11.BÖLÜM

2036 Words
Olivia, Andreas odasından çıktıktan sonra ağır hareketlerle yatağından kalkıp, kenarına oturdu. Adamın dokunuşları ve bakışları sinirlerini gerse de şu an daha sakindi. Eliyle dağılan saçını düzeltip, derin bir nefes aldı. Artık küçük bir kız çocuğu değildi. Yirmi altı yaşında olan bir kadın erkekler konusunda bilgi sahibiydi. Andreas kendisinden etkilendiği için rahatsız olmadı. Çünkü İngiltere’de yeteri kadar erkeğin ilgisini çekmiş, sayısını hatırlamadığı kadar evlenme teklifi almıştı. Biraz düşününce, belki de bu ona ulaşmak için harika bir yoldu. Buraya gelirken kadınlığını kullanmayı aklından geçirmese de, şimdi bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmeye başladı. İstediğine ulaşmak için her şeyini feda etmeye zaten hazırdı. Bunun için vücudunu kullanması gerekirse de hiç düşünmeden feda edebilirdi. İntikamını almak için yapamayacağı şey yoktu. Ve anlamsız hayatına son vermeye bile razıydı. Yataktan kalkıp, üzerine kırmızı bir elbise geçirdi. Yanında getirdiği elbiseler Hint tarzını yansıttığı için, bütün vücudunu kapatıyordu. Saçlarını başının üzerinde topuz yapıp, aynı renk şalını saçına kapattı. Yüzüne boya sürmeye gerek duymadı. Birkaç metal bilezik takıp, elbisesini tamamladı. Evet, yemeğe inmeye hazırdı. Lordunun emrini yerine getirmek bir hizmetçinin en önemli göreviydi. Andreas salona dönünce, Aila abisinin yüzündeki garip ifadeyi çözmeye çalışsa da başaramadı. Az önce hızla çıkıp gitmişti ve nereye gittiğini bilmiyordu. Genç adam tekrar yerine oturunca, oldukça düşünceliydi. Boş gözlerle tabağına bakarken, Sumata ile yaşadığı an gözünün önüne geldi. Çok güzeldi... Kesinlikle bu kız daha önce görmediği bir güzelliğe sahipti. Elinde olmadan ondan etkileniyordu. Üzerine uzandığında, altında kıvranan bedenine sahip olmak istiyordu. Dolgun hatları, kadınsı kıvrımları... Of Tanrım! Biraz daha düşünürse aklını kaçıracaktı. Ya o yüzü? Gözleri, derin bakışları, tadını merak ettiği dudakları... Nasıl olur da böyle güzel bir kadın, hala bakire kalabilmişti? Acaba daha önce hizmet ettiği kale de onu fark eden bir erkek olmamış mıydı? Belki de genç kız yalan söylüyordu? Sumata’yı tanıyalı çok olmasa da konuşurken ne kadar ciddi olduğunu belli ediyordu. Gerçekten dediği şeyi yapar ve intihar eder miydi? Lanet olsun! Bu ne saçma bir gelenekti böyle? Hayatında hiç duymamıştı. Keşke Hintli değil de basit bir İskoç kızı olsaydı. Evet, sadece İskoç... İngiliz kanı taşımasına bile tahammül edemezdi. Çünkü asla bir İngiliz’i yatağına almazdı. Andreas genç kızın odasından çıktıktan sonra, kısa bir süre bahçeye çıkıp, askerleri kontrol etmiş, yarın sabah yola çıkacakları için, tüm hazırlıkların tamamlandığından emin olmak istemişti. Saldıracakları İngiliz kalesi yaklaşık bir günlük mesafedeydi. Güçlü savunması ile İngiliz sınırını çok iyi koruyordu. Sınırda bulunan kaleyi ele geçirmek, İngiliz savunma hattını biraz daha etkisiz hale getirmek demekti. Bahçede işi bittikten sonra, tekrar salona dönmüştü. Aila yemeğine henüz başlamışken, kapıdan içeri giren genç kıza gözleri kaydı. Sumata yemeğe gelmeyeceğini söylese de demek ki fikrini değiştirmişti. Olivia oldukça kibar bir tavırla masada oturanlara bakıp, “İyi akşamlar.” dedi. Andreas onun sesini duyunca, başını kaldırıp genç kızın yüzüne doğru, memnun bir ifade ile bakarak, “İyi akşamlar Sumata.” diye cevap verdi. Genç kızı karşısında gördüğü için, aslında şaşkındı. Odasında olanlardan sonra, hiçbir şey yaşanmamış gibi buraya geleceğini tahmin etmemişti. Hatta bir süre yüzüne