamadan bozdu. Dudaklarımız değdiğinde, beni öyle bir çekişi vardı ki… sanki kendimi değil, onun istediği hâli oynuyordum. Ve farkında olmadan, oyunun kurallarını o koyuyordu.
Ellerini belime sardı. Başta sadece nefesimizi paylaşıyorduk, sonra nefeslerimiz yanmaya başladı.
Boynuma eğildiğinde, dudaklarının her dokunuşu, beynimde öfke ile başka bir duygunun birbirine çarpmasına neden oluyordu.
“Senin tadın… öfke gibi. Ama içinde başka bir şey daha var,” dedi, arada nefesini boğazıma bırakırken.
Gözlerimi kıstım.
“Hayal görüyorsun,” dedim.
“Hayır,” diye gülümsedi. “Beni itmediğin her saniye, yavaş yavaş bana alışıyorsun.”
Beni öperken, parmakları sırtımdan aşağıya doğru indi. Ben, bunu sadece katlanmam gereken bir temas olarak görmeye çalıştım.
“Senin yanında olmak zafer,” dedi. Sesindeki o güven, sinirlerimi daha çok gerdi.
Yine de dudaklarımı bırakmadı.
Beni duvara yasladı, ellerimiz birbirine geçti. Parmaklarının arasındaki sıkılık, sanki “Artık buradasın” diyen bir kelepçe gibiydi.
Ben, her nefeste “Bu onun istediği değil, benim oyun planım” diye kendimi kandırmaya çalıştım.
Ama dudaklarının arasındaki sıcaklık… boğazıma yayılan o tat… bana yalan söylemeye başladı.
Vance, sanki her nefesimi, her tepkimi önceden biliyordu.
Beni çözmekten çok, içimde sakladığım bütün kırıkları yerinden söküp atmak ister gibiydi.
İçimdeki öfke, bedenimdeki reflekslerle karışıyordu. Sanki nefretim, damarlarımda kan değil, ateş dolaştırıyordu. Sesi, boğazımda düğümlenen her kelimeyi söküp aldı. Omzumdan tutup beni döndürdü. Duvarın soğuğu, sırtımdaki sıcaklığını daha çok hissettirdi. Beni kendine yasladı, dudaklarını boynumun altına gömdü. Nefesim hızlandı, istemsizce. Kendi kendime “Bu benim planım” diye tekrar ettim. Ama parmakları belime sarıldığında, planım eriyip gidiyordu.
“Senin öfken… beni daha çok istetiyor,” dedi, dudaklarının kenarında o alaycı gülüşle.
“Buna karşı koymuyorsun,” dedi.
….
İçime boşaldığında, nefeslerimiz normale dönene kadar öylece durduk birkaç dakika. Yüzü bana dönük, ağzını kulak mememin hemen altında yavaşça öpmeye ve koklamaya devam ediyordu. Ama kendime gelmeye başlar başlamaz, karnına vurduğum dirseğimle onu kendimden uzaklaştırdım.
“Gerçekten, küçük bir an için bile olsa, her şeyin farklı olabileceğine inandım” dedim. Sinirle yerdeki kıyafetlerimi toplarken hızlıca giyinmeye çalışıyordum. “Sana olan sevgimi hep kullandın. Yaptıklarım senin için asla önemli olmadı. Bana kırılmadın bile. Kendine bağlamak için fırsat kolladın ve eline geçti” diye ekledim.
Kıyafetlerimi tamamen giydikten sonra dolaptan çıkardığım tişörtle elimi sardım. Bana yaklaşıp sarılmaya çalıştı.
“Hayır lütfen böyle düşünme. Özür dilerim kendimi tutamadım” Ben de iki elimle karnından itip sertçe karşılık verdim:
“Hala yalan söylüyorsun. Senden çocuk doğuracağımı mı sanıyorsun? Bir daha bunu yapabileceğimi nasıl düşünebilirsin? Bu kadar mı bencilsin?”
…..
“Ela’m…” diye fısıldadı dudaklarının arasından, sesi kısık, boğuk ve yakıcıydı. Sanki ismimi değil, kalbimi haykırıyordu. “Sana dokunmadan geçen her gün… cehennemdi.”
Bu sözlerle gözlerim doldu. Onun bana bakışında sadece arzu yoktu; kırılmış, paramparça olmuş bir ruhun yalvarışı vardı. Dudakları tekrar benimkileri buldu, bu kez daha aç, daha açgözlü. Sanki beni öperek içine gömecek, yıllardır süren boşluğunu benimle dolduracaktı.
Onun öpüşünde acı vardı, özlem vardı, öfke vardı. Ve ben, bütün bu karanlık duyguların ortasında, tek bir şey hissediyordum: kendimi ona bırakmak.
Yatağın yayları gıcırdadı, ama o ses bile aramızdaki gürültüyü bastıramıyordu; nefeslerimiz, kalp atışlarımız, dokunuşlarımızın sesi her şeyi dolduruyordu.
Üzerime eğildi, yüzümü avuçlarının arasına aldı. Gözlerimin içine baktığında, bir adamın değil, kaybolmuş bir çocuğun çaresizliği vardı. Ama dudakları dudaklarıma değdiği anda o masumiyet yerini ilkel bir açlığa bıraktı. Dudaklarımız birbirine çarpıyor, dişlerimiz birbirine sürtüyordu. Her öpüşte boğazımdan bastırılmış bir inilti çıkıyordu.
Ellerini bacaklarımın arasına yerleştirip beni kendine daha da yaklaştırdı. Teninin sıcaklığı kasıklarıma değdiğinde içimden bir kıvılcım geçti. Parmaklarıyla bedenimi yoklarken, içime gömülmesi ile yılların hasretini bırakıyordu. Benim için bu sadece bir teslimiyetken, onun için varoluşunun anlamıydı.
“Beni bir daha bırakma,” diye fısıldadı kulağıma, sesi titrek ama kararlıydı. Dudaklarını boynuma bastırırken nefesleri tenimi yakıyordu. İçimdeki direnç, tek tek parçalanıyordu.
Vance bedenimle bütünleştiğinde, içimdeki boşluk bir anlığına doldu. Yatağın gıcırdayan sesleri, iniltilerimizle birleşti. Her darbesinde kaybettiği zamanı telafi etmeye çalışıyordu.
Gözlerimi kapadım. Onun dokunuşlarında hem acı vardı hem de tarifsiz bir şefkat. Bedenlerimiz birbirine karışırken, aramızda yalnızca şehvet değil, geçmişin karanlığından doğan çarpık bir sevgi dolaşıyordu.
Vance bedenime tamamen sahip olduğunda, nefesim kesildi. İçimdeki boşluğu öyle vahşi bir özlemle dolduruyordu ki, sanki beni tüketmek ister gibiydi. Her hareketinde yatağın yaylarının inlemesi , odanın duvarları bu çarpışmayı yankılıyordu.
Tırnaklarım sırtına gömüldü, acıyı hissetmesini istiyordum. O ise daha da hırçınlaştı, nefes nefese kulağıma fısıldadı:
“Her gece seni istedim… şimdi buradasın, ve seni bırakmayacağım.”
…