Hayır, hayır, hayır... Erkekler tuvaletine girmiş olamazdım değil mi? Ne olursun bir oda olsun burası... Yavaşça arkamı döndüğümde uzun boylu, siyah takımının içinde kusursuz görünen bir adam gördüm.
"Burası..."
"Erkekler tuvaleti." dedi kalçasını lavabonun mermerine yaslayarak. Utançtan yanaklarımın sıcaklığı artarken sertçe yutkundum, bayılma taklidi yapsam yer mi acaba? Denemekten zarar gelmez.
Hayır. Yapmamalıyım. Ben çok kötü bir oyuncuyum, bir anda kahkaha atarım. Üstelik burası çok kirli, burada bayılamam.
"Kusura bakmayın, ben hiç bakmadan girdim. Hemen çıkıyorum." Arkamı dönüp kapıyı açmaya çalıştım, kulpu defalarca aşağı indirmeme rağmen kapı açılmadı. "Kapı açılmıyor." diye mırıldandım titrerken.
Rezillik diz boyu.
Bana yaklaştığını fark ettiğim an ona doğru döndüm, burun direklerimi sızlatacak yoğun afrodizyak kokusuyla yerimde kalakaldım. Bedenimi saran ufak yangınlarla ne olduğunu kavrayamadım, bilincim esir alındı sanki. Karşımdaki adamın bal rengindeki gözlerine bakmaya başladım, dudakları hafifçe kıvrıldı.
"Kapıyı açacağım." diye mırıldandı kalın sesiyle.
"Ee?"
"Önümden çekilecek misiniz?" hızla önünden çekildim.
Hayır yani anlamıyorum, bugün ters yerimdende uyanmadım ki. Neden işlerim hep ters gidiyordu?
Kapı kulpunu aşağıya doğru indirip, sert bir şekilde kapıyı kendine doğru çekti. Kapı açılır açılmaz arkasından geçip çıkmak için hamle yaptım. Yüzüne bakıp tekrardan konuştum.
"Kusura bakmayın tekrardan. Ben bakmadan girdim o yüzden oldu, iyi akşamlar." bir şey demesini beklemeden arkamı döndüm.
"Benimle karşılaştığın için şanslısın küçük hanım. Naçizane fikrim bir dahakine kapılara bakmadan girmemen, benim yerime kötü niyetli olan biri de olabilirdi içeride." omzumun üstünden arkama baktım, duvara yaslanmış kollarını birbirine bağlayarak arkamdan bana bakıyordu. Hızla önüme dönüp çıktığım yere geri döndüm, babamın olduğu masayı bulup sandalyeye oturdum.
Makyajım olmasaydı kesinlikle az önce yaşanılanlar yüzünden hüngür hüngür ağlardım. Nasıl kapılara bakmadan dalardım ya?! Diyorum ya, aptalım aptal.
"Aslı iyi misin? Bir şey mi oldu?" babama baktım. Sonunda beni fark etmiş beyefendi.
"Hayır."
"Emin misin?"
"Eminim, bir şey olmadı."
Umarım tuvaletteki adamla bir daha karşılaşmayız. Şimdi arkamdan ne çok gülmüştür, nasıl dalga geçmiştir... Dalga geçse, gülse yeridir. Ben olsam bende gülerdim, bende dalga geçerdim.
"Fuat bey merhaba." hemen sağımdan bir erkek sesi duydum. Babam hemen ayağa kalkarken, bense telefonuma gömülmüş bir vaziyetteydim.
"Ilgaz bey nasılsınız? Sizi ailemle tanıştırmak isterim. Eşim Gonca, küçük kızım Sıla ve büyük kızım Aslı." ismimin geçmesiyle başımı kaldırdım. Sağımda duran adamın suratına baktığımda hızla ayağa kalktım, bu adam tuvaletteki adamdı. "Ilgaz benim iş ortağım, aynı zamanda çok sevdiğim ve değer verdiğim bir arkadaşımdır."
Şu an yerin dibine girmek istiyordum. Ilgaz denilen adamın yüzü bana döndüğünde, dudakları alayla kıvrıldı. "Memnun oldum küçük hanım." az önce tuvalette karşılaşmamışız gibi bana elini uzattı, tuttuğum nefesi bırakarak bana uzatılan eli tuttum.
"Bende memnun oldum." sesim o kadar cılız çıkıyordu ki, ben bile duymakta zorlanmıştım.
"Memnun olmanıza sevindim küçük hanım." gözlerimiz kesişti, elimi bir türlü bırakmak istemedi. Babam çatık kaşlarla birleşen ellerimize bakarken, çekmek için hamle yaptım. Ilgaz denilen adam sonunda elimi bırakırken, elindeki kokteylinden bir yudum aldı.
"Sakıncası yoksa masanızda bir kişilik daha yer var mı?" Ilgaz, bu soruyu babama karşı sorarken babam gülümser bir tavırla başını salladı.
"Tabi ki, buyrun oturun Ilgaz bey. Masamızda oturacak olmanız bizim için büyük bir şeref." put gibi olduğum yerde kalırken, sandalyeme yavaşça oturdum. Ilgaz denilen adam sandalyesini çekerek hemen soluma oturdu, yüzüne bakmamak için direniyordum çünkü,az önce tuvalette yaşanılanların utancı hâlâ üzerimdeydi.
Kaçamak bakışlarla yanımda oturan adamı süzdüm, baştan aşağı siyah giyinmesi onu oldukça kusursuz gösteriyordu. Onu izlerken dudaklarım aralandı, bu kadar kusursuz olması nasıl mümkün olabilirdi? Her insanın kusuru varken, onun neden bir kusuru yoktu?
Başını çevirdiği an gözlerimiz buluştu, gözlerimi kaçırıp farklı bir yere bakmaya çalıştım. Fakat bu mümkün olmadı, kaçırdığım gözlerimi tekrar onun üzerindeyken buldum. Bana hâlâ bakıyor olmasının avantajını kaçırmak istemedim, yüzünü incelemeye başladım. Bal rengi gözlere, parlak cildiyle bütünleşmiş kirli sakalları, kahvenin en koyu tonu saçlarıyla adeta gecenin parlayanıydı.
Yüzlerce erkek vardı bu mekanın içerisinde, hiç biri dikkatimi bu denli çekmezken, o dikkatimi çekmeyi başarabildi. "Küçük hanım?" dedi kalın dudaklarını aralayarak, boğazımı temizleyip yüzüne baktım. "Nasılsınız?" yutkundum.
"İyiyim teşekkür ederim, siz nasılsınız?" dedim sakinlikle.
"Bende iyiyim." başımı ağırca salladım.
"Babama az önce yaşanılanlardan bahsetmediğiniz için teşekkürler, size yeterince rezil oldum zaten." hafifçe gülümseyip kokteylinden bir yudum aldı.
"Merak etmeyin gözümde bir rezillik olarak canlanmıyor, dalgın bir anınıza geldiğinden eminim."
"Evet biraz öyle oldu." demekle yetindim.
Daha fazla bir şey konuşmak istemedim çünkü burası benim canımı sıkmaktan başka bir halta yaramıyordu. Diyorum ya, ben böyle mekanlara pek alışkın bir insan değildim. Olduğum olası küçük kafe tarzı yerlerde bulunmayı severdim, böyle şatafatlı lüks mekanlarda değil.
Zaten olduğum olası içime kapanık bir kız çocuğuydum, birazda bundan sebepti böyle mekanları sevmemem. Kalabalık ortamlarda bulunmayı, tanımadığım insanlar arasında olmayı sevmez kaçacak delik arardım. Şimdide kaçacak delik arıyordum aslında, buraya geldiğim için pişman olmuştum.
Canım öylesine sıkılıyordu ki, oturduğum yerde heykel gibi durmaktan başka bir şey yapmıyordum. Binlerce kadınların arasında yerinde sessizce oturan tek kişiyim diyebilirim çünkü hangi kadına baksam sohbet muhabbete karışmış vaziyetteydiler. Bir arkadaşım bile yoktu buraya getirebileceğim, beraber eğlenebileceğim.
Ben buydum işte.
Yalnızlığa mahkum olmuş bir insandım.
Bir arkadaşı olmayan, kendinden başka dalı olmayan yalnız bir kız çocuğu.
♠️
Gecenin ilerleyen saatlerinde uykumun geldiğini, bedenimin mayıştığını hissetmekteydim. Babam ve bir çok iş arkadaşı, gecenin sonuna doğru binlerce konuşma yapmış en sonunda kendi ailesiyle yanımdan ayrılmıştı.
Ben ise halsizlikle ayağa kalktım. Uykusuzluğa dayanamadığımdan çantamı elime alarak, etrafta babamı aramaya başladım. Dakikalar öncesinde yanımda olan adam ve onun ailesi, şimdi burada değildi. Üstelik kalabalık yavaş yavaş azalmaya başlamıştı, neredeyse insanlar evlerine dağılıyordu.
Demiştim ya buraya gelmem hataydı diye, gerçektende hataydı. Çünkü babamın gözünde bir değere sahip olsaydım, beni bu masada yalnız başıma bırakmazdı.
Kalabalığın arasından geçmeye çalıştım, ittirdiğim insanlar bana tuhaf bakışlar atarken benim tek derdim babamı görmek ve ona gideceğimin haberini vermekti. Ne olursa olsun bir türlü bulamadım babamı, bakmadığım hatta göz atmadığım yer kalmamıştı.
En sonunda sinirlerime hakim olamayarak mekanın çıkışına doğru ilerledim, uzun koridor boyunca yürüyüp kendimi dışarıya attım. Rüzgarlı hava bir anda bedenimi titretirken, telefonumu alıp babamı aradım. Tabi içerideki kalabalıktan telefonunun sesini duyarsa. Uzun uzun çaldı telefon ancak babam açmadı, büyük ihtimalle telefonunun çaldığının farkında dahi değildi.
