Benim adım ece.
Hayatta yapmam dediğim her şeyi yapıyorum.
Çünkü yıllardır aşkından öldüğüm adamın iki yaşında bir oğlu olduğunu öğrendim.
Ve işte o an karar verdim: Masumiyet bitmişti.
Temiz bir hayat diye bir şey yoktu.
Hiç kimse buna layık değildi.
Artık ben de günahın ta kendisiydim.
Baştan sona düzenlendi. 1. Bölümden sonuna kadar okuyabilirsiniz.
Kader, onun için sıradan bir hayat yazmamıştı.
Geçmişin karanlık sırlarıyla yüzleştiği anda, bildiği her şey bir anda yıkıldı. Masumiyetin perdesi ardında saklanan yasak arzular, güvenin gölgesinde filizlenen ihanetler ve söylenmemiş günahlar... Hepsi onu hiç bilmediğı bir dünyanın ortasına çekti.
Bir kadın••• hem aşkın hem de intikamın
pençesinde.
Bir adam..• onu ya kurtaracak ya da karanlığın
en derin çukuruna sürükleyecek.
Her dokunuş ateşe atılmış bir kıvılcımdı.
Her öpücük, hem şehvetin hem de tehlikenin
daveti.
Onunla yanmak bir lanetti, ama ondan
vazgeçmek de imkânsızdı.
Tutkunun ateşiyle yanarken, verdiği her karar onu geri dönüşü olmayan bir dönüşüme sürükledi.
Peki sonunda aşk mı galip gelecek, yoksa
karanlık arzular her şeyi ele mi geçirecek?
Bu yolculukta tek bir gerçek vardı:
Bir kez başladı mı, geri dönüş yoktu•••
sadece
Dönüşüm vardı.
Masum bir yaz tatili olarak başlayan sahil oyunu, Liya’nın hayatını beklenmedik şekilde değiştirdi. Günler akarken, kalbini ve aklını zorlayan biri her zaman gölgedeydi: Aras.Yolları yeniden kesiştiğinde bu sefer işler farklıydı. Liya, kendi yolunda ilerlerken Aras’ın baskın ve çekici varlığı karşısında kendini tutku, gerilim ve tehlikeli bir oyunun ortasında bulacak.Kalbini korumak mı, yoksa arzunun peşinden gitmek mi? Liya’nın kararı kolay olmayacak.
“Sarya… hadi… lütfen… şimdi… seni istiyorum… sadece bir kez…” dedi, sesi boğuk ama kararlıydı. Dudakları titriyordu, elleri ellerime dokunduğunda ben bile irkildim.
Kalbim deli gibi atıyordu, ama bedenim istemsizce ona yaklaşıyordu. “Miran… böyle… böyle yapma,” dedim titreyerek.
Odanın taş duvarları soğuktu; ama içimdeki ateş çok daha yakıcıydı. Berzan’ın adımları ağır ağır yaklaştıkça nefesim kesiliyordu. Bana her baktığında, gözlerindeki öfkeyi hissediyordu.
“Sen, benim düşmanımın kardeşisin,” dedi yeniden. Bu kez sesi daha tok, daha keskindi.
Başımı eğdim, ama sonunda dudaklarımdan sözler döküldü.
“Benden nefret ediyorsan… neden bu kadar yaklaşıyorsun?
Yüzüme doğru eğildi; nefesi yanaklarımı yakıyordu. Çenesindeki sertliği gölgeler bile saklayamıyordu.
“Yanılıyorsun, Yaban gülü,” dedi. “Sana baktığımda sadece düşman görüyorum."
Elini çeneme koydu, başımı kaldırmaya zorladı. Sesi daha da sertleşti.
“Bana bakacaksın. Kaçmayacaksın. Sen artık benim karımsın. Bana boyun eğeceksin."
Kalbim deli gibi çarpıyordu. Hem korkuyordum, hem de bu sertlik içimde tanımlayamadığım bir şey uyandırıyordu.
“Beni istemediğini söylüyorsun… ama bu hâlin?” dedim fısıltıyla.
Gözleri karanlıkta ateş gibi parladı. Dudaklarıma yaklaşırken, boğuk ve dişlerini sıkarcasına bir sesle söyledi.
“İstediğim tek şey… seni susturmak. Bana itaat et, Yaban gülü. Yoksa bu duvarlar senin çığlığını bile duyamaz."
" Ayrıca Sana dokunmayacağımı söylemedim. Sınırlarımı zorlamaya devam edersen, pişman olursun." Dedi.
Sözleri yüreğime çarptı; içim sızladı. Ben mutluydum, evlenecektim. Hayatımı elimden almışlardı. Ve beni bu adama mahkûm etmişlerdi. İntikam istediğini söylüyordu. Ama ben onun gözlerinden gerçeği okuyordum: Nefret dediği şeyin içinde başka bir şey saklıydı… arzu