Derinleşiyor,derinleşiyor yaralar daha da derinleşiyor
Sanki geri alamayacağım kırık cam parçaları gibi derinleşiyor
Kalbim her gün daha da acıyor.
~Taehyung-Stigma~
____________________?
Gün ışığı camdan yansıyıp gözlerime ulaşarak uyanmamı sağlamıştı. Yataktan doğrulup kalkmıştım. Adımlarımı banyoya yönlendirdim. Banyoya gidip ihtiyaçlarımı giderip çıktım.
Giysi dolabıma ilerleyip içinden ince siyah bir askılı atlet çıkardım. Üstünede beyaz, omuzlarıma kadar açık, yarım hırkamı çıkardım. Koyu mavi pantolonumuda alıp yatağımın üzerine koydum. Üzerimdekileri çıkarıp yatağın üzerine bıraktığım giysilerimi giymiştim. Hırkamın bir düğmesini açık bırakıp aynaya ilerledim.
Yüzüme baktığımda düne nazaran daha iyi görünüyordum. Dudaklarıma hafiften kırmızı bir rujumu sürdüm. Fazla belli etmesede yüzüme az da olsa canlılık katmıştı. Dışarı çıkmadığım sürece makyaj yapmazdım. Bu ruj yeterliydi.
Saçlarımı tarayıp odadan çıkmış, aşağı iniyordum. Merdivenlerden inip sola döndüm ki başımı sert bi şeye çarptım. Bir adım geri çekilip başımı kaldırdığımda bu ali'ydi. Sert kaslı göğsüne çarpmıştım. Alnımı tutarken başımı uzun boyu yüzünden yukarı kaldırmak zorunda kalmıştım.
"Aaa! Şey özür dilerim, ben göremedim..." sözümü kesti.
"Sorun değil."
Kendimi geri çekmek istedim ama ellerinin ne zaman belime gittiğini bile anlayamamıştım. Belimdeki ellerini daha da sıkılaştırıp bir adım daha yaklaştı. Çarpmanın etkisinden bir kaç tutam saçım dudaklarımın üzerinde yer edinmişti.
Ali sağ elini kaldırdı. Dudaklarımın üzerindeki saç tutamını kulağımın arkasına koydu. Elini çekmemiş yanağımı avucuna almıştı.
"Abi?"
Yavuz'un sesini duyup irkilerek bir adım geri çekildim. Ali elini yanağımdan ayırıp kendine çekmişti. Ali'nin bakışları umarsızca Yavuz'a çevrilmişti.
"Söyle."
"Baran..." ismini duyduğu anda yüz kasları gerilmiş dişlerini sıkmıştı.
"Baran, mekanı yaktırmış."
"Şerefini sik..!" gözleri bana çevrilip sözlerini yarıda kesti.
"Ne zaman?"
"Az önce abi. Çalışanlardan ikisi yaralı biri de..." diyip cümlenin devamını getiremeden hüzünle gözlerini kaçırmıştı. Bunun anlamı... biri ölmüştü!
Ali yumruk yaptığı elini sıkarken damarlarının daha da belirginleşmesine neden olmuştu. Çok sinirlenmişti.
Baran kimdi, böyle bir şeyi neden yapmış olabilirdi ki?
"Mekan ne durumda?" Diye bağırınca irkildim.
"Kötü durumda olduğunu söylediler. Gidip bakalım."
Ali bir hışımla yanımızdan ayrılıp dış kapıya ilerleyip dışarı çıkmıştı. Ali kadar sinirli olan Yavuz da peşinden dışarı çıkmıştı.
Neler olduğunu anlayamıyordum. Baran kimdi de böyle bir şeye cesaret edebilmişti. Aklım almıyordu.
Mutfağa doğru adımladım. Tuğçe yoktu. Uyanmamış mıydı acaba? Birazdan gelir diye düşünüp ikimize yetecek kadar çaydanlığa su doldurdum. Ocağın üzerine koyup ateşini de yaktım. Buzdolabına ilerleyip ağzına kadar dolu olan dolaptan sebzeleri çıkarıp yıkadım. Sebzeleri doğrayıp masaya bırakmıştım ki Tuğçe mutfağa girmişti.
"Ali bey nerede, gördün mü?"
"Dışarı çıktı."
"Ama kahvaltı yapmadı. Acil işi çıkmış olmalı, neyse."
