6 ▪️

2840 Words
Giray'dan... Sınav sonuçlarını öğrendiğimde Yusuf'a karşı hissettiğim kızgınlığı düşününce kendime hak veriyordum. Ama o kızgınlıkla yaptıklarım için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Evet, pişmandım. Ondan en kısa zamanda özür dilemem gerekiyordu. Ben? Giray Doğan, özür dileyecek? Düşüncesi bile beni deli ederken, bu kadarını Yusuf'a borçlu olduğumu düşünüyordum. En azından bir kerelik, inadımı kırabilirdim. Kardeşim için. Şimdi kafenin camından Mert'i izliyordum. Yusuf'da içeride olmalıydı. Seçil gideli yarım saat oluyordu. Şapşal, giderken bana el salladı. Onu neden uğurladığımı bilmiyorum. Bana hiç görmediğim bir yüzümü gösteriyordu. Ve ben böyle olmak istemiyordum. Eğer sert, sözünü geçiren birisi olmazsam, insanlar bana emir vermeye kalkar ve bu onlar için hiç de iyi olmazdı. Keşke Asya, Yusuf'un sevgilisi olmasaydı. Onu öperken içimde barındırdığım arzuyu zar zor bastırıyordum. Biliyorum, o da beni istiyor ama hazır değil. Olsa bile ona bunu yapabilir miyim bilmiyorum. Daha önce hiç öpüşmemiş bile. Kısa bir tereddütle kafeden içeri girdim. Artık Yusuf'la konuşmam gerekiyordu. Mert masalarla ilgileniyordu. Gözleri beni bulduğunda eliyle 'bir dakika' işareti yaptı. Başımı sallayarak boş bir masaya oturdum ve beklemeye başladım. Gözlerim mutfağın kapısından ayrılmıyordu. Önümde hissettiğim hareketlilikle Mert'e baktım. Karşıma oturmasıyla kalkması bir oldu. "Kavga mı ettin lan sen?" "Bir şey yok, otur." Tekrar oturduğunda her an bir şey söyleyecekmiş gibi bir hali vardı. "Hadi konuş. Hatamın farkındayım zaten." dedim cesaret verircesine. "Kendine haksızlık ediyorsun. Giray Doğan hata yapmaz ki." dedi alayla. "Uzatma Mert. Görüyorsun halimi." "Dur ben sana onu çağırayım da, onun halini gör." Kalkarak mutfağa gittiğinde ellerimle yüzümü sıvazladım. Ne kadar kötü olabilirdi ki? Gözlerim onu bulduğunda kendime ne kadar kötü olabileceğinin cevabını verdim. Bana doğru ilerlerken, yüzüme bile bakmıyordu. İçimden kendime saydırırken masanın başında durdu. "Beni çağırmışsınız Giray Bey." "Otur." "Bana emir verme." dedi beni taklit ederek. "Yusuf lütfen." Başını kaldırıp bana baktığında yüzünde şaşırmış bir ifade vardı. "Lütfen?" "Otur işte şuraya." Karşıma geçip oturdu. Sağ gözünün altındaki ve yanağındaki morluğu görünce kendime bir kez daha küfrettim. "Neden yaptın?" diye sordum. "Bana neden söylemedin?" "Bu kadar kızacağını düşünmemiştim." "Nasıl düşünmezsin? Bana sorduğunda sana üzerine basa basa 'sadece' İzmir dedim. Şimdi karşıma geçmiş 'düşünemedim' diyorsun." "Konuşmak istemiyorum." deyip ayağa kalktığında ben de ayağa kalkarak kolunu tuttum. Kaşlarını çatarak bana döndü. "İzmirli, işim var. Sen buraya konuşmaya değil kendini haklı göstermeye gelmişsin." "Surat mı yapacaksın?" "İhtiyacım var ama değil mi? Suratımın haline bak." "O kadar kötü değil." Elimi omzuna attığımda elime bakıp hafifçe gülümsedi. "Bu yüzden kendimden nefret ediyorum." "Bana kıyamadığın için mi?" diyerek göz kırptım. "Senin kadar acımasız olamıyoruz, kusura bakma." "Yusuf uzatma işte. Ayağına geldim, daha ne istiyorsun?" "Gelip bize yardım etmeni." Başıyla masaları işaret etti. "Peki. Asya buralarda değil, değil mi?" "Otele gönderdim. Biraz dinlenmesini istedim." "İyi yapmışsın. Onun suratını çekemezdim şimdi." "Giray!" dedi uyarıcı bir ses tonuyla. "Hadi işe koyulalım." Gömleğimin kollarını yukarıya sıyırdıktan sonra mutfağa gittim. O da arkamdan geldi. Mert bizi görünce gülümsedi. "Sonunda." Tezgâhın üzerindeki limonları işaret etti. "Giray, şu limonları sıksana." Başımı sallayarak işe koyuldum. "Seçil gitmiş, öyle mi?" Yusuf'a döndüm. "Evet." "Gidene kadar yanında beklemişsin. Teşekkür etti." "Bana zaten teşekkür etmişti. Ve o şapşala bana teşekkür etmemesini söylemiştim." Son cümleyi mırıldanır gibi söylemiştim. Çünkü gerçekten sürekli özür dilemesi beni sinir ediyordu. "Dün seninle mi birlikteydi?" "Evet, sana kim söyledi?" "Otele gitmemiş... Giray?" İşimi bırakarak ona döndüm. "Ne var Yusuf?" "Ona bir şey yapmadın, değil mi?" Yüzüm anında sinirli bir hal aldı. "Ne yapmış olabilirim? Ah, evet. Bir düşüneyim. O bana pansuman yapınca ben de benim yüzümden yaralanan dizlerine krem sürdüm. Sonra da 'sadece' birlikte uyuduk. Ona çok şey yapmışım değil mi?" "Sadece, ona diğer kızlara davrandığın gibi davranmamanı söylüyorum." "Ben diğer kızlar için sabaha kadar uyuması için nöbet tutmuyorum." Söylediğim anda susmuştum ancak bir işe yaramamıştı. Her boku duymak zorundaydılar sanki. "Ne? Nöbet mi tuttun başında?" Mert kıkırdamaya başlayınca sinirle ona döndüm. "Komik mi?" Başını iki yana salladığında hala gülüyordu. "Mert gülmeyi kes." Yusuf gözlerini kısarak bana baktı. "Vay be! Giray Doğan'a bak sen." "Kesin şunu. Sadece yardım ettim. Aynı şey Asya'ya olmuş olsaydı sen ne yapardın." Gülmeyi kesip bana baktı. Adamı böyle sustururlar işte. Ama bir dakika! Asya onun sevgilisiydi. Seçilse sadece sinir katsayımı artıran çelimsiz bir kız. "Sanırım aynı şeyi. Ama Asya benim kız arkadaşım kardeşim." deyince ona sert bir bakış attım. Mert'in üzerimizde dolanan bakışlarını hissedebiliyordum. "Tamam kapatın konuyu. Kız muhabbetleri sıktı beni." Alayla gülerek ona döndüm. "Senin dilin çözüldü yine." "Susun ve beni dinleyin. Size aldığım bir kararı açıklayacağım." Yusuf'la ben birer sandalye çekip oturduk. Ne kararı almış merak ediyordum. Az önce bana emir verdiğini göz önünde bulundurursam, umarım buna değer bir şeydir. "Yatay geçişle İstanbul'a gitmeye karar verdim." dedi tek nefeste. Ben şaşkınca ona bakarken Yusuf'un ağzından "Ne?" sesi duydum. "Bana öyle bakmayın. Siz de geleceksiniz." Kaşlarımı çattım. "Sen ne dediğinin farkında mısın?" "İkiniz de orayı kazandınız. Ben üçümüzün ayrılmasını istemiyorum." "Ayrılmıyoruz zaten." diye bağırarak ayağa kalktım. "Ben de Yusuf'da burada kalacağız." Tabi Yusuf'un bundan haberi yoktu. "Tamam işte! Sizin buraya gelmeniz yerine ben İstanbul'a gelirim. Belki daha iyi bir yaşamımız olur." "Buradaki yaşamımız yeterince iyi değil mi?" "Yeterince değil. Tek çarem bu. Onu kurtarmak için elime daha iyi bir fırsat geçemezdi." "Kimi kurtarmak için?" "Annemi. Bana söz vermiştin Giray. Annemi o evden kurtarmak için her şeyi yapacağına dair söz vermiştin. Onun daha fazla üzülmesini istemiyorum." Gözleri dolmuştu. Onun ağlamasından nefret ediyordum. Çünkü hayatı hep ağlayarak geçmişti. Babası olacak o piçi öldürmek istiyordum. Birden onu kendime çekip sarıldığımda Yusuf'a baktım. O da bana baktı. "Ne düşünüyorsun İzmirli? Bu sefer uymaya hazırım." * Bu zamana kadar attığım her adımda önce önce onları düşündüm. Onlar için, hiç kimseye karşı yapmayacağım fedakârlıklar yaptım. Benim Yusuf ve Mert'ten başka sığınağım yoktu. Bu yüzden onları kaybetmeyi göze alamazdım. Mert'e 'Tamam' dedim. Başka çarem yoktu zaten. Annesini o evden, o adamdan kurtaracağıma söz vermiştim. Yusuf zaten dünden razıydı. Bir sanal aşktan doğan kızın, dostluğumuzu bozmasına izin veremezdim. Eşyalarımı toparlamaya başladığımda banyoda yeşil bir şey çarptı gözüme. Elime aldığımda toka olduğunu gördüm. Yine hangi kız unuttu derken, burnuma götürdüm. Burnuma gelen hafif bir çilek kokusuyla gülümsememe engel olamadım. Aptal kız, hangi ara düşürmüştü ki? Tokayı cebime tıkıştırdıktan sonra kalan eşyaları da valize attım. Aslında bir hafta sonra gidecektik ama Küçükparkta'ki dairemde olan eşyalarımı toplamak için buraya gelmiştim. Okulların açılmasına daha bir ay vardı. Neden bu kadar erken gidiyorduk ki sanki? Valizi alarak dışarıya çıktım. Dairenin önündeki arabama atlayarak beni huzura kavuşturan o sokağa saptım. Onu özlemiştim. En son bir ay önce uğramıştım. Evin önüne gelince gülümseyerek arabadan indim. Yine bahçedeydi. Çok sevdiği sardunyalarını suluyordu. "Selamünaleyküm Murat Paşa!" Yavaşça arkasına döndüğünde yüzünü içimi ısıtan gülümsemesi kapladı. "Aleykümselâm İzmirli." Yanına ilerleyerek elini öpüp alnıma koydum. "Nasılsın dede?" "Uğramaz oldun evlat. Nasıl olayım. Sardunyalarımla yaşayıp gidiyoruz işte." Ellerini sardunyaların üzerinde gezdirdi. "Ama soluyorlar sanki." Derin bir nefes aldı ve yavaşça verdi. "Benim gibi." Başımı iki yana salladım. "Öyle deme Murat Paşa. Sen adamı soldurursun, yine de solmazsın." Hafifçe gülümsedi. "Nasılsın bakalım? Okul işi ne oldu?" Başımı eğdiğimde çenemi tutarak göz göze gelmemizi sağladı. "Ne olursa olsun başını eğme evlat. Kazanamadın mı?" Elinden kurtularak başımı olumsuzca salladım. "Kazandım ama..." "Ne diye dert yanıyorsun o zaman? Yoksa şu veletlerden biri mi kazanamadı?" "Onlar da kazandı. Ama İstanbul'u." Ona baktığımda yüzünde buruk bir gülümseme vardı. "Bunun için mi üzülüyorsun?" "Nasıl üzülmeyeyim dede? Tüm hayatım burada benim." Elini omzuma koyarak destek verircesine sıktı. "Bak evlat. Doğarsın, yaşarsın..." "Ve ölürsün. Biliyorum Murat Paşa. Asıl önemli olan nasıl yaşadığındır." Kaşlarını çatarak bana baktı. "Hayır İzmirli. Doğarsın, yaşarsın, iyi bir şekilde ölürsün." "Ölünce iyisini kötüsünü mü düşüneceğiz dede?" Hafifçe gülümsedi. "Ölünce değil