1. Bölüm-BABA
Anne karnına ilk düştüğümüz an kaderimiz yazılırmış.
Acılarımız, mutluluklarımız, hastalıklarımız, evleneceğimiz kişi her şey alımızda birer yazı olarak yazılıdır ve bizler ise o kaderin birer oyuncusuyuzdur.
Bende bu hikayenin kaderi kötü yazılmış kızıyım ama inanıyorum ki birgün benim hikayemde mutlu son ile bitecek...
Güne gözlerimi odama ulaşan ezanın o muhteşem sesiyle açtım.
Bu ses bana bu hayata en çok huzur veren şeydi. Ve ben ne zaman yalnızım, tekim dediğim zaman ezanın sesini duyduğum da Rabbimin bana yalnız olmadığımı onun benim ile olduğunu hatırlıyordum.
Bu ezanın sesleniş beni huzuruna davet edişinin seslenişiydi. Üzerimde ki ince örtüyü itip yataktan kalmıştım. Temmuz ayı olduğu için oldukça sıcaktı istanbul ve üzerinde kalın bir şey ile uyumak asla mümkün değildi ve bende ince bir şey örtüyordum üzerime.
Odamdan çıkıp koridorda ki banyoya doğru ilerleyerek girip işlerimi hallettikten sonra abdestimi alıp yeniden odama gitmiştim.
Dolapta ki namaz elbisemi giydikten sonra baş örtümüde bağlayıp seccademi sarıp namazımı kılmaya başlamıştım. Güzelce yavaş, yavaş namazımı kıldıktan sonra dua etmek için avuçlarımı açtım.
"Allah'ım ben senin âciz kullarından biriyim. Bir şey istemeye hakkım varmı bilmiyorum ama sen hiç bir zaman sana sığınan kulunu geri çevirmezsin. Bende sana geldim ve sığınıyorum sen bu bir başına tek kalmış kuluna yardım et ve ona dayanma gücü ver. Çünkü artık yalnızlık omuzlarıma ağır gelmeye başladı sen bana yardım et Allah'ım.... Amin" diyerek ellerimi yüzüme sürdükten sonra seccademi toplayıp kalktım.
Odamı ve yatağını düzelttikten sonra işe gitmeden önce bir şeyler yemek için mutfağa girdim. Hızlıca dolaptan kalvaltılıkları küçük mutfağımda tek sandalyesi olan masamın üzerine dizip ve kendim için ocağa çay koydum.
Kaynayan suyu demlediktem sonra akşamdan kalan ekmek ile hızlıca bir şeyler yiyip ve hızlıca masayı toparlayıp, giyinmek için yeniden odama girdim.
İşe gideceğim için ve otobüsü kaçırmamak icin hemen dolabımdan abartı olamayan düz siyah bir elbise ile bej rengi salımı takmıştım. Geç kalmamak için acele hareket edereken omuzuma zincirli küçük çantamı takarken yere düşürmüştüm. Çantamı yerden yeniden alıp tekrar omuzuma takıp daha sonra düz siyah babetlerimi de giydikten sonra evden çıkıp kapıyı kitlemiştim.
Kolumda ki saate baktığım da 08.10 geçiyordu iş başı ise 09.00 da ve benim yolum oldukça uzak olduğu için durağa doğru koştura koştura gittim.
Sanırım bugün şanslı günümdeydim çünkü çok beklemeden otobüs gelmişti ve hemen binmiştim. Cam kenarı boş bir yerde bulunca hemen oraya doğru geçip oturdum.
Yolculuk yaparken dışarıyı izlemeyi seviyordum. Çünkü insanların bir yere yetişmek için koşuşturmalarını, yada bir anne ile bir çocuğun gülerek yürümelerini, ya da iki genç kızın kol kola hararetli bir şeyler konuşmalarını izlemek hoşuma gidiyordu. Çünkü ben insanları, kalabalığı seviyordum. Çoğu insan yalnız kalmak isterken ben istemiyordum çünkü ben kendimi bildim bileli yalnızdım ve yalnızlık çok kötü bir duygudur.
