1
Genç adam giydiği takım elbisenin içinde kusursuz görünüyordu. Şu an üzerinde siyah ve beyazla gelen bir kusursuzluk hâkimdi. Simsiyah saçları kısacık kesilmişti ve kirli sakalları onun daha da karizmatik görünmesini sağlıyordu. Mavi gözleriyse bir okyanus kadar karanlıktı.
En azından onu izlemekte olan kız böyle düşünüyordu. Bu adam ona yardım eder miydi, işte işin o kısmından habersizdi.
Bedeni şiddetli bir öksürükle sarsıldı. Genç adam bunu görmüştü. Bakışları bir an kıza kaydı sonra kaşlarını çatıp önüne döndü. Hızlı adımlarla yürüyordu. Hemen evine gitmek istiyor gibiydi ki zaten bütün hareketleri bunu belli ediyordu.
Öksürmekten kurtulduğu dakika doğrulup tekrar adamın peşinde takıldı. “Selam,” dedi heyecanlı olduğu her hâlinden belli olan bir sesle.
Adam durmamış ya da ona cevap vermemişti. Bu apartmanda yaşayanlar insanlık ne demek bilmez miydi?
Onun hızlı adımlarına artık neredeyse koşarak karşılık veriyordu. Önüne geçme çabasıyla daha da hızlandı ve sonunda adamla göz göze gelmeyi başardı. “Lütfen bana yardım et.”
Adam duraksadı, kalın sayılabilecek ama yüzüne çok yakışan kaşlarını çatmıştı. “Anlayamadım?”
“Bana yardım et. Beni hatırlamadın mı? Seninle kitapçıda karşılaşmıştık.”
Bu doğruydu, adamla kitapçıda karşılaşmışlardı ve kavga etmişlerdi. Bir kitap vardı, çok eskiydi ve Erna kendini o kitabı almak zorunda hissetmişti. Adam da onunla aynı fikirdeydi ve sözü ondan daha çok geçtiğinden kitap onun olmuştu. O da bütün cazgırlığıyla adamı aşağılamış ve adamın öfkeyle kitabı alıp çıkışını izlemişti.
Bu karşılaşmayı niye hatırlatmıştı sanki? Adam şimdi yeniden sinirlenecekti. Böyle bir hatıranın ona yardım etmesini sağlaması imkânsızdı.
Belli ki adam da onunla aynı şeyi düşünüyordu. Bir an sonra “Evet, hatırladım,” dedi sakin fakat imalı bir sesle.
Adam duruşuyla bile kendini ondan ayırıyordu. Dimdik omuzları, hafif kalkık çenesiyle saygın bir insan izlenimi çiziyordu. Bir an onu kıskandı genç kız, daha doğrusu ona imrendi. Onun gibi olabilmeyi gerçekten isterdi. Sonra dudaklarını kemirdi. Şu an ne kadar istese de bunu yapamazdı. O yüzden elinden geleni yapması şarttı.
Derin bir nefes aldı. “Tamam, bunu hatırlatmamalıydım. O günkü kaba davranışım için özür dilerim. Lütfen bana yardım et, lütfen.” diye yalvardı.
Genç adama masmavi gözlerini sevimli bir şekilde sunmuştu. Birazdan ellerini kedi gibi kaldırıp miyavlayacakmış gibi bir hâli vardı. Kimse elinden geleni yapmadığını söyleyemezdi, değil mi?
Adam onun bu hâlini izlerken yüzünü kaplayan tebessümü engelleyemedi. “Tamam, beni izle ve derdini dinleyeyim. Sonra kararımı veririm.”
Tekrar yürümeye başladı, genç kız da peşinden koşturmaya kaldığı yerden devam etti. Bu kadar kolay olacağını hiç düşünmemişti. Gerçekten adamın ona yardım etmeyi kabul edebileceğini sanmıyordu. Belki de şanslı günündeydi?
Aslında yaptığı çok aptalcaydı, bunu biliyordu. Anlattığı zaman adama basit bir şey gibi görünecekti ama öyle değildi. Onun acilen karnını doyurup ilaçlarını içmesi gerekiyordu. Yoksa kusacaktı çünkü öksürük nöbetleri onun kusmasına sebep oluyordu.
Birlikte lüks apartmanın girişini geçtiler ve asansöre bindiler. İkisi de konuşmuyor yahut birbirine bakmıyordu. Erna çaresizlik içinde dudaklarını kemirirken o her zamanki gibi asil duruşuyla varlığını ondan ayırmaya devam ediyordu.
Asansörün kapıları açıldı, adam dışarı çıktıktan sonra sola döndü ve biraz yürüyüp siyaha yakın bir kapının önünde durdu. Kapıdan bile asalet taşıyordu. İçten içe onun zengin olduğuna sevindi Erna. Zengin ve cömert olabilmesini dilemeden de edemedi. Zaten böyle görünen birinin fakir olması beklenemezdi.
“İçeri gel,” dedi adam. Kapıyı açmış, geçmesi için aralık bırakmıştı.
Kızın hayranlıkla etrafını izlemesine aldırmayarak mutfağa geçti. Onu takip edeceğini biliyordu. Kızın tüm akşam boyunca yaptığı bu değil miydi zaten?
Önce üstündeki ceket ve kravattan kurtuldu, ardından dolaptan bir şişe su alıp kafasına dikti. Bu sırada kız da mutfağa girmişti.
Kendine geldiğine kanaat getirdiği sıralarda etrafı hayranlıkla süzmekte olan kız da ona yaklaşmıştı.
Kollarını göğsünde kavuşturup “Evet, şimdi seni dinliyorum,” dedi genç adam. Gözlerinin içine dikkatle bakıyor, niyetinin ne olduğunu sahiden de merak ediyordu. “İstediğin ne tür bir yardım?”
“Bana yemek verir misin? Ailem yok, hiç param kalmadı ve yanında kaldığım arkadaşım beni evden kovdu. Fark ettiysen hastayım, ilaç içmek zorundayım ve gerçekten çok açım.”
Erna tüm bunları tek nefeste söylemişti. Bu yüzden konuşurken yüzü kızarmıştı. Sözleri bittiğinde derin bir nefes aldı. Adama umutla bakıyordu.
“Bu kadar mı?”
Başını umutla salladı. “Evet, lütfen.”
Adam tekrar gülümsedi fakat bu kez alayla. Yüzünde şaşkınlık ve küçümseme dolu bir ifade oluşmuştu. “Yani sen bir dilencisin?”
“Ah, hayır!” dedi Erna. Gözleri dolmuştu. “Sadece yardıma ihtiyacım var. Açken nasıl çalışabilirim, söyler misin? Yoksa çalışırım. Zaten bütün gün iş aradım ama kimse beni işe almadı.”
Sözleri oldukça gülünç olsa da çok dürüst görünüyordu. Gerçekten doğruyu söylüyor olabilir miydi?
Bir an kıza acıdığını hissetti. Yüzünü tek eliyle ovduktan sonra başını salladı. Sadece ona yemek vermesi yeterliydi, değil mi? Bunun ona zarar verme ihtimali yoktu. Hem kız sahiden de hasta olmalıydı. Sürekli öksürüp duruyordu.
“Peki, dolaptan istediğini alabilirsin. Bu gece burada da kalabilirsin.”
Erna tekrar öksürük krizine girmişti bile. Heyecanı nefes almasını engellediğinden şimdi daha kötü görünüyordu. Genç adam elindeki şişeyi hızla kıza yaklaştırıp içmesini sağladı.
“Senin neyin var böyle?” diye sordu dehşetle. “Öksürürken ölecekmiş gibi duruyorsun.”
“Ölmüyorum, korkma! Sadece üşüttüm, doktor öyle söyledi.”
“Doktora nasıl gittin?”
Genç kız öğrenci kartını çıkartıp sırıttı. Elbette bu liseden kalmaydı ama küçük göründüğünden kimse anlamıyordu. “Arkadaşımın aile hekimine göründüm. Bilirsin, bu ülkede öyle bir yasa çıkmıştı. Ve aile hekimine ulaşamayacak mesafedeysen başka bir aile hekimine misafir olarak görünebilirsin.”
Dağhan bunu daha önce hiç duymadığını söyleme gereği duymadı. Başını sallayarak kızı tutmayı bıraktı. “Tamam, hadi yemeğini ye ve şu ilaçları iç.”
Erna sevinçle gözlerinin dolduğunu hissetti. Farkında olmadan adama sıkıca sarılıp söylendi. “Çok teşekkür ederim! Sen bu şehirde karşılaştığım en iyi insansın. Buradakiler kafayı yemiş, beni hırsız ya da seri katil sanıyorlar. Kimse yardım etmek istemiyor. Sen bir iyilik meleği olmalısın! Çok teşekkür ederim.”
Adam hafif bir sırıtma eşliğinde kızı kendinden uzaklaştırdı. “Sakin ol, emin ol sen bir hırsız olsaydın bunu anlardım. Hem benden kaçamazsın… Kaçsan bile, elime geçtiğinde kurtuluşun olmaz. Şimdi yemeğini ye.”
Genç adam şaka yapmıştı ama Erna bunu fark etmedi. Gözleri birden korkuyla irileşti. Adam onu hırsız sansaydı ne yapardı? Büyük bir ihtimal canına okurdu. Acaba avukat ya da savcı gibi bir şey miydi? Öyle olsa şaşırmazdı.
Hoş, korkmasına gerek yoktu. Sonuçta o bir hırsız değildi ve şimdi sakin olmalıydı. Başını sallayarak dolaba yöneldi ve yiyecek bir şeyler aramaya koyuldu. İçecekten başka hiçbir şey yoktu ki!
“Ama bu dolap boş,” dedi hüzünlü bir sesle.
Adam mutfaktan çıkmak üzereyken geri döndü. “Doğru olma ihtimali var, kardeşim gelmiş olmalı. Pizza yer misin?”
Ağzının sulandığını hissederek başını salladı.
“Kaç dilim yiyebilirsin?”
“Bir büyük yerim aslında…”
Dağhan şaşkınlıkla kızın vücuduna baktı. 1.65 boylarındaydı ve tahminen 50 kiloydu. Ama böyle bir kız kocaman bir pizzayı mı yiyecekti?
Gülmemeye çalışarak telefonunu çıkardı ve bir büyük, bir orta boy pizza söyledi. “Pizza gelene kadar oturabilirsin?”
“Teşekkür ederim.”
Erna etrafını inceleyerek mutfaktan çıktı ve adamı takip etti. Kocaman bir oturma odasına girmişlerdi. Yerler parke kaplıydı ve üstünde bembeyaz halılar seriliydi. Bütün eşyalar da beyazdı. Hatta duvarların rengi, perdeler ve diğer her şey de…
“Bu ne be?” dedi farkında bile olmadan.
“Ne, ne?” diye sordu genç adam.
Kız yüzünü buruşturmuş, kusacak gibi duruyordu. Dağhan bir an bunun dehşetiyle soluğunu tuttu. Böyle bir şeyi görmek istemiyordu.
“Her yer bembeyaz!” dedi Erna. “Sen manyak mısın, evde renk yok!”
Tek kaşı hafifçe oynadı Dağhan’ın. “Yardım dilendiğin evi mi beğenmiyorsun?”
“Ben dilenmiyorum! Eğer gerçekten böyle düşünüyorsan gidebilirim.”
“Peki, dilenmiyorsun,” dedi Dağhan. Onun tüm gücüyle sarılmaya çalıştığı küçük gurur kırıntısını çiğnemek için hiçbir sebebi yoktu. “Ama yardım istediğin kişinin evine hakaret edebiliyorsun?”
“Bu kulağa daha mantıklı geliyor.” Başını ciddiyetle sallarken adamın onunla uğraştığını fark etmemişti. “Ama arkadaşım, şu eve bir baksana! Renk yok resmen, gözlerim bulandı. Aynı bir hastane gibi!” Söylediği her sözle adamın kaşı yükseliyordu. Hatasını fark ederek hemen durdu. “Neyse yine de hakkın var, saygılı olmam gerek. Düşünmeden konuştuğum için özür dilerim.”
Eliyle ağzına fermuar çektikten sonra koltuğa yerleşip gözlerini kapattı. Şimdi Dağhan şaşkın bir hâlde kızı izliyordu.
“Sen gerçekten de çok garip birisin.”
“Ah, teşekkürler…” Erna yattığı yerden gülümsemişti. “Sen de çok iyi birisin.”
Adam onun samimiyetine gülümsemeden edemedi. Bu kız hiç güvensizlik nedir bilmez miydi? Bir yabancıya sanki yıllardır arkadaşlarmış gibi rahat davranıyordu. Sırf ona yardım etmeyi kabul ettiği için Dağhan’a öylece güvenmeye karar vermiş gibiydi. Nasıl böyle olabilirdi?
“Neden ailen yok?”
“Öldüler. Babam iflas ettiği için ben de kaçıp buraya geldim.”
“Ankara’da tanıdığın biri mi var?”
“Mektup arkadaşım vardı. Bir süredir onunla kalıyordum ama kavga ettik ve beni dinlemeye bile tenezzül etmeden evinden kovdu.”
“Neden kavga ettiniz?”
Erna huzursuzlukla kıpırdandıktan sonra gözlerini açtı. Gözleri şimdi kızarmıştı. “O birini seviyordu, çocuk ise ona yüz verse de aynı zamanda bana da asılıyordu. Hem de sapıkça düşünceleri vardı. Ben de arkadaşıma gerçeği anlattım. Kıyameti kopartıp beni evden kovdu. Ben adi bir sürtükmüşüm, sevdiği adamı çalmaya çalışıyormuşum ve yerim burası değil Taksim’miş.”
Dağhan genç kız ağlarken bir an ne yapacağını şaşırdı. Acı çektiği her hâlinden belliydi ki duyduğu sözler çok ağır gelmiş olmalıydı. O kız da arkadaş mıydı yani? Dağhan onun kıskanç ve bencil biri olduğundan emindi.
Yerinden kalkıp kıza bir peçete uzattı. “Anlıyorum. Eşyaların yok mu peki?”
“Giysilerimi parçalamış. Evden ayrılırken bir tek telefonumu ve son kalan paramı alabildim. O parayla da buraya geldim ki iş bulabileyim. Biz ıssız bir yerde kalıyorduk. Oralarda kiralar ucuz oluyormuş.”
Dağhan kıza gerçekten acımıştı. Ne yapacağını bilemeyerek bir süre sustu. Sonra kızın sesini duydu ve bir kez daha şaşkınlığa uğradı.
Bu kız aklına ne gelse o an söylüyor, duyguları da düşünceleri kadar hızlı değişiyordu. Hayatı boyunca hiç onun gibi birini görmemişti.
“Baksana iyi adam, senin evin çok pis… Bir yardımcın var mı?”
“Evim pis mi?”
“Maalesef… Mutfak yemek lekeleriyle dolu ve yere çorba döküldüğünden neredeyse eminim.”
Tek kaşını kaldırdı.
“Ayrıca halının üstünde kırıntılar var. Tüm eşyaları beyaz seçmekle hata etmişsin.”
Dağhan bir an kızın işaret ettiği yere baktı. Ardından sinirle iç çekti. “İkizim… O serserinin tekidir.”
“Öyle mi?”
“Evet,” dedi Dağhan tekrar iç çekerek. “Ayrıca bir yardımcım yok. Yani vardı ama ikizim ona asılınca istifa etti.”
Erna sırıtarak adamın yüzüne doğru yaklaştı. “Acaba burada çalışabilir miyim?”
Tekrar öksürmeye başlayınca eğilerek sırtını tuttu. Öksürmek çok acı verici olabiliyordu. Ne zaman geçecekti bu hastalık?
“Sen kendine bile bakamıyorsun, koca evi nasıl temizleyeceksin?”
“Yapabilirim,” diye itiraz etti Erna. “Öksürmek, sakat kalmak değildir. İlaçlarımı düzenli kullanırsam birkaç gün içinde iyileşirim. Hem arada bir öksürüyorum ve gücüm hâlâ yerinde.” Bunu kanıtlamak istercesine adamın omzuna bir yumruk attı. “Gördün mü?”
Dağhan kaşlarını çatarak kıza baktı. “Evet ve hissettim.”
“Canın yanmamıştır, abartma patron. Sen güçlü bir adamsın. Kasların var, farkında mısın?” Erna farkında olmadan adamın omuzlarına dokunuyordu. “Vay be, sen iyi bir sporcusun.”
Bu kız kesinlikle deliydi. Dağhan yine de güldü. Belki karşısındaki başka birisi olsaydı hareketlerini böyle hoş göremezdi ama bu kızda şeytan tüyü dedikleri şeyden vardı. Üstelik çok dürüst ve saf görünüyordu. Sahiden de açık bir kitap gibi dedikleri insanlara benziyordu.
“Tamam, doğru, canım yanmadı. Şimdi elini üstümden çek.”
“Peki patron.”
“Seni daha işe almadım.”
Erna masum bir tebessümle tekrar adama baktı. “Ama alacaksın, değil mi?”