Halam Evleniyor!
Yaşamayı nefes almaktan ibaret sandığım sıradan günlerden birisiydi o günde. Daha doğrusu deli ben öyle olacağını tahmin ederek güne başlamıştım. Sonrasında ne mi oldu? Hayatımın altı üstüne geçti. Ve ben nereden bilecektim ki altının üstünden daha güzel olacağını?
...
Hayatımda unutamayacağım anlar var. Mesela, ilk okumaya başladığım gün. Zor okumayı öğrenen bir çocuktum ben. İlk sömestra kadar sınıf arkadaşlarımdan gerideyken, o tatilde okumayı kendi kendime söktüm. Hatırlıyorum da dedem, o kadar sevinmişti ki sevincini anlatacak kelime olmadığını söylemişti. Koskocaman adam çocuklar gibi mutluluktan ağlayarak öğretmen bir dedenin en büyük gururunun bu olduğunu da eklemişti. Dedem, mesleğine âşık bir adamdı. Çocuklarının hatta torunlarının bile öğretmen olması, birilerine bir şeyler öğretmesi en büyük hayaliydi. Ne kadar babamda bu hayalini tutturamamış olsa da halama o öğretme aşkını pek güzel aşıladı. Hatta yıllar sonra, “Bende öğretmen olmak istiyorum,” dediğimde, “Sen bu adamın kızı olamazsın ama sen benim torunumsun,” diyerek ortalıkta gezmişti. Tek oğlunun başka bir mesleği yapmasını hiçbir zaman hazmedemeyen dedem, babam dişçi olduğu gün DNA testi yaptırmış. Annem yıllarca babamın buna çok içerlediğinden bahsetti. Ailemiz babamın bu acısını hep yaşadı ne yazık ki. Dünyanın en çatlak dedesine sahip olmak böyle bir şey işte.
Asla unutmam dediğim bir diğer gün, üniversite diplomamı elimde tuttuğum gündür kuşkusuz. Bir sene öncesinde yaşadığım o kaybedişe inat elimde tuttuğum diplomadan güç almıştım. Hiçbir zaman kendi ayakları üzerinde duran, kariyer de yaparım çocukta diyen o kadınlardan olmadım ama diplomam başka bir güç verdi bana. Zaten mezun olduğum halde hiç çalışmadım. Mezuniyetimi unutmamamın tek nedeni, bir şeyleri başardığımın kanıtı olmasıydı. Üstelik, bu hayatta en sevdiğim iki insanın benimle gurur duyması yetiyor bana. Ben diplomamı aldığım gün hayatımdaki annem babam kadar, belki daha da önemli iki insan, dedem ve halam mutluluktan sarılıp ağlamışlardı. Dedemin en büyük gururu, halamın göz bebeği olmuştum. Unutulmaz bir gündü benim için.
Uzun uzun düşündüğümde sayabileceğim birkaç gün daha vardı bu şekilde unutamayacağım. Sorun şuydu ki bu günlerin hepsi mutlu anılarla dolu. Peki, neden bu güzel günlerin arasına bir 10 Haziran karıştı? Neden toz pembe anılarım, katran karasına dönüştü? Neden X ile Y’nin arasına giren bir Z oldu? Neden bütün bilinmeyenlerimi elimden aldı? Şimdi ben de üniversite sınavında matematik çözecek bir sözelci gibi hissediyorum. O berbat değer verme esprisini bile yapabilirim. Bugün bir matematik öğretmeninin en acı günü.
“Kızım yeter artık. Yedin bitirdin kendini.” Başını onaylamaz bir şekilde sallayan annem, odama bakıp söylenmeye devam etti. Haberi aldığımdan beri evde terör estirmiştim. Annemin misafirler için olan ama diğer zamanlarda elimizi süremediğimiz takımının bozulmasını sağlayıp Gökhan’ın gitarının tellerini koparmış, Hakan’ın bacaklarına ağda yapmıştım. Zavallı kardeşim en son acıdan bayılınca annem çareyi beni odama yollamakta bulmuştu. Kardeşlerim ve annem beni evden atmadığı için şanslı olmalıydım. Benim her türlü deliliğime alışık olan, delirdiğim zaman ben iyi olayım diye her yaptığıma katlanan ailemi çok seviyordum. Ancak şu an da o hala bozuntusu tek halamı sevdiğimden şüpheliydim.
Odama girdiğim zaman da ilk işim ortalığı dağıtmak olmuştu. Bütün matematik problemlerimi elime alıp tek tek çözdükten sonraki halim ise Yeşilçam filmlerini izleyip ağlamaktı. İki kutu mendil önümde, elimde bir peçete anneme baktım. “Yetmez, Asiye Sultan yetmez. Bugün, benim hayatımın en kötü günü. O yüzden ...” Burnumu silmek için ara verdim. İğrenç bir sesle sümkürdükten sonra da konuşmama devam ettim. “... o yüzden, bana yeter demeyin.”
Annem, geçen sene kaybettiğimi sandığım fakat odayı dağıttığım sırada bir yerlerden çıkan mavi şortumu alıp yanıma oturdu. O şortu ne kadar aradığımı Allah bilirdi. İhtiyaç anında ortaya çıkmazdı zaten böyle şeyler.
İlk iş olarak izlediğim Mavi Boncuk filmini kapattı. Tarık Akan, Kemal Sunal, Emel Sayın ve daha birçok oyuncunun olduğu bu filmi çok seviyordum. Ne zaman canım sıkkın olsa bu filmi açıp izlerdim. Annem odama hiç gelmemiş, filmi kapatmamış gibi tekrar açıp kaldığım yerden izlemeye devam ettim. Filmin en eğlenceli sahnelerinden birisinde hiçte kibar olmayan bir ifadeyle ağlamaya başlamam annemi çileden çıkarmaya yetti. Filmi tekrar kapatıp bilgisayarı bu sefer ulaşamayacağım bir yere kaldırdı. Tam anneme, “Sen az önce ne yaptın kadın” bakışımı atmaya hazırlanırken konuşmaya başladı.
“Nazlı’m, güzel kızım benim,” derken bir taraftan da saçlarımı okşaması bende kedi gibi miyavlama istediği uyandırmadı desem yalan olur. Anneme iyice sokulup söylediklerini dinlemeye başladım. “Annem, neden dünyanın sonu gelmiş gibi davranıyorsun?” İtiraz etmek için sokulduğum anne kucağından çıkacağım sırada, eliyle başımı tuttu.
“Hiç o güzel çeneni yorma da söyleyeceklerimi dinle bir. Halan, artık otuz beş yaşına geldi. Dedenle babaannen dünyayı gezmeye gittiğinden beri nasıl olduğunu sen biliyorsun. Hem yıllardır göçmen kuşlar gibi geziyor. Ne güzel ki evlenmek, yuva kurmak istiyor. Halanla aranızdaki bağı anlıyorum ben. Ama o da mutlu olmalı artık kızım. Bırak artık ölüm haberi almışsın gibi davranmayı.” Aslında çok mantıklı konuşsa da anneme itiraz etmekten kendimi alamadım. Mantık o an benim için pek işlemiyordu ne de olsa. Girdiğim anne kucağından çıkıp konuşmaya başladım.
“İyi de anneciğim onun ailesi biziz zaten. Hem gelmiş otuz beş yaşına, bu yaştan sonra evlenip ne yapacak? Hayır, şunun şurası kırka ne kaldı? Otur, hala yeğen birlikte evde kalalım değil mi?”
Konuşmama gayet iyi bir giriş yapmıştım. Ama gelişmede çuvallayıp sonuç bölümünde batırınca annem de delirdi. Hiçbir zaman kompozisyon konusunda iyi olamadım zaten. Türkçe, pek sevdiğim bir ders değildi.
Söylediklerim, ilk olarak annemin tam sol kulağından içeri girdi. Yakınımda orası vardı çünkü. Oradan gerekli yerlere iletildi mesajı verilince, kelimenin tam anlamıyla delirdi kadın. Önce gözleri seyirmeye başlayan annem, karşısında şeftali demişim gibi yüzünü ekşitmeye başladı. Bir ara kulaklarından çıkan dumanları da gördüm gibi geldi bana hatta. En beteri ise konuşmaya başladığı an oldu.
“Bana bak küçük hanım, benim sinirlerimi bozma. Anne terliğini de geçtim, anne merdanesi ile seni bir döverim görürsün halayı da evde kalmayı da. Çabuk şu ortalığı topla, baban işten gelecek. Sabah halan gelecek. Benim tepemdekilerle oynama! Halan bir evlensin sıra sana geliyor zaten. Hiç gözlerini belertme bana küçük hanım. Deden gitti baban öğretmen olmak istemiyor diye kaç yaşından sonra kız çocuğu yaptı. Sonra üstüne otuz yaşında benim başıma o deli halanı musallat etti, karısıyla birlikte dünya turuna çıktı. Emekli maaşını dünyanın bilmem neresinde yiyor. Yetmiş yaşında adamın ne işi var çözemedim dünya turunda hâlâ. Deli halan desen, otuz beş sene bekledi bekledi, yedi yaşından beri az görümcelik yapmamış gibi evlenmeye kalktı. Deden kızı evlenecek, isteneceği gün geliyor. Hindistan’da ineklerin düğününü izleyecekmiş beyefendi! Elli yaşına geldim; bir tarafta kızım, öbür tarafta deli görümcem en son da ergen iki oğlumla uğraşıyorum! Gelmeyin benim üstüme!”
Annem, bütün rekorları kırarak bu cümlelerin hepsini tek nefeste kurmuştu. Son sözü söyledikten sonra da çıkıp gitti. Ben de arkasında az önce annesinden azar yemiş bir kız çocuğu gibi onurumu korudum ve yüzüne karşı söyleyemediklerimi arkasından söyledim.
…
Annem odadan çıktıktan sonra odamı toplamaya başladım. Kendime acıma seansı buraya kadardı. Asiye hanımın tepesindekiler işe karıştıysa yandığının resmiydi ne de olsa. İlk işim mavi şortumu almak oldu. “Gel bakalım güzelim buraya,” diyerek aldığım şortu bu sefer bulabileceğim bir yere kaldırdım. Malum yaz ayındayız, ne zaman lazım olacağı belli olmazdı. Sağa sola fırlattığım kötü gün dergilerinin artık emekli olduğunu görünce onları çöpe, geçen kış aldığım kırmızı kazağı dolaba kaldırdım.
Bir saat boyunca dağıttıklarımı topladıktan sonra kopan belim ile yatağın hemen kenarına oturdum. Akılsız başın derdini bu sefer belim çekmişti ne yazık ki. Sessizlik içinde bugünkü yegane derdime geri döndüm. Aslında olay halamın evlenmesi değildi, olay onun üzüleceğini düşünmemdi. Çünkü babam, dedem ve ikizler hariç bütün erkekler kötüydü. Hepsinden nefret ediyor hayatıma bir oda, oyuncaklarım ve ben olarak devam etmeyi planlıyordum. Tabi, henüz anneme bu planımı açmamıştım ama olsun, onunda sırası gelir nasıl olsa.
“Halamın da üzülmesine izin veremem. Ne olursa olsun bu evliliğe mani olmalıyım.” Yastığımı kucağıma alıp geçmişe doğru küçük bir yolculuğa çıktım. Üniversitenin ilk yıllarındaydım yeniden. Hani şu uçarı zamanlar. Akıl bir karış havada olur, her türlü çılgınlık yapılmak istenir. Yüzümde acı bir gülümseme olurken, “hayatımdaki en büyük çılgınlığı yaptım zaten bende,” diye düşündüm. O zamanlar çılgın bir arkadaş grubumuz vardı. Yedi kişilik bu grupla her yere gider, her şeyi yapardık. Bir gece yarısı evden çıkıp, kafamız nereye eserse oraya gitmek yaptığımız en eğlenceli çılgınlıktı. Nereye gideceğimizi hiçbir zaman bilmezdik. Tamamen tesadüfen bir rota belirler, oraya giderdik.
İki babalı, şımarık bir kız olarak büyüdüm ben. Ondandı biraz da büyüyememem. Canım sıkıldığında patavatsızlık adı altında ağzıma geleni söylemem, sinirlendiğim zaman insanları şikâyet etmem. Ne kadar yaşım yirmi sekiz olsa da ben hep sekiz yaşındaki o kız çocuğu olarak kalmıştım. Ne zaman bir şey isteyecek olsam dedem hemen istediğimi yapar, babam sesini çıkartmazdı hiç. Zaten O'nu da böylece tanıdım. O yaz ve üniversitenin üçüncü sınıfı hayatımı değiştiren zamanlar oldu. Bazen “keşke” diyorum, tanımasaydım onu. Sonra aklıma güzel günler geliyor, kızıyorum kendime. Böyle bir çelişki işte.
“Nazlı, çık şu odadan artık. Sofra hazır. Baban da geldi.” Annemin sesiyle yeniden bulunduğum ana döndüm. Ne zaman olduğunu bilmeden eski resimleri çıkarmıştım. Elimde üniversitedeyken gittiğimiz bir Justin Timberlake konserinden resimler vardı. İçimi hep yirmi iki yaşında, gözlerinin içi gülen o genç kıza döküyordum. Yıllardır sadece o kız dinlemişti beni. Başkasına anlatmaya hiçbir zaman cesaret edememiştim. Çevremdeki herkes beni ne kadar deli dolu, cesur bir kız olarak tanısa da çok korkaktım ben. En gizli yaralarımı hep içimde taşırdım. Belki, yirmi tane sokak köpeğinin arasından geçebilirdim ama hiçbir zaman dertlerimi birilerine açacak kadar cesur olamadım. Çevremdeki kalabalıkların içinde yalnızdım ben. Bir tek O olmuştu işte.
“Geliyorum anne.” Hızlı bir şekilde eski anıları kilitli sandığına kaldırıp odadan çıktım. İlk önce lavaboya gidip, elimi yüzümü yıkadım. Kimse bilmiyordu bu beni. O’nunla yaşadıklarımı. En yakınım olan halam bile bilmiyordu bu kızı. Bir tek Gökhan, erkek kardeşim tanıyordu, biliyordu bu beni. Ama o bile çok az bir kısmına hâkimdi. Olayların tamamını, yaşadıklarımızın birçoğunu bilmiyordu.
Derin bir nefes alıp, sahte yüzümü takındım. Banyodan çıkıp salona geçtiğimde bütün ailemin masada olduğunu gördüm. Yıllardır alıştığım gibi yaparak bende masadaki yerimi aldım.
“Afiyet olsun.”
Sesli onayların arasında yemeğime geçtim. Kendimi ailem ile konuşamayacak, sofrada eğlenceli bir sohbet başlatamayacak kadar yorgun hissediyordum. Yıllar binmişti sanki omuzlarıma. Dünyanın yükü vardı ve ben altında kalmıştım o yüklerin. Ne yediğime çok da dikkat etmeden tabağıma gömüldüm ve düşüncelerimin arasında kayboldum.
…
Olaysız ve çok sessiz geçen bir akşam yemeğinden sonra aile saatimizi de tamamlayıp hepimiz odalarımıza çekildik. Ne kadar kafamın içi dolu olsa da başımı yastığa koyar koymaz uyumuştum. Uzun zamandır olduğu gibi gördüğüm rüyaları hatırlamadığım bir geceden de yatağımın sallanmasıyla uyandım.
“Naaaazzzzzllllıııı! Uyan artık.”
“Ne oluyor ya?” Sesim, uykulu çıktı. Elimle sağ gözümü ovalayıp, tepemde dikilen halama baktım. Evet, halam tepemdeydi. Rüya görmediğümden emin olmak için gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım ve en sonunda gerçek olduğuna karar verdiğimde bütün uykum açıldı. Bu kadın otuz beş yaşındaydı!
“Ne yapıyorsun hala ya? Çocuk musun sen? Ne bu haller?” Uyku sersemliğinden olsa gerek karşımdaki kişinin kim olduğunu bir an unuttum ve direkt çemkirme moduna geçtim. Koluma atılan cimcik ile kendime geldim. Baya acımıştı doğrusu. Dana gücü vardı bu kadında!
“Ne biçim konuşuyorsun sen halanla? Bana bak sinirlendirme beni.” Yataktan inip, üstüne başına çeki düzen verdi. “Hadi salona gel söyleyeceklerim var.”
Son sözlerini söyleyip bir kraliçe gibi giden halamın arkasından şaşkınca baktım birkaç dakika. Bazen hangimiz daha çocuk olduğunu düşünerek yataktan çıktım. Ne kadar kendime daha tam gelememiş olsam da hızlıca salona geçtim. Annem, fuşya rengi üçlü koltuğa; halam ise karşısındaki tekli koltukta oturmuştu. Annemin yüzünde hâlâ uykusunun izleri vardı, halama çatık kaşlarla bakıyordu. Halamın zaten dünya umurunda değildi. Anladığım kadarıyla beni bekliyorlardı.
“Beni mi bekliyorsunuz?” Yavaş adımlarla annemin yanına geçip oturdum. Halamın heyecanlı girişi sırasında fark etmemiştim ama saat çok erkendi. Güneş bile daha yeni doğuyordu.
Halam bu kadar erken bir saatte, annem ve benimle ne konuşacak olabilirdi? İçimden bir ses duyacaklarımın hiç hoşuma gitmeyeceğini söylüyordu.
“Biliyorsunuz ki kısa bir süre önce evleneceğimin haberini verdim.”
Ay bana bir şeyler oluyordu. Direkt konuya girdi kara cadı. Elim başıma giderken dramatik bir şekilde konuşmaya başladım. “Tansiyonum düştü sanırım anne. Başım dönüyor, kalp krizi de geçiriyor olabilirim.” Sağ bileğimi anneme uzatıp, sol elimi alnıma koydum. Türk filmi sahnelerini aratmayan bir oyunculukla oynuyordum.
“Nazlı, getirme benimkileri gene.” Kolumu bana geri iade edip konuşmaya devam etti. “Sende ne diyeceksen de artık Hürrem. Sabahın köründe diktin bizi ayağa, sıcacık kocamın koynundan çıktım ben. Hem de pazar sabahı. Yıllar oldu şu huyundan vazgeçmedin bir türlü.” Tam seninkiler de hiç gitmiyor anne, demeye hazırlanıyordum ki son söylediğiyle annem noktayı koydu. Bu kadın da elli yaşındaydı! Ailemdeki kadınlar neden böyleydi acaba?
“Yatak odası muhabbetini içinde tut yenge. Abimle olan yakınlığınızın derecesini biz bilmek zorunda değiliz. Birimiz kızın diğerimiz görümcen. Üstelik Nazlı küçücük bir kız. Hayal gücünü kirletmeyelim lütfen.” Mantıklı başlayan konuşma bana dönünce tamamen saçma bir boyuta gelmişti. Ortaya geçip ayaklarımı yere vurma isteğime engel olarak halama döndüm. Sonuçta ben olgun bir kadındım.
“Hala ben yirmi sekiz yaşındayım. Yaşıtlarımın torunları olacak!” Hiç abartmadım!
“Zaten o yüzden sıradaki sensin anneciğim merak etme.” Annem, halama cevap vermek yerine direkt bana ithafen konuştu. Tamamen istediğimiz konuya odaklı olmak biz Ayan kadınlarının en büyük özelliklerinden birisidir.
“Anneciğim, bence biz halamı dinleyelim. Hani onun diyecekleri vardı.”
Konuşma ne ara bu kadar dağıldı bilmiyordum ama annemin son söylediği şeyle kendime geldim. Tehlikeli konular yerine topu yeniden halama gönderdim.
Tabi ki o da bu pası gole çevirdi. Hem de ne gol!
“Evet, benim diyeceklerim vardı." Oturduğu yerde kıpırdandı önce. Az sonra diyeceklerinin ağırlığından emin bir şekilde boğazını temizledi ve masum bir yüzle bana baktı. "Şimdi biliyorsunuz ki ben evleneceğimi söyledim.” Şu cümleyi döndürüp dolaştırıp sırf beni gıcık etmek için söylemiyorsa ben de halamı hiç tanımıyordum. Derin bir nefes aldım, halamda heyecanı artırmak için olsa gerek kısa bir ara verdiği konuşmasına devam etti.
“Ama size bahsetmek gereken ufak bir detay var." Gözleri iç içe geçmiş ellerinde, parmakları ile oynuyordu. Mırıl mırıl bir sesle devam etti konuşmasına. "Şimdi, şöyle bir şey oldu. Eeee, yenge sakin ol tamam mı? Nazlı, sakın çığlık atma halam. Herkes uyuyor biliyorsun ki ve abim duymasın bak sakın.”
Halamın öyle bir hali vardı ki, sesinin tınısından bile elim ayağım titremeye başlamıştı. Annemin de benden kalır hali yoktu.
“Hürrem, ne diyeceksen de. Korkmaya başladım ben.”
“Tamam, tamam.” Derin bir nefes alıp, tek seferde söyledi. “Yenge, Nazlı ben aslında evlilik olayıyla ilgili ufacık bir detaydan bahsetmedim size. Ben, ben,” gözlerini kapatan halam konuşmaya devam etti. “Ben aslında 3 ay önce evlendim. Hatta şu an beş haftalık hamileyim. Oh be rahatladım.”
Halam, kucağımıza attığı bomba ile arkasına yaslanırken annem ve ben sessizce kalakaldık. Şaşkınlıktan bir iki saniye kadar birbirimize baktıktan sonra ilk kendine gelen annem oldu. Biraz önce benim yaptığım gibi bir elini alnına koyup diğerini benim kucağıma attı. “Ay bana bir şeyler oluyor galiba,” demeyi de ihmal etmedi tabi. Ama o benim sözüm anneciğim!
“Allah’ım neydi günahım? En güzel yaşlarımda uğraştığım yetmemiş gibi, yaşıtlarım torunlarıyla uğraşırken ben görümcemin aşk hayatıyla uğraşıyorum. Normal kaynanalar, kayınbabalar Ağva'da yazlık alır benimkiler dünya turuna çıkar, dağa tırmanır. Ben nerede hata yaptım acaba?” Hâlâ şaşkın bir şekilde bir anneme bir halama bakmaya devam ediyordum. Henüz beynimde gerekli yerlere sinyal gitmediğinden olsa gerek tepki veremiyorum.
Beş dakika kadar süren bu sessizliğim annemi kendine getirirken, halamda oturduğu yerden kalktı.
“Anneciğim, yavrum iyi misin? İnme geldi kızıma hep senin yüzünden pis görümce.” Annem, bir taraftan halama kızmaya devam edip, diğer taraftan yüzüme vuruyordu.
“Halam, güzelim bana bak. Yenge bir sus sende.” Halamın da annemden kalır bir yanı yoktu. Hem birbirlerine laf sokup hem de beni kendime getirmeye çalışıyorlardı. İkisinin de sesini bir sis perdesinin arkasından izliyordum. Kendime gelmem için önce girdiğim hala çıkmazı’ndan kurtulmam lâzımdı. Ne zaman halam, benim canımı sıkacak bir şey yapsa böyle olurdu.
Annem ve halamın beni kendime getirme çabalarını yok sayıp olayları bir kez daha gözümün önünde canlandırdım. Halamın son sözleri kulaklarımda çınladığı an ise ağzımdan kaçan çığlığa engel olmadım. Aklım tamamen gitmiş bir şekilde ayağa kalkıp, bağırmaya başladım.
“Nasıl yani ya? Ne demek hala bunlar? Anne, ne diyor halam? Ben daha ‘evleneceğim’ kısmını hazmedememişken, bir de bunlar ne demek oluyor? Çıldıracağım ya...” Cümlem annemin eline ağzıma kapatmasıyla yarım kaldı.
“Kız sus, herkesi başımıza toplayacaksın. Sessiz ol. Tamam, bir hata yapmış ama sessiz bir şekilde halledelim şu işi.” Annem haklıydı belki ama ben onu dinleyemeyecek kadar ne yaptığımı bilmez bir haldeydim.
“Ne sessizi ya? Sessizi mi kaldı bu işin? Görmüyor musun anne? Kadın hamile!” Son cümlemle birlikte babamın sesi de duyuldu.
“Kim hamile?”
Evet, şimdi sıçmıştık işte. Buyrun cenaze namazına.
***