Biriyle konuşmak istersin ama seni dinleyen kimse yoktur. Bir omuzda ağlamak istersin ama ağlayacak omuz bulamazsın. Birlikte yemek yemek istersin ama yiyecek kimse yoktur. Dört duvar ile arkadaş olurken dışarda ki insalar ise sana hep ulaşılmaz oluryor.
Şöyle bir bakıyorum da bu hayata ne kadar yalnız olduğumu bir kez daha görüyorum ve bu da benim kaderimdi sanırım.
10 yaşındayken Annemi kanserden kaybetmiştim.
Babam ise 7 yıl önce beni bırakıp gitmişti.
Bu koca İstanbul'da tek başıma kalmıştık.
Bir kardeşim, abim ya da bir ablamda yok bir başına yalnız bir çocuktum ben.
Sadece yalnız değildim ben sevgi nedir onu bile bilmeyen biriyim. Annem öldükten sonra sevgiyi arar olmuştum. Çünkü babam hiç bir zaman bana sevgi göstermemişti.
Neden bilmiyorum ama annem öldükten sonra babamda benden nefret etmişti ve beni terk edip gitmişti.
Şimdi nerde onu bile bilmiyorum bir kez olsun bile beni aramamıştı, görmeye gelmemişti bile. Ve bende artık onu aramak yerine bu koca şehirde geçinmek için çalışıyordum.
23 yaşındayım ve 8 aydır hattırı sayılır büyük bir şirkete çalışyorum. Başlarda o şirkete ayak uydurmak benim için zor olmuştu ama şimdi çok şükür bir kaç arkadaş edinecek kadar alışmıştım oraya. Çok büyük bir pozisyonum yoktu sadece şirketin getir götür işlerini yapıyordum. Çok yoruluyordum ama asla şikayetçi değildim bu durumdan, sonuçta lise mezunu biri olarak böyle büyük bir yerde çalışmak bile benim için büyük bir şanstı.
Binmiş olduğum otobüs benim indiğim durağın önüne gelince, kimseye çarpmamaya dikkat ederek geçip inmiştim aşağıya. Çalıştığım yer durağa 10 dakikalık bir mesafede olduğu için geri kalan yolu yürüyerek gidiyordum.
Kolumda ki saate baktığım da ise 12 dakikam kaldığını görmüştüm. Adımlarımı hızlandırıp hızlı bir şekilde yürümeye başladım. Hava bugün oldukça sıcaktı ve bende siyah giyince bunaltmıştı beni, ama şuan bunu düşünecek durumda değildim hızlıca koşarak şirketin içerisine girip çantamdan turnikeyi geçmek için işçi kartımı çıkarıp okutup geçtim.
1 dakika ile geç kalmaktan kurtulmuştum. Geç kalınca kimse bir şey demiyordu ama ben yinede işimin başında zamanında olmaya özen gösteriyordum. Kimsenin hakkına girmek istemiyordum.
"Günaydın" dedim masada oturmuş olan ve burada bana arkadaşlık eden, bu işi bulan arkadaşıma. Eskiden aynı mahallede oturduğumuz için tanıyordum Kader'i.
"Günaydın tatlım." Tebessüm ederek oda bana karşılık vermişti.
Kader bana bu şirkete çok yardımcı oluyordu. Sadece şirkette değil her konuda yanım da olup bir an bile olsun desteğini esirgemiyordu benden, sağ olsun.
Bende onun masasının karşısında ki masama geçip oturdum. Çantamı masaya koyup önümde bozulmus olan dosyaları üst, üste koyup once düzenledim. Dağınık ortamları çok sevmezdim ve çalışamazdım. Masamı biraz düzelttikten sonra bakılarımı tekrar Kader'e çevirdim. Yüzü asık ve düşünceli bir hali vardı. Oturmuş olduğum yerden kalkıp kabe makinasının olduğu yere gidip ikimiz için kahve alıp yeniden onun yanına gidip bardaklardan birini onun önüne koydum
"Eee Nasılsın bakalım" diye sorup onun karşında ki sandalye oturdum.
