YANGIN

1721 Words
Aykut'un ev tutmasının üstünden tam bir hafta geçmişti. Bu bir hafta boyunca benimle sürekli iletişim kurmaya çalışmıştı ama ben kabul etmemiştim. Dediğine göre peşin hükümlü davranıyormuşum. Gözlerimin önünde yalanın binini bir paraya sattı. Tak diye evi kiraladı ya bir de... Bana komşu olarak neyi elde etmeye çalışıyordu ki? Haftasonu gelince, bizim Aykut Bey'in taşınması sebebiyle annem bütün mahalleyi örgütledi. Yani kocaman adam, kendi evini kendi taşısın. Bize ne, değil mi? Selamsız Bandosu'nda, cumhurbaşkanının, trenle yurt gezisine çıkacağını öğrenen ve yolculuğu köylerinden geçen reis-i cumhuru karşılamak için aylarca seremoni hazırlığı yapan köylüler gibi biz de mahallece Aykut Bey'i bekledik. Beyefendi küçük bir kamyonetle geldi. Arkadaşından bulmuş galiba. Neredeyse hiç eşyası yoktu. Bir tane tek kişilik yatak, üç tane bavul, bir tane katlanır iskemle, küçük bir masa ve bilgisayrak gibi elektronik eşyaları vardı. Beyaz eşyası bile yoktu. Ev tutmaya kalktığında, ben evini dizeceğini düşünmüştüm. Annemlerin evi temizleme teklifini kabul etmedi ama temizlik malzemelerini ödünç istedi. Annemin merhametli halleri, bütün anaçlığı ve İstanbul'a inat hala yaşayan Anadoluluğu nedneiyle akşam yemeği saatinde, yaptığı her yemekten Aykut Bey'e yolladı. Benimle beraber, gözü önünde büyümüştü. Benim yerime koyup, empati kurmu olmalı. Ama Aykut'un annesi de babası da sağdı ve çok da uzakta değillerdi. Aykut da eli ekmek tutan, okumuş, meslek sahibi, kocaman adamdı. Bu kadar merhamet etmemizi gerekitrecek nesi vardı? O akşam, Aykut'u yemeğe çağırdı. Annemlere bir şey belli etmek istemiyordum ama Aykut'a çok bozuktum. ''Demek askerliğini komando olarak yaptın delikanlı.'' ''Evet Ferdi amca.'' ''Aferin. Şimdi nerede çalışıyorsun?'' ''Bir taşeron firmadayım. Danışmanlığını yaptığımız firmaların veri analizlerini işleyip, ar-ge çalışması yaptıktan sonra aylık fizibilite raporları çıkarıyoruz. Ben ihaleleriyle ilgileniyorum şirketin. Bu ara bir de kendime küçük bir girişimcilik atılımı yapıyorum. Belki ilerde kendi işimi kurarım.'' ''Yaşın daha genç çocuğum. Hayallerini gerçekleştirirsin inşallah.'' ''Amin.'' ''Gökçe, kızım arkadaşına biraz daha yemek koysana.'' ''Zahmet etme Gökçe, doydum.'' ''Sabahtan beri taşınıyorsun oğlum, acıkmışsındır. Biraz daha ye.'' ''Gerçekten doydum, ellerinize sağlık. Patates salatası ve kısır özellikle aynı Gökçe'nin okula getirdikleri gibi olmuş.'' ''Gökçe yaptı onları.'' 2002, BEŞİKTAŞ LİLSESİ ''Gençler, havalar ısınıyor bakın. Okulumuz da lebi derya hani... Cuma günü piknik yapmak isteyen olur mu?'' ''Olmaz!'' diye karşı çıktı Safiye. ''Neden olmaz?'' ''Her şeyi kızlara yaptıracaksınız, siz sadece kola alacaksınız. O yüzden olmaz Onur.'' ''Ya niye? Biz de annemize yaptırırız.'' ''Elin ayağın tutmuyor mu oğlun? Bu yaşında annene mi yaptırıyorsun?'' ''Herkes senin gibi hanım evladı değil tabii. Annenle güne de gidiyorsundur sen şimdi.'' Onur, Aykut'u her zaman çok kıskanmıştı. Neden olduğunu bilmiyoruz ama ya hep Aykut'la yarışırdı ya da böyle yaralı olduğu yerden onu vurmaya çalışırdı. Annesi hep hastaydı Aykut'un. Oda annesine küçük yaşlardan itibaren destek olmaya çalışırdı. Onur'un yaptığı şey çok ayıptı. Aykut, Onur'un üstüne yürüdü. Zor tuttuk ama kavgayı başlamadan engelledik. Onur'a karşı hepimiz tavır almıştık. Okulun ilk senesi gezi olmuştu. O gezide Aykut'un kısır ve patates salatasını çok sevdiğini öğrenmiştim. Onur'un yaptığı yüzünden Aykut'a o kadar üzülmüştüm ki, Aykut'a tatlı bir jest yapmak istedim. Okul çıkışı Aykut'a seslendim. ''Aykut, baksana...'' ''Ne oldu Gökçe?'' ''Müsaitsen, Maçka Parkı'na gidelim mi?'' ''Hayırdır, neden?'' ''Dün piknik muhabbeti yaptık ya... Safiş ve Müco da gelecek.'' ''Yok, ben gelmeyeyim.'' ''Onur'u çağırmadık. Sadece biz bize olacağız.'' ''Fikir onuun fikriydi ama.'' ''Piknik için Onur kıtından akıl mı alacağız? Gel hadi... Bak kısır ve patates salatası yaptım. Safiş sigara böreği ve sarma getirmiş. Müco da yaş pasta yapmış, muzlu. İnanabiliyor musun? Yaş pasta yapmayı öğrenmiş.'' dedim sanki Mücahit uzay mekiği icat etmiş gibi. O günlerden anlamalıydım bu çocuğun pastacı olacağını. Liseden sonra gastronomi bölümüne girdi ve ülkenin sayılı pastacılarından oldu. Ben mühendislik fakültesinde, Safiş fizik bölümünde, Aykut İstatistik bölümünde okumuştuk ama, hiçbirimiz Mücahit'in yaşadığı hayatın kıyısından geçemiyorduk. ''Ben hiçbir şey getirmedim, ayıp olur şimdi.'' ''Sonra sen de bize yemek ısmarlarsın Aykut. Mücahit, Safiş'le benim aramda mı kalsın? Gel işte...'' Onur'un yaptığı terbiyesizliğe o kadar kızmıştık ve Aykut'a o kadar üzülmüştük ki, piknik bahaneydi bizim için. Biz aslında, Aykut için bir şey yapmak istemiştik. Bu kadar da güzel çocuklardık o yıllarda. 2010, İstanbul ''Ellerine sağlık Gökçe. Yıllardır, bu kadar güzelini yememiştim.'' Aykut bana bakınca, aklına aynı anıların geldiğini anladım. Onun için organize olduğumuzu, benim yine o gün, onun için mutfağa girdiğimi anladı. İkimizin de gözünde aynı hüznün buğusu, aynı yıllara özlem... ''Annen nasıl Aykut? Sağlık durumunda herhangi bir eğişiklik var mı?'' ''Aynı... Babam daha çok ilgilenmeye başladı onunla. Ben işten dolayı pek alakadar olamıyorum artık.'' ''En son çok büyük bir ameliyat olacağını söylemiştin. Okulun son senesiydi.'' ''Hastaneye, sormaya gelmiştiniz, sağ olun. Senin getirdiği çiçeğe sonra baktı, büyüttü. Hala evde duruyor, kocaman oldu o çiçek, biliyor musun?'' ''Ya... Annen gerçekten çok ince düşünceli bir kadındı. Konuştuğunuz zaman selam söyle, olur mu?'' ''Başüstüne. Efendim, ben ayıp olmazsa kalkabilir miyim? Yurtdışından bir müşterim arayacak beni. Evde olmam lazım.'' ''Maşallah çocuğum. Allah işini rast getirsin. Gökçe, arkadaşına tabak yap. Sonra acıkınca yer.'' ''Gerek yok, Gökçe. Zahmet etme hiç.'' ''Yok oğlum, genç adamsın. Yersin sen yine. Hem buzdolabında yok senin daha. Gökçe sana bir tabak hazırlasın.'' Aykut'u taşındığı günden sonra uzun süre görmedim. Bana genellikle f*******:'tan mesaj yazıyordu ama ben onu cevapsız bırakıyordum. Ne istediğimi bilmiyordum ama Aykut'un böyle yaklaşmasını istemediğimden de emindim. Öyle seneler sonra karşıma çıkıp da üstüme çökemezdi. Ben nereden bilecektim, belki de İzmir'de sevgilisi vardı. Bana kendini, hayatını, bana karşı duygularını, beklentilerini, vaatlerini anlatmadan, hayatıma dahil olma küstahlığını ona kim verdi ki? Bir akşam uyku tutmadı. Saat artık sabahın dördüne geliyordu. Birazdan sabah ezanı okunacaktı. Kendime sıcak, tarçınlı bir sahlep yapıp, penceremden sokağı izlemeye başladım. Sokak bomboştu ama benim gözlerim daldı. Sonra Aykut'u gördüm. O saatte elinde dosyalar, bilgisayarı ve kulağında telefonuyla geliyordu. Sokakta sesi duyuluyordu, Flemenkçe mi konuşuyordu o? Ne ara öğrenmişti bu dili? Ben Aykut'un kaç dil konuştuğunu bile bilmiyordum mesela. İnsan sevgilisinin hangi dili konuştuğunu bilmez mi? O gece hava çok soğuktu. Aykut'un o saate kadar çalıştığı anlaşılıyordu. Yüreğim elvermedi, saklama kaplarına yiyecek bir şeyler, tatlı ve biraz da meyve koyup, götürdüm. Apartmanın dış kapı şifesini bildiğim için, rahatlıkla girdim. Aykut'un dairesine gelince zile basmak yerine kapıyı tıklattım. Aykut beni kapının dürbününden görmüş olacak ki, kapıyı sorgulamadan açtı. Yüüznde bir şaşkınlık da vardı. ''Gökçe? Ne oldu bu saatte? Her şey yolunda mı?'' ''Eve geldiğini gördüm. İşten mi?'' ''Evet.'' ''Bu saate kadar çalıştın mı yani?'' ''Hala çalışıyorum.'' ''İnanmıyorum sana. Aç mısın? Yemek getirdim.'' ''Ellerin mosmor olmuş, girsene içeri.'' Ben eve girince, elimdeki kapları alıp masanın üstüne koydu. Sonra ellerimi ellerine alıp, sıcak nefesini vererek ısıttı ellerimi. ''Buz gibi olmuşsun. Neden eldiven takmadan çıktın?'' ''İki adımlık yer zaten. O yüzden üşüyebileceğimi hesaba hiç katmadım.'' ''Gel, otur şuraya. Bekle burada.'' İçerden bir battaniye getirdi ve üstüme örttü. ''Birazdan ısınırsın.'' ''Gerek yoktu.'' ''Ellerin soğuktan kangren olacak. Kaç yaşına geldin, hala ellerin iki dakika soğuk görse mosmor oluyor.'' ''Sabah ayazı diye sanırım. Normalde bu kadar kısa sürede üşümezdim.'' ''Üstüne de incecik bir hırka almışsın. Bari mont giyseydin.'' ''İki adım yol, üç metre yürümüyorum. Evin daha soğuk bu arada. Doğalgazı bağlatmadın mı?'' ''Bağlattım ama sadece ocak ve sıcak su için kullanıyorum.'' ''Neden?'' ''Doğalgaz faturasını ödeyemem.'' ''En fazla gelecek fatura iki yüz lira.'' ''Bana kirayı ödedikten sonra kalan para dört yüz lira ama. Yedi yüz lirayı kiraya veriyorum. Faturalar iki yüz lira tutuyor. kalan iki yüz lirayla da bir ay idare etmeye çalışıyorum.'' ''Madem öyle, neden bu evi tuttun?'' ''Anlamıyorsun Gökçe, değil mi? Şuraya baksana... Kıyafetlerim bavullarda, bir tane yatak var, bir tane iskemle... Bir tane küçük tava aldım, onun içinde bir şey pişirip, orada yiyorum. Bak, sen çok değerlisin benim için ama ben bu evi senin zannettiğin sebepten tutmadım. Hayatımın çok çalışmam gereken bir dönemideyim, büyük projelerim var. İstanbul'a bunun için geri geldim. Seninle de aklımda kalan şeyleri yaşamak istiyorum, evet. Ama ben zaten taşınmak için ev arıyordum. Burası, ilk geldiğimizde gözüme çarptı ve baban gelince daha sonra geleceğim eve bakmaya o akşam gelmiş oldum. Benim kendime ait bir alanda, çalışmam lazımdı. Bütçemi yani maaşımı aşmayan tek ev de burası. Sağ ol, senin sayende indirim yaptılar. Yoksa bu kadar güzel bir evi tutmam mümkün değildi.'' ''Bu saate kadar ne yaptın işyeirnde? Sana fazla mesai ödemiyorlar mı?'' ''Ofiste kalıp, istediğim kadar çalışmama izin veriyorlar. Ben de orası sıcak diye orada kalıyorum. Kendi işim için çalışıyorum yani bu saate kadar.'' ''Nasıl geldin peki bu saatte?'' ''Yürüdüm.'' ''Ne? Bu saatte, bu soğukta, sen Koşuyolu'ndan, Kartal'a kadar yürüdün mü? Çıldırdın mı sen? Hasta olacaksın.'' ''Bir şey olmaz, alışkınım ben.'' ''Aykut, beni arasaydın, sana taksi parası gönderirdim.'' ''Gerek yok, sadakana ihtiyacım yok benim.'' ''Gurur yapılacak bir mesele değil bu. Ben olsam, sen bana göndermez miydin?'' ''Aynı şey değil.'' ''Aynı şey. Bir daha böyle bir şey yapma kendine. Hasta olursun, başıma kalırsın filan... Bakamam ben sana sümüklü sümüklü.'' Kahkaha attı. ''Senin canın sağ olsun, güzelim.'' ''Yemekleri getirmeden ısıtmıştım. Daha da soğutmadan ye. Bu arada en azından yattığın odanın kombisini açıyorum. Doğalgaz faturanı ben ödeyeceğim. Sen bana ilerde geri ödersin.'' ''Gökçe buna hiç gerek yok.'' ''Sus! Lafımın üstüne laf söyleme. Hep böyle olmayacak durumun, eninde sonunda düzelecektir. O zaman senden faiziyle alırım.'' ''Sen lisede de böyleydin. Çok defa suistimal edildi bu iyi niyetin ama hiç vazgeçmedin.'' ''O sistimal edenlerin döven bir fasulye sırığı vardı da, ondan.'' dedim ayağa kalktığımda. Gülmüştü çünkü lafı kendine değdirmiştim. ''Nereye gidiyorsun?'' ''Kombiyi açmaya.'' ''Sen nereden biliyorsun kombinin yerini?'' ''Ben bu evde büyüdüm fasulye turşusu. Dağdan gelmiş, bağdakine yol gösteriyor bir de.'' ''Gökçe, ben bu ay maaşım yatınca elektrikli soba alacağım zaten. İdare ederim. Hiç kalkışma böyle bir şeye.'' ''Aykut, bak seni bizim eve evlatlık aldırırım. Senin burada üşüyerek yaşadığını bildiğim halde ben sıcacık evimde duramam ki. Hem ne kadar kaldı kışın bitmesine şunun şurasında? Yaz bitmeden borcunu ödersin.'' ''Gökçe...'' ''Efendim?'' ''Teşekkür ederim. Sadece bu gece için değil. Seni tanımasaydım gerçekten berbat bir hayatım olurdu. Size yemeğe geldiğim akşam çok iyi anladım, sen tam da annenin kızısın. Bütün merhametin, vicdanın, iyi niyetin, saflığın...'' Gölerime çok güzel bakıyordu. Hiç kimsenin kuramadığı bir bağ kurdu bakışlarıyla. Allah sana hep, temiz kalbini hakedecek insanları tanımayı nasip etsin. Dudakları alnıma değdi, gözlerimin kapanmasına engel olamadım. ''Ben gitsem, iyi olacak.'' ''Dur.'' Montunu çıkarıp, omuzlarıma bıraktı. ''Sabah senden alırım.'' ''Hiç gerek yotu.'' ''Ellerini ceplerine koy. Yakasını iyice kapat. Sabah alırım, çünkü tek montum.'' Güldüm. ''İyice sarın ama tamam mı? Kokun da siner hem.'' ''Ya pislik misin?'' ''Kötü bir şey mi söyledim? Senin kokunla gezerim işte. Sahipsiz sanmasınlar.'' ''Seninle iki insan gibi doğru düzgün konuştuk şurada. Bozmasan olmaz zaten. "Ne var? Bilmiyorsun sanki sana on senedir yangın olduğumu." "Bilmiyorum tabii." "Ne demek bilmiyorum?" "Aykut, ne yapıyorsun?" Beni kapıyla arasına sıkıştırmıştı. "Sana ne kadar yandığımı anlatıyorum." dedi fısıltıyla. Sonrasında yine dudakları, dudaklarımı örttü. Birkaç hafta önce, dudaklarımla ilk defa tanışan dudakları, yine dudaklarımın rengini alacaya buluyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD