AŞKIN ESİRİ
Onun küçük beyaz kanatlarının titrediğini insanlardan nasıl çaresizce korktuğunu görebiliyordu. Her an tek bir darbeyle dağılacakmış gibi görünse de güçsüz bir kızın bakışlarına sahip değildi. İnatçı ve sabırsızdı. Asla söz dinlemiyor kendi bildiğini okuyordu. Hızlı ve çevikti. Bir yol belirlemişse asla arkasına bakmadan hedefine doğru koşturuyordu. Sadece bilmediği şeylerden tanımadığı insanlardan biraz fazla korkuyordu.
Bu civarlarda aradığı bir adam vardı ama kaç köye sorsa da bir türlü izine rastlayamamıştı. Aramaya devam ederken yıllar önce şans eseri bulduğu şelalenin yakınından geçtiğini fark edip arabasını görünmeyecek bir yere çekmeye karar vermişti. Aylar sonra ilk kez kendisi için bir şey yaptığını fark edip ensesini ovalaya ovalaya ormanda suyun sesini takip etti. Bulduğu şelalenin hiç değişmediğini görünce hala soğuk olup olmadığını merak ederek bütün kıyafetini çıkartıp en yüksek kayadan balıklama kendini buz gibi suya attı. Soğuk kemiklerine çarpıp zihnini canlandırınca suyun altında çıktı ve derin bir nefes alarak alnına yapışan saçları eliyle geriye doğru taradı. Orman kuş ve çekirge sesleriyle ona biraz da olsa huzuru tattırdı. Zihnini boşaltacağı bir iki dakika istedi kendisinden. Daha sonra yine işinin başına dönecek kaldığı yerden devam edecekti.
Fakat huzurunun ikinci dakikasındayken ormanda yankılanan kahkaha sesiyle bütün dikkatini sesi analiz etmeye verdi. Bir kıza aitti. Ve hareket halindeydi. Köyler buraya çok uzaktı ama demek ki birisi burayı biliyordu. Belki de sevgilisiyle buluşmak isteyen delinin tekiydi. Kahkahasının ince ve pervasız tonu bu kez yakından gelince kendini akan şelalenin arkasına atıp küçük mağara gibi yerde dikkatle bekledi. Eğer yoğun bir şekilde kendini yok sayarsa yanından geçenler bile onu fark etmezdi.
Altında olduğu toprağın üstündeki adım sesleriyle tahmin ettiğinden daha çok insanın olduğunu fark etti ve gardını alıp bekledi. Her türlü saldırıya hazır bir şekilde kendini programlamışken havada süzülen keçilerle usulca nefesini verdi. Burayı bir çobandan başka kim bilebilirdi ki? Olduğu yerde sessizliğini ve varlığını korurken keçilerin peşinde kayalardan atlayan yarı çıplak kızla nefesini bir kez daha tuttu. Dağ başında genç bir kızın çobanlık yapması ne kadar doğruydu? Kanının ısındığını ve öfkenin dört bir yanına dağıldığını hissedince durduk yere çıkan hisle gözlerini kıstı. Savunmasız insanlara karşı zaafı hala yerli yerindeydi.
Suda kaybolan kızla kendisi de suya gömüldü ve fark edilmemek için kıpırdamadan bekledi. Çok kısa bir süre sonra sudan çıkan kızla gözlerini kısıp hal hareketini izledi. Neşesini keçilere bulaştırmak istemişti ama keçiler elinden kaçıp duruyor ama kız inadına onlara bulaşmaya devam ediyordu. Kafide gibi yumuşacık kahkahası devamlı suyun yüzeyinde dans edip kulağına müzik notasına benzeyen bir ahenkle dolarken daha sık nefes almaya başladı. Bakışları ve düşünceleri kızın üzerine yoğunlaşmış suyun ardındaki görüntüsünün neye benzediğini düşünmeye başlamıştı. O sesin sahibi genç olmalıydı ama ne kadar gençti?
