Duru makyaj aynasının karşısında dalgın halde makyajını yapıyordu. Aklı sürekli bundan sonra ne yapacağıyla meşguldü. Toprak’tan uzak durmalıydı. Kesin kararı buydu ama bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Her akşam yemekte karşılaşmamaları mucize olurdu. Her akşam bir bahaneyle dışarıda da yiyemezdi. Annesi ve babası ilk gün evde olmadığı için ona yeterince kızmıştı. Şuan hep beraber yenecek bu akşam yemeğine bile katılmak istemiyordu. Efe ve Toprak’ın şerefine tüm aile toplanacaktı. Tekrar eski günlerdeki gibi hep beraber yemek yenecekti. Toprak ile Efe gittiğinden beri her Cuma verilen akşam yemeklerinin tadı kalmamıştı. Duru da özlemişti eski günleri ama şimdi her şey çok farklıydı.
Kapıda hissettiği bir hareketle kafasını kapıya çevirdi. Toprak kapı aralığında durmuş ona bakıyordu. Duru elindeki allık fırçasını masaya bırakırken Toprak gülümseyerek “Gelebilir miyim?” dedi.
Duru “Gel” diye fısıldayabildi sadece. Ne yerinden kalktı ne de başka bir şey yaptı.
Toprak içeri girip Duru’ya doğru yürürken attığı her adımda geri dönmelisin diye haykırdı mantığı. Ama geri dönmek istemiyordu. Duru’ya aldığı hediyeyi vermeliydi. Küçük masum bir hediyeydi.
Önce Duru’nun yan tarafında durdu. Elini cebine atıp paketi çıkartırken “Senin için hediye almıştım” dedi. Duru sessizce onu izliyordu. Toprak kutuyu açıp kolyeyi çıkarttı. Üç su damlası şeklindeki akuamarin taşı alt alta sıralanmış ince bir zincirin ucundan sarkıyordu.
“Bana gözlerinin rengini hatırlattı. Takmama izin verir misin?” diye sorduğunda Duru kafasını sallayarak onayladı. Konuşamıyordu. Toprak arkasına geçti. Kolyeyi boynuna geçirirken Duru siyah saçlarını iki eliyle toplayıp boynunu açığa çıkardı. Toprak kolyeyi takabilmek için ona doğru eğildiğinde Duru nefesini tutmuş aynadan onu izliyordu. Toprak’ın kolyeyi takması sanki saatler sürdü. Toprak daha önce hiçbir şeyde bu kadar zorlandığını hatırlamıyordu. Duru’nun tenine değen parmakları titriyordu. Lanet olası klipsi bir türlü yerine geçirememişti. Sonunda taktı ama önünde duran pürüzsüz tene ve kokusuna karşı tepkisiz kalamadı. Daha ne yaptığını düşünemeden gözlerini kapatıp dudaklarını yumuşak tene değdirdi.
Duru nefesini tutmuş Toprak’ı izlerken an be an bu ana şahit olmuştu. Dudaklarını hissetti an gözlerini kapatıp titredi. Toprak onun titreyen bedenini hissettiği an geri çekildi. Duru’nun mavi gözleri açılmış yoğun bir hüzünle ona bakıyordu. Toprak yutkundu. Kalbi göğsünün serçe dövüyordu. Aniden kapıya dönüp “Herkes aşağıda geç kalma” diyerek odadan çıktı. Kapıyı arkasından kapatıp kendine küfretti.
Misafir odasından çıkan Helin yanına gelirken “Neyin var yine?” dediğinde “Yok bir şey” dedi. Helin koluna girerken “Üvey kardeş sorun mu?” diyerek alay ettiğinde Toprak “Helin kes şunu” dedi.
Birlikte merdivenlere yöneldiklerinde arkalarındaki kapı açıldı. Duru tüm güzelliği ve boynundaki zarif kolyeyle koridora adım attığında karşılaşmak istediği en son kişi oradaydı. Kol kola girmiş Helin ve Toprak’a baktığında canının bu kadar yanmasından nefret etti.
Helin ona gülümseyerek “İyi akşamlar Duru, nasılsın?” dediğinde Duru kibarca “İyiyim Helin, sen nasılsın?” dedi. Onlar konuşurken Toprak gözlerini Duru’dan ayıramıyordu.