torun. Lafımı kesme. Sokakta yaşayan, fakir, okuyamayan insanları düşün. Senin bir eksiğin var mı? Her şeye sahipsin. Bunu ne kadar iyi değerlendirdiğine bak. Aklın fikrin gezmede tozmada. Hani, nerede gelinim?" "Daha dur Murat Paşa. Üniversiteliyim." "Üniversite bitince de 'gencim' diye oyalayacaksın beni." "Evlenmek için önce buna değer birini bulmam gerek." "Sana gezme demiyorum. Gençsin, yakışıklısın, gençlik yıllarının tadını çıkaracaksın elbet. Ama bir yandan da aramaya başla." 'Bir bilsen dede. Birlikte olduğum kızlarla çoktan yedi kocalı Hürmüzü geçtiğimi.' diye düşünsem de çenemi tuttum ve onu dinlemeye devam ettim. "Beni geride bırakacaksın diye üzülme sakın. Benim evim burası. İnsan evinden başka bir yerde rahat edemez." "Sanki benim evim İstanbul'da." dedim homurdanarak. Eliyle saçlarımı okşadığında dayanamayıp ona sarıldım. "Sakın beni bırakıp gitme dede. Benden önce gitme. Hayırsız torununun mezun olmasını bekle. Sana gelinini getireceğim." "Sana güveniyorum." Beni kendinden uzaklaştırıp yüzüme baktı. "Ona o kadar benziyorsun ki. Sana baktığımda anneni görüyorum sanki. Aynı bakışlar, aynı hırs." Gözünden akan gözyaşını sildi. Etrafımdaki insanlar neden hep ağlıyordu? "Senin torunun olduğum için çok şanslıyım ama senin gibi değilim." "Senin ne kadar iyi biri olduğunu biliyorum." "Yapma dede." dedim alayla. "Ben ve iyi olmak mı?" "Kendine haksızlık yapma Giray. Annesiz ve babasız büyüyen bir çocuğun sahip olduğu kadar saf bir kötülük var içinde o kadar. İçinin nasıl acıdığını biliyorum. Kendini ne kadar yalnız hissettiğini de." Burukça gülümsedi. "Ama bu huysuz ihtiyar kadar değil." Gülümsemesine karşılık verdim. Devam etti. "Sakın Yusuf'u ve Mert'i kaybedeyim deme. Ben olmadığımda onların senin yanında olduğunu bilmek içimi rahatlatıyor." "Onları bulmuşken kaybedemem zaten dede. Onlar benim kardeşim." "Ne zaman gideceksiniz?" "Haftaya. Mert'in annesini de götüreceğiz. Onu o evden kurtarmanın vakti geldi." Elini yanağıma koyarak hafifçe iki kez vurdu. "Sakın kendine kötü insan deme evlat. Kendinden önce başkalarını düşünen bir insana kötü diyemezsin." Dedemin yanından ayrıldıktan sonra dolan gözlerimi akmalarına fırsat vermeden sildim. Ben iyi bir insan değildim. Kendimi buna inandıramazdım. Giray'ı dedemin evinin bahçesinde bırakarak arabaya bindim. İzmirli tekrar geri dönmüştü. Seçil'den... 8.20! Elimle alarmı susturdum. Bugün abimle kayıt işlemlerini halledecektik. Geleli bir hafta olmuştu. Bildiğim kadarıyla Asya'da yarın gelecek. Yusuf'un da geleceğini söylemişti ama ben buna pek ihtimal vermiyordum. Buraya gelmesi demek; İzmir'le ve en önemlisi İzmirliyle bağlarının kopması demekti. Üzerimi değiştirip aşağıya indim. Abim çoktan kahvaltısını yapmıştı. "Hadi çıkalım." dedim montumu giyerken. "Kahvaltı yapmayacak mısın?" "Aç değilim." diye cevap verdim sakin bir tonla. Arabaya bindikten biraz sonra o da geldi. "Her şeyini aldın mı?" "Evet." "Emniyet kemeri." dedi uyarıcı bir ses tonuyla. Kemerimi takıp ona baktım. O da bana bakıyordu. Kendimi tutamayarak "Seni özledim abi." dedim. Gülümseyerek karşılık verdi bana. "Ben de seni özledim cadı." Arabayı çalıştırdığında evrakları kontrol ettim. "Eksik bir şey var mı?" "Yok." "İşletme okuyacaksın değil mi?" "Tercihlerimi yaparken yanımda değil miydin abi?" "Uzun zamandır konuşmadığımız için unutmuşum. Bir an İzmir'de okumaya başlayacaksın sanmıştım." Ona gülümseyerek baktım. Onu gerçekten özlemiştim. Benim aksime esmerdi. Koyu mavi gözleri vardı. Kızların hep ilgi odağı olmuştu. Ama o Miray'ı seçmişti. Üç yıldır birliktelerdi. Arabanın durduğunu görünce abimin peşinden arabadan indim. Öğrenci İşleri Daire Başkanlığına gittiğimizde inanılmaz bir sıra vardı. Birlikte beklemeye başladık. O an aklım Giray'a gitti. Onu özlemiştim. Gereksiz Hacimleyken, hiç böyle şeyler hissetmemiştim. Ondan galiba hoşlanmıştım, ama bu kadardı işte. Her şey başlamadan bitmişti. "Seçil?" Abimin sesiyle hayal dünyamdan uzaklaştım. Kayıt işlemlerini hallettikten sonra bir kafede oturduk. O çayını yudumlarken ben vişne suyumu bitirmiştim bile. "Miray için üzgünüm cadı." Ona döndüğümde yüzünde samimi bir ifade vardı. "Asıl ben özür dilerim. Ön yargılı davrandım." Gülümsedi. Onu mutlu görmek hoşuma gidiyordu. Miray denen kız abimin nişanlısıydı. Abim üniversite ikideyken tanışmışlardı. Şimdi ise Miray'ın son senesinin bitmesini bekleyeceklerdi. Abimin evlenmesini istemiyordum. Evde kendimi iyice yalnız hissedecektim. Umarım Miray denen kız okulunu bitiremez. Ah Seçil! Abinin gelecek hayalleri için ne güzel hayallerin vardı öyle! Eve döndüğümüzde akşam olmuştu. Çok yorgundum. Duş aldıktan sonra Asya'yı aradım. Yusuf'la Giray'ın arasının düzeldiğini söyledi. Yarın kesin gelecekmiş. "Sana bir haberim var." Sesinden mutlu olduğu anlaşılıyordu. "Ne oldu?" "Yarın Yusuf'da geliyor." Şaşırsam da belli etmedim. Giray'la barışıp da İstanbul'a geliyorsa bilmediğim şeyler var demektir. "Sevindim. Başka bir şey yoksa uyuyacağım." dedim esneyerek. "Dur, asıl bombaya geliyorum. Yarın bizimle birlikte gelecek iki kişi daha var." Nefesimi tutarak söyleyeceği ismi bekledim. Eğer aklımdaki kişilerse gerçekten benden sonra bir şeyler olmuş olmalı. "Kimler?" dedim cevabını tahmin ederek. "İzmirli ve Mert. Çok güzel bir haber değil mi?" İzmirli? Hani şu hayatını İzmir'e adayan genç? "Sen ciddi misin?" "Evet. Mert yatay geçişle İstanbul'a gelecek. Annesini de getirecekmiş. Düşünsene hep birlikte olacağız!" Yataktan fırladığımda baldırımı masanın kenarına çarptım ve kalemliğimi devirdim. Ama acısından çok içimde adlandıramadığım başka bir duygu vardı. "Şaka yapmıyorsun değil mi?" "Sakin ol Seçil. Bu kadar sevineceğini bilseydim, daha önce haber verirdim." "Ben şimdi ne yapacağım?" dedim aslında ne söylediğimi bilmeyerek. "Ne demek ne yapacağım?" "Nasıl davranacağım?" "Seçil sen iyi olduğuna emin misin? İzmir'de de birlikteydik onlarla. Senin bu hareketlerinin nedeni Giray'sa..." "İyi geceler. Yarın görüşürüz." diyerek söyleyeceği şeyi dinlemeden telefonu kapattım. Çünkü az çok tahmin edebiliyordum. Odanın kapısının hızla açılmasıyla abimin şaşkın suratıyla karşılaştım. "Seçil kiminle konuşuyorsun?" "Telefonla." "Sadece telefonla mı yoksa karşı tarafta da birisi var mı?" Yastığı alıp ona fırlattığımda eliyle yakalayıp bana geri fırlattı. "Çok komiksin." diye yüzümü buruşturdum. Sırıttı. "Miray'ın selamı var." Yüzüme yapmacık bir gülümseme yerleştirdim. "Canım benim. Sen de selam söyle." "Söylerim. İyi geceler." deyip odadan çıktı. Hiçbir şey moralimi bozamaz. Giray Doğan İstanbul'a geliyor! Kulaklıklarımı takıp, zor olacağını bilerek uyumaya çalıştım. Sabah kapımın tıklatılmasıyla uyandım. Kapının pervazına yaslanmış beni izleyen abime ters bir bakış attım. "Ne var abi ya sabah sabah?" "Neredeyse öğlen oldu cadı. Miray'la kahvaltı yapacağız. Gelmek ister misin?" "Miray mı? Yok, kalsın." "O çağırdı ama?" "Başka zaman sözüm olsun. Bugün Asya geliyor. Hem de erkek arkadaşıyla. Onları karşılamam lazım." dedim ona yavru kedi bakışları atarken. "Öyle olsun bakalım." Yanağımdan bir makas alıp odadan çıktığında telefonumu elime alıp Asya'ya mesaj attım. "Ne zaman burada olursunuz?" "Öğlen gibi orada oluruz. Seni özledim." Gülümseyerek "Ben de ." yazdım ve hızla duşa girdim. Acaba beni görünce ne yapacaktı? En son görüştüğümüzde aramız iyiydi ama o Giray Doğan'dı. Ne yapacağı belli olmazdı. Bu yüzden her şeye hazırlıklı olarak karşısına çıkmalıydım. Belki de beni otobüse bindirdikten sonra eski yaşantısına ben hiç olmamışım gibi devam etmiştir. Sahi? Acaba bir kızla birlikte olmuş mudur? Olmuştur tabi Aptal! Belki de ben oradayken bile devam etmişti buna. Zaten ben oradaydım diye neden alışkanlıklarını değiştirsin ki? Ben onu için diğer kızlar gibiydim. Elde etmek istediği sıradan bir kız. Eğer ona kendimi verirsem, diğerleri gibi 'tek gecelik' olarak kalırdım. Kendimi her iki duruma da hazırlayarak duştan çıktım. Hava sıcaktı. Bu yüzden lacivert şortumu giydim. Üzerine de yakası bol, beyaz bir tişört giydikten sonra saçlarımı düzleştirdim. Biraz nemliydiler ama şimdi onları kurulamakla uğraşamazdım. Hafif rimel sürdükten sonra yüzümü inceledim. Makyaj yapmayı zaten sevmezdim. Gözlerim mavinin en belirgin tonuydu. Belirginleştirmek için kaleme gerek yoktu. Boy aynamın karşısına geçerek kendimi incelemeye başladım. Abime kalsa kısa olan tüm giysilerimin şu anda küllerini topluyor olurdum. Ama annem sağ olsun, abime pek laf düşmüyordu. Beni bu konuda her uyardığında Miray'a bakmasını söylüyordum. Bir parmak etek giyen ben değildim çünkü. Giray'ın söylediği bir şey aklıma gelince kendimi incelemeyi bıraktım: "Tenin çok güzel." Son bir kez kendime baktıktan sonra çantamı alarak evden çıktım. Çoktan öğle olmuştu. Onları otogarda karşılamak istiyordum. Yürürken Asya'yı aradım. "Neredesiniz? Gelmediniz değil mi?" "Biraz önce eve geldim. Hemen bize gel." "Şey, yalnız mısın?" "Annemleyim. Hadi bekliyorum." Telefonu kapatıp taksiye bindim. Birkaç dakika sonra Asya'nın evine vardığımda zile basarak beklemeye başladım. Kapıyı annesi Derya teyze açtı. Sarılıp yanaklarını öptükten sonra koşarak üst kata çıktım. Asya'nın giysileri her yerdeydi. "Bu kadar giysiyle gitmediğine eminim." Bana döndüğünde gözleri sevinçle parladı. Yerden kalkıp koşarak yanıma geldi ve birbirimize sımsıkı sarıldık. "İyi ki geldin Seçil. Şu halime bak. Bana yardım et." "Yusuf'la mı aldınız bunları?" Elime tozpembe bir tişört alarak ona döndüm. Gülümsedi. "Onu bana o aldı. Diğerlerini ben tekken aldım. Bak bunu da sana aldım." Yatağın üzerindeki paketi bana uzatınca gülümseyerek aldım. En sevdiğim renk olan su yeşili bir tişört. Üzerimdekiyle aynı gibi. "Bu tarz tişörtleri sevdiğini biliyorum. Beğendin mi?" Uzanarak yanağını öptüm. "Teşekkür ederim, beğendim tabi. Yusuf'la nasıl gidiyor?" "Çok iyi. Her şey fazla güzel. Ona çok alıştım." "O nerede şimdi?" "Giray'ın da yardımıyla bir ev tuttular. Mert ve annesiyle birlikte yaşayacak. Giray'ın bu kadar zengin olduğunu biliyor muydun?" Aslında bir nevi biliyordum. "Söylemedi ama beni evine götürdüğünde anlamıştım zaten. Peki, Giray nerede kalacak?" "O ayrı bir ev satın almış. Galiba İzmir'dekini sattı. Bu arada bu akşam yemeğe çıkıyoruz. Hep birlikte." "Giray neden onlarla kalmıyor?" Alayla güldü. "Eve rahat kız atamaz diye. Bu arada sen bi güzelleşmişsin. Kime bu hazırlık, Giray'a mı?" "Saçmalama, ne alakası var." Aklım Giray'ın ayrı eve çıkmasına takılmıştı. Ne diye onlarla kalmıyordu ki sanki? Odaya toplamaya başladığımızda bana Yusuf'la olan anılarını anlatıyordu. Bir yandan onu dinliyor olsam da, diğer yanım Giray'ın ayrı eve çıkma nedeninin Asya'nın dediği gibi olduğu düşüncesiyle karmakarışıktı. Toplamayı bitirdiğimizde saat beş olmuştu. Asya "Ne giyeceğim ben?" diye sızlanınca elbise dolabını açıp göz gezdirdim. Tozpembe elbisesini çıkarıp ona gösterdim. Bel kısmındaki kalın beyaz kemer tam onu tarzıydı. "Bence bunu giy. Bu renk sana yakışıyor." Elbiseyi elimden alıp aynada üzerine tuttuğunda gülümsedi. Gelip yanağımı öptüğünde ona gülümsedim. "Teşekkür ederim. Sana da bulacağız bir tane." "Gerek yok. Böyle iyiyim." "Sen her halinle güzelsin." Hızla banyoya gidip üzerini değiştirdi. Geldiğinde onu baştan aşağı süzdüm. Gerçekten çok yakışmıştı. İri mavi gözleriyle her erkeğin aklını başından alabilirdi. "Çok güzel olmuşsun. Hafif bir parlatıcı yeterli bence." "Sen ne diyorsan o." dedi gülümseyerek. Parlatıcı sürüp gözlerine hafif bir kalem çektiğimde gerçekten harika görünüyordu. Ne kadar sızlansam da benim dudaklarım da parlatıcıdan nasibini almıştı. "İşte oldu. Yusuf birazdan burada olur." "Kendisi mi gelecek?" Aslında duymak istediğim şey Giray'ın da gelecek olmasıydı. "Üçünün ortak kullandıkları bir araba. Ama küçümsenecek bir şey değil." Söz konusu Giray olunca küçümsemek olmazdı zaten. Korna sesiyle camdan dışarıya baktım. Yusuf'un sürücü koltuğunda olduğu siyah, son model bir araba karşımda duruyordu. Giray'ın bu parayı nereden aldığını merak etmeye başlamıştım artık. ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD