12. BÖLÜM

1753 Words
“Kadınlar ve çocuklar?” "Yemin ediyorum asla onları öldürmüyorum.” Olivia genç adamın kolları arasından ayrılarak, bir adım geri çekildi ve gözlerini sildi. “ Özür dilerim Lordum...” dedi kısık bir sesle. “Savaştan ve ölümden nefret ediyorum.” Andreas az önce sıcaklığı ile ısındığı bedenin kendinden uzaklaşmasıyla bir an garip bir boşluğa düştü. Sumata’ya sarılmak ve kokusunu içine çekmek onu mutlu ediyordu. “Senin için yapabileceğim bir şey var mı?” dedi ciddiyetle. “Eğer istersen babanın katillerini bir şekilde bulur ve cezalandırırım. Emin ol yalan söylemiyorum.” Olivia şimdi bu adama ne diyebilirdi ki? “Onların cezasını ben kendi ellerimle vereceğim Lordum.” diye cevap verdi ve oldukça ciddi görünüyordu. Andreas Sumata’nın ciddiyeti karşısında gülümsedi ve aklına bugün yaşananlar geldi. Onu asla küçümseyemezdi çünkü bir savaşçının yeteneklerine sahipti. “Ne diyebilirim Sumata?” dedi alaycı bir ifade ile. "Düşmanların senden kesinlikle korkmalı. İyi ki senin düşmanın ben değilim Hintli, yoksa ne yapardım bilmiyorum?” Sumata zaten onu güzelliği ile yenmişti. Olivia Andreas’ın samimi sözlerine içten içe gülümserken, gerçek düşmanının kim olduğunu bilse, ne düş ineceğini merak etti. Karanlık bir gecede bahçenin bir köşesinde, onunla bu kadar yakın olmak, genç kızı rahatsız ederken, bakışlarını Andreas’tan kaçırdı. “Hava serinledi...” dedi kısık bir sesle. “Üşümeye başladım Lordum. İzin verirseniz içeri gireceğim.” Andreas kendisinden kaçan kızı süzerken, onunla biraz daha sohbet etmek istediğini fark etti. Belki de uzun süredir bir kadınla bu kadar samimi bir sohbet etmemiş, bir kadının sohbetinden bu derecede hoşlanmamıştı. Sumata bugüne kadar tanıdığı birçok İskoç Leylisinden, kesinlikle daha akıllı ve çekiciydi. Güzel bir kadından hemen etkilenmezken, itiraf etmek gerekirse Sumata’nın güzelliğini tamamlayan, cesareti ve onuruydu. Sadece güzellik kendisini bu şiddette tabii ki etkilemezdi. “Biraz daha sohbet edebiliriz Sumata...” diye cevap verdi genç adam samimiyetle. “Üzerine bir şeyler getirmelerini emrederim.” Olivia başını çevirip, genç adama baktı. “Bu durum hiç hoş karşılanmaz...” dedi usulca. "Hangi durum?" "Sizin ve benim burada sohbet etmemiz. Nihayetinde ben bu kalede bir hizmetçiyim.” "Kiminle sohbet ettiğim, insanları ilgilendirmez.” Bunu söylerken gayet ciddi göründü. “Hatta bu konuda yorum yapmaya bile cesaret edemezler. Eğer tek düşündüğün buysa, gitme. Biraz daha oturalım.” Olivia odasına gitmeyi istiyordu fakat bu adamla arasının iyi olması için, ona itiraz etmek de niyetinde değildi. “Sohbetinizden gerçekten hoşlandım Lordum...” dedi Olivia genç adamın yüzüne bakıp, gayet hoş bir şekilde gülümseyerek. “Yarın sabah erkenden yola çıkacaksınız. Bence gidip dinlenin. Benim yüzümden uykusuz kalmanızı istemem.” "Uykusuzluğa karşı oldukça dirençliyimdir Sumata.” "Ben dirençli değilim. Ve şu an inanılmaz uykum geldi diyebilirim.” Andreas genç kızın üzerine fazla gitmekten kaçınıp "Öyle olsun bakalım...” dedi kibarca. “ Odana gidebilirsin.” "Teşekkür ederim Lordum. “ Olivia arkasını dönüp, oradan uzaklaşmak için bir