"İyi işte aynı bildiğin gibi sende"
"Bende aynı" deyip derin bir nefes aldım.
Onunda biraz sorunları vardı.
Yıllardık âşık oldu adama kavuşamıyordu.
Ailesi onu sevdiği adamı istemiyordu. Hem de ne için çocuk fakir olduğu için, kızlarının karşılığın da istedikleri parayı veremezmiş.
İnsanlar için bu para ne kadara değerli burada bir biri için ölen iki insan varken onlar sadece para diyor.
Kader ne yapsın Barış ona kaçalım desende o ailesinin rızası olmadan gitmek istemiyordu...
"Barışla aran nasıl" diye sordum
"Kaç gündür konuşmuyoruz telefonlarıma çıkmıyor. Onunla gitmediğim için bana kızgın"
"Bilmiyorum Kader bir yan da Ailen diğer yan da Sevdiğin. Kimi seçemem gerekir bilmiyorum... Benim Ailem yok ama Annem hayata olsaydı onun için canımı verirdim. Sevdiğim hiç olmadı ama olursa onu da kalpten severim inanıyorum yeri gelir onun içinde canımı veririm..."
"Ah Zübeyde bir bilsen onu nasıl Sevdiğimi? Yanımdayken bile onu çok özlüyorum. Kaç gündür konuşmuyoruz çıldıracak gibiyim. Onunda iyi olmadığını biliyorum."
"Sen sıkma canını Allah'tan ümit kesilmez bir baktın her şey istediğin gibi olmuş"
"İnşallah Zübeyde inşallah" deyip işinin başına döndüğünde Kader bende işime başladım.
Bütün gün yoğun geçen işin sonunda çıkış saati gelmişti.
Çantamı alıp Kaderle de vedalaşıp evin yolunu aldım.
Yarım saatin sonunda eve gelebilmiştim.
Çantamdan anahtarı çıkartıp eve girdiğimde kapının önünde iki çift erkek ayakkabısı vardı.
Nasıl ya kim olabilir ki evde.
Hızlıca salona girdiğimde babamı gördüm.
Koltuklardan birine oturmuş.
Ama beni en çok şaşırtan ise babamın yanında oturan Mustafa Beydi yani patronum.
"Hoş geldin kızım" deyip gülerek ayağa kalktı babam. Bugün çok fazla şaşırma günündeyim herhâlde babam bana ilk defa kızım dedi
"Baba sen dönmüşsün?" Diye sorduğumda gene babamdan beklemediğim bir şeyi yaptı. Bana sarıldı.
"Evet, kızım senin için döndüm" deyip benden ayrılıp yerine oturdu
"Mustafa beyi tanıyorsun zaten" dediğinde babam bakışlarını bu kez ondan çekip Mustafa beye çevirdim. Gerçekten de bu adamın bizim evde ne işi var.
"Evet... Hoş geldiniz Mustafa Bey"
"Hoş buldum kızım nasılsın?"
"İyiyim teşekkürler siz nasılsınız?"
"Bende iyiyim sağ ol"
"Ben size çay demleyeyim" deyip salondan çıkıp mutfağa geçtim hızlıca çaydanlığa su koyup ocağın üstüne koydum.
Neler oluyor şuan hiç bir fikrim yoktu. Babam ve Mustafa Bey ne alaka yan yana, babam neden onca yıldan sonra geri geldi.
Çayı bardaklara koyup tekrar salona geçtim. Babam ve Mustafa beyin çayını verip bende onların karşısın oturdum.
"Zübeyde kızım 2 gün sonra evleniyorsun" dediğinde babam ne dediğini anlamdım. Çünkü kulaklarım babam benim 2 gün sonra evleneceğini duydu. Böyle saçmalık olamaz kesin yanlış duydum ben
"Anlamadım baba ne dedin"
"2 gün sonra evleniyorsun dedim"
Benim en kısa zamanda bir kulak doktoruna gitmem gerekiyor çünkü ben çok saçma şeyler duyuyorum.
"Anlamadım baba bir daha tekrarlar mısın?"
"Bundan anlamayacak ne var 2 gün sonra Mustafa beyin oğluyla evleneceksin" dediğinde artık gerçekten yanlış duymadığıma emin oldum. Oturduğum yerden hızlıca kalkıp babamın karşısına dikildim
"Baba şaka yapıyorsun demi? Ne evlenmesi neden bahsediyorsun"
"Şaka falan yapmıyorum git hazırlığını yap evleniyorsun"
"Hayır, evlenmiyorum" diye bağırdım
"Sana fikrini sormadım git odana"
"Nasıl ya evlenen ben isem, benim fikrimi nasıl sormazsın" çok fazla bağırınca babam ve Mustafa bey hemen ayağa kalktılar
"Ben yokken senin dilin çok uzamış" deyip kolumu sıktı
"Sen onca zaman yoktun şimdi karşıma geçip evleniyorsun diyemezsin"
"Sen çok oldun ama" deyip bana vurmak için elini kaldırdığında Mustafa bey tutu
"Anlaşmamız böyle değildi. Zübeyde'ye zarar vermeyeceksin" dedi Mustafa bey babama
"Terbiyesizlik yapıyordu diye vuracaktım. Yoksa zarar vermem" deyip bana baktı. Bu nasıl bir çelişkidir böyle hem vuracaktım ama zarar vermeyecektim diyor bide.
Mustafa Bey babamın kolunu bırakıp az önce oturduğu yere doğru tekrar gidip koltuğun kenarına ki çantayı aldı.
"Zübeyde seni tanırım iyi ve ağır başlı olman her zaman dikkatimi çekti. Şuan burada bir anda evleneceğini duyduğun için tepki vermem doğru. Ama benimde yılardır görmediğim oğlum için bunu yapmak zorundayım. Yurt dışında buraya geldiğinde Onu buraya sen bağlı tutacaksın. Bence artık bağırıp ağlamayı bırak sen istesen de istemesen de bu evlilik olacak.
Bu evliliği kendine zindan etmek yeri yuva et." Dediğinde yere çöküp ağlamaya başladım.
"Ben evlenmek istemiyorum ama" dediğimde kimse beni umursamadı bile.
Mustafa Bey elindeki çantayı babama uzattı.
"Konuştuğumuz gibi paranın bir kısmı içinde diğer kısmında nikâhtan sonra alacaksın" dediğinde Mustafa bey direkt ayağa kalktım ne demek oluyor bu para
"Siz ne diyorsunuz ne parası bu?"
"Sen sus. Sağ olun Mustafa Bey" deyip Mustafa beyi evden yolcu edip tekrara salona girdi babam
"Baba ne demek sus ne bu para böyle "
"Senin karşılığından aldığım para. Ne sanıyordun onca yıl sana baktım bedava mı verecektim seni" deyip koltuğa yayılarak oturdu.
"Ne bakması be sen bana ne zaman baktın, sen bana ne zaman babalık yaptın, şimdi bir de utanmadan beni sattığını mı söylüyorsun"
"Kes sesin artık git odan zıbar seni çekemem akşam akşam" diye bağırdı
"Baba yapma kurban olayım yapma. Ben evlenmek istemiyorum, Beni istemediğim birine verme" deyip ayaklarının önüne çökerek ağladım. Belki birazda olur insafa, vicdana gelir diye umut ediyordum.
"Bu işte artık dönüş yok anlaşma yapıldı. Sende ağlamak yerine hazırlığını yap. Şimdi git odana rahat bırak beni" diye öyle keskin kelimeler kullanmıştı ki her biri canımı yakmıştı.
Artık bu adamdan nefret ediyorum o benim babam değil o benim nefretim.
Bir insan nasıl para için satar evladını.
Bu paranın değeri bu kadar çok mu böyle insanların yanında?
Peki ya evleneceğim insan nasıl biri oda tıpkı babam ve Mustafa Bey gibi acımasız mı?
Ben nasıl bir bataklığa batmışım böyle?
SON.