Helin de konuşurken Duru’yu elinde olmadan süzmüştü. “Teşekkür ederim iyiyim” derken ayakkabılarını fark ettiğinde “Aaa benim tasarımım” dedi gururla. Helin’in coşkusuyla Toprak’ın bakışları da Duru’nun ayaklarına kaymıştı. Daha doğrusu mini elbisesinin altından görünen pürüzsüz bacaklarına… Annesiyle Duru’nun doğum günü için gönderdiği ayakkabı vardı ayaklarında.
Duru şaşkınlıkla kaşlarını kaldırırken “Annem İtalya dönüşü getirmişti” diye açıkladı. Helin hevesle “Toprak’ın markası ama benim tasarımım. Biliyorsun Toprak orada kendi markasını oluşturdu ve bende tasarımcılarından biriyim” dedi.
“Bilmiyordum” dedi Duru rahatsız olmuş bir ifadeyle. Toprak İtalya’ya gittiğinden beri onun orada ne yaptığıyla hiç ilgilenmemişti. Şirketin yeni bir projesi için orada olduğunu düşünüyordu.
Toprak açıklama yaparak “Anneme doğum günün için ben vermiştim. Bana kırgın olduğunu bildiğinden ayakkabıyı çöpe atmandan korkarak benim gönderdiğimi söylememiştir” dedi. Sonuna doğru hafifçe gülümsemişti. Onun gülümsemesi karşısında Duru da kendini gülümserken buldu. Evet büyük ihtimal çöpe atardı. Belki de kıyamazdı.
Helin ikiliyi dikkatle izlerken gülümsüyordu. “Hadi artık aşağıya inelim” dediğinde Duru kafasını sallayıp hızlı adımlarla onların önüne geçti. Toprak’ın bakışları da onu takip etti. Merdivenden indiklerinde kapıya ilerlerken kapı açılmış Demir içeri girmişti.
Duru’yu görünce gülümseyerek “Harika görünüyorsun” dedi. Duru “Teşekkür ederim” diyerek ona gülümsedi. Demir’in yanına gidip yanağını öperken arkalarından Toprak “Sen canın her istediğinde bu eve girip çıkacak mısın?” diye homurdandı.
Duru geri çekilirken Demir bakışlarını Toprak’a dikerek “Dört senedir bu eve girip çıkıyorum. Sen yeni geldiğin için alışamamış olabilirsin. Kimsenin evine davetsiz de girmem. Eva teyze bahçede, Duru’yu almam için beni gönderdi” dedi. Toprak dişlerini sıktı. Adam resmen ona kendi evinde yabancı muamelesi yapmıştı.
“Burası benim de evim” diye hırladı. “Dört sene önce terk ettiğin evin” diye bu sefer cevap Duru’dan gelmişti. Toprak ona bakarken Duru, Demir’in elini tutarak “Hadi artık bahçeye çıkalım” dedi.
İkisi önden giderken Toprak ile Helin geride kaldı. Toprak adeta burnundan soluyordu. Bakışları hala gözden kaybolan Demir ve Duru’nun gittiğin yöndeydi. Helin elini onun göğsüne koyarak “Toprak sakin ol. Bu şekilde davranmaya devam edersen bu gecenin sonunda herkes gerçeği fark edecek” dedi.
“Şunu dillendirmekten vazgeç artık” diye bağırdı Toprak. Tüm öfkesini ondan çıkartmak istercesine haykırmıştı. Helin ondan geriye doğru çekilirken “Sen bir salaksın” dedikten sonra kapıya ilerledi. Toprak gözlerini kapatıp küfrettikten sonra koşarak Helin’i kolundan yakalayıp “Özür dilerim. Bu konuda fazlasıyla hassasım biliyorsun. Lütfen Helin bana sürekli bunu hatırlatma. Yeterince çıkmazdayım” dedi.
Helin ona acıyarak bakıyordu. Toprak bakışlarından bunu net bir şekilde görebiliyordu. Evet acınacak haldeydi. “Biran önce bir çözüm bulmalısın. Belki de kendi şirketini bahane edip geri dönmelisin”
“Geri dönemem Helin. Uzakta kalmaya daha fazla dayanamam”
Bu sözlerin üstüne Helin sessiz kaldı. Birlikte bahçeye çıktıklarında bahçede büyük bir yemek masası kurulmuş herkes etrafında toplanmıştı. Helin aile yemeği dediklerinde bu kadar kalabalık olacağını tahmin etmemişti. Fazlasıyla geniş bir aileydi ve herkesin yüzündeki gülümsemeden mutlu oldukları anlaşılıyordu.