Tuğçe hazırladığım masaya oturup kahvaltı etmeye başlamıştı bile. Çaydanlığı alıp masaya ilerledim. Masaya bırakıp bende yemeye başlamıştım. Kahvaltı boyunca ikimizde tek kelime bile etmemiştik.
Benden önce Tuğçe yemeğini yiyip sofradan kalktı. Yüzüme bile bakmadan mutfaktan çıktı. Bana iftira attığı yetmezmiş gibi bir de görmezden geliyordu. Haklı durumdayken haksız duruma düşürüyordu beni. Bende Efsunsam sana kendimi ezdirmem!
Hazırladığım kahvaltıyı yalnız başıma toparladım. Tuğçe gittikten sonra gelmemişti. Hoş geliceğini de sanmamıştım. Mutfağı toparlayıp mutfaktan çıktım. Bütün gün evde napıcaktım ben?
Gözlerim etrafı incelerken televizyonda takılı kaldı. Televizyon izleyebilirdim. Adımlarımı koltuklardan birine yönlendirip oturdum. Televizyonun kumandasını masanın üzerinden alıp açtım.
Bir süre izleyebileceğim bir şey arayıp durmuştum. Araba kazanmak için eşleriyle yarışan, bir yarışma programını izlemekte kararımı vermiştim.
Programı izlerken arka odadan gelen kapanma sesiyle bakışlarımı oraya çevirdim. Odadan çıkan Tuğçe'ydi. Göz temasımızı kesip televizyona döndüm. Mutfağa girmişti. Umursamadım. İzlemeye devam ettim.
Kısa bir süre sonra tekrar adım sesleri duydum. Tuğçe elinde kahve olduğunu düşündüğüm fincanla mutfaktan çıkıp çıktığı odaya geri girmişti. Önemsemedim. Bir süre daha yarışmayı izledim. Kırmızı takımın kazandığını görüp televizyonu kapattım.
Dışarı çıkıp hava almak istiyordum ama bu mümkün değildi. Bu evden çıkamazdım. Ormanda gezmeme izin verirler miydi acaba? korumlardan birine sormak için yerimden kalkıp bahçeye çıktım.
Hemen ileride, bahçenin etrafını saran duvarın yanında, etrafı gözleyen korumayı gözüme kestirdim. Adımlarımı ona doğru yönlendirdim. Bana arkası dönük korumanın yanına geldiğimde
"Bir şey rica edebilir miyim?" Sesimi duyduğunda bana dönmüştü.
"Buyrun?"
"Biraz ormanda yürüyüşe
çıkabilir miyim? Kısa süreliğine, lütfen."
"Buna izin verme yetkim yok, hanım efendi."
"Ali bey'den izin alsanız olmaz mı?
Ben, evde gerçekten bunaldım. Lütfen"
"Pekala Ali bey'i arayacağım. İzin verirse gidebilirsiniz."
Minnetle gülümsedim.
"Tamam."
İzin verir miydi ki? Evde gerçekten bunalmıştım. Böyle güzel bir havada evde olmak canımı çok sıkmıştı. Biraz dolaşmaya ihtiyacım vardı.
Siyah giyimli, sert ifadesi olan koruma cebinden telefonunu çıkarıp bir kaç tuşlamadan sonra, telefonu kulağına götürmüştü. Telefon çok kısa sürede açılmıştı.
"Efendim, evde çalışan bir hizmetli ormanda kısa bir gezintiye gitmek istiyor. İzin veremeyeceğimi söyledim ama ısrarı nedeniyle aramak zorunda kaldım."
"Bir saniye efendim. Adınız Efsun mu?"
Bana yöneltiği soruyla başımı salladım.
"Evet, Efsun hanım."
"Peki, efendim." ardından telefonu kapatmıştı.
"Ali bey, sizinle gelmem şartıyla izin verdi. Aksi takdir de gidemezsiniz!"
Şu içimi karartan evden çıkayım da her şeye razıyım!
"Olur, sorun değil? Hem ben ormanı bilmiyorum. Kaybolmamı engellemiş olursunuz."
"Pekala, buyrun."
Bahçenin büyük dış kapısını eliyle gösterdiğinde ben önden o ise peşimden geliyordu.
Dış kapıya ulaştığımızda korumalardan biri önümü kapatıp izin vermedi. Ama bakışları arkamdaki korumayı bulunca geri çekilmişti. Kapıyı açıp dışarı çıktık.
Ben önde ilerlerken korumada arkamdan yavaş adımlarıma ayak uyduruyordu. Orman yoluna girmiştik bile. Evin her tarafı sık büyük ağaçlarla çevriliydi. Anca yürüyebileceğimiz kadar dar yolları vardı. Ağaçlardaki canlıların sesleri kulağınıza adeta müzik şöleni sunuyordu.
Hayatımda ilk defa bir ormana bu kadar yakındım. Daha önce hiç ormana gitmemiştim. Gelmemekle çok şey kaybettiğimi şimdi anlıyordum.
İçime derin bir nefes çekip geri verdim. Miss gibi toprak kokusu, kuş cıvıltıları, farklı böcek sesleri... Bu huzuru hiçbir yerde bulamazdım. Yaşadığım onca sıkıntıyı hafifletmeye yetmişti.
Yürürken ilerde küçük bir dere gördüm. Adımlarım derenin yanında durmuştu. Çok güzeldi. Dağdan gelen bu tertemiz su kaynağının içinde küçük balıkları görebiliyordum. Etraftaki kurbağa sesleri, uçan küçük böcekçiller doğayla uyum içerisindeydi. Etrafa canlılık vermişti.
Derenin yanında çökerek oturdum. Elimi ılık suya koymuştum. Çok hoştu. Buradan gidesim yoktu. Ama gitmeliydim. Belki bir kez daha dışarı çıkma fırsatı bulursam tekrar gelirdim.
Başımı arkamdaki korumaya çevirdiğimde etrafı gözlerken buldum.
Neden bu kadar dikkatli davranıyorlar acaba? Patronumun, sadece bi şirketin patronu olmadığını biliyordum ama ne tür kötü işlerde olduğunu tahmin edemiyordum.
Korumanın gözleri beni buldu.
"Gidelim mi artık? Havanın kararmasına az kaldı."
Başımı salladım. Çöktüğüm yerden kalkıp yanına ilerledim. Ben tekrar önden giderken kendisi arkamdan geliyordu. Yolu az çok öğrenmiştim. Yalnız tekrar gelebilecek kadar hafızamda kalmıştı. Yanlış yola saparsam uyarır diye rahatça etrafa göz gezdirip yürüyordum.
Uzaktan evin büyük, beyaz kapısını gördüğümde bir kez bile yanlış yola sapmamak beni sevindirmişti. Güçlü bir hafızamın olduğunu biliyordum. Öğrendiğim bilgileri kolay kolay unutmazdım.
Ormanın dışına çıktığımızda hava kararmaya yüz tutmuştu. Dış kapıya ulaştığımda korumalardan biri benim açmama gerek kalmadan açmıştı. Teşekkür amaçlı bir kez baş ağip kaldırdım.
Evin yolunda her iki yanımda sık ağaçlar vardı. Güzel bir görüntü sunuyordu. Eve ulaştığımda arkamdan araba motorunun sesini duyup arkamı döndüm.
Ali gelmişti. Pahalı olduğunu her haliyle gösteren, siyah arabasından inerken gözlerim onda takılı kalmıştı. Beni gördü. Yürürken gözlerime bakıyordu. Bir kaç adım sonrası yanımda durmuştu.
Evin kapısının kolunu indirip girecektim ki elini ellerimin üzerine koyarak açmama izin vermedi.
"Ormandan mı geliyorsun?"
"Evet, bi süre dolaşıp geldik. İzin verdiğiniz için teşekkür ederim."
"Ara sıra çıkabilirsin ama bana haber vermeden asla gitme. Tamam mı?"
"Tamam." hafif gülümseyip önüme döndüm. Ellerimin üzerindeki elini çekmeden kapı kolunu indirip açtım.
Önden ben girip arkamı döndüm.
"Bir şeye ihtiyacınız olursa seslenirsiniz, efendim."
"Aslında bi kahve istiyorum. Getirebilir misin?"
"Tabi, hemen getiriyorum." arkamı dönmüştüm ki
"Efsun!"
"Evet?"
"Paket olanlardan istiyorum."
"Tamam. hemen getiriyorum."
Arkamı dönüp mutfağa ilerledim. Ayak seslerini duymamıştım. Sanırım, hala orda duruyordu. gözlerinin sırtında olduğunu hissediyor gibiydim.
Mutfağa girip su ısıtıcısına, su doldurup açtım. Kahvelerin olduğu bölmeye gidip içinde sadece bir çeşit kahve paketlerini gördüğümde, bir tane alıp kapatmıştım. Su ısıtıcısının yanında durup ısınmasını bekliyordum.
Tuğçe mutfağa girmişti. Sinirli bakışlarıyla beni gördüğü anda sorularını yöneltmişti bile
"Nerdeydin sen?"
"Ormanda yürüyüşe çıkmıştım."
"Bende izin almadan neden çıkıyorsun?" diyip üzerime geldi.
"Senden neden izin alayım ki? Sende benim gibi bir çalışansın!"
"Unuttun galiba. Ben senden daha kademeliyim. Benden izin almadan çıkıp gidemezsin!"
"Patronumdan izin aldım. Sana gerek duymadım. Neden bu kadar abartıyorsun? Yapacak iş yoktu zaten!"
"Bana sordun mu ki iş var mı diye? tabi ki sormadın. İşine geldi dimi?"
"Bağırmayı kes artık! Ali bey duyacak!"
"Duyarsa duysun. Senin bu iki yüzlülüğünü görsün artık!"
"Ben iki yüzlü falan değilim. Haddini aşıyorsun, kapa çeneni!" Isınan suyu büyük kupa bardağına dolduracakken
"Bırak ben yapacağım!"
Elimden suyu alıp kendi doldurmak istedi. Bardağı iki elimle tutmuş doldurmasını bekledim. dolduracakken bir iki saniye durduğunu farkettim. Ardından suyu boşalttığı an da sıcak su ellerime döküldü.
"Ahh, elimm..! Ahhh, yanıyor elim!"
Ellerimi fincandan çekmiş, sallayıp acıdan bağırıyordum. Canım yanıyordu. Suyu bir an da bardak yerine elime dökmüştü. İki elimde bileğimden parmaklarıma kadar kırmızı olmuşlardı.
Gözyaşlarım dökülüyor, napıcağımı bilemiyordum. Sadece ordan oraya yürüyüp acıdan bağırıyor, ağlıyordum. Elimin acısından duramıyor haldeydim.
"Ellerim..! Canım yanıyor ahh!
Tuğçe ise bir süre durup öylece bekledikten sonra yanıma gelip kolumu tuttu. Beni lavaboya ilerletip elimin üzerine soğuk suyu açmıştı. Bu elimin aniden daha fazla acımasına neden olmuştu. Bağırıp çekmeye çalıştım ama Tuğçe kolumu sıkı tutup izin vermemişti.
"Yanlışlıkla oldu. Gerçekten bilerek yapmadım. Gerçekten doldururken ol..."
"Noluyor burada?" Ali'nin sesiyle bakışlarımı acıyan ellerimden çekilip Ali'ye dönmüştü. Ali ellerimi gördüğü an da Tuğçe'yi kenara ilerletip yanıma gelmişti.
"Acıyooor.. çok acıyor...ahh!"
"Şşh..! Sakin ol? iyi olacaksın!" Elleri yüzümdeki gözyaşlarımı buldu. Elleriyle her iki yanağımı sildi. Ama yenilerinin eklenmesi uzun sürmemişti.
"Tuğçe, Yavuz'a doktoru aramasını söyle. Çabuk!"
Ali'nin sözleri ile Tuğçe mutfaktan koşarcasına çıkmıştı. Yavuz'un gelmesi biraz uzun sürmüştü. Ali ise ellerimi soğuk suda bekletiyor, ellerimi çekmeme izin vermiyordu.
"Bırak ellerimi acıyor. Nolursun? Ahh! Bırakk..!"
"Noldu abi burada?"
"Şimdi mi geliyorsun sen! Doktoru ara!"
"Aradım. Gelir birazdan!"
Ben ise ellerime bakamıyordum. Ellerimin üzeri küçük baloncuk ve kabarıklarla doluydu. Çok kötü görünüyordu. Gözlerimi bakmamak adına etrafta dolandırıp ağlıyordum.
Bir süre sonra elimin acısının geçtiğini hissettim. gözlerim ellerime döndüğünde bakamadan gözlerim kapanmış, bilincimi kaybetmiştim. Son hatırladığım ise güçlü kolların beni belimden sarmaladığı olmuştu.
Gerisi karanlık...
Ben Estella