
Odanın taş duvarları soğuktu; ama içimdeki ateş çok daha yakıcıydı. Berzan’ın adımları ağır ağır yaklaştıkça nefesim kesiliyordu. Bana her baktığında, gözlerindeki öfkeyi hissediyordu.
“Sen, benim düşmanımın kardeşisin,” dedi yeniden. Bu kez sesi daha tok, daha keskindi.
Başımı eğdim, ama sonunda dudaklarımdan sözler döküldü.
“Benden nefret ediyorsan… neden bu kadar yaklaşıyorsun?
Yüzüme doğru eğildi; nefesi yanaklarımı yakıyordu. Çenesindeki sertliği gölgeler bile saklayamıyordu.
“Yanılıyorsun, Yaban gülü,” dedi. “Sana baktığımda sadece düşman görüyorum."
Elini çeneme koydu, başımı kaldırmaya zorladı. Sesi daha da sertleşti.
“Bana bakacaksın. Kaçmayacaksın. Sen artık benim karımsın. Bana boyun eğeceksin."
Kalbim deli gibi çarpıyordu. Hem korkuyordum, hem de bu sertlik içimde tanımlayamadığım bir şey uyandırıyordu.
“Beni istemediğini söylüyorsun… ama bu hâlin?” dedim fısıltıyla.
Gözleri karanlıkta ateş gibi parladı. Dudaklarıma yaklaşırken, boğuk ve dişlerini sıkarcasına bir sesle söyledi.
“İstediğim tek şey… seni susturmak. Bana itaat et, Yaban gülü. Yoksa bu duvarlar senin çığlığını bile duyamaz."
" Ayrıca Sana dokunmayacağımı söylemedim. Sınırlarımı zorlamaya devam edersen, pişman olursun." Dedi.
Sözleri yüreğime çarptı; içim sızladı. Ben mutluydum, evlenecektim. Hayatımı elimden almışlardı. Ve beni bu adama mahkûm etmişlerdi. İntikam istediğini söylüyordu. Ama ben onun gözlerinden gerçeği okuyordum: Nefret dediği şeyin içinde başka bir şey saklıydı… arzu