Yemek ilerleyip sohbet koyulaştıkça Helin, Toprak’ı daha iyi anlamıştı. Yaşadığı hayatı buradaki insanlara borçluydu. Herkes onu seviyor ve güveniyordu. Özellikle babası Bora Balkan’ın Toprak’a ayrı bir güveni vardı. İşle ilgili her lafında Toprak’a dönüyor onun fikrini de alıyordu. Toprak’ın verdiği her doğru cevapla oğluyla gurur duyduğu bakışlarından okunuyordu. Onları birlikte izleyen kimse Toprak’ın üvey olduğunu düşünmezdi. Arlarında gerçek bir baba oğul ilişkisi vardı. Toprak’ın arada bir masanın karşısında oturan Demir ile Duru’ya attığı kaçamak bakışları da görüyordu Helin. Böyle yasaklı bir aşkın bu aileye neler yapacağını da tahmin ediyordu. Oğluna her şeyiyle güvenen Bora Balkan’ın tepkisini düşünmek en korkutucu olanıydı. Toprak korkmakta haklıydı.
Yemekte ikisinin nişanıyla ilgilide konuşulmuştu. Biran önce ailelerin tanışıp nişan töreninin yapılması gerektiğini söylediklerinden Helin, Toprak’a içinde bildiği bütün küfürleri ediyordu. Toprak yanında gerilmişti. Her söylenene bir bahane bulmaya çalışırken epey ter döküyordu. Sonunda Helin henüz ailesinin haberi olmadığını her şeyin çok çabuk geliştiğini ve ailesinin yanına gittiğinde bu durumu yüz yüze konuşacağını söyleyerek Toprak’ı kısa bir süre için kurtarmıştı. Karşılarında oturan Duru ise nişan konusunun açılmasıyla sessizleşmiş, önündeki yemekle oynarken tek bir kaşık bile yememişti.
Yemekten sonra gençler bahçedeki büyük çardakta bir araya toplanmıştı. Hira ile Barış özellikle birbirlerinden uzak dururken diğerlerinin de onlardan farkı yoktu. Toprak, Kiraz ile şirketin yeni projeleri hakkında konuşmak için bir kenara çekilmiş, Duru ile sevgilisinden uzak duruyordu. Efe ile Berfin de farklı köşelerden birbirlerini öfkeli bakışlarla izliyorlardı. Bir tek Tamer rahatça yerinde oturmuş gecenin keyfini çıkartıyordu. Karşısında işle ilgili dikkatle konuşan Kiraz’ı izlemek en büyük hobisiydi.
Duru’nun yanında oturan Barış onun kulağına eğilerek “Dünden beri Hira ile konuştun mu?” diye sordu. Duru kafasını kaldırıp ona bakarken “Hayır, neden?” dediğinde Barış iç çekerek “Biraz kavga ettik” dedi. Duru güldü. Onların kavgalarına artık alışmıştı. “Bu sefer durum ciddi Duru, Lavuk evlenme teklifi etmiş. Haberin var mıydı?”
Duru mahcup bir ifadeyle on baktığında Barış “Tabi ki vardı” diye homurdandı. “Hira en yakın arkadaşım kuzen. Sana kendisi söylemediği sürece benim söylemem ihanet olurdu”
Barış burnundan soluyarak “Sende benim kuzenimsin. Benim tarafımı tutman lazım” dedi. Duru gözlerini devirirken “İkinizin ilişkisinde hiçbir zaman taraf tutmadım. Bütün saçmalıklarınızı izlerken sessiz kaldım çünkü ne desem sonunda ben suçlu olacaktım. Şimdi de karışmak istemiyorum. Biran önce aklını başına alsan iyi olur. Sonra pişman olacaksın” dedi.
Barış “İyi ki karışmadın. Hep onun tarafını tutuyorsun” derken Hira karşılarında onları izliyordu. İkilinin fısır fısır kendi hakkında konuştuklarına emindi. Öne doğru eğilirken “Duru sergi işini ne yaptın?” diye sordu.
Onun sorusunu duyan Tamer, Duru’dan önce atılarak “Hala başarısız” diyerek sırıttı. Duru sinirle ona bakarken Demir, Duru’nun elini sıkıp “Biraz daha zamana ihtiyacı var ama bence çok iyi bir iş başaracak” dedi. Duru, Demir’in desteğiyle ona bakıp gülümsedi. Şimdi taraçadaki herkesin dikkati onun üstündeydi. Hiçbir şeyden haberi olmayan Efe ile Toprak “Ne sergisi?” diye sorduklarında Duru “İki ay sonra sergi açmam gerekiyor. Okuldan sonrası için kariyerimi yönlendirecek bir sergi olacak. Birçok sanatçı ve sanat profesörü katılacak” dedi.
“Peki serginin konusu ne olacak?” diye soran Efe, Duru’nun en büyük yarasına basmıştı. Duru inlercesine bir ses çıkartırken “İnan bilmiyorum. Ben daha çok doğa fotoğrafları çekmesini seviyorum ama kariyerimi moda çekimiyle devam ettirmeyi düşünüyorum. Fakat bana mankenlik yapacak kimse yok. Bu yüzden doğa fotoğrafları çekmeye devam ediyorum” dedi.
“Hadi ama annem sana defilede kullandığımız mankenlerden istediğinle anlaşma yapabileceğini söylemişti. Elbet biri kabul edecektir”
Deniz’in sözlerine karşılık Duru kafasını iki yana salladı. “Ben öyle herkesin konuştuğu ünlü birini filan istemiyorum. Bu çok kolay olurdu. Yeni bir yüz keşfetmek istiyorum”
Demir gülerek “Evet yetenek avcısı gibi sokaklarda dolaşıp Duru’nun dikkatini çekecek birini aradığımız zamanlar oldu” dedi.
Herkes gülerken Tamer “Bir zamanlar Kiraz’ı bile ünlü bir manken yapmaktan söz ediyordu” diyerek dalga geçti. Sözleri Kiraz’ı incitirken Duru “Kiraz kabul etse inan bana onu ünlü bir foto model yaparım” dedi.
Tamer kahkaha atıp “Güldürme beni Duru” dedi. Kiraz gözlerini kısarak onu izlerken “Tamer senin benimle derdin ne?” dedi.
Tamer “Benim mi?” diyerek kendini gösterirken sırıtarak “Seninle ne derdim olabilir ki?” diye devam etti.
Kiraz kafasını yana yatırırken “Bilemiyorum sürekli saçımla, boyumla dalga geçiyorsun ve artık kırıcı olmaya başladın. Manken olacak kadar güzel olmadığımı bende biliyorum ama bununla dalga geçmen gerekmez” dedi. Kiraz’ın çıkışıyla bir sessizlik oldu. Tamer yerinde huzursuzca kıpırdandı. “Sadece şaka yapıyordum” dediğinde Kiraz onu duymazlıktan gelerek Duru’ya dönüp “Eğer işine yarayacaksa, sergin için sana poz veririm Duru” dedi.
Duru’nun yüzü bir anda aydınlandı. “Gerçekten mi Kiraz?” diye sorarken heyecanı yüzünden anlaşılıyordu. “Elbette, sen istiyorsan benim için sıkıntı yok”
Tamer bu konuşmadan fazlasıyla rahatsız oldu. Duru, Kiraz’ın fotoğraflarını çekecek ve bu fotoğraflar sergilenecek miydi? Kabul edilebilir bir şey değildi.
“Olur mu öyle saçmalık” dediğinde şaşkın bakışlar onu buldu. “Yani sonra rezil olmayın diye diyorum” derken iki kadını da fazlasıyla sinirlendirdiğinin farkında değildi.
“Dayıcığım sen hiç merak etme. Rezil olamayacağız tam aksine yıllar önce söz verdiğim gibi Kiraz’ı ünlü bir fotomodel yapacağım ve sende söz verdiğin gibi anıracaksın”
Duru’nun son sözleriyle herkes kahkaha atarken Tamer ona öfkeyle bakıp “Göreceğiz Duru Hanım” dedi.
İlerleyen saatlerde hep birlikte gece kulübüne gitmeye karar verdiler. Otoparka geldiklerinde Toprak, Demir’in motorunu görünce Duru’ya “Sende bizimle gel. Bu halde motora binemezsin” dedi.
Duru ona bakamdan “Biz benim arabamla geliriz” diyerek Demir’in motorunun yanındaki arabasına ilerledi. Toprak dişlerini sıkarken Helin onu kolundan çekerek ilerletmeye çalıştı. Arabaya bindiğinde tüm gece yaşananlar üstüne çöktü. Ana yola çıktığı an gaza basıp arkasından gelenleri geride bıraktı. Bu öfkeyle kulübe gitmek de istemiyordu. Telefonunu çıkartıp Efe’yi aradı. “Biz gelmiyoruz bilgin olsun” dedikten sonra kapattı.
Helin hiçbir şey sormadı. Yanında oturan adamın gerginliği her halinden belliydi. Toprak arabayı sahile çekti. Kafasını arkaya atıp gözlerini kapatarak derin nefesler aldı. Gözlerinin önünde sürekli aynı sahne vardı. Duru’nun boynuna o lanet kolyeyi taktığı an. Dudaklarında hissettiği sıcak ten aklından çıkmıyordu. Helin ile sessizce oturup karanlık denizi izlediler. Ne Helin bir şey sordu ne de Toprak içindekileri anlattı. Konuşmaya gerek yoktu. Yaşananlar her şeyi anlatıyordu.
Kulübe geldiklerinden beri Duru’nun gözü sürekli kapıdaydı. Toprak ile Helin hala gelmemişti. Neden gelmediler? Nereye gittiler? Ne yapıyorlar? Diye düşünmekten kafayı yemek üzereydi. Demir birkaç defa dansa kaldırmayı denemiş ama reddetmişti. Tek istediği Toprak ile Helin’in kapıdan girmesiydi.
O gergindi ama yanında oturan Berfin daha da gergindi. İçkileri çok hızlı tüketirken yanında sürekli sinirle homurdanıyordu. Duru ona bakarak “Neyin var?” diye sordu. Berfin de ona bakıp “Senin neyin var?” dedi. Duru omuz silktiğinde Berfin de “Bendende öyle işte” diyerek omuz silkti. Bakışlarını karşısına diktiğinde Duru onun baktığı yere döndü. Efe barda kadının biriyle samimi bir sohbet halindeydi.
Duru kaşlarını kaldırarak “Onu hala seviyorsun” dediğinde Berfin bardağını kafasına dikip “Kapa çeneni Duru” dedi. Berfin yıllardır onun hissettiği duyguları daha yeni tadıyordu. Bu kadar asabi olması normaldi. Duru alışmıştı sevdiği adamı başkalarıyla izlemeye. Yanlarına gelen Deniz ile Demir dans etmekten ter içinde kalmışlardı. Demir, Duru’nun yanına oturduğunda Deniz de Berfin’in yanına geçip masadan bir peçete alarak boynundaki teri sildi. “Uzun zamandır böyle dans etmemiştim” dedikten sonra “Diğerleri nerede?” dedi.
Duru “Toprak ile Helin gelmedi” derken Berfin parmağıyla karşıyı işaret edip “Abiciğin de orada” dedi. Deniz ikisine de dikkatle bakarken Demir “Tamer ile Kiraz da dans pistinde, Barış ile Hira ortada yok” dediğinde Deniz’in bakışları dans edenlere çevrildi. Sürekli kedi köpek gibi didişen ikili yakın bir şekilde dans ediyordu.
Kiraz dans etmek için piste çıktığında Tamer kısa süre sonra ona katılmıştı. Yanına dikilip etrafındaki leş kargalarını uzak tutmaya çalışırken, Kiraz kolundan tutmuş ve onu dans etmeye zorlamıştı. Aslında Tamer dans etmiyordu. Sadece Kiraz’ın etrafına kollarını dolamış öylece dikiliyordu. Kiraz kollarının arasında kıvrılıyor, kalçalarını sallıyor ve hoplayıp zıplarken Tamer dişlerini sıkmış kendini kontrol etmeye çalışıyordu. İşi zordu. Kiraz’ın kahverengi saçları her zıpladığında yüzüne savruluyor, bedenine sürtünen kalçası onu baştan çıkartıyordu. Keşke saçları eskisi gibi kızıl olsaydı diye düşünse da buna hakkı olmadığını biliyordu. Kiraz sırf o daha fazla dalga geçmesin diye saçlarını boyatmıştı. Kahretsin senelerdir bu minik kadına âşıktı.
Kiraz bir ara dengesini kaybetti. Tamer onu sıkıca kavrarken kulağına doğru “Bence artık dinlenmelisin” dedi. Kiraz kocaman gülümserken gözleri yine kaybolmuştu. Onaylarcasına kafasını salladığında Tamer onu insanların arasından masalarına doğru ilerletmeye başladı. Kiraz elini sıkıp parmak ucunda yükselirken “Tuvalete gitmeliyim” dediğinde Tamer onun sarhoş olduğunu anladı.
Sadece iki kadeh içmişti ama şimdiden kendini kaybettiği belliydi. Tamer gülümsedi. Kiraz eskiden de böyleydi. Kiraz’ı tuvaletlerin olduğu kısma götürürken insanlara çarparak ilerliyorlardı. Her seferinde Kiraz “Pardooonnnn” diyerek gülüp eliyle ağzını kapatıyordu. Tamer onun bu haliyle eğlenerek onu kadınlar tuvaletinin önüne kadar götürdü. “İçeri girebilir misin?” diyerek kararsız bir ifadeyle sorarken Kiraz “Elbette Tamer, kadınlar tuvaletine girecek değilsin” dedi. Onlara gülümseyen bir kadın yanlarından geçip içeri girdi. Ardından Kiraz da biraz yalpalayarak içeri gittiğinde Tamer kollarını göğsünde bağlayıp onu beklemeye başladı.
Az önce yanlarından geçen kadın endişeli bir ifadeyle çıkıp “Sevgiliniz içeride düştü sanırım ben seslendim ama cevap vermedi. İçeride kimse yok bir bakın isterseniz” dediğinde Tamer kadının sözlerinin bitmesini beklemeden içeri girmişti. Arkasından gelen kadın Kiraz’ın olduğu kabini gösterdikten sonra çıktığında Tamer kapıyı çalıp “Kiraz” diye bağırdı. Kapıyı itince kilitli olmadığını fark etti. Biraz zorladı ancak kapının arkasında bir şey açılmasına engel oluyordu. Tamer aşağı bakınca bunun yerde oturan Kiraz olduğunu gördü. Kapı aralığından “Kiraz kapıyı açamıyorum biraz kenara çekil” dediğinde Kiraz inleyerek kenara çekilmiş açılan dar alandan Tamer zorla bedenini içeri sokmuştu.
Hemen yere eğilip Kiraz’ı kaldırarak klozetin kapağını kapatıp üstüne oturmasını sağladı. Kiraz kafasını geriye atmıştı. Uyuşuk halde “Tam çıkıyordum ki düştüm” diye mırıldandı.
“Tamam hadi seni buradan çıkartalım” diyen Tamer onu belinden tutmuştu ki Kiraz kollarını itip “Çok çirkinim değil mi Tamer?” dedi. Tamer onun yüzüne baktı. Kiraz yarı aralık gözlerle ona bakıyordu.
“Bu nereden çıktı şimdi?” derken gözleri Kiraz’ın kırmızı dudaklarındaydı. Kiraz’ın yüzünde şapşal bir sırıtış belirirken “Hep aldatılıyorum biliyor musun?” dedi. Tamer gözlerini kapatıp açtı. Dört senedir şirkette birlikte çalıştıkları için Kiraz’ın sevgililerini tanıma fırsatını da bulmuştu. Sadece iki sevgilisi olmuştu ama ikisi de birbirinden salaktı. Çocukların tipinde hayır yoktu bir kere. Yine de uzaktan izlemek zorundaydı.
“Bu onların şerefsizliği Kiraz” dediğinde Kiraz yine gülmüş “Bu benim çirkin olduğumu değiştirmiyor, sende sürekli çirkinliğimi yüzüme vuruyorsun. Bir tek Duru benim güzel olduğumu iddia ediyor” dedi. Sona doğru küçük bir çocuk gibi dudaklarını sarkıtmıştı.
Tamer onu öpme isteğine git gide karşı koyamazken “Sen çok güzelsin” dedi. Söylediği an pişman oldu. Kiraz gözlerini açmaya zorlarken “Gerçekten mi Tamer?” diye öyle masum sormuştu ki kendini tutamadı. Kiraz’ın yüzünü iki eliyle kavrayıp dudaklarını birleştirdi. İlk başta kararsızdı ama Kiraz dudaklarını aralayıp onu kabul ettiğinde dilini dudaklarının arasından kaydırıp tadına baktı. O an sanki zaman durmuştu. Tamer’in tek istediği onu aynı tutkuyla öpen dudaklardan ayrılmamaktı. Ama kendini toparladı. Geri çekildiğinde geçmişte sürekli Kiraz alkolün etkisindeyken öpüştüklerini hatırladı.
Kiraz “Neden durdun?” diye sorarken Tamer onun gözlerinin içine bakıp yanağını okşayarak “Bir gün” dedi. Sesinde tutkusunun yoğunluğu vardı.
Dudaklarını yaladıktan sonra “Bir gün seni tekrar öpeceğim ve sen sarhoş olamayacaksın Kiraz” dedi “Her ayrıntısını hatırlayacaksın” diye devam etti vaat dolu sesiyle.