Sıkıntıyla kapının önünde beklerken aydınlatmalı bahçeye göz attım, az ileride arabasına yaslanmış bir şekilde sigara içen bir adam gördüm. Yan duran çehresini gördüğümde gözlerimi kısarak adamı izledim. Ilgaz denilen adam olmalıydı. Elbisemin eteklerini kaldırıp merdivenlerden dikkatle inmeye başladım, yanına gidip babamı sormam gerekiyordu. Belkide haberi vardır.
Hızlı adımlarla yanına yaklaşıp arabasının önünde durdum. "Pardon?" diye seslenişimin ardından başını bana doğru çevirdi, kemikli parmaklarıyla dudaklarının arasındaki sigarasını çekip dumanını üfledi. Bu o adamdı, Ilgaz denilen adam.
"Küçük hanım." dedi dudakları kıvrılırken, ellerimi kollarıma sarıp titrememi engellemeye çalıştım.
"Acaba babamın nerede olduğu hakkında bir fikriniz var mı? Kendisini aradım ancak bulamadım, telefonlarımı da açmadı." rüzgarın sertliği saçlarımı uçuşturup, yüzümü kapattı.
"Hayır, babanızı görmedim maalesef. Ama isterseniz içeri girip, babanı bir kez daha bulmaya çalışabiliriz." içimdeki sıkıntı git gide artarken, bir an önce babamı bulmak istiyordum.
Bu kadar yabancı insanın arasında kendimi çok kötü hissediyordum.
"Olur." dedim tedirginlikle.
Sigarasını dudaklarının arasına yerleştirip bir duman daha çekti ciğerlerine, ardından kemikli parmaklarıyla sigarasını yere atıp ayakkabısının ucuyla ezdi. "Gel bakalım küçük hanım, bakalım baban neredeymiş." ellerini cebine sokarak hızlı adımlarla benden önce yürümeye başladı. O kadar büyük adımlar atıyordu ki, ona yetişmek için hafif koşar adımlar atmak zorunda kaldım.
"Biraz yavaş olmayı deneyemez misiniz?" dedim koştururken. Dudaklarından çıkan ıslıkla merdivenleri çıkıyordu, ona yetişip hemen yanında yerimi alırken bir adım daha attım merdivenlere. Ancak o kadar şanssızdım ki, bastığım yer merdiven değil kendi elbisemdi. Elbisemden tiz bir yırtılma sesi çıkarken dengemi sağlayamadığım için bedenim savruldu, kendimi yerde hissedeceğimi düşünürken bileklerimi tutan kemikli ellerle dengemi sağlayabildim. Ayak bileğime giren ağrıyla yüzümü buruşturdum.
Bugün bende bir aptallık vardı.
"Şu kadınları gerçekten anlamıyorum. Bir kaç santim uzun olmak için şu ayağınızdaki işkence aletini giyerek kendinize ıstırap çektiriyorsunuz."
"Bir kaç santim uzun olmak için değil, sadece şıklığımızı süslemek için giyiyoruz." ters cevabımla bana baktı.
"Her ne sikimse." ağzından duyduğum küfürle dudaklarım aralandı, bir şey diyecektim ancak vazgeçtim. "Bileğin acıyor mu?" Ellerini bileğimden çektiğinde sendeleyerek koluna tutundum, ufak bir ağrı hissediyordum lakin çokta şiddetli değildi.
"Ufak bir ağrısı var o kadar." dedim. "Teşekkür ederim, babamı bulabilir miyiz artık?" başını ağırca salladı. Koridordan içeri girip tekrar çıktığım yere döndük. Yırtılan elbisemi inceledim, bacağım apaçık ortadaydı. Elbiseme yanlışlıkla yırtmaç tasarlamıştım.
"Neden babanla birlikte değildin?" sorusuna karşılık omuz silktim, sanki görecekti bu hareketimi(!)
"Ben kalabalık ortamlarda bulunmayı pek sevmem, burasıda bana göre değil zaten. Babamı kırmamak için geldim."
Yalan. Kırmamak için değil, benden başka bir şey istemesin diye geldim.
"Anladım küçük hanım. Şuradaki sandalyeye otur ve beni bekle, ben babanı bulurum yada baban en son neredeymiş onu öğrenirim. Bileğinin üzerine daha fazla basma, eve gittiğindede buz koy mümkünse."
"Peki."
Ellerini cebine sokarak hızlı adımlar attı salonun içinde, telefonumu alıp tekrar babamı defalarca aradım ancak telefonu kapalı olmalıydı. Şakaklarımı ovalayarak Ilgaz'ın bir an önce babamı bulup gelmesini istiyordum, geçen dakikaların ardından Ilgaz tek başına yanıma gelirken hızla ayağa kalktım. Acaba babama bir şey mi olmuştu?
"Öğrendiniz mi babamın nerede olduğunu?"
"Baban evinize gitmiş küçük hanım, en son annen ve kız kardeşin ile araca binerken görülmüş."