Yaşını hesaplamaya çalışırken halindeki tedirgin havayı sezip arkasındaki kayaya yaslandı. Suya gömülmüş etrafına korku içinde bakıyordu. Varlığını hissetmesinin tek nedeni ona çok fazla yoğunlaşmıştı. Ama göz önüne çıkmayı düşünmüyordu çünkü anadan doğma çıplaktı. Bekledikçe kızın korkusu katlanmış ve bakışları sonunda şelaleye kaymıştı. Hissetmişti. Orada olduğunu hissetmişti. Ya da onu kendime çektim diye düşündü Adar ŞeyhBaran.
Buzlu bir camın arkasından gördüğü kızın korkusuna bulanan bedenindeki rahatsızlıkla sakladığındı yerden çıkmaya karar verdi. Korkutmadan yavaşça suyun diğer tarafına geçti ama onu gören kız korku içinde geriye doğru yüzüp kendisinden kaçtı. Kızın yüzündeki korkunun büyüklüğüyle suyun altında yumruklarını sıktı. Tahmin ettiğinden de küçük görünüyordu. On sekiz mi? Ya da bir yaş büyüktü.
Ona korkmaması gerektiğini söylüyordu ama sanki onu anlamamış gibi daha çok korkarak kaçıyordu. Büyük ceylan gözlerindeki korku tahmin ettiğinden de hızla büyürken o da kendini geri çekti. Küçük kalkık burnundan aldığı nefeslerle panik atak geçirmemesi için sakin kaldı ama kızın kayaya çarpmasıyla ellerini kaldırıp sakin olması gerektiğini söyledi. Fakat yine anlamamış gibi bir hali vardı. Belki de türkçe bilmiyordu. Kürtçe konuştuğunda gözlerindeki parıltıyı fark edip kürtçe konuşmaya devam etti. Ama yine cevap vermiyordu. bir sorun vardı. Ona dilsiz olduğunu söylediğinde gözlerinde saniyesinde geçen kırık dökük duygularla derin bir nefes verdi. Dilsiz bir kızın tek başına dağlarda dolaşması hiç uygun değildi. Ne kendini savunabilir ne de birine derdini anlatabilirdi.
Adar kaşlarını derinden çatıp özlerini kapatmasını söylediğinde gözlerini hızla kapatıp güneşten yanan ve iyice esmerleşen teninde ortaya çıkan pembelikle yumruklarını bir kez daha sıktı. Altı üstü küçük dilsiz bir köylü kızıydı. Gözlerini alıp bir an önce kimseye fark edilmeden buradan gitmeliydi. Barzan itinin başına sardığı kadından sonra yan gözle bakacağı kızların bile listesini yapmıştı. Bu kız o listenin uzağından bile geçemezdi.
Korkusuna rağmen Adar’ın tam karşımda gözlerini kapatması da başka bir saflık göstergesiydi. Ya sudan çıkmayıp tam karşısında dikilse.. Ne yapacaktı? Daha çok korkup meraklı gözlerle inceleyecek miydi? Kollarına ve yüzüne nasıl baktığını görmüştü ve bir erkek olarak bakışlarının anlamını bilecek kadar kadınlarla vakit geçirmişti. Etkilenmiş ve gördüklerini fazlasıyla beğenmişti.
Ama hemen başının üstünde kayanın ucunda duran keçi bütün planlarını bozdu. Pantolonunu aşağı atmıştı ama köylü kız havada tutmayı başarmıştı. Fakat en önemli şeyler suya düştüğü için bir şey değişmemişti. Derdi kıyafetleri değildi araba da değildi. Tek derdi asla kaybetmemesi gereken telefonuydu.
Köylü kıza çıkmasını söyleyip suya yavaşça gömüldüğünde gözlerini kapatacak kadar centilmen bir adam değildi. Suyun altında kızın ince bedenini süzerken zayıflığıyla kaşlarını çattı. Bu haliyle daha çok bir iskelete benziyordu. Tek dolgun yanı göğüsleri ve kalçalarıydı. Fakat daha fazla inceleyemeden sudan hızla çıkıp kayaları çeviklikle tırmanan kızla yapması gereken işin peşine düştü.
Suyun altı bulanık olduğu için aradıklarını görmekte zorlandı ama bir iki dakika sonra bulduğu telefonu ve anahtarıyla sudan başını çıkardı. Ve onu beklediğini hissettiği kıza gözlerini dikti. Üzerinde kahverengi sarı çiçekli bir elbise vardı ve ıslak uzun saçları yüzünün iki yanında sallanıyordu. Hala yüzünde damlalar geziniyor az önce sudan çıktığını bağırıyordu. Adar ela gözlerin büyüdüğünü ve orada uyarıcı hislerin sabırsızca dolaştığını gördüğünde gözlerini biraz daha kıstı. Hem bu kadar korkup hem de ne düşündüğünü belli birini daha önce görmemişti.
Dilsiz köylü kızın korkusu ağır basmış olmalı ki koşmaya başladı ve saniyesinde göz önünde kaybolup suyun içindeki Adar’ı eli havada bıraktı.
Adar sudan çıkıp kızla bir iki kelime etmek isterdi. Tek başına bu dağ başında dolaşmaması gerektiğini ve... büyük adamlarla uğraşamaması gerektiğini söylerdi. Bu şekilde başka bir adama bakarsa kötü niyetlilerin ellerinde harcanırdı.
Adar düşüncelerindeki rahatsızlıkla sudan çıkıp ağacın dalına asılmış kıyafetlerine göz attı. Kirlenmiş ve biraz da hırpalanmıştı. Üzerine sadece pantolonunu geçirdi. Siyah iç çamaşırı ve çorapları eksikti ama keçilerin onlara ne yaptığını az çok tahmin ediyordu. Üzerinde sadece arabasına kadar yürüdü ve sakladığı yerdeki arabasının bagajını açıp her zaman yedeklediği kıyafetlerini giydi. Eski telefonunu arabadaki kasasına koyup yeni telefonunu çıkartıp açtı. Telefonunda ne bir fotoğraf ne de bir numara kayıtlıydı. Bütün rehberini ezbere bilir ezberlediğini asla unutmazdı.
Kısa ve tuhaf macerasından sonra yola koyuldu ve aradığı adamı bulmak için bir kez daha nerede olabileceğini düşündü. Sınırlardaki köylere bakması daha mantıklıydı. Kaçak bir adamın aklında dönen tek şey kimseye görünmeden kaçmaktır. Şimdi sınır bir köyde terk edilmiş bir harabede gecenin bir an önce çökmesini bekliyordur.
Adar tam dört köy dolaştı ve son köyde aldığı bilgilere göre aradığı adam sınırda kalan köylerin birinde saklanıyordu. Yola çıkmış hızını kesmeden ilerlerken uzaktaki keçileri ve arkalarında giden oğlan çocuğunu fark etti. O kız olamazdı değil mi? Zayıf erkek kıyafetlerinin içinde o gibi görünüyordu. Hızlıca düşündü. Aradığı adam bu yolun sonundaki köydeydi ve eğer bu kız da oraya yaşıyorsa yardımcı olabilirdi. Dilsiz ve korkak bir kızın kendisini görmesi başına bir iş de açmazdı. Buradaki çoğu köylü kendisini tanırdı ve kendini de ifşa etmek gibi bir niyeti yoktu. Arabayı kenarı çekip indi ve çevresine baktıktan sonra uzakta onu fark eden kızı daha net görmek için gözlüklerini çıkardı. Şapkası yüzünden tanınmıyordu ama korkudan dağın eteğinde kaçmaya başlamasıyla o olduğundan emin olup arkasından bağırdı. Ama dinlemeyip koştu. Keçileri de ondan beterdi önünde hızla kaçıyorlardı.
Her ne olduysa dengesini kaybedip yere düştüğünde çığlığı daha hızlı olmasını sağladı. Yaklaştıkça başını kaldırmış olan yılanı gördü ve adımlarını daha temkinli attı ama yılan köylü kızın bacağından ısırıp hızla kaçmıştı bile. Zehirli olup olmadığını anlayamamıştı ne yazı ki kaçtığı yönde koşup iki kayanın arasında kıstırdı ve hiç korkmadan başını tutup kayanın arkasından çıkardı. Güneşin altında siyah su yılanını inceledikten sonra çok uzağa fırlattı. Zehirli değildi ama ısırığı acıtırdı.
Kıza yaklaştığında ten renginin daha koyu ve çirkin bir renge boyandığını görünce kaşlarını derinden çattı. Bu erkek kıyafetleri içinde korunduğunu sanıyordu ama onun gözlerine bakan biri onun kız olduğunu anlar ve iğrenç niyetini belli ederdi. Büyük ceylan gözleri kahverenginin ve yeşilin en koyu tonuna sahip olsa da lanet olsun güzelliği dikkat çekiyordu. Güzel diye düşündü Adar. En son kime güzel dedim diye kaşlarını kendine çatarak kızın üzerine doğru eğildi. Kaçmasına rağmen kendine olan sinirinden ayak bileklerinden tutup yerinde kalmasını sağladı. Başını kaldırıp titreyen gözlerine baktığında ise yüzündeki şaşkınlığı okudu. Büyük bir şok ve gerisinde gelen o kanını kaynatan hayranlık. Kimsenin böyle baktığını teslim olmaya bu kadar istekli olduğunu görmemişti. Ama hepsinden önce yarasına bakması gerekiyordu.
“Yarana bakacağım.” dedi usulca korkutmadan ve kızın kendinden geçmiş bir halde başını sallamasıyla elini pantolonun düğmesine attı. Parmak uçlarının yandığını hissettiği sırada derin bir nefes aldı. Bu aptalca hislerin teninde dolaşması güçsüzlüktü. Kızın aklı başına yeni gelmiş ki elinden kaçmaya çalıştı ama çoktan pantolon kalçalarının altına kadar inmişti. O kahverengi eteğinden bir şey görünmüyordu.
Kaçmaya çalışan kıza hiç olmadığı kadar sakin kimseye göstermediği bir sabırla yaklaşıp açıklama yaptıktan sonra eteğinin ucunu tutup yukarı doğru sıyırdı. Esmer tenini görmeyi bekledi ama süt beyazı tenini gördüğü gibi koca bedeni ahlaksızca kasıldı ama Adar ŞehhBaran eğitimli bir adamdı hislerini kolayca öldürebilirdi. Nefesini tutarak dağılan hislerini bir araya toplayıp üzerine bir kibrit attı. Şimdi onların yanışını hissediyordu işte. Dağ tepelerinde dolaşmaktan esmerleşen kızın yarasına odaklanmayı başardığında dikkatlice inceledi. Yılan zehirli değildi ama yine bir pansuman yapılmalıydı. Yaraya o kadar dalmıştı ki elinin altında titreyen kızı fark ettiğinde başını kaldırıp gerilen karnına ve ileri doğru çıkardığı göğüsleriyle aklından geçen tek şey kızdaki hayranlığın artık başka bir boyuta geçtiğiydi. Artık etkileniyordu da. Dokunuşuyla baştan çıkıp bunu hiçbir utanma belirtisi olmadan gösteriyordu. Kibrit atıp yaktığı ne varsa dirildi ve birer ateş topu halinde yeniden kanında dolaşmaya başladı.
“Keçên biçûk li mêrên mezin nanêrin.” “Küçük kızlar büyük adamlara bakmazlar.*” dedi Adar hem kendine hem de kendinden pek haberi olmayan keçi çobanına.
Ela gözlerin sahibi küçük, bakışlarını hızla kaçırıp geri geri kalçalarının üstünde kaçmaya çalışırken Adar boyalı yüzün altında kızaran tenle bir kez daha burnundan sertçe soludu ve kızın pantolonunu tek bir hareketle yukarı çekip düğmesini hızla yerine geçirdi. Uzun gömleğini önüne sertçe çekip çenesini tutarak gözlerine bakmasını sağladı. Dolu gözleri kendisine bakmamaya yemin etmiş gibi yere bakıyordu. Ama bakmasını gerçeği görmesini sağlayacaktı.
“Ez li wî gundî li kesekî digerim. Tu, keça piçûk, dê alîkariya min bibînim.” “Şu köyde birini arıyorum. Sen küçük kız, bulmamda bana yardım edeceksin.” diye kızın üzerinde bildiği o yoğun baskıyı uyguladı. Bir çeşit hipnoz yöntemiydi bakışlarıyla ikna etmesini bilirdi ama ela gözler dünden razı gibiymiş bakarken bunlara da gerek yok diye düşündü Adar. Bu teslimiyet aptalcaydı! Bu hayranlık mantıklı değildi! İçinden bir ses bu kadar korkan bir kızın ilk kez böyle hissettiğini söylüyordu. Küçük büyüyordu ama büyüdüğü adam onun için çok yanlış bir seçenekti. Hatta bir seçenek olmayacak kadar fazlaydı ona.
“Ma te ji min fêm kir?” “Beni anladın mı?” Adar kıza kabul ettireceğinden emindi. “Keça biçûk, ger tu min fêm bikî, serê xwe bikî. Ger hûn bêjin baş e, çavên xwe bigire.” “Küçük kız, beni anladıysan başını salla. Tamam diyorsan da gözlerini kapat.”
Çenesinden tuttuğu küçük kız hızla nefes alıp verirken etrafına bakıp yeniden kendisine döndüğünde başını aşağı yukarı salladı fakat gözlerini kırpmak yerine tam tersi başını iki yana sallayarak yardım etmeyi reddetti. Adar elindeki küçüğün korkusuz cevabıyla içindeki karanlık adamın yüzünü göstermemek için sabretti. Dilsiz garip bir kızı korkutup istediğini yaptırmayacaktı daha öyle bir adam olmamıştı.
“Ez ê pere bidim te.” “Para vereceğim.” dedi tek kaşını kaldırıp akıllı bir seçim yapması için fırsat sundu. “Ez ê gelek pere bidim.” “Çok para vereceğim.”
Ellerinin altındaki dilsiz kız konuşmasa dahi gözleri asla kabul etmeyeceğini bağırıyordu. Adar okuyabildiği gözlerin derinlerine dalıp istediği şeyi ortaya çıkarmak için bir süre daha ela gözlere daldı. "Tu ji min çi dixwazî?" “Benden ne istiyorsun?” dedi usulca yüzüne eğilerek. Yasemin ve leylak kokusunu aldığında başını aynı şekilde geri çekip nasıl bu kadar güzel koktuğuna şaşırdı. Leylak kokusu içini sızlatmış yasemin teninde dolaşmış yine hiç beklemediği bir noktadan tutmuştu. “Tu çend sali yi?” “Sen kaç yaşıdasın?” dedi rahatsızlık duyduğu hislerinin üstüne bir kibrit daha attı.
“Hejdeh?” “On sekiz?”
"Nozdeh?" “On dokuz?”
Çenesini kavradığı kız on dokuz dediğinde başını salladığında rahatsızlığı katlandı. Kendinden on bir yaş küçük bir kızın üzerindeki bıraktığı etkiden hoşlanmamıştı. Hepsi uzun zamandır listelerinden bir kız seçmediği için olmuştu.
“Tu biçûk î. Niha, alîkariya birayê xwe bike.” “Daha küçüksün. Şimdi abine yardımcı ol.” dedi Adar bütün ateşleri söndürecek o kelimeyi ortaya atıp. Ela gözler ellerinin altında titreyip yeniden dolmaya başladığında bıkkınlık içinde nefesini verdi. “Ji min re bêje ka tu ji min çi dixwazî."
Bir çaresine bakmak zorundaydı yoksa kendisi köye inip adamı bulmak zorunda kalırdı. Bu köyde muhbiri yoktu sora sora giderse çok dikkat çekecekti. Herkesten saklanan bu küçük kız belli ki görünmez olabiliyordu ve kimseye kimi neyi gördüğünü söyleyemeyecekti. Yalnız inatçı keçinin teki çıkmıştı. Ama cesur yanı yine baş göstermişti. Ela gözlerinin yüzünde oyalanıp dudaklarına inmesiyle Adar’ın dudakları düz bir çizgi gibi gerildi ve aklından geçenlere lanet etti. Kızın elinde olan çenesini bir kez daha sıkıp sinirle yüzüne soludu. “Tu bi agir dilîzî!” “Ateşle oynuyosun!” dedi kaşlarını derinden çatıp yüzüne sertçe soluduğunda.
Bir korkağın hiç bu kadar inatçı olabileceğini sanmazdı. Ellerinde can veren koca adamların son bakışlarında gördüğü tek şey yalvarmak için bir saniye istedikleriydi. Fakat bu küçük kız bir saniyesini inat etmek için gözlerinin içine korkusuzca bakardı. Belki de korkmuyordu bedeninde dolaşan titremesine neden olan başka bir şey vardı. Heyecan gibi. Adar düşüncelerinin aldığı yolu hiç ama hiç beğenmedi. Bir adım daha ileri gitse kendini soba külüyle boyayan kızın üzerinde bulacaktı!
“Êdî luksa te ya hilbijartinê nemaye. De rabe û cihê wî zilamê ku min ji te re diyar kiriye bêje.” "Artık seçmek gibi bir lüksün kalmadı. Kalk ve sana tarif ettiğim adamın yerini söyle." dedi Adar elinin altında kızışan kızın teninden kendini çektiği sırada. Kolundan tutup ayağa kaldırdı. Yere düşen eski şapkasını alıp güneşten açılan saçlarının üstüne taktı. “Niha here gund, ezê li pey te biçim.” “Şimdi köye git seni takip edeceğim.”
Evin olup bitene ve daha kendisinin bile haberi olmadığı duyguları hisseden adama şaşkınlık içinde baktı. Ona yardım etmek falan istemiyordu tek istediği bir an önce evine gidip kendini yorganın altına sokmak ve utancından kendini yemekti. Bu yabacının tuhaf ama güzel gözlerinden çok uzakta eski görünmez silüetine bürünmeliydi. Bazen görünür olmayı merak ederdi ama hiç böyle bir adam tarafından görüneceğini sanmazdı. Uzun boyunun gölgesinde kalmıştı adeta. Geniş omuzları kendi bedeninin iki katıydı. Bakışlarını bir kez daha kontrol edemeyip bakışlarını boynundan aşağısına beyaz gömleğinin sardığı gövdesine indirdi. Çiğ tanesi ve bacaklarını sıkmasına neden olacak kendisine has bir kokusu vardı. Erkeksi diye düşündü. Belki hayatında ilk defa bir erkek görüyor yaklaşıyordu.
“Ez derdê te me.” “Senin derdin benim.” dedi alaz alaz akan sesiyle yüzüne karşı.
Evin utancından yine gözlerinin dolduğunu hissetti. Elinde değildi ona bakarken kendini kaybediyordu. Gözü dalıyor ve elinde olmadan hislerine boyun eğiyordu. Ne yazık ki kendini iyi hissettiği şeylere koşulsuz teslim olmak gibi bir kötü bir huyu vardı. Anca yara aldığında ne yaptığının farkına varıyordu.
“ Alîkariya min bike, tiştê ku tu dixwazî ez ê bidim te.” “Bana yardım et, sana istediğini vereceğim.” dedi sesinin tonunu kısıp üzerinde kızgın bir şekilde soluklandığında.