adım atmışken, kolundan tutan elle olduğu yerde kaldı. Genç adam onu kendisine doğru çevirip, gözlerine bakarak, “Baban için gerçekten üzüldüm...” dedi boğuk bir sesle. Ve aslında samimi olduğu yüz ifadesinden belli oluyordu. Olivia’ya bir adım daha yaklaşıp, ay ışığında harika görünen gözlerine daldı. “Bir şey daha Sumata... Eğer seni rahatsız eden herhangi biri olursa lütfen bana söyle.” Olivia Ona hiç cevap vermeden, bakışlarını yere devirdi. Kolunu tutan parmaklar usulca geri çekilince, ağır adımlarla oradan uzaklaşırken, Andreas arkasından onu izliyordu. Genç kızın güçlü karakterinin altında derin bir acı gizlediğini biraz önce öğrenmişti. Şimdi neden bu kadar iyi yetiştiğini, kazandığı inanılmaz yetenekleri daha iyi anladı. Sumata babasının katillerinin cezasını kendi elleri vermenin hayalini kuruyordu. Yıllarca bir köle olarak yaşaması bu kız için büyük bir talihsizlikti. Hakkında öğrenmek istediği o kadar çok şey vardı ki belki de ülkesine geri dönmek için fırsat kolluyordu. Sumata’yı isterse Hindistan’a gönderebilirdi fakat bu doğru bir fikir olur muydu? Karar veremedi. Bile bile ölmesine izin veremezdi. Genç adam bahçede biraz daha oturup, kaleye girdi. Vakit bir hayli geç olmuştu. Odasının kapısını açtığında, kendisini yıkanma suyu hazırlamış, Sidelya’yı beklerken gördü. Kesinlikle rahatlamaya ihtiyacı vardı. Ve bedenini gevşetmeye... Soyunup küvette girdi. Sidelya narin elleri ile genç adamın tüm vücudunu keseledi ve ardından en önemli görevini yerine getirmek için, soyunup yatağa uzandı. Andreas küvetten çıkıp, genç kızın yanına yattı. Bedensel ihtiyacını çok kısa sürede giderip, arkasını dönerek uykuya daldı. Sidelya bir süre sessizce uzanıp, tavanı izlerken öfkeliydi. Akşam mutfakta hizmetçilerin Sumata hakkında konuştuklarına şahit olmuştu. Pis sünepe nasıl oldu ise evdeki yerini sağlamlaştırmayı başarmıştı. Üstelik yemeğini mutfakta değil, Lordunun masasında yemişti. Ona bu hakkı kim vermişti ve neden? Genç kız dolan gözlerine hâkim olmaya çalışıp, usulca yataktan kalktı. Üzerini giyinip, odadan ayrıldı. Bu gece Andreas’ın kendisi ile birlikte olurken, şehvetli olmadığını, hatta bir an önce işini bitirdiğini düşününce, sinirleri daha çok gerildi. Acaba Sumata dan etkilenmiş olabilir miydi? Kesinlikle etkilenmezdi. Alt katta bulunan odasına girince, tuttuğu gözyaşlarını bırakıp, hıçkırıklar arasında boğulana kadar ağladı. Andreas’ı delicesine kıskanıyor, onun bir başka kadına bakmasına bir nebze olsun tahammül edemiyordu. Bir yıldır sadece onun kadını olmuştu. Evet, bunu kendisi de istemişti. Hatta genç adamı ayartmak için kadınlığını kullanmıştı. Şimdi bir başkasına kaptırmaya hiç niyeti yoktu. Olivia odasına girince, bir süre pencereden dışarıyı izledi. Aklında İngiliz topraklarına yapılacak saldırı vardı. Amcasının bu işin üstesinden gelmesini dilerken, McGray'in yenildiğini görmek için sabırsızdı. Odanın içinde birkaç tur atıp düşündü. Aklına bir an annesi geldi. Ve amcası... Onları gerçekten çok özledi. . Ayrıca evini, büyüdüğü toprakları… İskoç saldırısından sonra Peterson kalesini yenilemek zaman almış, yeni askerler yetiştirmek, bir ordu kurmak yıllarca sürmüştü. Amcası İngiltere’nin en güçlü adamlarından biriydi. Pekâlâ, Çakal’la baş edebilirdi. Belki de bu savaşta onun canını alırdı. Bekleyip görecekti... Andreas derin bir uykunun içinde, yatağında dönüp dururken, gördüğü rüya inanılmazdı... Yemyeşil İskoç toprakları... Ve siyah bir atın üzerinde, güzel bir kadın ona doğru bakıyordu. Kadının saçları rüzgârda dalgalanırken, elinde tuttuğu kılıcı fark etti. At öyle bir hızla üzerine doğru geldi ki, genç adam toprağa basan ayaklarını bir milim bile kımıldatamadı. Genç kız önünde durup atından indi. Elindeki kılıcı yere doğru atıp, ellerini boynuna sardı ve onu öpmeye başladı. Andreas büyülenmişcesine anın tadını çıkarırken, gözlerini aralayıp, kızın yüzüne baktı. Kimdi bu kadın? Sumata... Evet, Sumata’ydı... Bu nasıl bir öpücüktü? Dudaklarının yandığını, bedeninin alev aldığını hissetti. Lütfen bitmesin! Bitemezdi... Kesinlikle bu tat mükemmeldi... Andreas bir anda irkilip gözlerini açtı. Odanın içini gözden geçirip, yatağında doğruldu. Yaşadığı şeyin sadece bir rüya olduğunu anlasa da sanki gerçekmiş gibi etkilendi. Ellerini saçlarının arasından geçirip, derin bir iç çekti. Lanet olsun! Hintli ’den neden bu kadar etkilenmişti? Onu rüyasında görmekte neydi? Hem de bu şekilde... Olivia sabahın ilk ışıkları ile bahçede hazır olan İskoç askerlerini penceresinden izlemeye başladı. Atlarının üzerinde ölüm saçan cellatlara benziyorlardı. Ellerinde kılıçları, kalkanları, okları ve keskin uçlu baltaları... Tanrı İngiliz askerlerine kesinlikle yardım etmeliydi. Bu adamlara nasıl direneceklerdi? Genç kızın bakışlarında nefret vardı. Ve biraz da çaresizlik. Eğer gücü yetseydi bu adamlara karşı mutlaka savaşırdı. Ülkesini korumak için elinden geleni kesinlikle yapardı. Ama şuan da burada düşündüğü şeyi yapması imkânsızdı. Tek yapabileceği şey kendi insanları için dua etmekti. Odanın kapısının çalındığını duyup, o tarafa doğru ilerledi. Kapıyı açınca karşısında Aila’yı gördü. Genç kız masum bakışları ile Olivia’yı süzüp "Günaydın Sumata.” dedi kibar bir tavırla. “Günaydın Leydim.” "Abimle vedalaşmak için bahçeye iniyorum. Bana eşlik eder misin?” Olivia bu teklife çok sıcak bakmasa da kabul etti. İki hanım kısa sürede bahçeye indiler. Askerler gitmek için, Çakal’dan emir beklerken, onları uğurlamaya gelen halk şimdiden zafer naraları atıyorlardı. Olivia olanları soğuk bakışları ile izlerken, yüzünde son derece duygusuz bir ifade vardı. Aila hemen yanında usulca ağlayıp genç kızın elini tuttu ve şefkatle okşayarak, “ Üzülme.” dedi teselli vermek istercesine. “Bu durumdan nefret ediyorum Sumata.” diye cevap verdi genç kız. “ Neden insanlar savaşmak zorunda ki?” "Keşke bunun cevabını verebilseydim leydim. Ama inanın ben de savaştan ve kan dökülmesinden hiç hoşlanmıyorum.” “Abime bir şey olursa... Yüce Tanrım... Lütfen olmasın.” Olivia karşısındaki genç kızın hissettiği duyguları hissetmiyordu. Bu savaşın galiba İngilizler olmalıydı. Andreas’ın ölmesi hiç umurunda bile değildi. Askerler onlara doğru atıyla yaklaşan liderlerini gür sesleri ile selamladılar. Çakal atının üzerinde yenilmez bir savaşçı gibi görünürken, Olivia bakışlarını genç adama kaydırdı. Üzerinde yünlü bir siyah gömlek ve kalın palto, altında kilti, elinde kılıcı ve kalkanı... Yüzündeki ifade o kadar soğuktu ki sanki dün gece bahçede kollarının arasında olduğu adam değildi. Saçları hafif esen rüzgârla savrulurken, düşmanlarını sadece görünüşü ile bile korkutacağı belliydi. Andreas kılıcını kalkanına vurup “ Zafere! Yaşasın İskoçya!” diye bağırdı. Ve aynı anda askerlerin sesleri ile adeta her yer inledi. Andreas atını kardeşinin yanına sürüp, üzerinden inince, Aila hızla abisine sarıldı. Aslında bu durum, her savaş öncesi yaşanılan, alışılagelmiş bir şeydi. Genç adam kız kardeşinin kızıl saçlarını okşayıp, alnını öptü. Bu öpücüğün kendisine her zaman uğur getirdiğine inanıyordu. Kız kardeşi gözyaşları ile gömleğini ıslatırken, onu usulca kendisinden uzaklaştırıp, Olivia'ya doğru baktı. Genç kızın gözlerindeki öfkeyi fark edince “Bize şans dilemeyecek misin Sumata?” dedi ciddiyetle. Olivia yüzünde soğuk bir ifade ile “Şans mı Lordum? “ diye cevap verdi. “Oyun oynamaya değil, savaşmaya ve insanları öldürmeye gidiyorsunuz. Korkarım bu konuda ki fikrimi zaten biliyorsunuz.” Genç adam ona doğru yaklaşıp, bir adım mesafesinde karşısında durdu. Bakışları ile kızı süzüp “Burada yaşadığın müddetçe sen de bir İskoç sayılırsın. Bunu kabullensen iyi olur.” diye seslendi. “Yoksa İngilizlere acıyor musun?” "Ben savaşan herkese acıyorum Lordum. Bu sizin askerleriniz için de geçerli. Belki de çoğu bu savaşta ölecek. Ülkesine geri dönemeyecek. Arkalarında çocukları ve eşleri... Bu çok acı inanın. Ya da siz. Belki siz de öleceksiniz.” "Ölümden hiç birimiz korkmuyoruz Sumata. Eğer ölürsek bu ülkemiz ve onurumuz için olacak.” "Farkındayım. Şayet korksaydınız ölüme bu kadar istekli ve cesur gitmezdiniz.” Andreas genç kızın tavrına kızmak istese de vazgeçti. Sonuçta o sadece bir kadındı. Ve kadınlar duyguları ile hareket ederdi. “Tek söyleyeceğin bu mu?” dedi genç adam. "Aslında bu değil Lordum...” "Başka? “ "İnandığınız tanrı haklı olanın yanında olsun.” "Tanrı bizim yanımızda. Emin olabilirsin.” Olivia genç adama daha çok yaklaştı. "Bunu hiç birimiz bilemeyiz.” dedi usulca. Andreas genç kızın kokusunu ciğerlerine çekerken, rüyalarına giren dudaklarına gözleri kaydı. Acaba onu öperken hissettiği kadar tatlı mıydılar? Tıpkı rüyasındaki gibi... Birbirlerine o kadar yakındılar ki genç adam bu yakınlıktan dolayı ister istemez etkilendi. Birkaç saniye sadece bakıştılar. Ardından Olivia geriye doğru çekilip, gözlerini yere devirdi. Andreas atına doğru ilerleyip, üzerine binince, bir kez daha Sumata'ya bakıp “Kardeşime dikkat et Hintli!” diye seslendi. “Onu sana emanet ediyorum." Olivia cevap vermedi. Birkaç dakika sonra askerler kalenin dışına doğru hareket ederken, genç kız orada bulunanların aksine, kendi ülkesi için dua etmekle meşguldü. Herkes İskoç askerlerinin yine bir zaferle döneceğinden oldukça emindi. Tabii bir kişi hariç. Olivia Peterson... Andreas McGray yenilgiyi ve belki de ölümü ilk kez hissedecekti. Hem de iliklerine kadar.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD