Kaçışın Akşamı ve Canavarın İddiası
Kiara koşuyordu. Her bir adım, ayaklarının altındaki orman toprağını ezerek, ciğerlerinden çıkan her nefes ise soğuk havayı bir zehir gibi içe çekerek boğazını yakıyordu. Vücudu titrek bir gerginlik içindeydi; artık insan formu ile içindeki vahşi kurt formu arasında tehlikeli bir dengede asılı kalmıştı. Derisinin altında kaslar sürekli kasılıyor, kemikler yer değiştirme eşiğinde acıyla çatırdıyordu. İçindeki kurt, saf bir panikle uluyordu: Kaç! Kurtul! Hayatta kal!
Bu kaçış, sadece fiziksel bir mesafe kat etmekten ibaret değildi. Bu, babasının zorla evlendirmek istediği Alfa Rowan'ın soğuk, sahiplenici bakışlarından; o bakışların ruhunda bıraktığı derin, boğucu utançtan ve en önemlisi, çocukluk arkadaşı Lina'nın kırılan kemiklerinin ve son nefesinde verdiği "benim payıma da yaşa" emrinin ağırlığından bir kurtuluş denemesiydi. Sürüsünden kaçalı saatler olmuştu, ancak her saniye, Rowan'ın kokusunun ona yaklaştığını biliyordu. Duramazdı, durursa kırılırdı, durursa ölürdü.
Ay ışığı, sık çam ağaçlarının iğne yapraklı dalları arasından gümüşi bir şerit halinde süzülüyor, ormanı ürkütücü bir güzellikle aydınlatıyordu. Ancak Kiara için her yer kapkaranlıktı—bu, yalnızca korkunun karanlığıydı, kalbinin deli gibi çarpmasıyla dolu bir boşluk. Koşarken, burası yabancı topraklardı; Black Ridge sınırına ne kadar yakın olduğunu bilmiyordu. Her adımda toprağın, neyin ve çürümüş yaprağın yabancı kokusu burnunu yakıyor, yalnızlığın buz gibi eli sırtını tırmalıyordu.
Aniden, o koku.
Burnuna çarpan koku, tüm dikkatini dağıttı, midesini düğümledi. Çam reçinesi, nem, çürümüş yaprak ve bir şey daha: ağır, iğrenç, eski kan kokusu. Koku, kalbini sıkan, midesini bulandıran bir histi, ölümün öncüsü gibi. Bu, temiz, vahşi bir avcı kokusu değildi; bu, kirlenmiş, çürümüş bir vahşetin kokusuydu.
Kiara sertçe durdu.
Ayaklarının altındaki kuru yapraklar çıtırdadı, bu küçük ses kulaklarında bir silah sesi gibi yankılandı. Korkuyla nefesini tuttu, sanki orman bu küçük, korkak sesi duyup onu ele veriyordu.
Arkasından boğuk, derin, yapış yapış bir hırıltı yükseldi—içini titreten, korkuyu damarlarına enjekte eden bir ses. Bu, yılların yalnızlığıyla dolu, tamamen kontrolsüz bir canavarın sesiydi.
Döndü. Kalbi göğsünde dondu, nefesi kesildi.
On metre ötede, iki yaşlı çam ağacının arasında duruyordu. Ethan.
O, bir zamanlar insan kabuğundaydı ama artık tamamen bir canavarın derisine sarılmış, çürümüş bir ruhtu. Gözlerinde yılların biriktirdiği nefret, açlık ve tiksinti parlıyordu. Üzerindeki yırtık gömlek, kaslı göğsünü açıkta bırakmıştı; kaburgaları her nefeste deriyi yırtacak gibi geriliyor, her iniş kalkışta yalnızlığın acısını haykırıyordu. Kolları sarkık, parmak uçlarından koyu kırmızı bir sıvı damlıyordu—ne kendi yarası ne de başkasının, sadece saf bir şiddet kokusu. Saçları yağlı, uzun ve yüzüne yapışmıştı. Gözleri donuk, kirli sarıydı; içinde ışık yoktu, sadece derin, doyumsuz bir açlık. Dudakları yarı açıktı, salyası iplik iplik akıyor, sarı, kırık dişleri görünüyordu.
"Burası benim av saham," dedi Ethan. Sesi boğazının dibinden, yapış yapış kelimelerle çıkıyordu, her hece öfkeyle tıslıyordu. "Kaçan bir omega kokusu alıyorum. Tatlı. Taze." Kelimeleri Kiara'nın kulaklarında yankılandı, bir tehdit gibi, bir mülkiyet vaadi gibi.
Kiara geriye bir adım attı, bacakları titriyordu, korku gözyaşlarını zor tutuyordu. İçindeki kurt, gururuyla haykırıyordu: Pes etme! Savaş! "Sadece geçiyorum," dedi, sesi titrek ama dik durmaya çalışıyordu. "Kavga istemiyorum." Ama sesindeki çaresizlik, kendi kulaklarında bile alaycı geliyordu.
Ethan başını yana eğdi. Boynu çatırdadı. "Kavga istemiyorsun ama kokun yalvarıyor." Gözlerindeki açlık, Kiara'nın tenini yaktı, yalnızlığını hatırlattı.
Bir adım attı. Yere bastığında dallar gürültüyle kırıldı, yapraklar ezildi. Orman onun ağırlığı altında inledi.
Kiara’nın içindeki kurt uyandı, öfke ve korku karışımı bir ateş gibi yaktı içini. Gözleri bir an zümrüt yeşili parladı. Dişleri uzadı, dudakları gerildi. "Bana yaklaşma," dedi, sesi artık yarı uluma gibiydi.
Ethan sırıttı. Salyası aktı. "Yaklaştım bile."
Ve sonra hareket etti. Bir yırtıcının hızlı, acımasız öfkesiyle üzerine atladı. Kiara, tam dönüşümü başlatmıştı ki, Ethan'ın ağırlığı onu yere yapıştırdı. İkisi birlikte yere yuvarlandı; yapraklar havaya savruldu, çamur sıçradı. Kiara’nın sırtı sertçe toprağa çarptı, nefesi kesildi. Ethan’ın kokusu burnunu yaktı: çürümüş et, eski kan, ter iğrenç, boğucu, midesini kaldıran bir koku.
Dönüşüm tamamlandı, acı kemiklerini parçaladı, ama güç verdi. Kiara artık gece kadar koyu siyah kürkünün içindeydi. Ethan da değişti, kürkü paslı kızıl, mat ve tehditkârdı; vücudu iri, tıknaz ve kaslıydı.
İlk çarpışma vahşiydi. Kiara, pençesini kaldırıp Ethan’ın göğsüne sapladı. Üç derin çizik açtı. Kan fışkırdı. Ethan inledi; acı değil, zevk inlemesiydi. "İşte bu," diye tısladı. "Diren."
Kiara’nın yüzüne pençe indi. Yanağı yırtıldı, kan aktı. Acı, ateş gibi yaktı. Başını yana çevirip uludu, sesi ormanı titretti çaresizliğin çığlığıydı. Ethan kürkünü yakaladı, başını geriye çekti, boğazını açığa çıkardı. Dişlerini gösterdi. Kiara dizini kaldırıp Ethan’ın kasıklarına geçirdi. Adam sendeledi. Kiara altından sıyrılmaya çalıştı. Ama Ethan daha hızlıydı. Ön bacağını büktü; omzundan bir çatırtı yükseldi. Kiara’nın uluması acıyla kesildi.
Ethan güldü. "Ulumaya başla, küçük dişi. Kimse duymayacak." Güldüğü, Kiara'nın yalnızlığını yüzüne vuruyordu.