bile bakmayacağını düşünüyordu. Olivia ikisine de selam verip, masanın uzak bir ucunda bulunan sandalyeye oturdu. Andreas yemek dağıtan hizmetçiye, Sumata’ya da yemek vermesini işaret etti. Hizmetçi bir an donup kalsa da efendisinin emrini yerine getirip, Sumata’nın yemeğini tabağına koyup, geri çekildi. Aila masadaki sessizlikten rahatsız oldu. “ Biraz olsun dinlene bildin mi Sumata?” diye sordu merakla. Olivia kendisine seslenen genç kıza baktı. "Dinlendim Leydim." dedi. Bu arada onu izleyen Andreas’ın bakışlarının farkındaydı. “Masanıza davet edilmek benim için inanın bir onur. Lordumuzun emrine karşı gelmek asla haddime değil. Ben o ne isterse yerine getirmek üzere buradayım." diye devam edip, bakışlarını Andreas’ın yüzüne kaydırdı. Genç adam Sumata’nın itaatkâr tavrına gülümseyip "Ne istersem mi?” diye seslendi imalı bir ifade ve ses tonuyla. “Gerçekten emin misin?” "Ne isterseniz Lordum...” dedi genç kız. Andreas Sumata’nın kendisine bu kadar çabuk boyun eğmesini beklemiyordu. Sandalyesine doğru yaslanıp, gayet rahat ve memnun bir yüz ifadesi ile “O halde ilk emrim. “ dedi. “Kendine yeni elbiseler diktireceksin. Hem de en kısa sürede. Üzerindeki giysileri giydiğini bir daha görmek istemiyorum. Burası Hindistan değil. Anlaşıldı mı?” Olivia Lordun emrine gülümseyerek karşılık verip “Siz nasıl emrederseniz Lordum. “ diye cevap verdi. Zaten bu giysileri giymesinin tek sebebi gizlenmekti. Son yaşanılanlardan sonra, karşısında oturan adam gizlediği vücudunu görmüş, hatta daha ileri gidip kendisine dokunmuştu. Ayrıca madem güzel elbiseler içinde etrafında gezinmesini istiyordu, buna itiraz etmeyecekti. Zavallı McGray, başına gelecekleri bir bilse... Aila abisinin emrine karşı gelmeyen, genç kıza şaşkın bir ifade ile bakıp, tekrar abisine yöneldi. "Abi bu yaptığın Sumata’ya ayıp olmuyor mu?” dedi biraz sert bir üslupla. “Bence istediğini giymekte özgür olmalı. Hayatına müdahale etme hakkına sahip değilsin.” "Kendisi bu duruma itiraz etmediğine göre, sorun yok sevgili kardeşim.” "Ona itiraz hakkı vermiyorsun ki... Ayrıca bilmem farkında mısın? Sumata oldukça güzel bir kız. Pekâlâ, buradaki erkeklerin ilgisini çekebilir.” "Ne var bunda?” "Ne var mı? Peşine düşen erkeklerden onu kim koruyacak? Sonuçta bir hizmetçi. Eğer asil bir leydi olsaydı, kimse cesaret edemezdi." Andreas kız kardeşinin söylediklerini, kaşlarını çatıp dinlerken, ister istemez ona hak verdi. Bu kız kendisini bile bu derece de etkileyebiliyorsa, kalesinde yaşayan diğer İskoç erkeklerini kendine köle ederdi. "Benim himayem altında yaşayan bir kadına, kimse dokunamaz!” diye cevap verdi ciddiyetle. “Böyle bir şeye cesaret ederlerse, başlarına gelecekleri bilirler!” “Teşekkür ederim Lordum.” diye seslendi Olivia. “Beni korumanıza gerek. Ben kendimi korumayı biliyorum. Daha önce de başıma bu tür şeyler geldi.” "Ne tür şeyler Sumata?” dedi genç adam. “Bana zorla sahip olmak isteyen kaba ve ahlaksız adamlarla çok kez mücadele ettim." Andreas boğazının kuruduğunu hissedip öksürdü. Genç kızın imalı sözleri onu rahatsız etti. “En asilinden, köylüsüne kadar, erkekler hep aynı diyebilirim. Güzel bir kadın gördüklerinde kendilerini kaybediyorlar.” "Haklısın Sumata.” dedi Aila. “Sana kesinlikle katılıyorum. Umarım en kısa sürede kendine layık bir adam bulur ve evlenirsin. Belki de bu bir İskoç olur. Kim bilir?” "İskoçlar ilgimi çekmiyor leydim.” "Neden?” "Gördüğüm kadarıyla hepsi kaba ve üstelik kadına değer vermiyorlar.” Andreas Sumata’nın İskoç erkekleri hakkındaki yorumuna sinirlense de sesini çıkarmadı. Evet, kabaydılar fakat kadınlarına kesinlikle değer veriyorlardı. İskoç erkeği âşık olduğu kadın için, canını feda edebilir, ne olursa olsun kendisine ait olan kadını korurdu. “ Ya İngilizler?” dedi Aila. “Onlar nasıl?” "İngiliz erkekleri gayet kibar leydim. Bir kadınla nasıl konuşması gerektiğini, onu etkilemeyi ve en önemlisi değer vermeyi çok iyi biliyorlar.” Genç adam işte buna çok kızdı. Sumata karşısına geçmiş, düşmanlarını övüyordu. “Kaç tane İngiliz erkeği tanıdın ki?” dedi genç adam sorgular bir ifade ile. "Şimdi bize onları övüyorsun.” "Yeteri kadar Lordum. Hatta birçoğundan evlenme teklifi bile aldım.” "Neden kabul etmedin peki?” "Çünkü planlarım arasında evlilik yoktu. Ayrıca evliliğin sevgi ve bağlılık üzerine kurulduğuna inanıyorum.” "Bir İngilizle evlenmiş olsaydın, belki de bir Lortla, şu an hizmetçi olmazdın. Bunu hiç düşündün mü?” Olivia genç adama imalı bir bakış atıp, gayet kibar bir şekilde gülümseyerek, “Belki de hala şansım vardır Lordum.” diye cevap verdi alaycı bir ifade ile. “Yarın ne olacağını kimse bilemez değil mi?” Andreas sağ elinin parmakları ile masada ritim tutarken, gergindi. Hizmetçi kız küçücük aklı ile İngiliz erkeklerini, kendisinden üstün tutuyordu. “Ben seni daha gerçekçi bir kız sanmıştım Sumata.” dedi buz gibi bir sesle. “Oysa ki sadece hayal dünyasında yaşıyormuşsun. Artık bir İskoç klanının liderine, yani bana aitsin. Düşündüğün şeyin olması imkânsız.” "İmkânsız diye bir şey yoktur Lordum. Ben imkânsızı zorlamayı maalesef seviyorum. Anlayacağınız hayatım hiç de rahat geçmedi.” Aila yemeğini bitirince, uykusunun geldiğini hissedip “ Ben artık yatacağım.” dedi gülümseyerek. “Bugün inanılmaz yoruldum. Lütfen beni affedin.” "Yatabiilirsin. “ diye seslendi Andreas. Aila sandalyesinden kalkıp, Sumata’ya doğru ilerledi. Genç kızın yanına gelince, ona doğru eğilip, yanağına sevgi dolu bir öpücük bıraktı. Sumata bugün onun kahramanı olmuştu. Ardından minnet dolu bir ifade ile yüzüne bakıp “Teşekkür ederim.” dedi. “Bugün bizim için yaptıklarını asla unutmayacağım. Sen gerçekten cesur bir kızsın. İyi ki buradasın Sumata. İnan varlığın beni çok mutlu ediyor.” "Önemli değil leydim. Ben de burada olduğum için mutluyum.” Olivia Aila’nın bir gün kendisinden ölesiye nefret edeceğinden emin olsa da onu tanımaktan onur duydu. Keşke düşmanının kız kardeşi olmasaydı. Aila salondan ayrıldıktan sonra, Olivia yemeğini bitirip, usulca sandalyesinden kalktı. Ve onu izleyen adama doğru bakıp “İzninizle bahçeye çıkıp, hava alacağım Lordum. “ dedi kibarca. “Yemek için teşekkür ederim.” "Sana eşlik edebilirim. Rahatsız olmazsan. İskoç erkekleri hakkında çok iyi düşüncelerin olmasa da kaba davranmamaya çalışırım hanımefendi.” Genç kız adamın alaycı ses tonundan hiç rahatsız olmadı hatta onu sinirlendirdiğini fark edip, içten içe gülümsedi. Ne var ki düşünceleri tamamıyla doğruydu. Fikrinin asla değişmeyeceğinden emindi. Ne olursa olsun bir İskoça âşık olup, evlenmezdi. “Siz bilirsiniz.” dedi usulca. “Neden rahatsız olayım ki? Sonuçta burası size ait.” Birkaç dakika sonra, kalenin kapısından çıkıp, arka tarafta bulunan çardağa doğru yürümeye başladılar. Hava serindi ancak Olivia üşüdüğünü hissetmedi. Genç adam yanında ağır adımlarla yürürken, birbirlerine bakmadılar. Sonunda çardağa ulaşınca, önce Olivia oturdu ardından Andreas hemen yanında bulunan boşluğa yerleşti. Genç kız kollarını göğsünün üzerinde birleştirmiş, omuzlarını tutuyor ve gökyüzünü izliyordu. Andreas bacaklarını öne doğru uzatıp, arkasına yaslandı. Karanlık bir geceyi aydınlatan tek şey, dolunay haline bürünmüş, parlak ay ışığıydı. Genç adam bakışlarını Sumata’nın yüzüne çevirip, şalının altından muhteşem görünen yüz hatlarına daldı. Kırmızı renk bu kadına inanılmaz yakışıyordu. Ya bu havasına ne demeli? Sanki bir sarayın bahçesinde, hoş bir Leydi ile oturuyor, onu izliyordu. Sumata hizmetçi olamayacak kadar asil göründü. Tavırları ve gayet düzgün konuşması... Kibar hanımefendilerden aşağı değildi. “İngiliz hanımlardan epey bir şey öğrenmişsin.” dedi genç adam belli belirsiz gülümseyerek. “Beni çok şaşırtıyorsun.” Olivia derin bir iç çekerek, kendisini izleyen adama doğru baktı. Her ne kadar bu adam onun düşmanı da olsa ondan hoşlanmasa da inkâr edemeyeceği bir gerçek vardı. Andreas inanılmaz yakışıklı ve çekiciydi. Kara gözleri, derin bakışları, erkeksi yüz hatları, köşeli çenesi, omzuna değen dalgalı saçları... İngiltere’de onun gibi yakışıklı bir adam görmemişti. Vücuduna ne demeli? Üzerinden çıkarmadığı kilti bacak kaslarını belli ediyordu. Siyah gömleği çok yakışmıştı. “Evet öğrendim. Uzun bir süre onlara hizmet edince, ister istemez onlar gibi davranmaya başlıyorsunuz.” "Yani bu yüzden İngilizlere hayransın.” "Bu hayranlık değil.” "Doğru ya sen İngiliz erkeklerini beğeniyordun...” dedi genç adam alaycı bir ifade ile. "Bu sizi neden rahatsız etti?” "Rahatsız olmadım. İngilizlerden nefret ediyorum.” "Neden Lordum?” diye çıkıştı genç kız. "Bu kadar nefret ve kin niye?” Andreas oturduğu yerden doğrulup “O kadar çok sebep var ki? Burada oturup, sana anlatacak değilim!” dedi. "Nefretiniz yüzünden bir sürü masum insan ölüyor bilmem farkında mısınız? Kadınlar, çocuklar...” "Savaş bu!” "Neyin savaşı? İki ülke yıllardır neyi paylaşamıyorsunuz?” "Topraklarımızı ve özgürlüğümüzü savunuyoruz! Bunu senin anlaman imkânsız!” "Niçin Sayın Lort? Acaba sizin gözünüzde ben aptal bir kadın mıyım?” "Çünkü sen savaşın ve acının ne olduğunu bilmezsin.” "Nereden biliyorsunuz?” diye seslendi Olivia ve bu kez çok sinirliydi. “Ben savaşı ve ölümü en acı şekli ile yaşadım.” Andreas kızın tepkisi karşısında, biraz daha yumuşayıp “Nasıl yaşadın Sumata?” dedi merakla. Olivia oturduğu yerden kalkıp, ona doğru bakarak, "Babamı sizin gibiler öldürdü! “ diye bağırdı. “Sizin gibi katiller, kana susamışlar!” Ve gözleri Gözleri doldu. "Yarın İngiltere’ye gidip, yine bir sürü insan öldüreceksiniz. Ve buraya dönüp, zaferinizi kutlayacaksınız.” Andreas yerinden kalkıp, genç kıza daha çok yaklaştı. Sumata’nın yaşadığı acıyı gözlerinden anlıyordu. Kendisine bağırıyor olsa da umursamadı. Çünkü bu kız babasını kaybetmişti. “Baban nerede öldü?” dedi Andreas merakla. "Hindistan'da Lordum. Orada da bir savaş vardı ve ben o zamanlar çok küçüktüm...” "Üzgünüm Sumata...” "Beni asla anlayamazsın! Siz yıllarca gözyaşı döken annenize destek olmaya çalışmadınız. Ya da babanızın ölümünü izleyip, her gece kâbuslar görerek uyanmadınız. Ve Tanrı’ya her gün bunu yapanların ölmesi için dua etmediniz!” Andreas genç kızın omuzlarını tutup, onu kendine doğru çekti. Olivia ona direnmeye çalışsa da pes edip, başını adımın göğsüne yasladı. Tutamadığı gözyaşları yanaklarından süzülürken, ona düşmanının teselli vermesi ne acıydı. "Bunu yapanlar cezasını çekti mi?” dedi boğuk bir sesle ve Sumata'ya daha çok sarıldı. “ Hayır, ama emin olun çekecekler...” diye cevap verdi genç kız. "O günün gelmesini gerçekten çok istiyorum.” "Lütfen sakin ol Sumata. Ve bana bir katilmişim gibi bakma. Ben sadece ülkem için savaşıyorum. Savaş demek ölüm demek.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD